AbdiBio Grup Başkanı Dr. Ali Özüer’den Ar-Ge 500 Analizi; Biyoteknoloji ve Ar-Ge: Türkiye’nin İlaçta Küresel Varlığını Ortaya Koyma Zamanı

Turkishtime Dergi

Yüksek teknolojiye dayalı biyoteknolojik ilaçlar alanındaki gelişmeler, küresel sağlık sektöründe rekabetin şeklini yeniden tanımlıyor.

İlaçta köklü geçmişe sahip olan ülkeler, biyoteknolojiyi ekonomik kalkınmada kaldıraç olarak kullanmak için tüm güçlerini sahaya sürüyor. Türkiye ise, yerli üretim ve Ar-Ge kapasitesini güçlendirecek politikalarıyla bu dönüşümde söz sahibi olma potansiyeline sahip. Bu vizyonu destekleyecek stratejik yol haritasının kalbinde Ar-Ge’ye daha fazla kaynak ayırma koşulu yer alıyor. Dijitalleşme ve yapay zekâ entegrasyonu, etki odaklı sürdürülebilir yaklaşımla bütünleşen güçlü Ar-Ge desteği, devletimizin de stratejik öncelik alanı olarak gördüğü biyoteknoloji aracılığıyla Türkiye’nin ilaçta küresel varlığını ortaya koymasını mümkün kılacaktır.

Biyoteknolojik İlaç Ar-Ge’sinde Küresel Eğilimler

 İlaç sektöründe yaşanan paradigma değişimi, biyoteknolojik ürünleri sadece yenilikçi tedavilerin değil, ülkelerin sağlıkta bağımsızlık hedeflerinin ve ilaç endüstrisinde sürdürülebilir büyüme stratejilerinin merkezine yerleştirdi. Bu dönüşüm, Ar-Ge süreçlerinin bilimsel araştırma faaliyetlerinin ötesine geçerek; kamu politikaları, yerli üretim kapasitesi ve teknoloji transferi gibi çok katmanlı bir anlayışla ele alınması gerektiğini ortaya koyuyor.

COVID-19 pandemisi, bu alandaki bilimsel ve teknolojik kapasitenin acil sağlık ihtiyaçlarına nasıl hızla yanıt verebildiğini tüm dünyaya gösterdi. Nitekim bu dönemin ardından biyoteknoloji, birçok ülkenin milli öncelikleri arasına girdi. Küresel ilaç pazarında biyoteknolojik ilaçların payı 2019’da yüzde 31 iken, 2021’de yüzde 39’a, 2024’te yüzde 40’ın üzerine çıktı. 2028’de ise biyobenzerler ile hücre ve gen tedavilerinin etkisiyle yüzde 46’ya ulaşması öngörülüyor.

Bugün küresel rekabet; bilimsel yetkinliğin yanı sıra yerli üretim ekosistemi, teknoloji transferindeki çeviklik ve kamu politikalarının gücüyle tanımlanıyor. Yüksek teknoloji yatırımları, üniversite–sanayi iş birlikleri, nitelikli insan kaynağı, patent ve fikri mülkiyet yönetimi, pazar çeşitlendirme, dijitalleşme, yapay zekâ entegrasyonu ve sürdürülebilirlik uyumu bu rekabette kritik rol oynuyor.

Türkiye’nin bu denklemde stratejik bir aktör olabilmesinin yolu, yalnızca mevcut kapasitesini artırmasından değil, aynı zamanda bu alanı kalkınma vizyonunun merkezine yerleştirmesinden geçiyor.

Yapay Zekâ: Biyoteknolojik Ar-Ge’de Yeni Sıçrama Noktası

Yapay zekâ artık yalnızca araştırmacıların değil, aynı zamanda karar vericilerin ve strateji kurucuların da gündeminde üst sıralarda yer alıyor. Çünkü elimizde artık yalnızca bilimsel öngörüler değil, somut ekonomik projeksiyonlar da var. Örneğin, generatif yapay zekâ teknolojilerinin, ilaç ve medikal ürün sektöründe Ar-Ge faaliyetlerinde yüzde 15 ila yüzde 20 arasında verimlilik artışı sağlayabileceği öngörülüyor. Küresel düzeyde yapılan analizler ise, bu teknolojinin sektöre yıllık 60 ila 110 milyar dolar arasında ekonomik değer kazandırma potansiyeline işaret ediyor.

