Yapı malzemeleri sektörünün yeni yol haritası
Turkishtime ve Halkbank’ın işbirliğiyle düzenlenen “Ortak Akıl Toplantıları”nın yirmincisinde yapı malzemeleri sektörünün değerli temsilcileri bir araya geldi. Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (İMSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan liderliğinde ve Prof. Dr. Emre Alkin’in moderatörlüğünde gerçekleşen toplantıda sektör şirketlerinin yöneticileri ve dernek başkanları, sektörün geleceğine yön verecek stratejiyi çizdiler.
Sektörün potansiyelini ve geleceğini ele alan katılımcılar sorun ve çözümleri konuştu. Özellikle kayıt dışı ve nitelikli iş gücü sorununa dikkat çekilen toplantıda, üretim standardının sağlanması için mevzuatta değişiklik yapılması ve sertifikasyona önem verilmesi gereği vurgulandı.
Toplantıya, Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı / Turkishtime Toplantı Moderatörü Prof. Dr. Emre Alkin, Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (İMSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ferdi Erdoğan, Halkbank Kurumsal ve Ticari Pazarlama-1 Daire Başkanı Yalçın Madenci, Turkishtime Yönetim Kurulu Başkanı Filiz Özkan, Kalekim A.Ş.Genel Müdürü Altuğ Akbaş, Saint-Gobain Türkiye Direktörü A. Nuri Bulut, Aspen Yönetim Kurulu Başkanı Cemal Yılmaz, Fibrobeton Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Arif Dündar Yetişener, Schneider Electric Türkiye, İran ve Orta Asya Bölge Başkanı Bora Tuncer, TECDE Grup Çetin Cıvata Yönetim Kurulu Başkanı Çetin Tecdelioğlu, Türk Ytong Sanayi A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı F. Fethi Hinginar, İKSD İskele Kalıp Sanayicileri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı / TMS Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Kubilay Tüfekçi, Multiplan Enerji ve Su Yalıtım Sistemleri A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi M. Nazım Yavuz, ÇİMTAŞ A.Ş.Yönetim Kurulu Danışmanı Oktay Alptekin, Işıklar İnşaat Malzemeleri San ve Tic A.Ş Genel Müdürü Özgür Üzeltürk, Prefabrik Yapı A.Ş. Genel Müdürü Mustafa Tolunay, BETEK Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Üyesi Tayfun Küçükoğlu katıldılar.
Toplantının Sonuç raporunu okumak için tıklayınız
İnşaat sektörü, ekonomik verilere bakıldığında her geçen yıl yükseliş trendini sürdürüyor. Elbette inşaat denince akla yapı malzemeleri gelmekte. Yapı malzemeleri sektörü geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği 15 milyar dolarlık ihracatla ülke ekonomisine önemli bir katma değer sağladı. Sektör temsilcileri, iç piyasada ve yurt dışında daha da fazla değer yaratabileceklerini belirtiyor. Bu kapsamda; İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği (Türkiye İMSAD), Halkbank ve Turkishtime ortaklığında düzenlenen Türkiye Yapı Malzemeleri Sektörü Ortak Akıl Toplantısı’nda yapı malzemeleri sektörünün sorunları ve çözümlerine yönelik önemli paylaşımlarda bulunuldu. Sektör temsilcileri, ihracattan daha fazla pay almak için rekabet stratejileri üzerine çarpıcı tespitlerde bulundu.
EMRE ALKİN: Bugün burada ilk olarak yapı malzemeleri sektörünün iç ve dış pazarda neler yapabileceğini, nasıl stratejiler geliştirilebileceğini konuşacağız. İkinci olarak sektörün finansman ihtiyaçları, finansman ile rekabet nasıl kazanılır onu konuşacağız. Bu konu doğrudan Halkbank’ın konusu. Üçüncü olarak geleceğimizi ilgilendiren çok önemli bir konu Ar-Ge inovasyon konusunu konuşacağız ben bu konuyu çok önemsiyorum. Dijital dönüşüm, endüstri 4.0 konularını da ele alacağız. Sektörün tüm temsilcileri burada, usul gereği önce ev sahiplerine söz veriyorum. Öncelikle Türkiye İnşaat Malzemeleri Sanayicileri Derneği (Türkiye İMSAD) Başkanı Ferdi Bey’e sözü veriyorum.
FERDİ ERDOĞAN: Değerli katılımcılar, zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Etkin ve faydalı bir toplantı olacağını düşünüyorum. Halk Bankası’na teşekkür ediyorum. Sektör raporlarını okudum, gerçekten çok faydalı bilgiler var. Her platformda dile getirdiğimiz bir durum var. İnşaat sektörünü Türkiye'nin önemli sektörlerinden bir tanesi olarak ele alabiliriz. Ekonominin lokomotif sektörlerinden, ciddi bir istihdam yaratıyor. Dış ticarette ise ciddi bir hacmi var. Geçen sene inşaat sektörü 15 milyar dolar ihracat gerçekleştirdi, bunun içinde müteahhitlik hizmetleri yok bunu belirtmek isterim. 2014 yılında 21 milyar dolar ile otomotiv sektörünü geçmiştik. Bu sene otomotiv sektörünü 23 milyar dolar civarında olduğunu biliyorum. İnşaat sektöründe ise ağustostan geriye doğru bakarsak 16 milyar dolara yakın 15,75 milyar dolarlık bir ihracata sahibiz. Bütün bunların yanında ihracatta katma değeri yüksek bir sektörüz. Türkiye İMSAD, inşaat malzemeleri sektörünün 83 temsilcisini bulunduran önemli bir dernek. 33 sektörel dernek Türkiye İMSAD çatısı altında yer alıyor ve derneğimiz 31 alt sektörü temsil ediyor. Derneğin misyonu sadece üye olan firmaların ya da derneklerin kurumsal beklentilerini karşılamak, lobi faaliyetlerini yapmak, onlara katma değer yaratmak değil. Toplumu bilinçlendirme kısmı da misyonlarımız arasında yer alıyor. Depremle anılan bir ülke olduğumuz için insanların güvenliği, refahı hepimiz için çok önemli. Bu önemli konunun insan lehine çözülmesi gerekiyor. Kayıt dışı sektörümüz için büyük sorun. Kayıt dışından kastımız sadece faturasız mal değil. Kayıt dışı istihdam da önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor. Bizim sektörümüz fabrikalardan çıktığı anda yarı mamul bir sektör oluyor. Sonra işleyiş içerisine; ustalar, mimarlar, taşeronlar, mühendisler giriyor ve yapıya dönüştürürken imalat devam ediyor. Sanayinin içerisinde her şey yönetilebiliyor ancak sanayiden çıktıktan sonraki durumda kayıtlılık ve çalışanların eğitimli, sertifikalı olması son derece önem kazanıyor. Ben sürekli kullandığım bir cümleyi tekrarlamak istiyorum: Saçımızı kestirdiğimiz kuaförde sertifika zorunlu iken, başımızı soktuğumuz evleri yapan müteahhitlerde, ustalarda sertifika aramıyoruz.
EMRE ALKİN: Bir lisanslama sorunu var.
FERDİ ERDOĞAN: Çok net bir şekilde, bunun çözülmesi gerekiyor. İstihdamı artırma misyonumuz var ancak amacımız nitelikli istihdamı artırmak. İstihdam konusunda “ne iş olursa yaparım” diyenin değil “ben bu işi yaparım” diyenin çalıştığı sektörü kurgulamamız gerekiyor. Dış ticaret konusu sektörümüz için büyük bir öneme sahip. Türkiye’de dış ticaret iç piyasadan artan talebin dış pazara satılması olarak görülüyor. İç pazarda durum iyi iken ihracattan, dış ticaretten pek söz edilmiyor. İç pazar sıkıntıya girdiği anda dış ticarette ne yapılabilir herkes bunu konuşmaya başlıyor. İçerde işler düzelince konu kapanıyor. Dış ticarette rekabet ve stratejinin sürdürülebilir olması paralelinde bir anlamı var. Dış kaynağımızı ülke olarak iyi yönetmeliyiz. Konu başlıklarından bir diğeri Ar-Ge ve inovasyon konuları... Sektörümüzün gelişmesi için bu konular olmazsa olmazlar arasında yer alıyor. Gelişmekte olan ülkeler bizim yaptığımız malzemeleri çok rahat yapabiliyor. Geriye fark yaratma kalıyor. Fark yaratma fiyatla bir yere kadar başarılı olabilir. Bir noktadan sonra ürünü farklı sunmak gerekiyor. Ürünü hizmetle, müteahhitlikle birleştirebilirsiniz. Ürünü bir paket halinde sunabilirsiniz. İnovasyon ülkemizde imitasyon ve illüzyon ile karışıyor. Her derde deva ürünler sunulmaya çalışılıyor ancak iş imitasyondan da çıkıp garip bir hal alıyor. İnovasyon ve Ar-Ge bu masada oturan herkesin aynı tanımı yaptığı ana kadar üzerine gidilmesi gereken bir konu. Kamunun da neyi teşvik edeceğini net olarak belirlemesi ve bunu paylaşması lazım. Geçtiğimiz yıla baktığımızda ülke yüzde 3.2 büyürken inşaat sektörü yüzde 5.2 büyüdü. İnşaat sektörü her zaman büyümenin üzerinde bir performans gösteriyor. O yönde bir sıkıntımız yok. 2017’de işler biraz daha düzeldi. Büyüme rakamlarındaki beklenti yüzde 6-7’lerde, inşaat sektörü de buna paralel büyüyecek. Türkiye İMSAD olarak hazırladığımız endekslerimizle inşaat malzemeleri sanayindeki gelişmeleri ve beklentileri yakından izleme imkanı yakalıyoruz. Bu endekslerde 2013 Ağustos ayındaki başlangıç noktamızı 100 olarak bazalıyoruz. Buna göre son dönemlerde Bileşik Endeks’in 100 civarlarında, Faaliyet Endeksi’nin 100’ün üzerinde, Ciro Faaliyetleri’nin 190’lara ulaşmış durumda olduğunu görüyoruz. Sipariş-ler de yine 100’ün çok üzerine çıkmış durum-da. Keza Dış Ticaret Endeksi 150 civarında. Ama tahsilat tablosunda grafik bir anda düşüşe geçe-rek 50’li rakamları gösteriyor. Tahsilat konusu sektörümüzün en önemli sıkıntısı. Konutlar satılamıyor, müteahhitler parasını alamıyor, bu da doğal olarak malzemecileri etkiliyor. Dolayısıyla Güven Endeksi de 100 üzerinden 60’lı rakamlarda dolanıyor. Ekonomik beklenti konusunda ne yazık ki herkes kaygılı. İşlerimiz iyi ama geleceği pek iyi göremiyoruz. Arada bir çelişki söz konusu. Burada da en büyük konu her şeye kısa vadede bakma mecburiyetimiz. Uzun vadeli bakışın ülke ekonomisinde tanımlanması, tariflenmesi gerekiyor. Tahsilat tarafındaki sıkıntının da bir an önce çözülmesi gerekiyor. Kredi Garanti Fonu (KGF) çok ciddi bir sorun giderdi. Tahsili yapılamayan alacakların oranı yüzde 5’in altına düştü. İnşaat sektörüne giriş çok kolay olduğu için yılda 100 binin üzerinde oyuncu sektöre katılıyor. 20 bini kapısına kilit vuruyor. Sektörde bu kolay girişin de konuşulması ve ta-tışılması gerektiğini düşünüyorum. İnşaat malzemeleri sektörünün büyüklüğü geçtiğimiz sene 106 milyar dolardı, bu sene bu rakamın geçile-rek 110 milyar dolara ulaşılacağını öngörüyoruz. İhracat 2016 yılını 15 milyar dolar ile bitirdi. Bu sene ihracatı 16 milyar dolar olarak bekliyoruz. 2018’de de 17 milyar doları aşmayı hedefliyoruz. Sektörün iç pazar büyüklüğü ise 91 milyar dolar civarında seyrediyor. 2 milyonun üzerinde istihdam söz konusu.
