İş Dünyasında Yaşanan Paradigma Değişiminin Etik Yönetimine Etkileri

Turkishtime Dergi

İş etiği ilkelerini, yalnızca şirketler kesimini ilgilendiren; yatırımcı, girişimci ve düzenleyici/denetleyici otoriteler arasında oluşturulmaya çalışılan bir düzen olarak değil, düzgün işleyen bir serbest piyasa ekonomisinin ve hatta, adil, çağdaş demokratik bir toplumsal düzenin de gereği olarak görmeliyiz.

Bu alandaki sürekli gelişim içinde olan mevzuat, kuşkusuz gönüllü uyumla desteklenecek ve içselleştirilecektir. Ancak bu konudaki her gecikmenin maliyeti yüksektir. Nihai amaç, şirketlerin, topluma mal olmuş kurumlar olarak, sermayelerinin tabana yayılması, yönetim kalitelerinin artırılması ve sürdürülebilirliklerinin güvence altına alınması ise, küçük veya büyük, hiçbir engelin, bizi bu amaçtan uzaklaştırmasına izin vermemeliyiz.

Güvenin olmadığı yerde itibardan sözetmek mümkün değildir. İş dünyamızı etkileyen birçok kavram gibi güvenin de önemli bir değişim ve gelişim içinde olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Kurumların varlıklarını sürdürebilmeleri ancak paydaşlarıyla geleceğe yönelik bir güven ilişkisi kurmalarıyla mümkün olur.

Yeniden tanımlanan temel bir kavram: SORUMLULUK

Bir işletmenin sorumluluğunun pay sahiplerinin varlıklarını korumak ve artırmak olduğu; topluma karşı sorumluluklarının ise yarattığı ekonomik hacim ile ölçüldüğü günler çok gerilerde kaldı.

Her ne kadar serbest piyasa ekonomisi toplum ve toplulukların ihtiyaçlarını karşılamaktaki en etkili finansal sistem olarak geçerliliğini sürdürüyor olsa da bu sistemin yararlı olan ve olmayan yönlerini anlamak yolunda ilerlerken -çoğu da sosyal olan- birçok bedel ödedik ve ödemekteyiz. Şirketler sadece pay sahiplerine değil, aynı zaman ve mekanı paylaştıkları tüm paydaşlarına ve sürdürülebilirlik politikalarının etkisi ile gelecek kuşaklara karşı da sorumludurlar.

Yeniden tanımlanan bir diğer kavram: BAŞARI

Bir şirketin hedefinin yalnızca kâr etmek olarak tanımlandığı günler de geride kaldı. Hem toplumlar hem de kurumlar, kârın niceleyici özelliklerinin yanında niteleyici özelliklerinin de olduğunun farkına vardılar.

Artık kârlılığın sadece ne kadar olduğu değil, nasıl elde edildiği, varlığın nasıl paylaşıldığı ve işin sürdürülebilir olup olmadığı da sorgulanır hale geldi. Günümüzde şirketler sorumlu iş modellerini benimsemek ve etik standartlara uygun çalışmak yönünde her zaman olduğundan daha fazla değerlendirilir oldular.

Her ne kadar kârlılık, istihdam, üretim ve maliyet hala bir işi tanımlarken kullandığımız ana kriterler olsa da, her şirketin bir dünya vatandaşı olduğu ve içinde bulunduğu topluma karşı sosyal ödevleri de olduğu genel kabul görmüş bir gerçektir. Yüksek kâr arayışı ve ekonomik başarının etik değerlerden vazgeçmek, dünya kaynaklarını sorumsuz tüketmek ve adil sosyal düzeni zedelemek pahasına olamayacağının anlaşıldığı bir dönem yaşıyoruz.

Klasik anlamda, bir girişimin başarısı ve hayatta kalması gelirleri ile giderleri arasındaki farkın gelirler lehinde olmasına bağlıdır. Sorumlu iş modeli ise tekrarlanabilir verimin, sürekliliğin sağlanması ve sürdürülebilir olması bakımından, gelir gider farkına farklı bir anlam yükler…

Kısacası bir şirketin başarısı sadece finansal performansa değil finansal, çevresel ve toplumsal performansa bağlıdır. Başarının tanımındaki bu değişim, iş hayatını düzenleyen yasaları ve diğer mevzuatı da etkiliyor ve bu alandaki paradigma değişimini de tetikliyor…

Değişimin mevzuat üzerine yansımaları

1970’lerin ikinci yarısında başlayan ve her yıl yayılarak artan bir deregülasyon döneminin sonunda ortaya çıkan krizler ve ticari mevzuatta neden oldukları paradigma değişimini hatırlayacaksınız. Kanada, İngiltere, Avusturalya ve Rusya gibi ülkelerde yerel ve bölgesel etkilerle gelişen deregülasyona yönelik düzenlemeler, söz konusu olan dünyanın en büyük ekonomisi olduğunda, uluslararası yankıları yıkıcı olabilen krizlere neden oldu.

Buna karşılık, Amerika’da 2002 yılında yürürlüğe giren Sarbanes Oxley yasası (Public Company Accounting Reform and Investor Protection Act) aslında 1990 yılında hayatımıza girmiş olan kurumsal yönetim kavramının somutlaşması yolunda atılmış en etkin adımlardan biri ve simgesi haline geldi. 2004 yılında, OECD Kurumsal Yönetim İlkeleri revize edildi. Aslında 1977 de Amerika’ da yürürlüğe girmiş olan FCPA (Foreign Corrupt Practices Act) OECD’ nin Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Programı’na uyumlu hale getirildi. Yalnız Türkiye’de değil, her yerde yerel mevzuat evrensel ilkeleri karşılayacak şekilde gelişmeye ve yerel ile genel birbirinden etkilenmeye başladılar. Dünyanın 16. büyük ekonomisi olma yolculuğumuza eşlik eden Türk Ticaret Kanunu’nda yaşadığımız değişim de böyle bir normalleşme ve evrensel değerleri yansıtan mevzuata uyum döneminin önemi bir adımı olma özelliği taşıyor. 56 yıllık kabullerimiz değişiyor ve iş hayatımızda nesnel adalet, şeffaflık, hesap verebilirlik, sürdürülebilirlik gibi ilkeleri gözeten bir döneme giriyoruz.

İktisadi hayattaki tüm yeni mevzuat ve uyum çabamızı, değişen dünyanın, yani ilerleyen, gelişen dünyanın dilini, yöntemini oluşturmaya çalışmak şeklinde tanımlayabiliriz. İhtiyaçlar, yeni ihtiyaçları belirlemektedir ve buna uygun yeni düzenlemelere gereksinim duyulmaktadır. Amaç ticari ve iktisadi hayatı bir kanun ve mevzuat yoğunluğuna boğmak değil; en akıcı ve sorunsuz, ancak düzen içerisinde var olmasını sağlamaya çalışmaktır. Değişimi bu anlamda, “adapte olmak” şeklinde görmemiz doğru olacaktır... İnsan için daha ideal olana, insana daha uygun olana.

Tayfun Zaman