Ar-Ge 2017 Ortak Akıl Toplantısı
AR-GE LİDERLERİ GELECEĞE BAKIYOR
Turkishtime, ve Bahçeşehir Üniversitesi’nin işbirliğiyle 19 Eylül'de düzenlenen Ar-Ge 2017 Ortak Akıl Toplantısı'nda Ar-Ge'ye yön veren firmalarının liderleri buluştu. Bahçeşehir Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nafiz Arıca’nın moderatörlüğünde gerçekleşen toplantıda katılımcılar, yapılması gereken yasal düzenlemelere ilişkin önerilerini dile getirdiler
Türkiye son yıllarda Ar-Ge’de büyük bir atılım gerçekleşirdi. Bunda Ar-Ge’ye verilen devlet desteklerinde yaşanan artışın payı büyük. Peki Ar-Ge destekleri hangi noktalarda işe yarıyor, hangilerinde aksıyor? Türkiye’nin Ar-Ge alanındaki hedeflerine daha büyük adımlarla ilerleyebilmesi için desteklerde nasıl bir revizyon yapmak gerekiyor? Ar-Ge’ye özel bir önem veren ve sanayi – üniversite işbirliğinde Türkiye’ye örnek teşkil eden çalışmalar yapan BAU’da gerçekleştirilen Ar-Ge Ortak Akıl Toplantısı’nda işte bu sorular masaya yatırıldı…
Sonuç raporunu ve "AR-GE'NİN HARCAMALARININ GSYİH İÇİNDEKİ PAYINI YÜZDE 3'E ÇIKARACAK 10 ŞART"'ı sayfa sonunda bulabilirsiniz.
İşte toplantıda konuşulanlar:
PROF. DR. ŞENAY YALÇIN: Değerli katılımcılar, öncelikle böyle stratejik sonuçları olabilecek bir konudaki toplantının üniversitemizde gerçekleşiyor olması bizi mutlu ediyor. Kurulduğumuz günden beri ülkemizin kalkınmasına, rekabet gücünün arttırılmasına ve ülkemizde sürdürülebilir bir kalkınma modeli kurulmasına yardımcı olmak için elimizden gelen gayreti sarf ettik. Bildiğiniz gibi kalkınmanın, gelişmenin ana unsuru insandır. İnsan olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Son zamanlarda konuşulan robotlar, dijital dönüşüm gibi teknolojik olgular sonuçta insan marifetiyle yapılıyor. Dolayısıyla bunu da eğiten kurumlar var. Bu nedenle her şeyin eğitimde bittiğini takdir edersiniz. Bir ülkenin eğitim kurumları ne kadar güçlüyse, ne kadar iyi donanımlı insan yetiştiriyorsa, o ülkenin geleceğine yönelik adımların kuvvetli olacağını bilirsiniz. Türkiye’de Ar- Ge yatırımlarına ne kadar kaynak ayrıldığını hepiniz bilirsiniz. Henüz yüzde 1'i geçemedik. Belirli ülkeler buna Ar-Ge’ye fazla yatırım yapıyor.
Mesela Güney Kore mucizesinden söz edilir; bu ülke gayri safi millî hasılasının yüzde 4.21'ini Ar-Ge çalışmalarına ayırmaktadır. Bu çok önemli bir rakamdır. Aynı şekilde İsrail yüzde 4'ten fazlasını ayırıyor, OECD ülkeleri yüzde 3'e yakınını ayırmaktadır. Sizlerin birçoğu üreticisiniz ve önemli işler yapıyorsunuz. Daha ucuza mal edip daha yüksek fiyata satmanın temelinde Ar-Ge yatar. Bunun en güzel örneklerinden birini savunma sanayisinde Türkiye vermektedir. Biliyorsunuz ASELSAN adında milli bir kuruluşumuz var. ASELSAN her yıl bütçesinin ortalama yüzde 20'sinden fazlasını Ar- Ge'ye ayırıyor. Bunun sonucunda dünyanın sayılı teknoloji kuruluşları arasına girmiştir.
Demek ki, Ar-Ge imkanı verildiği zaman bu iş oluyor. Ar-Ge yapan bir grubumuz bulunduğu ve Savunma Sanayii Başkanlığı ile bu yönde çalışmalarımız olduğu için söylüyorum, Türk insanına fırsat verildiği zaman neler yapılabildiğini bilmekteyiz. Geldiğimiz noktada gururla söyleyebiliriz ki, bazı ürünleri yüksek teknoloji ürünü olarak satmaya başladık. Demek ki, işin kaynağında eğitim ve Ar-Ge'ye verilecek önem artıyor. Yoksa sadece ithal edilen patentlerle yapıldığında elinizdeki ürün enstrümanlar kısa sürede demode olabiliyor. Bu bakımdan bizim özgün ve milli olarak bu patentleri geliştiriyor olmamız lazım. Bunun kaynağı üniversitedir. Üniversite her zaman sizlerin yanında olacaktır. Özellikle yüksek lisans ve doktora programlarında sizlerin istediği her türlü yardımı verebiliriz, ihtiyaç duyduğunuz konuları tez konusu yapabiliriz. Yeter ki, bizlere güvenin.
PROF. DR. NAFİZ ARICA: Teşekkür ederiz sayın hocam. Turkishtime Dergisi'nin 2013 yılından beri gerçekleştirdiği Ar- Ge 250 araştırması kapsamında gerçekleştirdiğimiz Ortak Akıl Toplantısı’na hoşgeldiniz. Bahçeşehir Üniversitesi ve Turkishtime işbirliği ile bu yıl ikincisi gerçekleşen Ortak Akıl Toplantısı’nı açıyorum. Bu toplantıların gelenekselleşerek Ar-Ge konusunda biraz daha somut fikirlerin, ülkemize fayda sağlayacak önerilerin sunulmasını sağlamasını ümit ediyorum.
İlk gündem maddemiz, ülkemizdeki Ar-Ge harcamalarında özel sektörün payının istenen seviyede olup olmadığı konusu. Ar-Ge yatırımlarının artması için neler yapılmalıdır? Ar-Ge teşvikleri bu firmalar için yeterli midir?
Mevzuatta yapılması gereken değişiklikler nelerdir? Bu soru maddeleri ile oturumu açıyorum.
C. MÜJDAT ALTAY: Netaş'ın Ar- Ge faaliyetlerini bilmeyenler için birkaç satır bahsederek sözlerime başlamak istiyorum. Netaş'ta doğrudan 800 Ar-Ge mühendisi bulunmaktadır. Ayrıca dolaylı olarak 200 Ar-Ge çalışanımız vardır. Çünkü biz 3 adet dolaylı Ar-Ge yatırımı yaptık. Kron adlı bir yazılım firmasının kontrol hisselerini satın aldık. Orada 100 Ar-Ge'cimiz çalışmakta. Kron firması bu yılın ikinci çeyreğinde ABD ve Kanada'ya yazılım ihracatına başladı. Firmayı aldığımız günden itibaren TL bazında 20-25 misli büyüme, dolar bazında ise üç buçuk senede 6 misli büyüme kaydettik.
İkinci Ar-Ge yatırımımız olarak Kanadalı bir yatırımcıyla Netaş - Wesley Clover Teknoloji Fonu’nu kurduk; 10 milyon dolar sermaye ile. Bu fon da şu ana kadar 7 firma yarattı. Bunların hepsi başarılı
ve fonun geri dönüş çarpanı 1,45 civarında. Burada da 100'e yakın Ar-Ge’cimiz çalışmakta. Üçüncü olarak da 26 KOBİ’nin yer aldığı bir platform kurduk. Burada amacımız sosyal sorumluluk. Bunu neden yapıyoruz? Yazılım test laboratuvarımızda yazılımlarını, donanım test laboratuvarımızda donanımlarını test ediyoruz. Büyük bir firmaya gittikleri zaman da “Bütün riskleri Netaş'ındır” diyoruz. O firma belki 1 milyon TL cirosuyla 1 milyon liralık risk alamıyor ama bu Netaş için büyük bir problem değil. Biz o riski alıyoruz. Bir anlamda KOBİ’ler için sigorta şirketi gibi çalışıyoruz. Son 4 yılda bu şirketler 25-30 milyon dolar civarında yazılım-servis ihracatı
yaptılar. Türkiye'de de onlara son 5 yılda 60-70 milyon dolarlık ciro yarattık. Biz de faydalandık, onlar da faydalandı.
Ben Netaş'a Ar-Ge mühendisi olarak girmiştim. 15 sene önce CEO olduğumda Ar-Ge'miz 110 kişiydi, şu anda gördüğünüz gibi bin kişi. Ben devamlı Ar-Ge üzerinde çalışan bir insanım. Ar- Ge'nin yaşamasını sağlayan şey teşviktir. Sanayicilere iki türlü teşvik var: Biri yatırım teşvikidir, yatırım teşvikini cebinize koyar ve yatırıma başlarsınız. Ar-Ge'de ise teşviki verince 10 yıl kalması gerekir. 2003'ten itibaren biz Ar- Ge'ye çok önem verdik. Çünkü ben Genel Müdür olduğumda AK Parti'nin programlarını inceledim. Programlar Ar-Ge'ye büyük teşvikler verileceğini gösteriyordu. AK Parti Hükümetleri de bu sözlerini yerlerine getirdiler. 2003- 2013 arasında Ar-Ge teşvikleri stabil olarak devam etti. Fakat 2013'ten sonra teşvik yüzdelerinin azaldığını gözlemledik. Netaş olarak hakikaten bunun acısını çektik. Ar-Ge kararlılık, devamlılık ve istikrar ister. Ar-Ge teşviklerine istikrar gelmesinin ülkemiz adına çok önemli olduğuna inanıyoruz. Hızlı bir şekilde tekrar konsantre Ar-Ge'ye geçmemiz lazım.
Her şey Ar-Ge olursa rakamlar güzel olur, ama ülkenin ihracat kapasitesi, üretim kapasitesi düşer. Bizim yaşamamız petrole bağlı değil, biraz turizm, geri kalanı yerli tasarım, yerli üretim, katma değerli hizmetler ve katma değerli ürünler. O nedenle bizim gerçek Ar-Ge'ye ihtiyacımız var.
Ar-Ge dikey yapılanma ister. “Ben her şeyin Ar-Ge'sini yaparım, bizim firmamızda her şeyin Ar- Ge'si olur” derseniz inandırıcı olmaz. Firmaların kendilerine bir dikey seçmesi ve o dikey üzerinde geliştirme yapmaları lazım. Bu dikey olayı son dönemde kayboldu, buna çok üzülüyorum. Dikeye hizmet edeceklerden biri de üniversitelerdir. Üniversitelerin de dikey olması gerekli. Bir üniversitenin, “Ben her konuda çok iyiyim” demesi doğru değil.