Bununla birlikte yapay zekâ, biyoteknolojik ilaç Ar‑Ge süreçlerinde yalnızca hız kazandıran bir araç olmanın ötesine geçti; tüm sistemin stratejik yönünü yeniden şekillendiren bir dönüştürücü katalizör haline geldi. Düşünün ki, geçmişte haftalar süren molekül adaylarını belirleme süreçlerini bugün saatler içinde tamamlamak mümkün hale geliyor. Bu yalnızca zaman kazancı değil; kimi çalışmalara göre süreç boyunca yüzde 25 ila yüzde 50 arasında ciddi bir kaynak tasarrufu da sağlanabiliyor.

Klinik başarı açısından da tablo çarpıcı: Yapay zekâ ile tasarlanan moleküller, faz I aşamasında yüzde 80–90 gibi dikkat çekici bir başarı oranına ulaşıyor. Bu oran, geleneksel yöntemlerle geliştirilen moleküllere kıyasla 40 ila 65 puan daha yüksek; yani yalnızca bir hız kazanımı değil, aynı zamanda niteliksel bir sıçrama söz konusu.

Türkiye için Yol Haritası: Vizyonu Gerçeğe Dönüştürmek

Biyoteknolojik ilaç alanında Türkiye’de son yıllarda stratejik bir vizyon şekilleniyor. Hamle Programı gibi kamu destekli girişimlerde bu alanın önceliklendirilmesi kıymetli bir gelişme olsa da uygulamada istenen düzeye henüz ulaşılmış değil.

Özel sektör olarak ileri teknoloji tesisler kurduk, nitelikli insan kaynağı oluşturduk, Ar-Ge kapasitemizi geliştirdik. Ancak birçok tesis hâlen kapasitesinin altında çalışıyor; bu da yatırımların sürdürülebilirliği açısından risk yaratıyor. İvme kazanmak için fiyatlandırma, geri ödeme ve kamu alım garantileri gibi alanlarda pozitif ayrımcılık sağlayan kamu politikaları hayata geçirilmeli. Süresi ve fiyatı belirlenmiş kamu alım garantileri, ürün bazlı nakdi teşvikler, düşük faizli kredi imkanları kritik önem taşıyor. Ayrıca, uluslararası uygulamalara paralel şekilde Faz I sonuçları yeterli görülen projelerde Faz III zorunluluğunun esnetilmesi sektöre hız ve esneklik kazandıracaktır.

Bu vizyonun taşıyıcısı olacak insan kaynağı için üniversitesanayi iş birlikleriyle yüksek lisans/doktora düzeyinde uzman yetiştirilmeli, yurtdışındaki yeteneklerin dönüşü teşvik edilmelidir. Biyoteknolojik ilaçlarda veriye dayalı karar alma kültürü yerleşmeli ve yapay zekâ destekli sistemler süreçlerin ayrılmaz bir parçası haline gelmelidir.

Tüm bu adımlar, mevcut altyapının etkin kullanımını, dışa bağımlılığın azalmasını, kamu maliyetlerinin düşmesini ve ihracat artışıyla ülkeye döviz kazandırılmasını sağlayacaktır. Potansiyelimiz güçlü; ancak bunu gerçeğe dönüştürmek için bütüncül, cesur ve ileri görüşlü bir stratejiye ihtiyaç var.

Bu stratejiye giden yolda ise, Türkiye’nin hâlâ kat etmesi gereken mesafe var; ancak geleceğe dair umut veren somut adımlar da mevcut. Bunların başında, ülkemizin en büyük biyoteknolojik ilaç yatırımlarından biri olan AbdiBio’nun öncülüğünde geliştirilen, “akıllı ilaç” sınıfındaki ilk milli ve yerli yeni nesil biyobenzer kanser ilacı projesi geliyor. Bu projede, uluslararası ölçekte rekabetçi kabul edilen bir hacimde “biyolojik aktif bileşen” üretimini başarıyla gerçekleştirdik. Abdi İbrahim olarak, bu gurur verici gelişmeyi ülkemizin biyoteknolojik ilaçta küresel değer zincirinde daha üst sıralara çıkması için atılmış stratejik bir adım olarak görüyor; bu alanda sektörün önünü açacak örnekler yaratmaya devam ediyoruz.

Ar-Ge 500