Bütün bunları anlatırken ihracattan da bahsetmemiz gerekiyor. Türkiye’nin 2016 ihracatı yaklaşık 142 milyar dolar, 104 milyon ton malzeme ihraç etmişiz. Bu ihracatın 30 milyon tonu inşaat malzemelerine ait. Yani 3’te 1’i. Türkiye’nin toplam ihracatının ortalama fi-yatı 1,34 USD/kg, inşaat sektörünün ortalaması ise 50 sent/kg. 30 milyon ton ihracatımızın 25 milyon tonu 50 sentin altındaki ürünleri temsil ediyor. Bunların değeri de 5 milyar dolar. Geriye kalan 5 milyon ton karşılığı 10 milyar dolar ihracatımızın ortalama fiyatı ise 2 USD/kg. İnşaat malzemeleri ithalatımızın ortalama değeri ise 2 USD/kg civarında olup 5 milyon ton karşılığı 10 milyar dolar. Dış ticarette kalıcı stratejiler oluşturmamız, Türkiye markasına yatırım yaparak bunu öne çıkarmamız gerekiyor. İnşaat malzemeleri gibi katma değeri yüksek olan ürünlerin ortalama ihracat fiyatı sadece 10 sent/kg artarsa gelirimiz ihracat gelirine etkisi 3 milyar dolar artış olacaktır. Dolayısıyla inşaat malzeme-leri ortalama fiyatında 10-15 sent/kg artışların beklentilerin üzerinde bir katma değer eldesi ile gelire dönüşmesi zor değildir. İnşaat malzemeleri üretiminin başlangıcında yer alan madencilik sektörünün toplam ihracatı ise 2016 yılında yaklaşık 24,5 milyon ton ve geliri 3,5 milyar do-lar olup ortalama fiyatı 14,4 sent/kg’dır. Ülkemizin hammadde kaynaklarından ağırlıklı olarak üretilen inşaat malzemeleri ihracatının artması öncelikle ülkemiz yer altı kaynaklarına katma değer yaratacaktır. Ortalama fiyattaki 10 sentlik artış toplam maden ihracat gelirimize eş değer olacaktır. Özellikle endüstriyel hammaddeler ihracatı, ortalama 6 sent/kg fiyatla ve 14,0 mil-yon ton ile düşünüldüğünde, inşaat malzemeleri üretiminin en önemli girdisi olan endüstriyel hammaddelerde elde edilecek katma değerin büyüklüğü, kaynaklarımızın efektif kullanılması konusunda tartışılması gereken başka bir gerçektir. Özetle biz; yatırım yapılmayı, desteklenmeyi hak eden bir sektörüz. Bu coğrafya-da müteahhitlik, müteahhitlik hizmetleri, malzemeleriyle öne çıkan bir pazarız. Biz Batı’nın standartları ile üretim yapıp Doğu’nun fiyatlarıyla rekabet edebilen bir sektörüz. Bu noktada ihracatın sürdürülebilirliği için tüm hizmetleri birleştirerek yapmak en doğrusu gibi görünüyor. Finalde yapının ihracatı, malzemesi, istihdamı ile birlikte sağlanırsa çok büyük katkı sağlaya-cağımızı düşünüyorum.
EMRE ALKİN: Sözü Halk Bankası yöneticisi Yalçın Bey’e bırakıyorum.
YALÇIN MADENCİ: Turkishtime ile ortaklaşa düzenlediğimiz toplantıların 20.sini gerçekleştiriyoruz. Halk Bankası olarak bu toplantılara katılmaktan memnuniyet duyuyoruz. Sözü uzatmadan sektörün sorunlarını tartışmak adına, sektör temsilcilerini dinlemenin daha doğru olacağını düşünüyorum. İnşaat, alt sektörleri ve yapı malzemeleri sektörünün ekonominin can damarı sektörlerinden olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sektörün, dış ticaret ve istihdama olan katkılarından Sayın Başkan az önce detaylı olarak bahsetti, firmaların ve bankaların bir arada finansmana erişim konusunda nasıl çözüm üreteceklerine dair buradan güzel bir fikirler alacağımızı düşünüyorum. Sektörün finansmana erişimi konusunda sıkıntılar yaşanıyorsa, bu sorunların çözümüne dair yapılacakların neler olduğunu da burada tartışacağız. Burada öğrendiklerimiz doğrultusunda banka olarak yeni proje ve ürünler konusunda ekiplerimiz gerekli çalışmaları yapacaktır.
EMRE ALKİN: 3 ana başlığımız var. Bunlardan birisi sektörün bugünkü durumu, ihracat ile ilgili ne gibi stratejiler geliştirilebilir? Kamu ve özel sektör yan yana gelip, yapı malzemeleri ile ilgili konjoktürel değil de sürdürülebilir bir ihracat programı oluşturulabilir. İkinci ana başlık tamamen finansman. Tahsilatı tamamen otomatik hale getirmek, dijitalleşmeyi kullanarak bankanın tavsiye ettiği şekilde tahsilatı otomatiğe bağlayarak nasıl yapılabilir bir fikir doğa-bilir. Üçüncüsü, artık yapay zekaya doğru yürüyoruz. İnşaat malzemelerinin üretiminde ilerleyen günlerde yapay zekanın kullanımının daha yaygın olacağını göreceğiz. Ar-Ge, inovasyon, endüstri 4.0, dijitalleşme belki markalaşma... Bu konularda neler yapılabilir bunu konuşacağız. İsterseniz birinci konudan başlayalım.
FERDİ ERDOĞAN: Bir ekleme yapmak istiyorum. Her yıl geleneksel olarak düzenlediğimiz İnşaatta Kalite Zirvesi’nin bu yıl sekizincisini gerçekleştirdik. Konumuz endüstri 4.0 ve dijitalleşme idi. Sanayimizin başında madencilik sonunda uygulayıcı ustalar var. Siz istediğiniz kadar sanayi kuruluşunuzu dijital malzemeler ile donatın, akıllı fabrikalar yapın. Ürün fabrika-dan çıktıktan sonra sizin bilmediğiniz kişiler tarafından satılacak, kayıt dışı üretimde kullanılacak. Bütün bu sürecin baştan sona yönetilmesi ve birlikte entegre edilmesi, şeffaflık sağlanması gerekiyor. Bayilerin, satıcıların, uygulayıcının bilgileri paylaşması gerekiyor, Endüstri 4.0’ın dijitalleşmenin özü bu. Bilgilerin transfer edilmediği bir endüstri 4.0 çok anlamlı olmayacaktır. Dolayısıyla alt yapının da buna uygun olması gerekiyor. Bir de siber saldırı konusu var. Ülkede kullanılan yazılımların yüzde 60’ı korsan. Bilgilerin siber saldırılardan korunması gerekiyor. Kısa bir bilgi; 75 trilyon dolarlık dünya ticaretinde 3 trilyon dolarlık siber saldırı geliri elde ediliyor.
EMRE ALKİN: Geçenlerde bana bir fabrika gezdirdiler. Nasıl, endüstri 4.0’a uygun mu diye sordular. Eyvah dedim hiçbir şey anlamamışlar. Müşterinin satın alma sonrasındaki geri dönüşünü fabrikaya iletilmediği sürece endüstri 4.0 diye bir şey yok. Bu otomasyon. Söz bundan sonra serbest...