Bununla ilgili küçük bir örnek vereceğim. Bundan 8-9 yıl önce devletle birlikte çok önemli bir proje geliştiriyorduk. Konuyla ilgili ABD'de bir üniversite buldum. O üniversiteden destek alacaktık; fakat bazı olaylar sonucu o ilişkiyi kaybettik. Önceleri “Başka bir üniversite bulurum, Amerika'da yüzlerce üniversite var” diye düşünmüştüm. Ancak sözünü ettiğim konuda Amerika'da başka bir üniversite bulamadım. Amerika'da üniversitelerin çok dikey olduğunu görüyorum. Dikey Ar-Ge yapan bir firmanın dikey bir üniversite ile çalışması neticesinde gayet net ürünler ortaya çıkabiliyor.
Son olarak KOBİ’ler konusuna değineceğim. Amerika'da KOBİ’lerin, start-up’ların çok fazla desteklendiği, Türkiye’de de bütün desteğin onlara verilmesi gerektiği belirtiliyor. Ama Amerika'da çok büyük şirketler de var. Google, Microsoft, Oracle bunlara örnektir. Onların gölgesi altında küçük Ar-Ge'ler büyüyebiliyor. Küçükler, büyük firmaların Ar-Ge'lerinin altında gelişebilir. Bizim şu anda büyük firmalarda problemlerimiz var, diye düşünüyorum. Ar-Ge 250 araştırmasına baktım, Netaş olarak 10. sıradayız. 2018'de de böyle olacak. Çünkü son 10 senede 6 defa yazılım ihracatı şampiyonu olduk. Böyle bir gücümüz var. İlk 10 firmadan dördü devlet kurumu. Aselsan, Roketsan, Tusaş ve Havelsan. Bunları dışarı çıkarınca Ford, Tofaş, Koç, Arçelik ve Vestel kalıyor. Demek ki, büyük firmalara büyük destek vererek onları yukarıya taşımamız lazım. Bunun çok büyük bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.
PROF. DR. NAFIZ ARICA: Ben de bir süre önce Cumhurbaşkanlığı Strateji Bütçe Başkanlığı Ar-Ge Altyapı Değerlendirme Kurulu'na davet edildim. Orada da ifade ettiğim için söyleyebilirim, Ar- Ge'nin aynen sizin söylediğiniz akademik dünyada bile sulandırılabileceğini gördüm. Fazla ayrıntıya girmeyeyim ama Ar-Ge farkındalığı yaratmak çok önemli bir şey. 2002 senesinde Bilişim Şurası Ar-Ge Grubu’ndaydım. O zaman Ar-Ge farkındalığını vurguladık. Ve şu anda evet bir Ar- Ge farkındalığı oluşturduk. Fakat işin suyunu çok fazla çıkardık gibi geliyor bana. Değerli katılımcılar, birinci gündem maddemiz mevzuat. Mevzuat konusunda önerileri olanlar var mı?
MEHMET AĞRİKLİ: Bahçeşehir Üniversitesi ve Turkishtime'a teşekkür ediyorum. Ben Makine İhracatçıları Birliği Başkan Yardımcısıyım. TEMSAD Tekstil Makine ve Aksesuar Sanayicileri Derneğinde Başkan yardımcısı olarak görev yapmaktayım. İstanbul Sanayii Odası Makina Meslek Komitesi başkanı ve Meclis Üyesiyim, aynı zamanda bir süre öncesine kadar TUBİTAK MAKİTEK grubunda Yürütme Kurulu Üyeliği yaptım. Ve İstanbul
Sanayii Bakanlığı Ar-Ge Merkezleri Değerlendirme Kurulu üyesiyim.
Şirketimiz 1995'te kuruldu. Ürünlerimiz tamamen Ar-Ge tabanlıdır. Biz ileri teknolojili teknik tekstil makinaları, kalite kontrol cihazları, otonom robotlar ve benzeri ürünler üretiyoruz. En büyük pazarımız ABD. Apple, Microsoft, Honeywell, Kordsa ve Zorlu gibi dünya devleri bizim sadık müşterilerimiz. Ar-Ge merkezlerimiz var. Bu işin her iki tarafında da bulunduk.
Ar-Ge'nin sulandırılması konusundaki görüşlerin pek çoğuna katılıyorum. Bazı kuruluşlara gelen projeler, Zihni Sinir’lik peşindedir. Bazen de büyük şirketler kendilerine yeni bir üretim hattı kurmaya çalışıyor. Bir milyon liralık bir makinayı yurt dışından alacağına, “Bir milyon 200 bin liraya kendim yaparım, 600 bin lirasını devletten alır, 600 lirasını kendim karşılarım, böylece 400 bin lira kâr ederim” diye düşünüyorlar. Bu tip projeler aslında Türkiye'nin Ar-Ge kabiliyetine herhangi bir katkıda bulunmuyor.
Geçtiğimiz yıl Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 4. Sanayi Devrimi çalıştayları yapıldı. Bir platform kuruldu ve sonuç raporu yayınlandı. Ben TİM adına İnovasyon Çalışma Grubu Başkanlığını yürüttüm. Açık inovasyonun çok önemli olduğunu gördüm. Çoğu Ar-Ge ve inovasyon, açık inovasyon sayesinde mümkün hale gelir. Yani müşteri ve üretici ürünü beraber üretirler. Türkiye’deki en büyük eksiklik budur.
Size bir örnek vereyim: Kazak üreticisi İtalyan firması Benetton, örgü makinası üreticisi Japon Shima Seiki ile bir araya geliyor ve birlikte öyle bir makine üretiyorlar, öyle bir kazak yapıyor ki, ortaya çıkan makine ve kazağı kopya etmenin imkânı olmuyor. Ortaya çıkan makine üç yıl boyunca sadece Benetton'a satılıyor. Üç yıl sonunda makinayı başkasına satmaya başlıyorlar. Buradan hem Benetton para kazanıyor hem de makineci yeni makina sahibi olmuş oluyor.
Eğer Türkiye'de bir ürün üretilecekse herkesin kendi konusunda eğilmesi lazım. Zaten Ar-Ge olmazsa satamazsınız. Çünkü diğerlerinden farklı ürün üretmeniz lazım. Diğerlerinden farklı ürün üretmek için de destek almanız lazım. Bunun için TÜBİTAK’ın yeni çıkan SADE adında bir destek sistemi var. Ancak bunda da çok fazla eksiklikler var.
En çok Ar-Ge teşviki Türkiye’de verilmektedir. Yalnız içine girdiğiniz zaman olay biraz karmaşık bir hal almaktadır. Almanya’da teşvik daha az ama daha etkili. Türkiye'de Ar-Ge yapmak istediğiniz zaman önce uzun bir rapor yazmanız gerekiyor. İstenen rapor çok kapsamlı. Oysa Araştırma-Geliştirme dediğimiz zaman bunun nereye gideceğini, ne zaman biteceğini bilemezsiniz. Raporun değerlendirilmesi bir yılı bulabiliyor. Oysa biz aklımıza yeni bir şey geldiği zaman hemen sabahında uygulamaya başlarız. Pratik olarak beklemek mümkün değil. Avrupa, Amerika ve Çin’de nasıl yapılıyor? Bu ülkelerde, "Eğer avans para isteyeceksen ayrıntılı bir proje talep ediyorum. Bunu inceleyeceğim ve bir ay içerisinde cevabını vereceğim. Eğer avans istemiyorsan hemen yapabilirsin" deniyor. Ürünü ortaya çıkarıp sattıktan bir yıl sonra Ar-Ge harcamalarını belgeleyerek devlete başvurulabiliyor. Nakit para verilmiyor. Yapılan harcama vergiden, sigortadan düşülebiliyor.
Kuşkusuz, sistemin geçmişte suistimal edilmiş olmasının karmaşık hale gelmesindeki payı büyük. Aslında karmaşıklaştıkça daha fazla suistimal ediliyor. Ben prosedürü azaltmalarını istiyorum. Diğer yandan Ar-Ge merkezi kurmak için aranan 15 kişi şartı da çok doğru değil. Niş üretim yapan bazı firmaların büyümemesi gerekir. Mesela Netaş'ta ölçek ekonomisi çok büyük olduğu için ne kadar büyürse o kadar verimli olur. Ama bazı ufak firmalar 15 kişilik Ar-Ge merkezi kurabilecek kapasiteye sahip değiller ama buna rağmen inanılmaz ürünler yapıyorlar. 5 kişi ile de Ar-Ge olabilir. Bu konuların düzeltilmesi faydalı olur.
ATİLLA EREN: Bugün 3 şapkamla aranızdayım. Şirketim DEKA Elektroteknik, Türkiye İhracatçılar Meclisi Elektrik ve Elektronik İhracatçıları Birliği (TET) ve Beyaz Eşya Yan Sanayiciler Derneği.
Büyük ölçekli kuruluşların Ar-Ge’de üniversite - sanayi iş birliktelikleri, birlikte çalışma alışkanlıkları oluşmuştur. Kendi bünyelerinde ya da konumlandıkları üniversite teknoparklarında bu ekosistemine uygun merkezler dizayn etmişler ve üniversite - sanayi iş birliklerini uzun yıllardır sürdürmektedirler. Ancak ülkenin toplam ekonomik faaliyetlerin % 80 ve istihdamın % 75’ini üstlenen KOBİ’ler, üniversiteler ile işbirliğinde büyüklerden daha fazla potansiyel barındırmakla beraber arzulanan seviyelerden uzaktır. Daha önce değindiğim üzere Ar-Ge Merkezleri, Tasarım Merkezleri ile ilgili koşulların orta ölçekli KOBİ’ler için uygulanabilir şartlara çekilmesi
Ar-Ge’de üniversite - sanayi iş birlikteliklerinin arttırılmasına katkı sağlayacaktır.
Mevcut San-Tez teşvik programının da KOBİ’lere cevap verebilecek şartlara getirilmesi lazımdır. Zira ülkenin özellikle bazı bölgelerinde sınırlı üniversite doktora ve yüksek lisans öğrencileri vardır. Önerim, lisans tezlerini de San-Tez uygulamalarına kabul etmek ve bu sayede üniversite sanayi iş birlikteliğini arttırmaktır. Diğer yandan Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin katma değeri yüksek ürünlerin ihracata kazandırılması gayesi ile 7 yıl önce başlatmış olduğu Ar-Ge Proje Pazarları, Ar-Ge’de Üniversite - Sanayi işbirliğinin geliştirilmesinde yararlar sağlamıştır. Bu süreç zarfında kamu, özel sektör, üniversiteler, teşvik kurumları, vb. bir araya gelmesi sayesinde Ar-Ge ve inovasyon kültürü gelişmiş, büyük bir sanayici, akademisyen vb. havuzu oluşmuş, iletişim sağlanmıştır. Bir pazar yaratılmış ve ağırlıklı üniversitelerimizden olmak üzere projeler pazara sunulmuş ve arzulanan seviyelerin altında olsa da ticarileşmelerine katkı sağlanmıştır.
