İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut; Türk İlaç Endüstri, Yeni Dönemin Eşiğinde

Türkiye’nin güçlü ve köklü ilaç endüstrisi, dünya ilaç endüstrisindeki dönüşümde yerini sağlamlaştırmak için ciddi adımlar atıyor. Ancak bu adımların hızlanması ve sürdürülebilir hale gelmesi için uzun dönemli ve destekleyici politikalara ihtiyaç var
Türk ilaç endüstrisi yüksek üretim kapasitesiyle, ülkemiz ilaç pazarındaki ürünlerin yüzde 92’sini yurt içinde üretiyor. 186 ülkeye ihracat yapan, 100’den fazla modern üretim tesisine sahip bir sektörümüz var. Endüstrimiz sahip olduğu güçlü altyapısıyla uzun yıllardır; ileri teknolojiye, yüksek katma değere ve Ar-Ge’ye odaklanmış durumda.
İlaç endüstrisi dünyada Ar-Ge’ye en fazla kaynak ayıran sektör. Gelişmiş ülkelerde faaliyet gösteren çok uluslu firmalar, cirolarının yüzde 15’ini bu alana ayırıyor. Bizde ise maalesef bu oran hâlâ çok daha düşük seviyelerde. Çünkü sektörümüz yıllardır düşük fiyat politikaları nedeniyle yeterli sermaye birikimi oluşturamıyor. Bu durum, kaçınılmaz olarak yeni yatırımları da teknolojik dönüşümü de sekteye uğratıyor. Ar-Ge’nin süreklilik isteyen bir yatırım alanı olduğunu göz önünde bulundurursak, bu yapının mevcut politikalar ve ilaç sanayine bakış açısıyla sürdürülebilir olması mümkün değil.
Dünya ilaç sektörü hızla kabuk değiştirirken, bu dönüşümün dışında kalmak gibi bir lüksümüz yok. Bu nedenle endüstrimiz uzun yıllardır gösterdiği büyük gayretle, ileri teknoloji ve uluslararası rekabet için çok ciddi bir potansiyel yarattı. Bugün 42 Ar-Ge merkezimizde 2.400’ün üzerinde yüksek nitelikli uzman görev yapıyor. Ancak bu yetkinlikleri küresel ölçekte fark yaratacak projelere dönüştürmek için sadece sektörel çaba değil, kamusal vizyon ve destek de gerekiyor.
Bugün ilaç endüstrisinde biyoteknoloji devrimi yaşanıyor. Hem dünyada hem ülkemizde biyoteknolojik ilaçların pazar payı hızla artıyor. Bu yıl itibarıyla dünyada biyoteknolojik ilaçların payı yüzde 40’ları aşmış durumda.
Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki ülkemizde bu alandaki ürünlerin halen neredeyse tamamını ithal ediyoruz. Dış ticaret açığımızın temel nedeni de bu ilaçlardaki dışa bağımlılığımız. Halbuki endüstrimiz 1,1 milyar doları bulan yatırımla 13 biyoteknolojik ilaç üretim tesisi kurmuş durumda. 43 biyobenzer ilaç üretiyoruz. Fakat maalesef, uygulamadaki fiyat, geri ödeme ve teşvik politikaları nedeniyle, biz sanayiciler olarak tüm bu gayretimizin cezalandırıldığını görüyoruz. Üretim tesislerimiz atıl durumda.
Bu yatırımlarımızı aktif hale getirmek için, ülkemizde biyobenzer ilaçların geliştirilmesi ve üretiminin desteklenmesine yönelik bir yerelleşme hamlesinin başlatılmasının elzem olduğuna inanıyoruz.
Bu anlamda, önce Hamle Programında ardından da Sayın Cumhurbaşkanımızın lansmanını yaptığı HİT-30 Projesinde biyoteknolojik ilaçların stratejik sektörler arasında olmasından büyük memnuniyet duyuyoruz. Bu alanda ilerlememiz için yerli üretilen biyobenzer ilaçlara pozitif ayrımcılık yapan fiyat ve geri ödeme politikalarının hayata geçirilmesi şart. Vergisel teşviklerin yanında ürün bazlı nakdi finansal destekler sağlanmalı ve yatırımlarda düşük faizli kredi desteği gibi ek teşvikler verilmelidir.
Bu anlamda yerli tesislerde üretilecek biyobenzer ilaçlar için süresi ve fiyatı belirlenmiş kamu alım garantilerinin tanınması, bu alanda ilerlememizin olmazsa olmaz unsurlarından birisidir. Ayrıca, bu ürünlerin üretimi için ihtiyaç duyulan klinik araştırmalar için ucuz ve uzun vadeli finansman imkânı sağlanmalıdır.
Başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere birçok ülke patent süreleri dolmakta olan önemli biyoteknolojik ilaçların biyobenzerlerinin üretilmesi ve piyasaya sunulması için adeta bir yarış halindeler. Bu amaçla başta ruhsatlandırma olmak üzere tüm kamu politikalarını buna göre yeniden dizayn ediyorlar. Bizim de daha fazla zaman kaybetmeden bunu yapmamız gerekiyor.
Son olarak, biyoteknoloji alanında nitelikli işgücüne erişimde güçlükler yaşanmaması için bu alanda personel yetiştirecek eğitim programlarının devreye alınmasının da çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Yurtdışındaki Türk uzman ve akademisyenlerin ülkemize kazandırılması için çalışmalarda biyoteknolojinin öncelikli alan olarak kabul edilmesi de sektörümüzün gelişimi için kritik önemde.
Geldiğimiz noktada artık parçalı politikalar yerine bütüncül ve kararlı bir sektörel vizyona ihtiyaç duyuyoruz. İlaçta yerelleşme, Ar-Ge’ye dayalı üretim, pozitif fiyatlama ve teşvik politikaları kamunun koordinasyonunda tek elden ve kararlılıkla yürütülmelidir. Aksi halde sektör, geleceği şekillendiren teknolojik dalganın gerisinde kalma riskiyle karşı karşıyadır.
Türk ilaç endüstrisi; güçlü altyapısı, teknik ve derin bilgi birikimi, üretim kapasitesi, yetişmiş insan gücü ve stratejik coğrafi konumuyla ilaçta bölgesel bir güç olmaktan çok daha fazlasını yapabilecek potansiyele sahip. Şimdi bu potansiyeli açığa çıkaracak iklimi hep birlikte oluşturma zamanı.
Türk ilaç endüstrisinin Ar-Ge alanındaki kararlılığını ve ilerlemesini yıllardır objektif biçimde yansıtan Turkishtime Türkiye Ar-Ge 250 Raporu’nun 12. yılını kutluyorum. Bu değerli rapor, sektörümüzün Ar-Ge alanındaki faaliyetlerine ışık tutan en kapsamlı ve güvenilir referans kaynaklardan birisi haline geldi. Yayına emeği geçen tüm yöneticilere ve çalışma arkadaşlarına içten teşekkürlerimi sunuyorum. En büyük takdiri ise tüm zorluklara rağmen Ar-Ge yatırımlarından vazgeçmeyen, istikrarla faaliyetlerini sürdüren ve bu raporda başarılarıyla yer alan firmalarımız hak ediyor. Türk ilaç endüstrisinin küresel ölçekte daha da güçlenmesi için hep birlikte azimle çalışmaya devam edeceğiz.
Kaynak ARGE 500