OKTAY ALPTEKİN: Sektörümüz küçük ve orta ölçekli firmalardan oluşuyor. Dolayısıyla sektöre giriş oldukça kolay. İhracat pazarlarındaki sıkıntılara geldiğimizde ise uluslararası arenada markalaşmış firmaların olduğunu görüyoruz. Markalarının gücüyle uluslararası birçok büyük işi alabiliyorlar. Bize daha düşük karlı işler kalıyor. Bütün ihracat pazarlarımızda yerli üretim hızla artıyor. Bunların bir kısmı az önce bahsettiğim büyük markaların lisansıyla bir kısmı da bağımsız olarak üretim yapıyor.
EMRE ALKİN: Bu ülkelerin kendi arz güvenliğini sağlamak amacıyla dışarıya bağımlılığını azaltmak amacıyla yaptığı doğru bir harekettir değil mi?
OKTAY ALPTEKİN: Aslında tam olarak amaç bu değil. Küçük sermaye ile kolayca girilebilen işler olduğu için başlıyorlar. Çoğu atölyecilik ile başlıyor. Bizim ilerleyen dönemlerdeki hedef pazarlarımız savaş geçiren ya da geçirmekte olan ülkeler. Buralarda marka değerinin bir önemi yok. Dolayısıyla markaya yatırım yapmanın bir önemi yok. Aslında sektörümüzün sıkıntısı yurt dışına açılamamak. Dünyadaki büyük rakiplere bakıldığında yurt dışına açılmadan büyümenin, ilerlemenin zor olduğunu görürsünüz. Yurt dışına yatırım ciddi sermaye gerektiriyor. Bunun içinde kar elde etmek gerekiyor. Türkiye’deki yüksek enflasyon ve faiz ortamında kar elde etmek, yurt dışına yatırım için kaynak ayırmak çok zor. Son 10 yıla bakıldığında inşaat malzemeleri sektörünün yurt dışında çok büyük yatırımlar yapmadığını görüyoruz. İçeride güçlü olmamız lazım. İçeride güçlü olmak için bir takım beklentilerimiz var. Türkiye İMSAD çatısı altın-da sektörün önde gelen güçlü firmaları vardır. Belirli bir standardın altındaki firmalar dışarıda kalır. Bu firmalar ile aramızda bir haksız rekabet söz konusu. Birincisi mali haksız rekabet, yani kayıt dışı satışlar. Diğer bir sorun da teknik haksız rekabet; standart dışı, kalitesiz ürünlerin üretilmesi, satılması. Bizim beklentimiz; bu mali ve teknik açısından yaşanan haksız rekabetin ortadan kaldırılması.
EMRE ALKİN: Sizin bir öneriniz var mı?
OKTAY ALPTEKİN: Var, saat 5’ten sonra mal çıkarılmasın ya da 24 saat denetim yapılsın. Ülkemizde, kayıt dışı üretim çok yaygın. Siz denetmenin parasını müteahhite ödetirseniz nasıl bir verim bekleyebilirsiniz? Bir de yeni firma kurulsun diye teşviklerden vazgeçilmeli. Anadolu’da tuğla fabrikası kurulsun diye teşvikler veriliyor. Önce mevcut büyük firmalar desteklenmeli. Bize içeride yeni rakipler yaratılmasın. Yurt dışında birçok ülkede böyle örnekler var. Örneğin başarılı bir kalkınma modeli olan Çin’de bu model mevcut. Riske giren insan kayıp da yaşar. Eğer yurt dışında riske girmemiz isteniyorsa bir takım sigorta önlemleri devlet tarafından sağlanmalı. Kayıplarımız, ciddi kriterler konularak karşılanmalı. Aksi takdirde hiçbir özel kuruluş yurt dışında kendini riske atmaz. Yurt dışında yatırım yapmadan da büyüme sağlanmaz.
NURİ BULUT: Ben öncelikle, Oktay Bey’e ilave olarak şunu eklemek istiyorum. Sanıyorum ekonomik ölçekten söz ediyoruz. Küçük işletmeler yerine sadece ülkemizde değil, ihracatta rekabet edebilen, maliyet ve verimliliğin optimum olduğu tesisler kurmamız lazım. Hal böyleyken bazı aile şirketleri yatırımlar yapıyor. Ancak özellikle kriz dönemlerinde bu şirketler konsolide olmak, satın almalarla birleşmek zorunda kalıyorlar ki ekonomik ölçeğe gelsinler. Aksi durum-da Avrupa’ya ihracatta global rakiplerimizle baş edemeyiz. İnşaat sektörü müteahhitlik sektörüyle birlikte dışarıda neler yapabilir bakmamız gerekiyor. Öncelikle Türk müteahhidi artık marka oldu. Bundan 15 sene önce katıldığım bir toplantıda Amerikalı bir uzman şöyle dedi: “Türkiye’de çok iyi, başarılı, sağlam inşaat firmalarınız var ancak cesaretleri yok. Hep taşeron, alt müteahhit olarak iş alıyorsunuz, kendiniz doğrudan, ana yüklenici olarak iş almıyorsunuz.” Şimdi bu değişti. Çok iyi çalışan, doğrudan iş alan firmalarımız var. Peki bu firmalar ne yapıyorlar: Çoğu zaman yurtdışındaki yabancı firmalar, mimarlık-mühendislik ofisleri tarafından hazırlanmış projeleri alıyorlar. Bu projeleri yapanlar ise tanıdıkları ürün ve sistemleri projelere, şartnamelere işliyorlar. Müteahhitlerimiz bu projeler üzerinde ne kadar oynayabilirler, projelerde tanımlanan ürünleri ne kadar değiştirebilirler, ne kadar güvendikleri firmalardan mal getirebilirler, bunu düşünmemiz gerekir. Bu noktada, mimarlık firmaları da düşünmeli: Yurtiçinde iyi işler yapan, aile firmaları yerine, yurt dışında daha büyük işler yapabilecek, büyük boyutta ve kurumsallaşmış mimarlık büroları düşünülmeli. Böyle firmalarımız da muhakkak var. Ancak kurumsal mimarlık firma sayısı artmalı ve hatta Türk Müteahhitliği gibi, Türk Mimarlığı markası da yaratmalıyız ki ülke için bir sinerji yaratılabilsin. Burada, ülkemizde uluslararası mimarlık şirketlerinin yapılandırılmasında mutlaka devletin desteği de aranmalı.
FETHİ HİNGİNAR: Geçenlerde Türkiye İMSAD olarak Kayseri’deydik. Kayseri’de Kayseri Sanayi Odası ile birlikte bir toplantı yaptık. Bu toplantıdan önce, Kayseri Valimizi sonra Belediye Başkanımızı ziyaret ettik. Kayseri Valimizin söylediği bir gerçek var: Bu bölgede 50 bin kişi iş arıyor, bize müracaat ediyor. Fakat sanayiciler de biz de yaklaşık o kadar adam arıyoruz diye ortaya çıkıyorlar. Yani iş var, çalışacak insan da var ama ikisi birbiriyle uyumlu değil. Yani maalesef nitelikli iş gücümüz yok. Herkes belediyede çalışmak istiyor, fabrika ya da buna benzer yerlerde çalışmak istemiyor, çünkü arkası geleceği açık değil. Bunun temel gerekçesi ve sonucu da kalitesizlik. Türkiye’nin bugün özellikle inşaat sektöründe yaşadığı sorun; geçmiş yıllardan bu yana yaşadığımız kalitesizlik. Yani bu hem iş gücü kalitesizliği hem yapı kalitesizliği sonucunda deprem oluyor binlerce ev yıkılıyor. Veya yeni yapılan evler dahil olmak üzere yapılar içine girmeden tadilat gerektiriyor. Bu kadar kalitesizlik içinde yurt dışında aranan yapı malzemesi olma özelliğine ulaşmak da giderek daha da zorlaşıyor.
EMRE ALKİN: Özetle siz şimdi normal kaliteli üretiyorsunuz ama olayın geneline baktığınız zaman, bunların evi yıkılıyor, mal alınmaz konumuna gelebiliyor.
FETHİ HİNGİNAR: Yine burada dönüp dolaşıp maalesef kayıt dışılığa gidiyoruz. Çünkü özellikle inşaat sektöründe; projesiz inşaat yapmak, denetimsiz üretim yapmak dolayısıyla kayıt dışı malzemelerin, standart dışı malzemelerin de yoğunlukla kullanılması kalitesiz ve kayıtsız iş gücünün de yaptığı kalitesiz üretime neden oluyor. Bunların hepsi birbirine çok bağlı. Doğal olarak bütün bunların sonucu da Türkiye’de devletin, kamunun standartlarda, yönetmeliklerde ve yasalardaki eksikliğini hiç vakit geçirmeden düzeltmesi ve tamamlaması gerektiğini not etmemiz şart.
EMRE ALKİN: 2019’da olması beklenen seçimlere kadar böyle bir yasa için ümidiniz var mı?
FETHİ HİNGİNAR: Var. Türkiye İMSAD olarak bu konuda çok çalışıyoruz. Bugün Çevre Şehircilik Bakanlığı ile çok iyi bir iletişimimiz, iş birliğimiz var. Aynı şekilde Sanayi Bakanlığı ile de görüşmelerimiz var. Bu yıl içinde Çevre Şehircilik Bakanlığı “Şehircilik Şurası” düzenledi. Ben ve Ece Hanım bu Şura’da görev aldık, katkıda bulunduk. Şuranın çıktılarını değerlendirerek yasaya dönüştürecekleri söylendi.