Üniversitelerimizin Ar-Ge ve inovasyona yaklaşımları bünyelerindeki teknoparklar (teknoloji transfer ofisleri, kuluçka merkezleri vb.) sisteminde sanayici KOBİ’lerin. Bu nedenle KOBİ’lerde Ar-Ge altyapısının oluşması noktasında ana sanayilere de görev düşmektedir. Ayrıca inovasyonu ürün ile sınırlı tutmamak gerekiyor, Ür-Ge de o derece önemli. Pazarlama gibi diğer alanlarda da farklı yaklaşımlar olabilir.
Diğer yandan son yıllarda üniversite çevrelerinde ve özellikle teknoparklarda yeni bir KOBİ tipi oluşuyor. Bunlar teknoloji üretebilen ve bunu dünyaya satabilen KOBİ’lerdir. Bunlara gerekli özel destekler verilirse ülkemiz adına dünyayla rekabet edebilen KOBİ’ler oluşacaktır. Gerek büyük ölçekli gerekse KOBİ’ler için yeterli teşvik mekanizmalarımız vardır. Özellikle KOBİ'ler için teşvik çeşitliliği her gün arttırılmaktadır. Ancak KOBİ’lerimizin bu teşviklere ulaşabilecek yapılara kavuşturulması gereklidir.
Son yıllarda Ar-Ge Merkezleri, Tasarım Merkezleri ile ilgili koşulların orta ölçekli KOBİ’ler için uygulanabilir şartlara çekilmesi çok yararlı olmuştur. Ar-Ge merkezleri sayısının artması, Ar-Ge kültürünün yerleşmesi ve yatırımlarının artması açısından çok önemli bir gelişmedir. Ar-Ge destekleri, vergisel teşvik, istisna ve hibeler yoluyla özendirici ve motive edici bir şekilde artarak devam etmelidir. Ancak bu teşvik alan Ar-Ge merkezleri içerik olarak denetlenmeli ve yaptırımlar arttırılmalıdır.
KOBİ’ler için, sektörel STK'lar üzerinden bu teşvik mekanizmalarının çalıştırılmasında da birçok yarar vardır. Pazara açılma, lojistik, ürün ve üretim teknolojilerinin geliştirmesinde sektörel kümelenmelerin sinerjisi yüksek olmaktadır. Kamu ile ilişkilerini de STK kimliği ile daha aktif bir şekilde sürdürmektedirler. STK’ların diğer bir getirisi de diğer STK’lar ile ilişki içine girerek faaliyetlerini daha üst seviyelere çekebilmeleridir. Örneğin BEYSAD ile TET Elektrik ve Elektronik İhracatçıları Birliği birlikte yurtdışı ticaret heyetleri, alım heyetleri, Ur- Ge’ler, Ar-Ge Proje Pazarları, eğitim vb. gibi çok yararlı faaliyetleri sürdürmektedirler.
OSMAN NURİ CANİK: Elvin Tekstil şirketinin ortaklarındanım. Bugün artık şirket yönetimini üçüncü nesle teslim etmiş bulunmaktayız. Ben ikinci kuşağın temsilcisiyim. Aynı zamanda Uludağ Tekstil İhracatçı Birlikleri Yönetim Kurulu Üyesiyim. Ve Sürdürülebilir Ev Tekstili Kümesi (SETEK) Başkanıyım.
Atilla Bey'in bahsettiği kümelenmenin çok büyük önemi var, buna katılıyorum. Biz, stratejimizi oluştururken “2030 yılında ev tekstili dünyada nerede olacak?” sorusuna yanıt aradık. Örneğin camlarda
kullanılacak bir nano teknoloji konsepti perdeye ihtiyacı ortadan kaldıracak mı? Dağıtım kanalları nasıl olacak, dağıtım kanalları ortadan kalkacak mı? Bu soruları Euromonitor şirketine araştırdık. Şu an bir rapor olarak elimizdedir. Arkadaşlarımızla paylaşacak ve sektör üyeleri için yayınlayacağız. İkinci olarak, kümemizi veya sektörümüzü uluslararası rekabete açmak açısından yalın yönetim ve bilişim altyapılarına yüzde 50 devlet hibesi sağlıyoruz.
Üçüncü olarak da bir numune fabrikası, model fabrikası kurarak oradan sektörün numune ihtiyacını karşılamayı ve kurulacak bir model fabrika vesilesiyle ev tekstil sanayini dijital dönüşüm konusunda burada eğitmeyi ve "Sanayii 4.0 nedir?” sorusuna yanıt vermeyi hedefliyoruz. Biz bir KOBİ’yiz ve üçüncü nesille birlikte klasik tekstilden çıkarak, teknik tekstile girdik. Karbon kompozitin dokuma kısmını yapıyoruz. Bir çözüm ortağımız kimya tarafında, diğer bir çözüm ortağımız uygulama kısmında bulunuyor. Deprem hasarlı binaları çok ekonomik olarak depreme karşı dayanıklı hale getirirken, savunma sanayisi için de projeler üstleniyoruz. Otomotiv sanayisinde biliyorsunuz elektrikli araçlar yavaş yavaş devreye giriyor; bu teknolojide karbon kompozit çok önemli, biz bu alanda gelişim kaydediyoruz.
Bu özet bilgilerden sonra şunu söylemek istiyorum: Büyük şirketlerin önemi tartışılmaz ama KOBİ’ler bu alanda çok daha başarılı, ekonomik, esnekler. Benim düşünceme göre bir platform oluşturulması gerekmektedir.
İki taraflı çağrılar bir portalda yayınlanmalı, sanayici problemini yazmalıdır. Mutlaka küçük teknolojik şirketlerin her projede yer alması sağlanmalıdır. Onların dinamizminden yararlanmak gerekmektedir. Büyük şirketlerdeki hantal yapı içerisinde pahalıya mal olur. Ama bir KOBİ ve küçük şirket gecesini gündüzüne katarak, emeğini heba etmeden yaratıcılığını yansıtabilir. Biraz önce söylediğiniz gibi, bu projelere girmek üniversitelerin başarı kriteri olmalıdır.
Üniversiteler de çağrı açabilmeli, bunlara sanayii kuruluşları ve KOBİ’ler de katılabilmelidir. Böyle bir platformu, teknoloji transfer ofislerinin bağlı olduğu bir üst çatı kuruluş yönetebilir. Aksi takdirde herkes ayrı telden çalabiliyor. Bir koordinasyon olmalı. Çıkan fikirlerin birleşerek etkin bir sonuç oluşturması için bu şart. Teknoloji şirketlerinin bir karnesi de olmalı. Adeta müteahhitlik karnesi gibi. KOBİ’ler de bu karnede yer almalı.
MÜJDAT ALTAY: Bir şey ilave etmek istiyorum.
PROF. DR. NAFIZ ARICA: Buyurun efendim, söz hakkı doğdu.
C. MÜJDAT ALTAY: Biraz önce de söylediğim gibi biz, hem kendi içimizde 7 tane firma yarattık, hem de KOBİ’lere destek oluyor, onlarla çalışıyoruz. Bugün tekstil sanayisi bir noktaya doğru gidiyorsa bu sektördeki dev firmaların bunda çok büyük bir emeği var. Yine bugün makine sanayiinde bir ilerleme varsa, Ford, Tofaş, Koç Holding gibi firmaların bunda emeği olduğunu görürsünüz. Benim demek istediğim şuydu: Birincisi, biz üniversite sınavlarından 5'ten seçmeli 1 doğruya çok alıştık. Oysa hayatta 5'ten seçmeli tek doğru yoktur. Hayat bir kombinasyondur ve bizim bir bütünü oluşturmamız lazım. Benim ifade etmek istediğim şey, KOBİ’lerin tabii ki desteklenmesi gerektiği, ama büyük firmaların da şemsiyelerini daha fazla açmaları gereğidir.
Burada bir ince nokta daha var. Buradaki tüm hazirunu dışarda tutarak söylüyorum. Bazen büyük firmalar KOBİ’lere karşı haince davranabiliyor. Elindeki güçle onları ezmeye çalışıyorlar. Yurt dışında böyle değil, tam tersidir. Bunun altını çizmek istedim. Bir cümle de Mehmet Bey’le ilgili söyleyeceğim: Türkiye'de yeterli Ar-Ge teşviki yoktur. Netaş üzerinde çok araştırma yaptım.
MEHMET AĞRIKLI: Ben kağıt üzerinde söylemiştim, kağıt üzerinde baktığınız zaman durum böyle. Teşvikler yetersiz kalmaktadır.
ATILLA EREN: Temel Ar-Ge ihtiyaçları Teknokentler (Kuluçka Merkezi, Teknoloji Transfer Ofisi) gibi merkezlerde mantıklı maliyetlerle karşılanabilir. İhtiyaç duyulan uzman personeller için üniversitelerimizin eğitim kaliteleri dünyadaki ekosisteme cevap verecek nitelikte olmalıdır. Üniversitelerde görev yapan akademisyenler yarı zamanlı ya da dönemsel olarak (sabbatical) özel sektörde istihdam edilebilirler. Aynı şekilde üniversite eğitiminde özel sektör temsilcileri de özellikle uygulamalı dersler için katkı sağlayabilirler.
SERTAÇ ERSAYIN: Ar-Ge yeni malzemeler, yeni teknolojiler, yeni fikirlere ulaşabilmek için en önemli kapılarımızdan birisi. Rekabetçi yanımızı güçlendirebilmek, verimliliği artırmak için yeni ürün ve yaklaşımlara ihtiyacımız var. Günün sonunda nihai kullanıcılara teslim ettiğimiz ürün ve hizmetlerimiz mutlu bir deneyim yolculuğuna çıkabiliyorsa bu yolculuk verimli, rekabetçi ve firmalar için de karlı oluyor. Tüm bu sebepler ile Ar-Ge, inovasyon ve tasarım çok önemli alanlar olarak karşımıza çıkıyor. Firmaların faaliyet alanlarına, ölçeklerine, kaynaklarına ve de Ar-Ge'ye ayırdıkları bütçeleri ve insan kaynakları ile rakiplerinden ayrışmak için temeller attıkları bir gerçek. Bu vesile ile Ar-Ge kadar Ar-Ge çıktılarını ürünleştirebilen endüstriyel tasarım ve de bu yenilikleri marka ile buluşturup konumlandıran pazarlama birimleri de çok önemli. Biz yine asıl tartışma konumuz olan Ar- Ge’ye dönelim. Ben Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu Başkanı ve tasarım alanı içinde yaklaşık 30 yıldır olan bir profesyonel, uzun yıllar yurt içi ve yurt dışında Ar-Ge ve tasarım alanında sorumluluklar üstlenmiş birisi olarak sıkıntıları ve iyileşme alanlarını bizzat yaşamış birisiyim. Zamanımız kısıtlı olduğu için biraz provokatif biçimde Ar-Ge ne değildir, sorusundan başlamak istiyorum.
