AR-GE Meselesi
Ar-Ge meselesi önemli. Ama kendine has bazı özelliklere sahip. 2 yıl önce Harvard Business Review Dergisinde ilginç bir yazı çıktı. Dünyanın en büyük 2.500 şirketinden elde edilen verilerle yapılan bir araştırmada Ar-Ge harcamaları ve büyüme ilişkisi olarak analiz edildi. Çalışmada satışlarla Ar-Ge harcamaları, işgücü maliyetleri, sermaye ve pazarlama harcamaları gibi değişkenler arası ilişkiler incelendi. Bulgular şu şekilde: Paketlenmiş tüketim ürünleri üreten firmalarda Ar-Ge harcamaları satışları arttırmıyor. Satışları arttıran şey pazarlama harcamaları. Ancak ilaç sektöründe hem Ar-Ge hem de pazarlama harcamaları karlılık üzerinde etkili.
Bu çalışmaya ilişkin bir diğer önemli bulgu, Ar-Ge bütçesi büyük olan firmalarla küçük olan firmalar arasındaki fark. Büyük Ar-Ge bütçesine sahip firmaların yatırımları ile satışları arasında bir ilişki bulunamazken, düşük Ar-Ge bütçesine sahip olan firmalar ile satışlar arasında korelasyon mevcut. Sonuçlar araştırıldığında ortaya çıkan şey şu: Bir şirket eğer çok büyük Ar-Ge bütçesine sahipse, daha pahalı ve daha büyük ölçekli ve dolayısıyla daha riskli inovasyon projeleri üzerinde çalışıyor. Dolayısıyla çoğu zaman bunun geri dönüşü yüksek olmuyor. Başarısızlık ihtimali başarı ihtimalinin çok üzerinde oluyor. Yani şirket büyük oynuyor ve büyük kaybediyor.
Küçük Ar-Ge bütçesinin sihirli gücü ise küçük bir kelebeğin kanat çırpışının kasırga yaratmasından kaynaklanıyor. Yani kelebek etkisini ortaya koyan MIT’li matematikçi Edward Lorenz’den esinlenerek adlandırılan Lorenz Stratejisinden. Burdan çıkan sonuç şu: Küçük Ar-Ge bütçeleri ve küçük Ar-Ge dokunuşları büyük etkiler yaratabilir. Bu bağlamda özellikle büyük Ar-Ge bütçesine sahip olmayan firmalar Ar-Ge çalışmalarında doğru noktalara yönelmek zorundalar.
Ortaya çıkan bir diğer konu da firmaların Ar-Ge bütçelerinin tek başına iyi bir gösterge olmadığı. Yani çok iyi bir bütçeyi çok kötü şekilde kullanan firmalar olabileceği gibi çok az bir bütçeyi çok iyi bir şekilde kullanan firmalar da olabiliyor. Bu meseleyi patent sayısıyla gururlanmaya benzetiyorum. Patent sayısının ne kadar olduğundan çok patenti alınan fikirlerin ne ölçüde ticarileştirildiği daha önemli. Benzer şekilde Ar-Ge bütçesinin miktarından çok o bütçenin nasıl kullanıldığı önem kazanıyor. Bu yüzden, firmalar Ar-Ge bütçeleri kadar doğru Ar-Ge yönetimine de sahip olmalılar. Bir firmada birileri ”bütçeyi boşver, Ar-Ge için neye odaklanmamız gerektiğini konuşalım” diyor olmalı. Elbette ki Ar-Genin neye yoğunlaşacağında müşteri açısından algılanan değer önem kazanıyor. Sonuçta satışları arttıran Ar-Ge değil. Ar-Ge sonuçlarının tetiklediği ürün geliştirme/ürün modifikasyonu ve bunun sağladığı değer algısı.
Dünya’da Ar-Geye bakıldığında Ar-Ge harcamalarının en hızla yükseldiği alan yazılım ve internet. Dünyadaki bu trendin Türkiye yansımasının nasıl dolduğu önemli. Ar-Ge çalışanların buna bakması lazım. Turkishtime’ın Ar-Ge250 raporu Türkiye’de Ar-Genin durumu konusunda en önemli kaynaklardan biri. Bu rapor dünya rakamlarıyla beraberce değerlendirildiğinde önemli çıkarımlar elde etmek mümkün.
Yine dünyada genel trend, şirketlerin Ar-Ge merkezlerini pazara yakın konumladırmaları. Bu bakımdan yükselen pazar ülkeleri Ar-Genin kalbinin attığı yer haline gelmiş durumda. Aslında bu süreç bir anda olmuyor. Genellikle firmalar başlangıçta Ar-Ge faaliyetlerini kendi ülkelerinde gerçekleştirmeye başlıyorlar. Ardından yoğun olarak maliyet düşürme hedefli bir yaklaşımla, Ar-Ge merkezleri firmaların hedeflediği yükselen pazar ülkelerine taşınıyor. Maliyet ötesinde Ar-Ge merkezlerini pazar oluşturan ülkelere taşımanın sağlayabileceği yerel pazarlara duyarlılık avantajı da, bunun farkında olan firmalar için önemli olmaya başlıyor. Bu sayede firma herbir yerel pazarın istek ve ihtiyaçlarına uygun Ar-Ge çalışmalarına odaklanabiliyor.
Öğrencilik yıllarımda pazarlama hakkında öğrendiğim ilk sözlerden biri “pazarlama üretim öncesi başlar, üretime yön verir ve üretim sonrası devam eder”di. Pazarlamada eskiden bildiğimiz pek çok şey ya önemini kaybetti veya bir takım değişimlere uğradı ama bu söylem hiçbir zaman değişmedi. Dolayısıyla Ar-Ge faaliyetlerinin de pazarlama anlayışından uzak olmaması gerektiğine işaret etmek istiyorum. Pazarlama departmanının Ar-Ge’den tutun da üretime kadar tüm departmanlara dokunuşu firma için faydalı olacaktır.
Ar-Ge çalışmalarını sadece mevcut müşterilere, hedef müşterilere veya mühendislerin görüşlerine bırakmak doğru bir strateji değil. Elbette ki mevcut müşteriler ve pazarı oluşturan ama henüz firmanın müşterisi olmayanların fikirleri de Ar-Geye yön verirken, sadece Ar-Ge çalışmalarında değil, diğer pazarlama stratejilerinde de bazen daralma yaratıyor. Müşteri veya potansiyel müşteri her zaman ne isteyeceğini bilmez, bilemez. İşte bu noktada teknik personelin bakışı önem kazanıyor. Müşteri istekleriyle mühendislerin hayal gücünü birleştirebildiğiniz noktada Ar-Ge başarılı oluyor. Herhangi bir tarafa doğru fazla yönelme bazen işleri bozabiliyor.
Prof. Dr. Ercan Gegez
Kaynakça
Reevaluating Incremental Innovation. (2018, September- October). Harvard Business Review, pp. 22-25.