EMRE ALKİN: Teşekkürler üstadım.
ÇETİN TECDELİOĞLU: Şu anki konjonktüre de bir bakmamız lazım. Yani 2016 darbe girişimi sonrası Türkiye, 2017 jeopolitik riskler içindeki Türkiye ve 2018 Türkiye’sine iyi bakmak gerekiyor. Yaptığımız ihracattan dolayı bir şampiyon ilan ediyoruz sonra geri dönüyoruz. Hükümet ‘Harcadığımız paranın yüzde 55’ini inşaat ve inşaat malzemelerine sabit kıymetlerine harcıyoruz, ne oluyoruz nereye gidiyoruz’ diyor. Geri dönüp buna bağlı 80 tane sektörü aktif hale getirmek için inşaat sektörüne destek vermemiz gerekiyor deniliyor. Yani bir kere burada sektör tam bir yere oturmuyor. Oturmadığı için de algı ile ilgili bir sıkıntı oluşuyor. Bu noktada inşaat sektörünün ülke ekonomisine etkisini iyi değerlendirmek lazım. Bence vazgeçilmez. Büyüyen bir Türkiye, nüfusu artan bir ülke. Bu ülke de hiçbir zaman inşaatsız olmayacaktır ve daha da büyüyecektir. Zenginleşiyoruz, zenginleştikçe de inşaat kalitemiz artacaktır. Beklentilerimiz çok değişecektir. Diğer bir nokta, yurt dışı pazarlarla ilgili gerçekten bir ateş çemberi içindeyiz. Her geçen gün bu ateş çemberi bir daralıyor, bir genişliyor, bir uzuyor, bir kısalıyor. Bu çember bir enteresan. Her hafta farklı bir gündemle uyanıyoruz. Bu ateş çemberinin içinde bir kere algı problemimiz var. Türkiye’de güven problemi var. Türkiye ile ilgili çok ciddi kaygılar var. Biz whatsappla fabrikalarımız içinde Audit yaptırıyoruz. Bugün Avrupa’ya ihracat yaparken çok sıkıntıdayız. Bu bence hükümetin, ülkenin önemli bir konusu. Önce üreten bir Türkiye gerçeğini, Türkiye inanılırlığını, ülkenin kaliteli mal ürettiğini iyi anlatmamız lazım. Burada sanayiciye de büyük sorumluluklar düşüyor. Uluslararası arenada karar vericiler var. Yabancı müteahhitlerimiz var, yabancı müteahhitlerimizin Türkiye’de yaptığı işler var. Türk müteahhitlerimizin yurt dışında yaptığı işler var. Buralarda karar vericileri etkilememiz lazım. Uluslararası sertifika belgelendirme kuruluşları var. Bunların birçoğu yabancı, İngiliz, Fransız, Alman menşeli karar vericiler. Bu belgelendirmeler hep onların elinden geçiyor. Biz burada çok zayıfız. Bu karar vericileri, bu belgelendirmeleri yapanları ve bunların akreditasyonlarını kesinlikle bizim Türkiye’de yapabiliyor hale gelmemiz gerekiyor. Bu gerçekleşirse bizim ürünümüz yurt dışında yol alabilir. Yoksa ne yaparsak yapalım, rakibimizin laboratuvarında yaptığımız ürünün onayını beklersek zaman kaybederiz. Lobi çalışmasını sürekli yapılması lazım!
EMRE ALKİN: Tam anlamak için söylüyorum. Beynelmilel akreditasyon merkezlerinin buralarda şubeleri mi açılsın diyorsunuz, biz ulusal kendi akreditasyon merkezlerimizi yurt dışına akredite edecek hale mi getirelim?
ÇETİN TECDELİOĞLU: Her ikisi de
FERDİ ERDOĞAN: Şimdi iki tane başlıkla ilgili bilgi vermek isterim. Bir tanesi ihracatla ilgili. 2014 yılında 21 milyar dolar olan ihracatımız 2016 yılında 15 milyar dolara düştü. 6 milyar doları kaybettiğimiz pazarlar çevremizdeki konjonktürel sorunların olduğu ülkeler. Irak ihracatta neredeyse yüzde 67 küçülmüş durumda. Rusya yarı yarıya küçülmüş vaziyette, Libya’yı kaybetmiş durumdayız, Suriye sıfırlanmış gibi, İran’da yüzde 40 küçülme var. Bağımsız Devletler Topluluğu’nun ekonomisi petrol fiyatlarının düşmesi ile beraber zorlaştı. Buna Suudi Arabistan’ı da dahil ederek söylüyorum. İhracatımız ciddi gerilemiş vaziyette. İstikrarlı pazarlar, hep aynı ülkeler, yani Avrupa Birliği ve Amerika. Son 4 senede varlığını koruyan yerler bu bölgeler. Onların aldığı ortalama malzemelerin fiyatı da gayet iyi durumda. Demek ki bizim pazarlarımızın içerisindeki en iyi durumda olan bu bölgelerle ilişkilerimizin kesilmemesi gerekiyor. Bu birinci saptamam. İkinci saptamam ise sertifikasyonla ilgili. Yabancı ülkelerde, Avrupa Birliği’nde özellikle devlet işlerinde onların sertifikalarını alabilmemiz lazım. Ama diğer taraftan da BİM var; yani Building Information Modelling-Bina Bilgi Modellemesi. Biz malzemelerimizi bu sistemin içine entegre edebilirsek yabancı müteahhitlerin hepsi o malzemelere zaten çok kolayca, dijital ortamda erişebilecek ve o malzemelerin bir standarda uygun olup olmadığını araştırma ya da sorgulama gibi bir ekstra çabaya ihtiyaçları olmayacak. Bu malzemeleri işin başında, temel atılmadan önce rahatça seçebilecek. Dolayısıyla BİM bizim için büyük bir fırsat. Şimdi Türkiye de bu bilgi modellemesine dahil olmaya başladı. Yurtdışında, önemli bir merkezde, kendi projecilerimiz, müşavirlerimiz, müteahhitlerimiz, malzemelerimiz ve çalışanlarımız ile iyi bir projeye Türkiye olarak imza atmak ! Dolayısıyla BIM konusuna önem veriyorum.
DÜNDAR YETİŞENER: Ben finansmana geçmeden birinci turun sonunda hiçbirinize katılmadığımı söyleyeyim. Bundan 5 sene önce, yani Türkiye İMSAD’a başkan seçildiğim ilk hafta buradaki arkadaşlarımızın bulunduğu hatta biraz daha genişletilmiş bir gruba iki günlük arama konferansı yapmıştık. Bugünkü konularımızın da zaten şu anda yüzde 90’ı orada elde edilmiş ana başlıklardı. Bilahare gerek Fethi Başkan ile gerek Ferdi Başkan’ın dönemleri başladığında aynı konulara bir daha sıra geldi ki endüstri 4.0 da ona sonradan eklenen bir konu oldu. Finans konusuna gelmeden buralarda katılmadığım noktalar var onları beyan etmek isterim.
BORA TUNCER: Aslında sektörün problemleri Türkiye’nin diğer sektörlerindeki problemler ile kesişiyor. Dolayısıyla biraz daha delile dayalı bir iki şey söyleyerek aslında destekleyici yorumlar yapacağım. Deloitte bir çalışma yapmış. Dünyada üretimde rekabetçilik endeksini hesaplıyorlar. Türkiye dünyadaki üretim rekabetçiliği endeksinde 16’ncı. 2020’ye kadar da herkesin ne yapmak istediğini analiz ediyorlar ve 2020’de nerede olacağını tahmin ediyorlar. 2020’de Deloitte’in tahminine göre Türkiye, üretim rekabetçiliğinde 17.’nciliğe düşüyor. Tamam bütün bunları konuşuyoruz da Türkiye rekabet gücü kazanıyor mu? Buna bakmak lazım. Hesaplamanın kriterlerini sizin çevrenizdeki politik sebepler dışında tamamen endüstriyel çalışmalarınız ve aksiyon planları oluşturuyor. Bu arada aynı sürede Vietnam 6 puan, Malezya 4 puan, Endonezya 4-5 puan yukarı çıkıyor, birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü de sırasıyla Çin, Amerika, Almanya ve Japonya. Dolayısıyla şu-na bakmak lazım: O ilk 4 sıradakiler ne yapmış bir de biz 17.’nciliğe düşerken yukarı çıkanlar ne planlıyor? Aslında üretim rekabetçiliği bunun çevresinde dolaşıyor. İhracat da, nitelik de ona göre oluşuyor. Birinci sırada insan var. İnsandan kasıt insan kalitesi. Yukarı çıkanların bir numaralı aksiyon planı insan üzerine kurulu. Şimdi Türkiye bu konuda aslında iyi planlar yapıyor, Sayın Sanayi Bakanımızla bir şekilde ziyaret esnasında konu gündeme geldi. 300 tane Organize Sanayi Bölgesi’nde o Organize Sanayi Bölgesi’nin kullanacağı nitelikte insan yetiştirmek için özel meslek lisesi, teknik okullar kurulması planı var. Türkiye’de aslında yapılması gereken şeylerden birisi bu. Biz gerçek anlamda teknik insan ihtiyacımızı karşılayacak eğitim revizyonu, reformu yapıyor muyuz? Ortaya konması gereken gerçeklerden birisi bu. Akademik bilgi açısından çocuklarda sıkıntı yok ancak bilgiyi sorgulama, güvene, özgür düşünceye çevirebilmede sıkıntı yaşanıyor. Girişimcilikte de risk alabilme yeteneğinin gelişmesinde sıkıntı var. Bu alanlara özen gösterilmesi gerekiyor ki yeni nesil rekabetçi olabilsin. Diğer bir konu maliyet. Türkiye’de bir kısım ham madde girdilerinde azaltma sağlanabilir. Türkiye enerji zengini bir ülke değil. Enerji maliyetlerinin ve enerji politikalarının çok iyi belirlenmesi ve iyi yönetilmesi gerekiyor. Bu şekilde üretim rekabetçiliğinde öne çıkabilmemiz mümkün değil. İş gücünün verimli kullanımı da çok önemli. İş gücüne ne kadar ödeniyor olmasından ziyade ne kadar çıktı alınıyor buna bakmak lazım. Bizim işçilik maliyetlerinin düşük olduğundan bahsediliyor ancak çıktı açısından bakıldığında Almanya’nın maliyetleri bizden daha düşük. Türkiye’de iş gücü ucuz değil, çünkü iş gücü verimliliğimiz çok düşük.