Ar-Ge, yurt dışındaki rakip üretici firmaların ürettiği ürünlerin, ilgili makinelerin, teçhizatların aynen üretilmesi değildir. Teknoloji transferi için Ar-Ge’nin bilgi birikiminden yaralanabiliriz ama bunu Ar-Ge’nin salt varlık sebebi olarak göremeyiz. Bu nokta önemli, çünkü bunun Ar-Ge olduğunu zanneden ciddi bir kitle var karşımızda. Ar-Ge'nin uzun dönemli bir strateji ve kaynak kullanımına paralel olarak sabır gerektireceği gerçeğini öncelikle kabul etmemiz gerekiyor. Öncelik tanımı yapılmış sektörlerin, kümelenebilmiş sektörlerin ortak Ar-Ge platformlarının da oluşturulmasında ayrıca fayda var. Üretim endüstrisisinin her alanda geliştiği ülkemizde her kurumun benzeri kaynaklar ile Ar-Ge yatırımı yapmasını bir miktar regüle etmekte de fayda görüyorum. Rekabet gerçeklerini de göz önünde bulundurarak ortak kullanımlı, ilgili sektöre bilgi, değer ve know-how üreten Ar-Ge merkezlerini de planlıyor ve hayata alıyor olmamız da gerekiyor düşüncesindeyim.
Unutmayalım ki, Ar-Ge ile geliştirilen yeni bir teknoloji, yeni bir malzeme veya yeni bir ihtiyaç yeni bir makine teknolojisi, yeni bir üretim hattı geliştirilmesine de sebebiyet verebilir. Bu konulardaki inkübasyon merkezleri bu bilgilerin hem optimize olarak kullanılmasını sağlar hem de sektöre getirdiği faydayı yerellikten küresel rekabete yönlendirir.
Peki o zaman Ar-Ge nedir? Ar- Ge’de nasılın cevabını üreten, bulan bir örgüttür. Çeşitli disiplinlerle çalışır, ürünü ortaya çıkarmayı hedefler. İçimizde iyi örnekler var. Netaş da onlardan birisi. Ama iyilerden ziyade iyileşmemiz gereken alanlara bakarak konuşmamız gerekir. Ekonomisinin yüzde 98'i KOBİ’lerden oluşan ülkemizde Ar-Ge'den bahsederken nitelikli insan, bilgi ve teknolojiden de söz etmemiz gerekir... Bunlar elbette sektöre ve ölçek ekonomisine göre değişen unsurlardır ama insan değişmez, bilgi değişir.
Ar-Ge’nin mutlaka teknoloji, tasarım ve inovasyon ile ilişkilerinin de güçlendirilmesi gerekiyor. GSMH içinde Ar-Ge ve tasarıma ayrılan payların mutlaka artırılması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Ar-Ge ve Tasarım Merkezlerinin küresel mecrada yollarına devam etmeleri gerekiyor. Özetle dünyayı Ar-Ge merkezimiz yaparak hem insana, hem ihtiyaca, hem de, teknolojiye ve yeniliklere daha yakın olabiliriz. Bu konuya yaklaşımımızı da bu çerçevede yenilememiz gerektiğini düşünüyorum.
Diğer yandan, bir başka tartışma konusu, her şirkette bir Ar-Ge departmanı mı olmalı, yoksa konusunda uzmanlaşmış, başka şirketlere servis veren Ar-Ge şirketlerinin oluşturulması mı? Bu konu da tartışmaya açılmalıdır.
AYDIN ERSÖZ: İnnova Bilişim Çözümlerinin Genel Müdürüyüm. İnnova Bilişim Çözümleri adından da anlaşılacağı üzere bir bilişim firmasıdır. Profil olarak Netaş'ı andırıyoruz. Biz de yazılım ağırlıklıyız. Bine yakın yazılım mühendisiyle projeler yapıyoruz ve ürün geliştiriyoruz. Yazılım sektöründe Araştırma ve Geliştirme'nin dengeleri biraz daha geliştirme tarafında ağırlıklıdır. Bizim çalışmalarımız da bu şekildedir.
Türkiye’de en azından kağıt üzerinde alt alta yazdığınızda ve karşılaştırdığınızda, teşviklerin hakikaten zengin olduğunu görürsünüz. Yani teşvikleri sağlayan devletimizde niyet açısından bir eksiklik olmadığını görüyoruz. Problemler işleyişte yer almaktadır. İşleyişin hem tanımlı süreçlerinde sıkıntılar yaşanmaktadır, hem de bu süreçlerin hayata geçirilişinde.
Kamu kurumları, acı tecrübeler nedeniyle güven sorunu yaşarlar. “Mevzuatımı nasıl organize edeyim ki, suistimali minimize edebileyim?” diye bakılır. Süreçlere taze bir bakışla yaklaşıp verimliliği artıracak iyileştirmeler yapılabileceğine inanıyorum. Geçtiğimiz 3-4 yıl içerisinde yaşanan sıra dışı hadiseler, olan süreçleri de çok yavaşlattı. Destek kararının bir yıl gecikmeyle, ödemenin 6 ay gecikmeyle gerçekleşmesi, desteği özellikle küçük şirketler için anlamsız kılıyor. Dolayısıyla süreçleri hem iyileştirmeye hem de hızlandırmaya ihtiyaç var.
Daha önce gündeme gelen Ar- Ge'nin sulandırılması meselesine değinmek istiyorum. Aslında ben bu konuya biraz daha toleranslı yaklaşma taraftarıyım. Türkiye Ar-Ge konusunda son 10 yılda daha fazla gaza bastı. Bu konuda teşvikler arttırıldı, bir nevi talep yaratılmaya çalışıldı. Ancak Ar- Ge bir olgunlaşma meselesi ve kaliteli Ar-Ge sadece isteyerek ve teşvikleri arttırarak olmuyor. Bunun için insan kaynağı, şirketlerin olgunluğu, talep ve diğer unsurların yerine gelmesi lazım, bunlar da zaman alıyor. O nedenle, Ar-Ge’mizin kalitesinin zamanla yükseleceğine inanıyorum. Teknokentlerdeki şirket skorlamaları gibi uygulamaların, SADE gibi programların yaygınlaştırılması, olgunlaşma sürecini hızlandıracak.
Son olarak, belki en önemli eksiklik Ar-Ge mevzuatını ortaya koyan tarafla bugünkü gibi bir masanın etrafında bir araya gelemememiz olduğuna inanıyorum. Turkishtime ve Bahçeşehir Üniversitesi'ne böyle bir ortam oluşturdukları için çok teşekkürler. Umarım mevzuatı yapanlar da bizlerle bu şekilde bir araya gelirler ve eksikliklerin neler olduğunu, sıkıntıları çekenlerden dinlerler.
NECMİ SADIKOĞLU: Tüm katılımcıları saygıyla selamlıyorum. Ben Kimya İhracatçılar Birliği adına katılıyorum. Atilla Bey’in Ar-Ge proje pazarlarını biz de kimya ihracatçıları olarak gerçekleştiriyoruz. Bugüne dek 7 tane Ar-Ge pazarı projesi yaptık. 8.'yi de önümüzdeki sene yapacağız.
Ar-Ge bir kültür meselesidir. Bu kültürün henüz Türkiye'de tam yerleşmiş olmadığı kanaatindeyim. 10-15 yıl öncesinde Türkiye'de gayrı safi milli hasılanın binde beşler civarında bir kaynak Ar-Ge'ye ayrılmıştı, şimdi binde dokuzlara geldi. Henüz yüzde 1’e ulaşamadık. Sıkıntı, Türkiye'deki firmaların Ar- Ge'ye çok fazla önem vermemesi. Çünkü Ar-Ge kolay bir iş değildir. Ar-Ge yapabilmek için bilginiz olması gerekir. İkincisi, mali bir desteğiniz olması gerekir. Ayrıca sabrınızın da olması gerekir. Ar-Ge bir anda olabilecek bir şey değildir. Bir Ar-Ge projesi bazen 3-5 seneyi alabiliyor. Fakat Türk sanayicisinin böyle bir lüksü yok, çok kısa zamanda neticeye ulaşmaya çalışıyor. Kendisi yapamadığı gibi üniversitelere de pek gitmiyor. Üniversiteler de projesiz kalıyor.
Bizim yaptığımız Ar-Ge proje pazarlarında yüzlerce proje gündeme getirildi ama çok nitelikli değillerdi. Gerek üniversiteden gelen, yani hocalarımızdan, öğrencilerden gelen projeler; gerekse sanayicilerden gelen projeler var. Bu nedenle maalesef çok ticarileşemiyorlar.
Önümüzdeki dönem daha sıkıntılı olacak. Ar-Ge'den çok inovasyonun önem kazandığı bir sürece geçiyoruz. Malum Türkiye'de bir ekonomik sıkıntı yaşanıyor. Bu ekonomik sıkıntının altında da Ar-Ge'nin olduğunu görüyoruz. Ürettiğimiz malın kilogram fiyatı 1.5 dolardan 1.3 dolara geriledi. Yapılması gereken şey konusunda artık herkes hemfikir; bu da nitelikli, katma değeri yüksek üretimdir. Katma değerli üretimin olmazsa olmazı Ar-Ge ve inovasyondur. Türkiye'deki teşvikler gerçekten de sulandırılıyor. Sanayiciler yeteri kadar bu teşvikleri kullanamıyor. Özellikle KOBİ’lerin bu teşviklerden çok haberdar olmadığını müşahede ediyoruz. Bu teşviklerin Atilla Bey’in de dediği gibi kümelenmiş olan sivil toplum örgütleri üzerinden yapılmasının çok daha yararlı olduğunu biz de görüyoruz. Ayrıca söz konusu desteklerin Türkiye'nin 2023 hedeflerine taşıyacak ve katma değerli ürün yapabilecek şirketlere kanalize edilmesinin çok daha doğru olacağına inanıyorum.
PROF. DR. NAFIZ ARICA: Teşekkür ediyorum. Yatırım teşviklerinin yeterli olduğu ancak metodolojinin düzeltilmesi gerektiği konusunda herhalde hepimiz hemfikiriz. Desteklerin STK'lar üzerinden yapılmasının faydalı olacağı düşüncesindeyiz. Ve son olarak da mevzuatta yapılması gereken değişikliklerin devlet, özel sektör ve üniversitenin bir araya gelerek birlikte kararlaştırılması konusunda hepimiz hemfikiriz.