EMRE ALKİN: Meksika’dan daha fazla mesai yaparak OECD’de birinciyiz. Gizli işsizlik var.
BORA TUNCER: Tasarımda sıkıntımız var diye düşünüyorum. Düşük maliyet politikasından çıkıp artık yüksek katma değerli teknolojik iş modellerine dönmeliyiz. Türkiye’de çok başarılı müteahhitler var ancak başarılı olduğunuz coğrafyalar kompleks binaların olduğu coğrafyalar değil. Yeni pazarlara açılma ihtiyacımız var ve bu pazarlarda düşük maliyet stratejisi çalışmayabilir. O yüzden son teknolojik gelişmeleri yakından takip etmeli ve özellikle mühendislik tasarımı tarafında kendimizi geliştirmeliyiz. Ancak bu şekilde rekabetçi olabiliriz. Bu yüzden bizim şirketlerimiz AR-GE faaliyetlerine daha çok kaynak ayırmalılar. İnovasyon kültürünü yeşertecek ortamlar hazırlamalılar, teknoloji ve inovasyon alanında kamu ve diğer özel sektör firmaları ile paylaşım içerisinde olmalılar.
DÜNDAR YETİŞENER: Geçmişi değil de geleceği konuşalım. Türkiye’de “ya sabır” dilimize yerleşmiş durumda. “Ya sabırsızlık” hareketlerimizde, eylemlerimizde, davranışlarımızda var. Siyasetçisinden yatırımcısına, Ar-Ge’cisinden finans sektörüne kadar herkes sabırsız. Her şey hemen olsun isteniyor. İhracat dahil her alanda sürdürülebilir bir biçimde başarılı olabilmek için uzun vadeli düşünmek gerekiyor. Bu masanın etrafında oturanların yaş ortalaması 40. Gelecek 2 nesle bunu anlatabiliriz. Şu anda Türkiye olarak gönderdiğimiz malın kilogramı 50 sent. İthalat fiyatımız 2.15 dolar. Gerçek bu. Sürdürülebilirliğe ve inovasyona inanmış biri olarak şunu söylemek isterim: Atalarımız doğru söylüyor. Taşıma suyla değirmen dönmez. Elin taşıyla elin kuşu vurulmaz. 30 yıl önce bu işe başlarken ilk duyduğum laf üniversite-sanayi işbirliği idi. 30 senedir düzenli olarak duymaya devam ediyorum. Daha sonra bir Ar-Ge furyası başladı. Bir de şimdi bunlara endüstri 4.0 eklendi. Bu kelimelerin hepsini yok ettik. Hocalarımı tenzih ederek söylüyorum ama üniversite-sanayi işi hocalarımızın sanayici olmasa da tüccar olmasını sağladı. Az önce bahsettiğim aceleci davranışlardan ötürü de birçok hata yapılıyor. Mesela kanun çıkarılıyor. Bu kanun yanlış çıkıyor, hesap kitap doğru yapılamıyor. Kanunsuzluk olmaya başladığı zaman adam Suriyeliyi de çalıştırmanın, gece kamyon da çıkarmanın, 3. köprüyü by pass etmenin de yolunu buluyor. İnsanımız zaten her şeye bir çözüm buluyor. Kazakistan ve Rusya’da imalatçılık yaptım ve şunu gördüm; onların kanunları gerçekten kanun ve uygulanıyor. Bizde ise iş adamları, yatırımcılar, çalışanlar kanunları delmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.
EMRE ALKİN: Söylediklerinize itiraz edecek çok az insan bulunur. Bize soruyorlar. Avrupalı mısınız? Evet Avrupalıyız ama kaldırıma araba park eden tarzda Avrupalıyız.
TAYFUN KÜÇÜKOĞLU: Bora Bey’in söylediği konu; rekabetçilik endeksi, benim motivasyonlarımın başında geliyor. Oktay Bey rekabetçilikte büyüklerin desteklenmesi gerektiğini söyledi. Rekabetçilik endeksinin gelişmesinde bu önemli. Ancak ülkemizde genç ve yeni iş haya-tına atılacak insanların da düşünülmesi lazım. Geçtiğimiz günlerde Başbakan Yardımcımız Mehmet Şimşek açıkladı. Girişimcilik ekosisteminde Türkiye nerede? 137 ülke içinde 36. sıradayız. Türkiye olarak biz kendimizi sanayi alanında ilk 15 ülke arasında görüyorsak mevcut büyük girişimcilerin desteklenmesinden çok yeni girişimcilerin önünün açılması lazım. Rekabetçilik endeksinin düşmemesi için de bu şart. Yeni girişimciler Türkiye’de kaliteli rekabetin önünü açacak şekilde sisteme dahil edilmeli. Ülkemizin gelişmesinde haksız rekabetin önlenmesi bence ana konu. Çünkü haksız rekabet ortamında hem sektöre yeni girenlerin hem de kurumsal olarak vergi ödeyenlerin şansı yok. Bence haksız rekabetin önlenmesi birinci motivasyonumuz olmalı. İhracat fırsatlarına gelecek olursak planları kısa vadeli değil 5-10 yılı kapsayacak şekilde yaparsak bugün ihracatımızın düşmesine neden olan faktörlerin ileride büyük ihracat fırsatları yaratacağını görüyoruz. Peki buna hazırlanıyor muyuz? Hazırlandığımızı düşünmüyorum. Yurt içinde yaşanılan olaylara göre mevzuatlar yapılıyor, yurt dışındaki gerçeklerden kopuk tamamen duruma göre mevzuat hazırlanıyor. Bu önemli bir yanlış. Önümüzdeki 10 yılı düşünerek, hepimiz adil davranarak ürünlerimizi, sanayimizi geleceğe hazırlamalıyız. Türkiye’de çok başarılı biri ürün ya da firma yurt dışında neden başarılı değil? Çünkü kendimize göre bir mevzuat yapmışız dünyada gerçeklerinden uzak kalmışız. Burada lobimiz güçlü önemli bir iş yapmışız. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde mevzuatlar iyi düzenlenmeli, bu noktada hükümete büyük görev düşüyor. Önemli adımlar atılıyor bunu da görüyoruz. Ar-Ge, Turquality gibi birçok teşvik var. Fikir olarak mükemmel gelişmek istiyorsak katma değerli ürünlerin Ar-Ge marifetiyle üretilmesi ihracat pazarlarına sunulması gerekiyor. Ar-Ge teşviki devletten yeni bir şey üretmek için alınıyor. Peki yerine ne koyuluyor? İnşaat sektörü olarak yeri geldiğin-de kendimizi de ihbar etmeliyiz. Sektör olarak ne kadar Ar-Ge desteği aldık ve ne kadar inovatif mal ürettik buna bakılması gerekiyor. İnovatif mallarla ülke gelişimine ve rekabetçiliğe ne kadar katkı sağlanıyor buna bakmamız gerekiyor. Birincisi inşaat sektörü olarak öncelikle biz kendimize bakmalıyız. İkinci olarak devlet ilişkilerinde bunu ortaya koymalıyız. Öyle firmalar var ki Ar-Ge teşvikinin 5 mislini de alsa ortaya yeni ürün koyma şansı yok. O zaman Ar-Ge teşviki alınmamalı, gerekirse bu teşvikler geri alınmalı. Çünkü bu devlet kaynağının boşa aktarılması. Turquality’de de durum böyle inanılmaz teşvik paketleri var. Hangi firma Turquality’den nasıl faydalanıyor, incelenmeli. Önümüzdeki 10 yıllık dönemde inşaat sektörü-nün önünde önemli fırsatlar olacağını düşünüyorum. Bu fırsatlara iyi hazırlanarak gelişmeyi yakalayacağımıza inanıyorum. Geleceğe hazırlanıyorsak, cari açığına bakıyorsak, dünyanın yürüdüğü yola bakıyorsak enerji verimliliğine odaklanmalıyız. Dünya son 100 yılda 1 derece ısındığı için başımıza bu doğal felaketler geliyor. Paris protokolüne göre 2045 yılına kadar 1,5 derece daha ısınacağı garanti. Dünya açısından enerjiyi verimli kullanmak dünyanın merkezinde. Ülkemizin ekonomik kalkınması açısından her yıl 55 milyar dolarlık bir enerji ithalatımız var. Şimdi kömürün devreye girmesiyle enerjinin millileştirmesi diye doğru bir politikamız var. Burada da konu inşaat sektöründe ısıtma ve soğutmayla kullanılan yüzde 37 ile enerjinin en fazla tüketildiği alana giriyor. O zaman enerjiyi verimli kullanmak adına dünyadaki en gelişmiş sistemlerin ülkemize adapte olması için lobicilikten bağımsız olarak ürün bazlı değil, ülke menfaatlerini düşünerek davranılmalı. Enerji verimliliği ülkenin bekası için milli bir konu gibi görülmeli. Ülkemiz dalgalı ekonomik ve sos-yal konjonktür içinde. Ancak sanayi, dalgalı bir görünümü affetmiyor. Bir gün geleceği yönelik yatırımlarda duraklarsa sanayi, bazında ülke bazında rekabette geri kalıyor. Kısa vadeli durumlara bakmadan yatırımlara kararlılıkla devam etmemiz lazım çünkü biz sadece kendi içimizde değil ülke olarak rekabet içindeyiz ve bu durum bizi geri düşürür.
FERDİ ERDOĞAN: İlave bir bilgi vermek isti-yorum. Ar-Ge konusunda bir düzenlemeye gidiliyor. Ar-Ge konusunda üniversite sanayi iş birliğinin sağlanabilmesi lazım. Ar-Ge merkezlerinin dışına çıkıp fabrikaları gezemeyen Ar-Ge görevlileri var. Üniversite ile iş birliği telefon üzerinden kuruluyor. Bu şekilde inovasyon yapılamaz. Tasarım teşviki bu teşviklere dahil ediliyor. Enerji verimliliği çok önemli bir konu. Sevindirici haber OECD ülkeleri içinde kişi başı 2000 kw\saat ile en az enerji tüketen ülkeler arasındayız. Ama kötü haber,100 dolarlık GSYH’de en yüksek enerjiyi tüketen ülkeyiz.
EMRE ALKİN: Bir düzeltme Sayın Bakan Mehmet Şimşek bir rapor açıklamış, o rapor survey niteliğinde Türkiye rekabet sıralamasında 17. ya da 36. sırada değil Türkiye bu sıralamada 53. sırada yer alıyor. Bu sıralamayı tescil eden Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl hazırladı Global Competitive Endeks raporu... Endekste bir yanlışlık olmadığını anlatmak için birden itibaren sıralayayım. İsviçre, ABD, Singapur, Hollanda, Hong Kong, İsveç, İngiltere diye gidiyor. Bir önceki dönemde 51. sıradaydık. Bu sene 53. sıraya gerilemişiz. Bu demek oluyor ki biz bir iş yapacaksak rekabetçi olamayız. Yatırımcı istikrar değil istikbal ister.
CEMAL YILMAZ: Konuşan arkadaşlarla çoğu sorunumuz ortak. Rekabetçi olalım diyoruz. Nasıl rekabetçi olalım? Çoğu ham maddemiz dışarıdan geliyor. Uluslararası firmaların fiyatları çok yüksek o firmaların belirlediği fiyatlar üzerinden alım yapıyoruz. Bulunduğu-muz organize sanayi bölgelerinde nitelikli işçi bulmakta sıkıntı yaşıyoruz. Birkaç bölgede fabrikamız var. Her bölgede nitelikli orta kademe eleman bulmakta zorluk çektik. Orta kademe eleman bulamadığımızda iş yapmamız mümkün değil. Ar-Ge yapacağız diyoruz. Ar-Ge ofiste yapılıyor çünkü fabrikanın olduğu Organize Sanayi Bölgesi’ne nitelikli eleman gitmek istemiyor. Kullandığımız tüm makineler yurt dışından geliyor dolayısıyla teknolojiyi de bir nevi dışarıdan alıyoruz. En az 25 senedir makine alıyorum, yurt içinden aldığım hiçbir makineden istediğim verimi alamadım. İstediğimiz makineyi aldığımızda da şimdi şöyle bir problem yaşıyoruz, bakıma kimse gelmiyor. İstediğimiz kapasitede çalışamıyor. Enerji maliyetlerimiz zaten yukarılarda... Baktığımız zaman üretim maliyetlerimiz hiçbir zaman istediğimiz düzeyde olmuyor. Haydi öyle olsun diyoruz. Kâr marjımız düşük satalım diyoruz o zaman da pazarlama yapmamız gerekiyor. Pazarlama da bir maliyet. Yapı malzemeleri sektörünün müşterisi müteahhitler, malımızı onlara satıyoruz. Onlarda malın en ucuzunu tercih ediyorlar. Satın alınan malın kalitesine, sertifikasına dikkat eden yok. Oktay Bey’in söylediklerinin çoğuna katılıyorum. Kendi firmam adına konuşmam gerekirse ticari binalarda tercih edilen bir ürün üretiyoruz ve sektörde birinci sıradayız. Bizim sektörümüzde 37 firma varmış şaşırdım. Benim bildiğim en fazla 3 firma var. Diğerlerinin çoğu merdiven altı hiç bir sertifikaları yok. Müteahhitler de bu ürünleri tercih ediyor. Kendi ülkemizde güçlü olmazsak yurt dışın-da başarılı olmamız imkânsız. Kar marjlarının bir kısmını Ar-Ge’ye ayırmamız gerekiyor. Ar-Ge için teşvikler var ama bir sürü prosedürü de var. Müteahhitler tarafından biz bu sorunu yaşıyoruz, müteahhitlere fiyat düşürüyoruz ama onlara çözüm ortağı olmak için yaklaştığın zaman, bunu gerçekleştirmemiz mümkün değil. Çünkü yurt dışındaki işlere de mal sattığımız zaman onlar da zaten ucuza aldıklarını söylüyorlar. Tabi ki haklılar, onların aldığı işler de nitelikli işler değil, dolayısıyla onlar da maliyetlerini düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Fakat ellerinden gelen bu çabayı Türkiye’deki sertifikalı veya nitelikli mal üretimi için harcamak yerine, merdiven altındaki üretimleri destekliyorlar. Müteahhit olarak bu hakları var, bir şey diyemeyiz. Bu müteahhitlerin yurt dışında aldığı iş miktarına baktığımız zaman ekim raporuna göre 7 milyon dolardan 15 milyon dolara kadar çıkmış. Ama İspanyol firmasına bakıldığı zaman sadece oradaki firmanınki 65 milyar dolar. Orta Asya pasifikteki iş miktarı 25 mil-yar dolar. Avrupa’daki iş miktarı ise yine 25-26 milyon dolar. 250 tane liste içinde 46 tane Türk müteahhit var. Bizim de uluslararası müteahhitlere mal satabilme şansımız yeterli miktarda değil. Peki biz burada yol haritamızda Türk müteahhitlerini mi alacağız, yoksa uluslararası diğer müteahhitleri mi? Dışarıda başka bir dünya var. Bizim onlara satmamız lazım. Biz bu sefer onlara satarken elimizdeki sertifikalara dönüyoruz veya bizim bu projeyi çizen mimarlar ve müşavirlere kendimizi yeteri kadar tanıtmış mıyız? Bana göre ilk hareket edeceğimiz nokta bu mimarlara ulaşmamız gerektiği. Buradaki Türk müteahhitlerde hep yabancı projeler söz konusu, o yabancı projelerde de hep yabancı firmalar çalışmış durumda. Yol haritamızı çizerken birinci olarak bizim mimar ve müşavir firmalara kendimizi tanıtmamız lazım. Ürünümüzü tanıtmamız lazım. Yoksa kendi döngümüzün içinde bunları tartışır dururuz. Devlet mimar, müşavir firmalara bir destek açıkladığında ne kadar yeterli olur bu kısmını bilemem. Ama bizim mimar ve müşavirler uluslararası çalışmalar yapmadığı sürece Türk imalatçılar olarak bizim çok fazla şansımız yok. Çünkü global firmalar konuşmamız dışında senin fiyat farkın yüzde 25’den aşağı olmadığı sürece Türk firmaya zaten hiç kimse dönüp bakmıyor. Bizim bu sorunları aşmamız için de kendi Türk markamızı yüceltmemiz lazım. Bunu ben firma olarak tek başıma yapamam. Türkiye’nin uluslararası arenada hem markasını düzeltmeli hem de siyasi platformda saygınlık kazanması lazım. Devletin bir işi var diyelim, o işe teklif vereceğiz şartnamede diyor ki; senin şu belgen olması lazım. Yabancı bir dernek, bu derneğin üyesi olması lazım. Biz de dernek için 7-8 sene önce müracaat etmiştik, 1 senedir uğraşıyorum üye olmak için ama dernek refüze ediyor. Neden? Türk firma olduğu için. Üstelik biz o derneğe üye olan firmaların yüzde 50’sinden de büyüğüz. Üretim olarak da iş açma olarak da daha büyük hacimdeyiz. Teknolojik olarak üretimimiz de öyle ama bir türlü üye de olamıyoruz. Türkiye olarak ilişkilerimizi o düzeye getiremediğimiz sürece biz inşaat malzemelerimizi satarız ama 52-53’lerde dururuz. O yüzden burada konuşulan her bir maddenin çok önemi var. Bunların hiçbiri vazgeçilecek bir unsur değil. Hepsinin teker teker çözülmesi gerekiyor.