OSMAN NURİ CANİK: Üniversiteler ve KOBİ’lerin bir karnesinin olması faydalı olur. Bir platform çerçevesinde değerlendirilmeli ve yönetilmeliler. Aksi taktirde, bugünkü gibi toplantılar yapar, konuşuruz ama kopuk kopuk olur ve istenen sonuç bir türlü elde edilemez.
ATİLLA EREN: Ar-Ge ve tasarım merkezlerindeki görevli personel sayısıyla ilgili söylenenler de önemlidir. Ar-Ge merkezinde 10 mühendis istihdam etmek zordur. Bu sayının serbest bırakılması lazım.
PROF. DR. NAFIZ ARICA:Bir sonraki gündem maddemiz Endüstri 4.0. Günümüzde artık sıklıkla kullandığımız, dilimizden düşmeyen sihirli kelime. Ama bazılarına göre de, Almanya’nın üretim tezgahlarını yeniletmek için ortaya attığı veya "uydurduğu" bir kavram. Ama sonuçta bir Endüstri 4.0 gerçeği söz konusu. Bu devrimle Ar-Ge nasıl değişecek, neler yapılması gerekir sorularını görüşlerinize açıyorum.
MEHMET BUĞRA KOYUNCU:Logo Yazılım İcra Kurulu Başkanıyım. Diğer konuda da çok söyleyecek sözüm vardı ama birçoğu katılımcılar tarafından özetlendi. Endüstri 4.0'ı bizim nasıl yorumladığımız ve ona ne anlam verdiğimiz önemlidir. Endüstri 4.0 netice itibarıyla ülkelerin, firmaların rekabetçiliğini geliştirmeye, onların düzeylerini iyileştirmeye yönelik şeyler içeriyor. Ama asıl çatı kavramımız dijital dönüşümdür.
PROF. DR. NAFİZ ARICA: Zaten devlet de, Endüstri 4.0 yerine dijital dönüşüm kavramının kullanılmasını öngörüyor.
MEHMET BUĞRA KOYUNCU:Çok doğru çünkü Endüstri 4.0 tanımı her ne kadar iyi niyetle çıkmamış olsa da zaman içerisinde, sanayii şirketlerinin yapması gereken, yerine getirmesi gereken şartlara verilen ada dönüştü. Halbuki dijital dönüşüm dediğimiz alan, ülkeleri de, kurumları da, STK'ları ve firmaları da etkiliyor. Resmi böyle görmek doğru olur. Bu bağlamda dijital dönüşüm, yaşam biçiminin değişmesi demek. Dijital dönüşümün içinde sanayii de, ticaret de, kamu ile ilişkiler de, ithalat ihracat da, banka ve finansman ilişkileri de var. Bu çok büyük bir dönüşüm. Şirketlerin kendi avatarını yaratması demek, sanal bir ortamda bütün ticari ilişkileriyle var olması demek. Ve bu doğrultuda şirketlerin kullanması gereken bazı teknolojiler var.
Konu bugünkü gündem maddemiz ile bağlantılı olmakla beraber her firmanın her konuda Ar-Ge yapamayacağına hepinizin katılacağını düşünüyorum. Firmalar ana faaliyet alanıyla ilgili konularda bir takım Ar-Ge çalışmaları yapabilirler. Yapamayanlar da olabilir, onlar daha büyük kurumlardan destek veya hizmet de alabilirler. Ama bazı işleri de uzmanlarına bırakmak lazım.
Dijital dönüşümün çok kritik unsurunun yazılım olduğunu düşünüyorum. Öte yandan her inovasyonda Ar-Ge gerekmeyebilir. Dünyada fark koyan, çok büyük katma değer üreten birçok inovasyonun içinde Ar-Ge’nin payı görece olarak düşüktür. Savunma sanayi ya da uzay teknolojileri değil ama mesela Amazon'a baktığımızda süreç inovasyonunu görürüz her şeyden önce. Dolayısıyla Türkiye'deki firmalardan önümüzdeki yıllarda beklenen şey, özünde kendilerini dijitalleştirmeleri ve süreç inovasyonu yapmalarıdır.
Bunları Ar-Ge faaliyetleri ile birlikte entegre bir biçimde becerebilirse çok güzel olur. Ama şunu vurgulamak istiyorum: Dijital dönüşüm veya süreç inovasyonuyla Ar-Ge birbirlerini gerektiren, şart koşan şeyler değildir. Firmaların kendi ölçekleri çerçevesinde yatırım yapması lazım.
Dijital dönüşüm veya Endüstri 4.0 konusunda KOBİ’lerin kendilerine bir yol arkadaşı seçmesi lazım. KOBİ bir patron şirketidir. Patron dediğiniz kişi her şeyden anlamaz. Patronun rekabetçi kalmak için hizmet, danışmanlık almayı bilmesi lazım. Dolayısıyla beyefendi çok güzel söyledi, Ar-Ge'de platform oluşturulması çok önemlidir. Bence Endüstri 4.0 veya dijital dönüşümde de platformlar çok önemlidir. Yani dönüşümle ilgili danışmanlığı ve hizmetleri talep edenle ile arz edenleri buluşturan, ilişkiye geçiren mekanizmaların oluşması gerekiyor. Burada üniversitelere çok büyük rol düşüyor. Çünkü dünyada artık her şey projeler şeklinde yürüyor. Yani biz yola, 3 yıllık 5 yıllık çok büyük projeksiyonlarla yola çıkmıyoruz. “Agile” (Çeviklik) diye bir kavram doğmuştur. Bu kavram dünyaya, yazılım endüstrisinden girmiştir. Artık çok küçük adımlarla ölçümlenebilen işler yapıyorsunuz.
TÜSİAD, dijital dönüşümle ilgili bir araştırma yaptırmıştı. Dijital transformasyonun önündeki engellerin neler olduğu sorusunu firmaların yüzde 27'si pahalılık şeklinde yanıtlamış. Yüzde 16- 17'si “yatırımın belirsizliğidir” demiş. Yaklaşık yüzde 10’u da “Bu işi yapacak yüksek nitelikteki kaynakların eksikliği” demiş. Bence para konusunda söylenen şeyler abartıdır. Diğer iki gerekçenin toplamı zaten paradan büyük. Demek ki, KOBİ’ler veya özel sektör firmalarının birçoğu burayı bir risk alanı olarak algılamaktadır. Ar-Ge için de aynı şey geçerlidir. Bu kadar çok farklılık yaratıyorsa herkesin taklalar atarak Ar-Ge yapması lazım. Niye yapmıyorlar? Çünkü yatırımın belirsizliği söz konusu. Yatırım belirsizliği var, riski var, uzman kaynaklara ulaşma zorluğu var. Dijital transformasyonda da bu böyledir. Ama dijital transformasyonun kolay bir tarafı da vardır. Dijital transformasyonda takipçi olabilirsiniz. Yani işi iyi yapan firmaların iş yapma biçimlerini alıp kendinize adapte edebilirsiniz. Bu en azından sizi rekabette sıfır noktasına taşır. Sonra Ar-Ge veya süreç
inovasyonuyla da öne geçebilirsiniz diye düşünüyorum.
OSMAN NURİ CANİK: Bu konuda ortak düşünüyoruz. Dijital dönüşümün en önemli ayağı bilişim. Biz bilişim ayağı için Bitlis Eğitim Vakfı ile birlikte çok güzel bir model oluşturduk. Hedefimiz, lise mezunu gençleri programcı olarak yetiştirmekti. Eğitimlerin Bursa ayağını Bursa'da Bursa Ticaret Sanayii Odası’nın sanayiye ara elemanı yetiştiren BUTGEM tesisinde gerçekleştirdik. Kurduğumuz platformun içerisinde Elvin Tekstil, BTSO Coşkunöz Eğitim Vakfı ve Bitlis Eğitim Vakfı da vardı. Bursa’da 5 yıl devam (her yıl 50 öğrenci) eden programda 250 lise mezunu genci bilgisayar programcısı olarak yetiştirdik. Bitlis’de ise gençler maddi sorunlar sebebiyle ancak sınırlı mezun verdi. Proje Bitlis'te bir sömestr sürebildi. Neden biliyor musunuz? Fakirlikten. 30 kişinin 23'ü yaz mevsimi gelince Akdeniz'e çalışmaya gitti. Ama kabiliyetli gençlerdi. O yedi kişiden birkaç tanesi çok üstün seviyeli yazılımcı oldu.
Şimdi Bitlis Eğitim Vakfı ve Bitlis Eren Üniversitesi (Teknopark müracaatı hazırlanıyor), TÜSİAD, Sabancı Üniversitesi, Elvin Tekstil, Ekoten, İletişim Yazılım ile yeni bir platform oluşturduk. Buna Erzincan'da Test Center kuran Pia Yazılım da dahil oldu. Önce Test Center uygulaması ile başladık. 1 yıllık maaşları İşkur tarafından sağlanacak. Gerekli eğitim Pia yazılım tarafından verilecek. Ve bu gençler test programcısı olarak çalışacak. Şu an İngiltere’den 600 test programcısı talebi var. Almanya’dan da benzer talepler mevcut. Yaşlanan AB nüfusu sebebiyle buna talep gittikçe artıyor.
Bunların içinden daha yeteneklileri, Sabancı Üniversitesi Bilişim Teknolojileri Merkezi tarafından özel bir müfredatla üst seviyeli yazılımcılar olarak yetiştirilecek. Bunlardan 5 kişiye Bitlis’de 100 bin TL’lik devlet hibe desteği ile şirket kurduracağız. Bunların yazılımlarını yurt içi ve yurt dışı taleplerle buluşturup 2 yıl süreyle mentorluk desteği de vererek Bitlis’de faaliyet alanı yaratacağız. Sonra bu modeli Diyarbakır,
Van, Tunceli’deki üniversitelerde uygulayacağız. Böylece bölge gençlerinin en azından bir kısmına iş ve aş imkanı sunarak ülke barışına hizmet ederken Türkiye’nin dijital dönüşüm ihtiyacı için yazılımcı yetiştireceğiz.
Bu uygulamayı tüm Türkiye’ye yayarak Hindistan’dakine benzer bir ekosistem yaratmayı da hedefliyoruz.
Eren Üniversitesi Bilişim bölümlerinden yetiştirilen bu mezunlara yurt içi ve yurt dışından, bankalardan ve diğer alanlardan çok talep vardır. Projenin bu ilk ayağı Bitlis'te gerçekleşecek. Minareden hareketle projenin adı "Bitlis’te 5 Yazılım Şirketi" koyduk. Bu 5 yazılım şirketine devletin yeni iş kuran gençlere verdiği 100 bin lira parasal hibe destek imkanını sunacağız. Bunların programlarını alacak şirketler hazırdır, iş garantisi de vardır. Benim gibi emekli 5 mentor, bu gençleri şirketlerin yönetimi konusunda iki yıl yönlendirecek.
AYDIN ERSÖZ: Bu masanın etrafındakiler olarak herhalde şunun farkındayız diye düşünüyorum: Dijital dönüşüm dalgası bir varoluş meselesidir. Dijital dönüşüm, o kadar kökten bir devrim ki, buna ayak uyduramazsanız uluslararası rekabet düzeyinde şansınız hiç yok. Ve dijital dönüşüm bir insan meselesi. Büyük bir kaynak eksikliği içerisindeyiz. Bırakın Türkiye'de Endüstri 4.0 veya dijital dönüşüm için ürün geliştirmeyi, dünyadan hazır gelen ürünleri kullanacak insan kaynağımız dahi yetersiz.
Bitlis'teki çalışma, hakikaten çok güzel bir örnek; ama buna benzer birçok örneğe ve çalışmaya ihtiyacımız var. Ben meselenin Türkiye'nin rekabetçiliği açısından kriz niteliğinde olduğunu ve bu şekilde algılanıp yönetilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizim yüz binler seviyesinde kaynak geliştirmemiz lazım. Bundan çok uzağız. Bunun üzerine şu anda Türkiye’nin gündeminde henüz kendisine doğru dürüst yer bulamamış olan yapay zeka dalgası geliyor. Gelişmiş ülkeler bu alanda strateji belgeleri yayınladılar, dev yatırımlar yapıyorlar. Yapay zeka herhangi bir teknoloji değil, bu da bütün iş yapış biçimlerini kökten değiştiren bir devrim.
Burada da kritik bir eşikteyiz. Bu yeni teknolojilere hazırlıklı yeterli insan kaynağını makul süre içinde yetiştirebilmek için kriz yönetimi mantığı içinde hareket etmemiz gerektiğine inanıyorum.
ÖZLEM DAĞ: TÜSİAD'ın Endüstri 4.0 raporunda çok değerli bir bölüm vardı, mutlaka görmüşsünüzdür. Orada bütün mevzuatlardan, bütün uygulamalardan bütün sıkıntılardan daha temel bir şey
söyleniyor ve deniyor ki: Araştıran, sorgulayan, bilgiyi kullanabilen, üretebilen ve bu anlamda da yaratıcı ve uygulamaya dönük üretici bir bakış açısına sahip gençlere ihtiyacımız var. Ben o yüzden bu noktada söz almak istedim. Biz 125 okulda 80 bin civarında öğrenciye hizmet ediyoruz. Bunlardan çok daha kıymetli bir şey var, o da eğitim yaklaşımımız. Bahçeşehir Eğitim Kurumları olarak kendimizi tabiri caizse Ar-Ge üssü olarak görüyoruz.
Biz öğrencilerimize, daha temelde de öğretmenlerimizden başlayarak bu yaklaşımı, kültürü kazandırmaya çalışıyoruz. Osman Bey de Ar-Ge'nin bir kültür olduğunu söyledi, kesinlikle katılıyorum. Bu yaklaşımla birlikte de ders adları değişebilir, değişmeli de. Yapay zeka örneğin bizim fen ve teknoloji derslerinde okuttuğumuz derslerden biridir. Nesnelerin interneti de, insansız hava ve kara araçları da böyledir. Önemli olan öğrencilere bu kültürü verebilmektir. Bunları yaparak, öğrencileri süreçlere dahil edebilmek, motive edebilmek ve bunları yaparken aslında kendimizden başlamak önemlidir. Kurumlar olarak kendimizden başlamamız gerekir, biz böyle yapmaya çalışıyoruz Bahçeşehir Koleji olarak kendimizden, öğretmen ve yöneticilerimizden başlıyoruz. Onların katma değerli işler üretebilecekleri, farklı bir gözle bakabilecekleri bir yapı oluşturmaya çalışıyoruz. Çünkü ülkemizin geleceğinin bu anlamda bilgiyi kullanabilen, yeniden üretebilen, farklı bakış açıları getirebilen nesillerden geçtiğini düşünüyoruz. Bu anlamda üretilen bilgi çoğalıyor, paylaşılıyor ve üretime de dönüşebiliyor.
Bilindiği gibi Bahçeşehir Koleji’nin Fen ve Teknoloji Liseleri vardır. Bu okullardaki uygulamaların en önemli ayaklarından bir tanesi de, robotlarla çalışmayı içeren First Lego Lig adında turnuvalardır. First Lego Lig robotik turnuvalarının hem ulusal, hem de uluslararası ayakları vardır. Öğrencilerimiz bu turnuvalara katılmaktadır. Böylece öğrenciler, gerçek hayat problemlerine gerçek çözümler üretebiliyorlar. Bunu da sadece okulda edindikleri bilgiyle değil, 21. yüzyılın da ihtiyaç duyduğu iletişim, yaratıcılık, eleştirel düşünme ve problem çözebilme becerileriyle yapıyorlar. Bunlar için sponsor arıyorlar ve buluyorlar.
Bu süreçte bence çok güzel bir mesaj alıyorlar iş dünyasından. Ben sizlerin nezdinde, iş dünyasını bu kadar üst düzeyde temsil eden yönetim kurulu başkanları ve başkanların nezdinde, tüm gençler adına teşekkür etmek istiyorum. Çünkü öğrencilerimiz iş dünyasından şu mesajı almaktadır: Yenilikçi, üretebilen, geliştirebilen, inovatif bakabilen bütün gençlere tam destek vardır. İş dünyası böyle nesiller, çalışanlar, üretenler istemektedir. Biz mesajı öğrencilerimizle böyle paylaşıyoruz.
OSMAN NURI CANIK: Darüşşafaka Lisesi’nin özel sınavla seçilen yetenekli öğrencilerinin birçok eğitim başarısı yanında Ar-Ge, inovasyon ve robotik alanlarında epey yurt dışı yarışma başarı derecesi var. Biz Bursa'da Darüşşafaka Lisesi açmak üzere yola çıktık ve büyük adımlar attık. Bu da lise seviyesindeki teşebbüsümüz.
ÖZLEM DAĞ: Darüşşafaka ile bizim de iki çalışmamız bulunmaktadır. Birincisi, üniversitede yenilikçi geliştirme merkezi ile yürüttüğümüz projedir. Diğer yandan bilindiği gibi biz 12 yıl önce açtığımız Fen ve Teknoloji Lisesi ile Türkiye'ye bu konuda öncülük ettik. Bu yıl 11 yeni ders, eğitim programına dahil oldu. Darüşşafaka da Fen ve Teknoloji Lisesi açmak istiyor. Çok doğru bir adım olduğuna inanıyor ve gönülden destekliyoruz. Bahçeşehir Koleji olarak Fen ve Teknoloji Lisesi için kurucu danışmanlıklarını üstleneceğiz.
MUSTAFA SÖYLEMEZ: AGT Yönetim Kurulu Üyesi olarak bu toplantıya katılıyorum. Bu kadar teknolojik şirketin yanında biz MDF işleyen bir tesisiz. Ama bunda da başarılı sayılırız. 70 ülkeye ihracatımız var. İlk 500 Firma listesinde, üst sıralardayız. Mehmet Bey ve Buğra Bey'in çok güzel teknik anlatımlarından sonra ben de bir iş adamı gözüyle birkaç kelam etmek istiyorum. Çünkü bizim de hem bir yıllık taze bir Ar-Ge merkezimiz var hem de bir buçuk iyi yıldır Endüstri 4.0 ve dijital dönüşüm çalışmalarını sürdürüyoruz.
Bence Mehmet Bey üretim tarafını çok güzel anlattı ama satış ve satış sonrasında da dijitalleşmek gerekiyor. Bizim yaşadığımız en büyük sıkıntı aslında yol haritasının oluşturulması aşamasındadır. Çünkü üretim tarafında belirli bir teknolojiyi, Alman makinalarından dolayı zaten halihazırda kullanıyoruz. Hepsinin aynı dili konuşması, özellikle satış ve satış sonrasındaki verinin tekrar tedarik zinciri ve üretime aktarılması, kapsamlı
bir çalışmayı gerektirmektedir. Bizim kendi imkanlarımızla bunu gerçekleştirmemiz çok kolay olmuyor. Dolayısıyla danışmanlık hizmetleri de alıyoruz. Aslında Ar-Ge ile dijitalleşme birbirini çok güzel tamamlıyor. Biri olmadan diğerinin olması çok mümkün değil, biz bunu yaşıyoruz. Bizim sektörümüzde verimliliği ölçmek artık çok önemli hale geldi. Geleneksel yöntemlerle bu mümkün değildir. Örneğin geçen sene yine yaptığımız bir
geliştirme sonucu elektrikte yüzde 10 tasarruf sağladık. Bunu en fazla elektrik tüketen birimimizde gerçekleştirdik ki, 3 milyon TL civarında yıllık kazancı oldu. Bu aslında bir Ar-Ge projesidir. Ama biz bu projeyi dijital dönüşümle sağladık. Çünkü o veriyi başka türlü elde edemezdik. O motorun hangi saatlerde ya da hangi koşullarda çok yüksek tüketim yaptığını biz dijitalleşmeye yatırım yaparak öğrenebildik.
Satış sonrasına dair şu anda sınırlı veri toplayabiliyoruz. CRM çalışıyor ama şu anda veriler yeterli değil. Son tüketicinin nasıl davrandığını, hangi sıklıkla, hangi kriterlerle dekorasyon malzemesi, mobilya ya da parke seçtiğini analiz edecek sistemler üzerinde çalışıyoruz.
Tüm bu çalışmalar için doğru personel bulmak kolay değil. Personeli yönetmek de kolay değil. Aslında bizler de sanayiciler olarak Ar-Ge’ye her zaman doğru hedefleri veremiyoruz. Çünkü bizler çok hızlı sonuç alınmasını istiyoruz. 3-5 yıl süren projeler genelde maddi anlamda yorucu oluyor. İstiyoruz ki, Ar-Ge projeleri hemen ticarileşebilsin. Bizim sektörümüzde bu kolay değil. Ar-Ge harcamalarında ülke olarak dünya ortalamasının altındayız ama farkındalığımız arttı. Daha fazla bütçe ve zaman ayıracağız.
C. MÜJDAT ALTAY: Öncelikle Endüstri 4.0’den bahsetmek istiyorum. Ar-Ge aslında bir milli mücadeledir. Bugün Amerika, Avrupa, Çin gibi dünyada birçok ülke bu mücadele içinde. Tavırlarına baktığınız zaman bizim bu alanda biraz pasif kaldığımızı görmekteyiz. Endüstri 4.0 dijital dönüşümün bir başlangıcıdır. Bir örnek vermek istiyorum. Kanada'da Ottawa şehri, Silikon Vadisi'nden sonra en fazla Ar-Ge'nin yapıldığı yerdir.