FERDİ ERDOĞAN: Türkiye ekonomisinin yüz-de 90'ını KOBİ’ler oluşturuyor. 2 milyondan faz-la KOBİ var, bu bir realite. Dolayısıyla bizim bir anda KOBİ'leri kapatıp büyük firmaların içinde konsolide edip öyle bir ekonomiye dönme şansımız yok. İkincisi yaklaşık 330 bin müteahhit var, bunların yüzde 17’si markalı müteahhit. Bu da bir realite. Kayıt dışı çalışan bir müteahhidin kayıt içi istihdam sağlamasını beklemek akıl dışı olur. Bu her sektörde böyle, kayıt dışı çalı-şan birinin kayıt içinde iş yapmasını beklemek hayalden öteye gidemez. Bir diğer realitemiz ise şu; son 5 yılda 110 bin giriş ile en çok giriş yapılan sektör inşaat sektörü. Fakat bu rakamın 20 bini geri kapanmış durumda. Bu kadar girişin kolay ve serbest bir hayatın döndüğü ortamda, her şeyin yolunda gitmesini beklemek yanlış olur. Endüstri 4.0 ile ilgili söylediğim bir cümle var; “sanayiciler için hayaller dijital, müşteriler için gerçekler manuel”. Bu cümle çok hoşuma gidiyor. Dolayısıyla başı sonu tutulmayan bir işin ortasında yer alan sanayinin dijital olmasını beklemek hayaldir. Peki ne yapmak lazım? Sektöre girişin bu kadar kolay olmaması, her önüne gelenin müteahhitlik gibi önemli bir görevi bu kadar kolay yapamaması lazım. Bir denetim mekanizmasının olması, istihdam açısından herkesin kolayca bu işlere girememesi, ihracatçı olmaması gerekiyor. Sektörün dinamiklerinin yok edemeyeceğimize göre onları iyi yönetmemiz önceliğimiz olmalı. 300 tane Organize Sanayi Bölgesi var. Buraların yeniden modellenmesi, Ar-Ge ve tasarım hizmetlerinin OSB’lerde merkezileşmesi, teknolojik dönüşümün iyi yönetilmesi, eğitimlerin verilmesi ortak aklın orada üretilmesi gerekiyor. Büyük sanayicilere düşen görev buna katkı sağlamak ve yol göstermektir.
NAZIM YAVUZ: Geçenlerde bir uluslararası yapı malzemeleri üreten bir firmanın yetkilisi ile aramızda bir konuşma geçti. Dedi ki; “Geçen ay çok sattık ve zarar ettik, bu ay daha az sattık ve kar ettik.” Ben bu işi anlamadım. Bu durum ticaretin doğasına ters, ülkemiz böyle bir ülke. Eğitim konusunda bizim aslında sistemi değil zihniyeti değiştirmemiz lazım. ÇATIDER baş-kanlığı yaptığım dönemde bir araştırma yap-tık. Meslek okullarını inceleyip Almanya'daki denk okullarla karşılaştırdık. 1900’lü yıllarda Türkiye’deki mesleki okullarını ve sistemi Almanlar kuruyor, sistem Almanya ile aynı. Bugün Almanya'daki Çatı Ustaları Birliği'nin 110 bin üyesi var. Hepsi sertifikalı. Almanya’da çatılara bakıyorsunuz hepsi tablo gibi güzel ve uzun ömürlü. Türkiye’de Avrupa Birliği Projesi yaptık. Bu projede yevmiyelerini vermek koşuluyla 100 tane usta toplayamadık. Çünkü piyasada, eğitime bir prim yok. Devlet diyor ki şu tarihten itibaren şu sertifikayı zorunlu kılıyorum. Tarih yaklaşıyor, zorunluluk kaldırılıyor. Örneğin deniliyor ki 2017’den itibaren tehlikeli işler için nitelikli ve sertifikalı eleman istihdam edeceksiniz. Dernekler hazırlanıyor, eğitimler veriliyor, çalışmalar yapılıyor. 3 ay kala devlet diyor ki zorunluluk tarihini 2020’ye erteledik. STK ya da firma olarak şimdi neye güvenip, hangi insan kaynağına yatırım yapacaksınız? Firmalar yatırım yapıyor, çalışanlarına eğitim veriyor, şimdi diğer firmalardan ne farkı var? O firma harcadığı parayla kalıyor. Haksız rekabet her alanda devam ediyor. Almanya’da bir ustanın eğitimi çıraklık seviyesinde 2 sene sürüyor. 2 sene sonrasında kademeli olarak ustalık izni veriliyor. 2 sene sonrasında da yanında bir çırak yetiştirme şartı veriliyor ve bir usta 8 yılda yetişiyor. Biz 40 saatlik eğitimle usta yetiştiriyoruz. Ya da şirketlerin eğitim odalarında verilen 3-4 günlük eğitimlerle ustalık belgesi veriyoruz, sonra da inşaat kalitemize şaşırıyoruz. Dünyanın en iyi malzemesini de verseniz kötü işçilikle sonuç alamazsınız.
EMRE ALKİN: Başkanım bir ustanın belge alması için kaç saatlik bir eğitim gerekli?
FERDİ ERDOĞAN: Ben 250 saat civarında diye biliyorum. Ortalama verecek olursak 250- 300 saat diyebiliriz. Sadece eğitim yeterli değil. Avrupa Birliği ile uyum çerçevesi içinde sınava girip sertifika alınması gerekli. O belge serbest dolaşma hakkı da veren akredite bir belge. 2011-2012’de başlıyoruz denilmişti. 2012’de aynı zamanda kentsel dönüşüm yasası çıktı. Bir ara-da entegre edilmesi gerekirken, diğeri beklemeye alındı. Sertifika mecburiyeti 2018’e ertelendi. Kentsel dönüşümde binalar yapılmaya başlandı, arkasından yönetmeliklerde eksiklik olduğu ortaya çıktı. Şimdi gelinen noktada kentsel dönüşüm yeniden başlıyor. Bugüne kadar olan yatırım odaklı binasal dönüşümdü. Bundan sonra, şimdi esas kentsel dönüşüm planlanıyor. Bakanlık 7 milyon konutun acilen yıkılması ve yapılması lazım diyor. 10 sene önce de 7 milyon konuttu, o günden bugüne 3.5 milyon konut yapıldı, hala 7 milyon konut olduğundan bahsediliyor. İnsanlar evleri yenilenecek diye düşün-düğü için de evlerinde hiçbir yenilik yapmıyor. Ancak kırıldığı zaman camlarını değiştiriyorlar.
OKTAY ALPTEKİN: Gerçekten teşvikin bu kadar geniş tabana yaygın olması yerine seçici ve ulaşılabilir olması lazım.
ALTUĞ AKBAŞ: Biz -mış gibi yapmayı seviyoruz. Aslına bakarsanız konuştuğumuz birçok şeyin alt mevzuatı kuralı kanunu her şeyi yazılı. Ancak bunları değiştirmeyi ve kendimize göre uyarlamayı seviyoruz ve sonunda yapmış gibi davranmayı normal görüyoruz. Fakat bir çoğuna baktığınızda o sistemin ölçümlenmesi, denetlenmesi, yerine konulup konulmadığının görülmesini es geçiyoruz. Bunu da bilerek yapıyoruz. Altında başka dinamikler var. Ülke dinamizmini yürütebilmek için istihdam gerekiyor, işsizlik olmaması gerekiyor. Bu bilerek ve isteyerek yapılınca da istemediğimiz birçok şeyi aynada görünce gördüğümüzden hoşlanmıyoruz. Biz ülke olarak aynaya bakmayı ve gördüğümüzden de ders çıkarmayı bilen insanlar yetiştirmiyoruz. İhracat yapmak kıymetli bir şey, tüm Türkiye’de marka yaratmak önemli bir şey bu başka türlü olmuyor. Dışarıya gittiğiniz zaman değer olmanız lazım ki para edesiniz. Değer olmanız için de özellikleriniz olacak. Bunun için de eğer inovasyon gerekiyorsa, oradaki müşterinin ihtiyaçlarını iyi anlamak, bu ihtiyaçları anlamak için de alt yapınızın doğru olması gerekiyor. Burada birçok şeyi doğru yapmanız lazım. Kaynak yaratmanız, kar etmeniz lazım. Kaynak, karla yaratılan bir şey. İş hayatında gördüğüm ne kadar fiktif kaynak ile bir şeyler yapılıyorsa, Türkiye gibi kaynak ihtiyacı olan bir ülkede, altı dolu olmayan karla kazanmadığınız sürece içini dolduramıyorsunuz. Bunun içinde insan da bir kaynak. Yaratamadığınız bir kaynak ile -mış gibi yapmaya çalışırsanız içi de boş oluyor. Sadece ihracat yapmakla marka olamıyorsunuz, marka olamayınca da değer yaratamıyorsunuz. Bu defa sadece maliyetlerinizle ekonomi yakalamaya çalışıyor ve dolayısıyla değer yaratamamış olunuyor. Bu aynaya hep beraber bakmamız lazım. Ankara’dan bir beklentiyle bu konuşmayı yapıyorsak yazdığımız çizdiğimiz tüm kural ve normlara önce tüm organları ve kurumlarıyla bizim uymamız ve uyulmasına bizim katkı vermemiz lazım. Piyasa gözetim ve denetim konusunda da gerçekten etkin ve doğru bir gayret gösterilmesi lazım. Bence buradan başlanmalı.