Bunu nasıl sağlamışlar? Kanada devleti, gerçek milli mücadeleye inanmış iş adamlarını, Ar-Ge'ye gönül vermişleri bir araya getirip 2-3 ayda bir toplantılar yapıyor. Gelişmeleri değerlendirip parçaları birleştiriyorlar. Biz ise biraz dağınık gidiyoruz. Hepimizin kendine ait bir fikri, hepimizin kendine ait problemleri var. Ama kimse kimsenin problemi ile ilgilenmiyor. Gelişmeleri yukarıdan koordine edecek bir yapının olması gerektiğine inanıyorum.
Ben bugünkü gibi birçok toplantılara katıldım. Odamda 10 bin sayfa doküman bulunuyor. Hepsinin sonunda bir netice çıkmıştır. Biz toplum olarak çok rapor üretiyoruz ama okumuyoruz.
ÖZDEMİR ATA: Ar-Ge konusunda kurumların devlet tarafından stratejik olarak desteklenmesini öneriyorum. Ar- Ge için stratejik ürünler seçilmeli, yurt dışına ödediğimiz dövizi düşürmeliyiz. Biz üretiminin yüzde 60'ını yurt dışına ihraç eden, 120 ülkeye mal satan bir firmayız, çok şükür. Ama katma değerimiz düşük. Beyaz eşya firmalarının yerli katkı oranı yüzde 80-90'a ulaşıyor. Bizim henüz o kadar değil. Dolayısıyla devletin stratejik olarak buraya eğilmesi gerekiyor.
PROF. DR. NAFİZ ARICA: Dijital dönüşümde, süreç inovasyonunun önemli olduğu vurgulandı. Sıfır hata, sıfır duruş, sıfır insan prensibi için Endüstri 4.0'ın önemi tekrar vurgulandı. Yetişmiş insan gücünün eksikliğinden bahsedildi. Bu kapsamda Bahçeşehir Koleji’mizin yaptığı faaliyetlerden ve Bitlis’de sürdürülen projeden söz edildi. Dijitalleşme ve Ar-Ge’nin beraber yürütülmesi gerektiği ve birlikte çalışabilirliğimizi
yükseltmemiz gerektiği vurgulandı. Herhalde bu konularda hepimiz aynı fikirdeyiz.
Öte yandan Ar-Ge konusunda gerçekleştirilecek bir şuranın da çok faydalı olacağına inanıyorum. 2002'deki Bilişim Şurası sırasında doktora öğrencisiydim. 2002 senesinde TÜBİTAK’ın veya devletin Ar-Ge ile ilgili herhangi bir fonu yoktu veya çok azdı. Bugünkü desteklerin hemen hepsi o Şura’dan çıkmıştır. Bilişim Şurası'nın stratejilerin belirlenmesi açısından çok faydalı olacağına inanıyorum.
NECMİ SADIKOĞLU: Üniversite- sanayi işbirliği, Türkiye’de 40 yıldan beri konuşulan kronik bir sorundur. Maalesef biz toplantılarda bu konuyu hep konuşuruz ve bir çözüme ulaşamayız. Bunu mutlaka aşmamız gerekmektedir. Bugün Türkiye’de üniversitelerde yapılanlar sanayiye yönelik projeler değildir. Almanya, Amerika gibi gelişmiş ülkelerde üniversiteler hep sanayiden beslenmektedir. Hatta bu ülkelerde devlet birçok projeyi üniversitelere vermektedir.
Fakat Türkiye’de maalesef sanayici üniversiteden, üniversite de sanayiciden kopuktur. Üniversiteler birçok master ve doktora çalışmaları yapıyor, fakat bunlar maalesef raflara kaldırılıyor ve ticari değere dönüştürülemeyen çalışmalar olarak kalıyor. Devletin zorlayıcı olacak tedbirler getirmesi gerekmektedir. Biz kimya sektörü olarak Ar- Ge proje pazarları yapmaktayız. Üniversiteleri mümkün olduğu kadar bu projelere çekmeye çalışıyoruz. Bu konuda gelişme sağlamak için mutlaka bir mekanizma üst platform oluşturulmalıdır.
PROF. DR. NAFİZ ARICA: Zeki Bey şimdiye kadar söz almadı. Sanko Holding "Tıp Bilimine Yön Veren 100 Türk” araştırmasına destek oldu, araştırma sonuçları yeni açıklandı. Bu araştırma için Zeki Bey’e teşekkür ediyoruz.
ZEKİ KONUKOĞLU: Tıp Bilimine Yöne Veren 100 Türk araştırması sonuçlarının yayınlanması konusunda sağ olsun, Turkishtime çok büyük çalışmalar yapıyor, bizler de buna destek olmaya çalışıyoruz. Geçen sene de yine “Bilime yön veren 100 Türk” araştırması ve yayınına destek olmuştuk. Bunlar çok motive edici çalışmalar, ilme değer veren değerlerimizi takdirle sunmak hepimize büyük memnuniyet veriyor.
Sevgili arkadaşlar, benden önceki değerli konuşmacılar bütün konular olmasa da birçoğuna değindiler. Her arkadaşımızın söylediğinin altına ben de imzamı koyarım. Dolayısıyla onları tekrar etmemek adına başka bir noktadan bahsetmek isterim. Esasında bizim temel sorunumuz şu: Bizim eğitimimizin adı milli. “Kendisi milli mi?” diye sorsak, bunun cevabını vermekte zorlanıyoruz. Ben çocukken ilkokul çağlarında milli eğitimde seferberlik ilan edilmişti. Hatta benim aile fertlerimden de bu seferberliklere katılanlar oldu. Ben 64 yaşındayım, milli eğitim seferberliği sürüyor. Ama okuma yaşımız hala 6-7’ler seviyesinde. Buna karşılık gelişmiş ülkeler ya da G. Kore örneği gibi farkı yaratan ülkelerin okuma-yazma yaşları 12’ler seviyesindedir. Bugüne kadar her hükümet geldiğinde, her Milli Eğitim Bakanı değiştiğinde bir takım şeyler tekrar revize edildi. Demek ki, ülke olarak işi temelden milli bir hale getirmemiz lazım.
Ben Zeki Konukoğlu olarak bir mühendis ve işverenim. Dolayısıyla eğitimle ilgili ne kadar şey söylesem de ben bir eğitim uzmanı değilim. Bizim de kendi Vakfımıza ait, Sanko Üniversitesi ile Sanko Koleji’miz var. Gerçekten çok iyi bir eğitim veriyoruz. Fakat yaptıklarımız, yapılanlar kafi diyemiyoruz. Mühendislik konularında Almanya dünyanın en gelişmiş ülkesidir. Bu başarının tesadüf olma ihtimali var mı? Olamaz. Bu şekilde patinaj çekip, her gün yeni bir arayış içinde olmaktansa, mühendislik konusunda Almanların ayak izlerinde yürüsek, ticaret konusunda Hollanda’nın ayak izinde yürüsek, hukuk konusunda İngiltere’nin ayak izinde yürüsek, konunun aşağı yukarıçok önemli bir kısmını halletmiş oluruz.
Türkiye’ye gelerek Milli Eğitim Bakanı’nı ziyaret eden bir Japon heyetine “Sizde eğitim nasıl yapılıyor, ne yapıyorsunuz, nasıl eğitiyorsunuz çocukları?” diye sorulduğunda, “Biz okula başlattıktan 3-5 ay sonra çocuklarımızı Sony, Toshiba gibi teknolojisi yüksek firmaları dolaştırırız onlara yüksek teknolojilerimizi gösteririz. Sonra Hiroşima’ya götürürüz. Hiroşima’daki yıkımı gösterir, başımıza gelen hadiseleri tek tek anlatırız. Ve deriz ki, ‘Çocuklar eğer biz teknolojide, bilimde ve gelişmede geri kalırsak Hiroşima’da olanlar başımıza bir daha gelir. Ama bununla bir daha karşılaşmak istemiyorsak kendilerinizi farklı bir yöne motive edin.” Bizim yetkililerimiz "Bizde Hiroşima yok ki" deyince Japon heyet, "Sizin de Çanakkale’niz var ki 10 tane Hiroşima’ya bedel” cevabını veriyor. Hakikaten Çanakkale bizim için çok büyük bir değerdir. Ben buradaki 30’a yakın katılımcılara bir soru sormak istiyorum.
Çanakkale’yi 10 yaşından önce görenler kimler? Sadece 1 kişi el kaldırdı. Peki 30 yaşından önce görenler? Peki 30 yaşından sonra görenler? Evet, daha çok. Burada ne anlatmaya çalışıyorum? Ne okulum, ne ailem bu şekilde motive etmek için benzer bir yöntemi kullanmadı. Çanakkale’yi kitaplardan okudum ama Çanakkale’yi Çanakkale’de, oradaki rehberlerin vermiş olduğu duygularla, hikâyelerle dinlediğim zaman ne kadar önemli ve farklı olduğunu insan fark ediyor.
Almanlar kendi üretimleri olan otomobilin haricinde arabaya binmezler. Onlar da kendi arabalarının ucuz olmadığını bilirler. Almanların milli konulardaki ruhu bizde neden yok? Demek ki, bizim milli değerlere sahiplenmeye eskiden olduğu gibi ilkokul çağında başlamamız gerekir.
Ar-Ge’nin sulandırıldığı belirtildi. Peki kim sulandırıyor? Biz. Kim sulandırılmasına müsaade ediyor? Biz. Bizden başka kimse yok bu masada. O yüzden bizim eğitime ve milli değerlerin korunmasına sil baştan yeni bir müfredatla başlamamız lazım.
Önemli sorunlardan biri olarak sanayi-üniversite işbirliğinden söz edildi. Biz Sanko Grubu olarak da üniversitelerle çalışmak için çok uğraştık. Biz şu anda Almanya Hamburg Üniversitesi ile projeler yürütüyoruz ancak kendi üniversitelerimizle bunu başaramıyoruz. Üniversitenin konuştuğu dil ile bizim konuştuğumuz dil aynı değil, özünde iki farklı dili konuşuyoruz. Biz aynı dili konuşmadığımız sürece, çalışmalar aksıyor. Almanya’da 10 yıldan aşağı sanayi tecrübesi olmayan bir kişiyi üniversite öğretim üyesi olarak almıyor. Bizdeki durum da böyle olmalı değil mi? En değerli varlıklarımız olan geçlerin eğitimi için bu şart. Aslında kanun gereği üniversite öğretim üyelerine haftanın bir günü veya yarım gün sanayide çalışma mecburiyeti getirip bu diyalogu bir şekilde hızlandırmak gerekir.
Öte yandan bir ülke sadece Ar-Ge’yle gelişmez. Bütün halkaların birleştiği kocaman bir zincirin oluşması gerekir. Sokağı süpüren arkadaşımızdan tutun da lehimcimize kadar hepsini daha iyi eğitmemiz lazım. Peki bu kadar insanı nasıl eğiteceğiz? Binlerce uydu kanallarının içinden 15 tane kanal ayıramaz mıyız? Lehimciye lehimi anlatalım, su tesisatçısını su tesisatı ile ilgili bir eğitime tabi tutalım. Hatta teşvik etmek için, sertifika alanlara yüzde 5 daha az gelir vergisi ödeme imkanı tanıyalım. İnsanlar aldıkları eğitim sonrası sertifika aldığında, insanlarımızın eğitim eksiğini giderdiğimizde bu ülkenin kazancını bir hesaplayalım. Esasında bizim temel sorunumuz eğitimden geliyor.
Bir soru daha: İçimizde üç kuşak üniversiteden mezun kim var? Bir kişi. Şunu söylemek istiyorum. Eğitimde henüz işin çok başlarındayız. Madem ki babadan, dededen kalma mühendisler eğitimciler vs. değiliz, bütün yük bizim sırtımızdaysa, biraz daha gayretli çalışmamız gerekir.
Dikey Ar-Ge konusunda hemfikirim, gerçekten hem üniversitelerimizin hem de bütün merkezlerimizin dikey olması gerekiyor. Ar-Ge konusunda çalışan sayısı şartı konulması da doğru değil. Ben tek başıma Ar-Ge yapamaz mıyım? “Yapmamalıyım” ayrı bir konu, “yapabilmeliyim” ayrı bir konu.
Ekip çalışması kültürünü patent kanununa, patentin ihlali halinde hapis ceza gerektiren maddeleri tekrar eklememiz gerekir. Bu da çok önemli kanayan bir yaramızdır. Bunun muhakkak gündeme gelmesi gerekir. Teşekkür ediyorum.
PROF. DR. NAFİZ ARICA: Biz geçtiğimiz yıl İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçılar Birliği (İTHİB) ile birlikte Bahçeşehir Üniversitesi Teknik Tekstil Yüksek Lisans Programı'nı açtık. Sektördeki yetkin insanlar tarafından bu dersler veriliyor. Bursa İhracatçılar Birliği Tekstil İhracatçıları Birliği’ne ait 15 firmanın da dijital dönüşümü için ihtiyaç analizini biz yapıyoruz. Öğretim üyelerimiz öğrencilerimizle beraber haftanın 2 günü Bursa’ya gidiyorlar.
Ben Türk Deniz Kuvvetleri’nden emekliyim. Her iki tarafta da bulundum. Maalesef sektörde ve devlette de akademisyenlere yönelik bir güvensizlik söz konusudur. Buna karşı kendi fakültemde öğretim üyelerinin performansını sektörle işbirliği yapıp yapmadıkları belirler. Öğretim üyelerinin sektörle işbirliği kapsamında bir proje yapıp yapmadığı, bütçe büyüklüğü gibi öğelere bakılır. Tabir caizse Bahçeşehir Üniversitesi’nde hocalar hesap verirler. Bunun ağırlığı bizde özellikle fazladır. Çünkü üniversite, özellikle de Mühendislik Fakültesi olarak en önemli işlerimizden bir tanesi, sektörün ihtiyaç duyduğu Ar-Ge faaliyetlerinde akademik bilimsel altyapıyı oluşturmaktır. Bahçeşehir Üniversitesi’nin reklamını yapmak istemiyorum ama Türkiye’de hangi mühendislik fakültesinde İş Geliştirme Koordinatörü vardır? Benim fakültemde iki koordinatör bulunmaktadır. Onlara öğretim üyelerinin entelektüel sermayesini firma ihtiyaçlarıyla eşleştirme ve projelendirme görevini verdik. Performanslarını da yıl sonunda öyle belirleyeceğiz. Öğretim üyelerinin yurtdışında, hiç kimsenin okumadığı dergilerde makale yazma, oralardan alınan puanlarla doçent, profesör olmaları anlayışından vazgeçmemiz lazım. Böyle olunca bireysel olarak unvanlar alınıyor ama bunun ülkeye bir faydası olmuyor. Tabii ki, bilimsel faaliyetleri de yapacağız ama sektöre de destek olmamız lazım. Bu konudaki eleştirilerinizde kesinlikle haklısınız.
C. MÜJDAT ALTAY: Netaş şu anda VOIP olarak tanımlanan internet üzerinden ses ve veride dünyanın en başarılı firmasıdır. Bu alanda dünya üzerindeki yazılımın yüzde 25’ini biz sağlıyoruz. Son 10 yılda Türkiye’de 6 defa yazılım ihracat şampiyonluğumuz var. Türkiye’nin açık ara en çok yazılım ihracatını yapan firmayız. Bu birikimi paylaşmak için çeşitli üniversitelerle görüştük. Rektörüm, Dekanım ve Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Bey bu birikime kıymet verdiler. Bahçeşehir Üniversitesi’yle birlikte bir yola çıktık. Şu anda bu konuda ortak bir master ve doktora programı yürütüyoruz. Güzel bir modeli Türkiye’ye getirdik. Bizim çalışanlarımız da bu üniversitenin öğrencisi oldular. Laboratuvarlarımızı Bahçeşehir Üniversitesi’ne açtık. Küçümsenmeyecek büyüklükte, 30-40 milyon dolarlık cihazımız var laboratuvarımızda.
PROF. DR. NAFİZ ARICA: Bu örneklerin ülkemizdeki diğer üniversiteler ve firmalar tarafından da uygulanması gerekmektedir. Bizden çok daha büyük devlet üniversiteleri özellikle inisiyatif üstlenebilirler.
Ortak akıl toplantımıza katkılarınızdan ötürü hepinize teşekkürlerimi sunuyorum.
İşte AR-GE'NİN HARCAMALARININ GSYİH İÇİNDEKİ PAYINI YÜZDE 3'E ÇIKARACAK 10 ŞART:
1- Süreç hızlandırılmalı
Kamu kurumları, Ar-Ge destekleri konusunda özel sektöre güven duymakta güçlük çekmektedir. Destek kararının bir yıl gecikmeyle, ödemenin 6 ay gecikmeyle gerçekleşmesi, desteği özellikle küçük şirketler için anlamsız kılmaktadır. Dolayısıyla süreçleri hem iyileştirmeye hem de hızlandırmaya ihtiyaç var.
2- Teşviklerde bürokrasi azaltılmalı
Ar-Ge teşviklerine başvuru süreci yoğun bürokrasi içermektedir. Örneğin yapmak istediğiniz Ar-Ge ile ilgili uzun bir rapor yazmanız gerekiyor. İstenen rapor çok kapsamlı. Raporun değerlendirilmesi bir yılı bulabiliyor. Oysa işdünyası pratiktir, çoğu zaman hızlı davranması gerekir.
3- Denetim ve yaptırım
Son yıllarda Ar-Ge Merkezleri, Tasarım Merkezleri ile ilgili koşulların orta ölçekli KOBİ’ler için uygulanabilir şartlara çekilmesi çok yararlı olmuş- tur. Ar-Ge merkezleri sayısının artması, Ar-Ge kültürünün yerleşmesi ve yatırımlarının artması açısından çok önemli bir gelişmedir. Ar-Ge destekleri, vergisel teşvik, istisna ve hibeler yoluyla özendirici ve motive edici bir şekilde artarak devam etmelidir. Ancak teşvik alan Ar-Ge merkezleri içerik olarak denetlenmeli ve yaptırımları arttırılmalıdır.
4- Dikey Ar-Ge
Ar-Ge dikey yapılanma ister. “Ben her şeyin Ar-Ge'sini yaparım, bizim firmamızda her şeyin Ar-Ge'si olur” derseniz inandırıcı olmaz. Firmaların kendilerine bir dikey seçmesi ve o dikey üzerinde geliştirme yapmaları lazım. Üniversitelerin de dikey olması, belirli alanların Ar-Ge’sinde uzmanlaşması gereklidir.
5- Ar-Ge personeli sayısı
Ar-Ge merkezi kurmak için aranan 15 kişi şartı çok doğru gözükmemektedir. Bazı küçük firmalar 15 kişilik Ar-Ge merkezi kurabilecek kapasiteye sahip değiller ama buna rağmen inanılmaz ürünler geliştiriyorlar. 5 kişi ile de Ar-Ge olabilir.
6- San-Tez’de revizyon
Mevcut San-Tez teşvik programının da KOBİ’lere cevap verebilecek şekilde revize edilmesi lazımdır. Zira ülkenin özellikle bazı bölgelerinde sınırlı sayıda üniversite doktora ve yüksek lisans öğrencileri vardır. Yapılması gereken, lisans tezlerini de San-Tez uygulamalarına kabul etmek ve bu sayede üniversite sanayi iş birlikteliğini arttırmaktır.
7- STK’ların önemi
KOBİ’ler için, sektörel STK lar üzerinden teşvik mekanizmalarının çalıştırılmasında da birçok yarar vardır. Pazara açılma, lojistik, ürün ve üretim teknolojilerinin geliştirmesinde sektörel kümelenmelerin sinerjisi yüksek olmaktadır. STK’ların diğer bir getirisi de diğer STK’lar ile ilişki içine girerek faaliyetlerini daha üst seviyelere çekebilmeleridir.
8- Üniversiteler için performans kriteri
Ar-Ge projelerine girmek üniversitelerin başarı kriteri olmalıdır. Üniversiteler de çağrı açabilmeli, bunlara sanayii kuruluşları ve KOBİ’ler de katılabilmelidir. Böyle bir platformu, teknoloji transfer ofislerinin bağlı olduğu bir üst çatı kuruluş yönetebilir. Üniversitelerde görev yapan akademisyenler yarı zamanlı ya da dönemsel olarak (sabbatical) özel sektörde istihdam edilebilirler.
9- Platform gereği
Ar-Ge ve dijital dönüşümle ilgili danışmanlığı ve hizmetleri talep edenle ile arz edenleri buluşturan, ilişkiye geçiren mekanizmaların oluşması gerekmektedir.
10- Kamu - özel sektör diyaloğu
Ar-Ge’de en önemli eksikliklerden biri, özel sektörün Ar-Ge mevzuatını ortaya koyan tarafla bir masanın etrafında bir araya gelememesidir. Mevzuatı yapanların eksikliklerin neler olduğunu, sıkıntıları çekenlerden dinlemesi faydalı olur.
Toplantının sonuç raporunu .pdf olarak okumak için tıklayınız.