KUBİLAY TÜFEKÇİ: Hem kendi şirketim hem de Başkanı olduğum İskele Kalıp Sanayicileri Derneği adına da konuşmak istiyorum. Öncelikle ihracattan başlayayım. Ferdi Başkanımız bizlerin sadece Türkiye’de işler kötü gittiği zaman bizim ihracatı daha çok düşünmeye başladığımızı söyledi. Süreklilik, sürdürülebilirlik çok önemli. O bakımdan ihracatı şirket bazın-da da, ülke bazında da asli bir konu olarak ele alıp ona göre ilerlemek ve sürekliliği sağlamak çok önemli. İhracatta, Gümrük Birliği v.b. uygulamalarla bazı ticari bariyerlerin kalktığını görüyoruz. Ama hemen arkasından teknik bariyerlerin geldiğini de gördük. Filan sertifikanız olmazsa, şu standarda uygun olmazsanız olmaz diye başlayan pek çok engel var. Tabi biz gelişmiş ülkelere mal satmaya çalıştığımız zaman bu standartlara uymamız ve haliyle beraberinde markalaşmamız gerekiyor. Standartlara uygun olmayı başardığımızda ise bunların maliyet artışını da beraberinde getirdiğini görüyoruz. Oktay Bey’in de ifade ettiği gibi markalaşmaya doğru giderken diğer pazarlarda da rekabetçiliğimizi kaybediyoruz bu maliyet artışlarıyla. Belki ürün farklılaştırmayla ilgili birtakım çözümler bulunabilir ama ihracatçıların da sertifikasyon konusunda gerçekten gelişmesi lazım. Her şeyi sağladığınız zaman da başka bir şey ile geliyorlar. Bunlar hep karşımıza çıkan engeller ve bunlara hazırlıklı olmamız lazım, bir şekilde kendimizi ispatlamamız lazım. Özellikle İskele Kalıp Sanayicileri olarak belki bu masanın çevresinde toplananlardan biraz daha ayrıldığımız bir nokta, bizim sistemlerimizin geçici kullanımlı ekipmanlar olması. Bizim ürettiğimiz ürünler binanın bir parçası olmuyor. Bununla ilgili başka konular da var. Türkiye’de iskele ile ilgili standartlar, kalıp ile ilgili standartlar oluşmaya başladı. TSE belgeleri olan firmaları derneğimize üye yapmaya çalışıyoruz. Şu an 30 civarında potansiyel firma var. Dernek üyeleri olarak hepimiz standartlar yerleşip oturma-ya başlayınca bizler farklılaşırız diye bekledik. Ama maalesef böyle olmadığını gördük. Devletin mevcut kontrol mekanizmalarının doğru çalışmamasının sonucu olarak bu sertifikaları almakla sadece maliyetimizi artırdığımızı gördük. Dernek geneli için konuşuyorum. Bizler kendi maliyetlerimizi artırdığımız gibi bu arada kayıt dışı çalışan firmaların da kâr marjını artırdık. Çünkü biz belirli bir standarda yükselip o standartta imalatı yapar ve hizmet verir hale gelince haliyle oluşan boşluk kâr marjı olarak bu eğilimde olmayan firmalara farklı şekilde yansıdı. Daha acı bir tecrübemiz de var. Türkiye’nin önde gelen rafinelerinden birisin-de iskele alımıyla ilgili bir şartname düzenlenmiş. Şartnamede bakıyorsunuz Alman DIBT var, Fransız NF var, Benelüks’ten. İngiltere’den başka onay ve standart belgesi isteniyor. Kendi ülkemizin büyük bir kuruluşunda TSE’nin adı geçmiyor. Yerli ve Milli şirketler olarak bel-ki bizi dikkate almıyorsunuz, ama TSE’nin dikkate alınmıyor olması kendi ülkemizde bizi bir Türk vatandaşı olarak yaralıyor dedik. Bunun için bir yazı yazdık kendilerine, sağ olsunlar ilgilendiler. Yakında bir cevap vereceklerini de söylediler. Ne yazık ki böyle örnekler de var. Biz maalesef ülke olarak kendi kurumları-mızı o akreditasyon saygınlığına eriştiremiyoruz. Bu çok acı. Üniversite Sanayi Birliği ile ilgili bizim firma olarak bir tecrübemiz var. Biz TÜBİTAK’la beraber pek çok AR-GE çalışması yaptık. Bunlardan birinde de testleri Kocaeli Üniversitesi’ne yaptıralım dedik. Dekanla laboratuvarın başındaki Profesör arasında kişisel bir problemden dolayı sonuç raporunu almakta zorlandık -artık deadline’a geliyoruz, dosyayı kapatmamız lazım- tek çare Kocaeli Sanayi Odası Başkanı ile Rektörü araya koyarak aralarını bularak hazırlanmış rapora Dekan’ın imzasını alabildik. Ülkemizde doğru işlemeyen bu tür şeyler de var. Firma olarak da sektör olarak da üniversitelerle çalışmaya çok dikkat ediyoruz ama bu tür şanssızlıklar da yaşanıyor. Yine TSE ve Üniversite ilişkisine değinmek istiyorum. TSE ile ilgili standartlar gibi konularla ilgili çalışma yaparken haliyle testler de gerekiyor. Biz istiyoruz ki küçük veya büyük üniversitelerin akredite olması gibi bir talebimiz var onu bile kabul ettirmekte zorluk çekiyoruz. Bu ülkenin kendi içindeki zorluklar. Benim özellikle kendi şirketimde de bizim yüzde 92’ye kadar ihracata çalıştığımız dönemler oldu. Hedef olarak hep ihracatı gördük onun da sebebi kendimizi yurt dışında daha iyi ifade ediyor ve da-ha fazla katma değer sağlayabiliyor olmamız. Ama gördüğüm kadarıyla masanın çevresindeki herkes içerde güçlü olmak gerektiği konusunda hemfikir ama herkes içerde mutsuz. Burada gerçekten ters giden bir şeyler var demektir. İçeride bizim sermaye birikimi sağlayıp AR-GE’ye ve farklılaşmaya yönelik kaynak yaratmaya çalışmamız gerekirken bunu içerde yapamıyoruz. İç pazarda birtakım sıkıntılarımız var. Bu çok geriden gelen ama aşmamız gereken bir problem. Bunun haricinde sertifikasyonlarla ilgili yüksek maliyetler olması sebebiyle küçük şirketler rekabet ortamına dayanamayarak belki konsolide olacaklar. Ben kendi sektörüm ve İKSD olarak konuştuğumda şunu hedefliyorum. Bir kere firmalar olarak fiyat rekabetinden uzaklaşmamız lazım. Çünkü bütün firmalar benzer ürünleri üretiyor ve sonuçta iş sadece fiyat rekabetine kalıyor. Ürün ve hizmet anlamında konsolidasyonlar gerekli. Globalleşen dünyada, uluslararası sertifikasyonları alma ve uluslararası derneklere katılma konusundaki zorlukları aşmak anlamında, belki bizlerin bir araya gelip yurt dışında bu derneklerin zaten üyesi olan ve hali hazırda bu tür sertifikasyonları elinde tutan yabancı firmaları satın alması, dış pazarlara açılmak anlamında daha hızlı olacaktır diye düşünüyorum.
NURİ BULUT: 90’lı yıllarda bir özel bankaya kredi müracaatı yaptık. Çok enteresan sorular sordular: “Başka firmalar da var bu işe giren” diye kurulu kapasiteleri, öngörülen fiyatları sorguladılar. “Siz satış miktarlarınızı bu tablo şartlarında, bu fiyatlar ile yapabileceğinize inanıyor musunuz” dediler. Kredi karşılığında her türlü ipotek, teminatı zaten veriyoruz, Türkiye’nin en büyük holdingine ait bir şirketiz, çok şaşırdık. Krediyi alıp yatırımımızı yaptık ama, da-ha sonra başka bankalar tarafından bu incele-meler yapılmadan, Türkiye’de kurulu kapasite ne oluyor, ne bitiyor, nasıl geri ödenecek demeden piyasaya irili ufaklı yatırım kredileri verildi. Ve, ilk ekonomik daralmada firmaların zora düştüğünü, tesislerinin, hatlarının satıldığını yaşadık. Bu kontrolsüz yatırım bugün de devam ediyor, bugün de ölçek ekonomisi, kurulu kapa-siteler dikkate alınmadan, yatırım kredisi alan, teşvik kullanan firmalar var ve bu da orta vade-de bankalar ve ülke için kayıp olacaktır.
OKTAY ALPTEKİN: Bir somut öneri getirmek istiyorum. Biz ihtiyacımız olan nitelikteki elemanları bulmakta sıkıntı çektiğimizi söylüyoruz. 20 yıl sonra acaba bizim sektörümüzde, diğer sektörlerde hangi mesleklere ihtiyaç duyulacak? Hangi meslek yüzde kaç olasılıkla kalacak? Birçok ülke kendi için bunun araştırmasını yapıyor. Türkiye’de devletin eğer bir planı varsa acilen bunu bütün sektörler ve meslekler bazında yapmalı. Mesela şoförlerin yüzde 99’u kalkacak. Düz avukatların yüzde 98’i kalkacak. Doktorların yüzde 95’i olmayacak. Kasiyerlik mesleği ortadan kalkacak. Muhasebecilerin yüzde 95’i kalkacak. Biz hala bütün okullarda bunları yetiştiriyoruz. 20 yıl sonra hangi meslekler kalacaksa onun öğretmenlerinin şimdiden yetişmeye başlaması lazım. Öğretmenlerin, eğitim alanlarının belirlenmesi lazım. Bu konuda ciddi araştırmalar yapılmalı. Bugün olmayan hangi yeni meslekler ortaya çıkacak? Dijital teknoloji diyoruz. Birçok meslek sektörel bazda, 20 yıl sonra dünyanın en fazla eleman istihdam ettiği bir sektör bilişim sektörü olacak. Bu konuda hiçbir hazırlığımız yok. Biz liberal ekonomi yaşayan bir ülkeyiz. Devletin esas burada geleceği planlaması gerekir. Ben şirkette değişik dönemlerde genel Türkiye bazında bir takım acil borçları kapatabilmeleri için yapılan desteklere tamamen karşıyım. Bu iflasların geciktirilmesi anlamına gelir. Liberal ekonomiyi ayakta tutan iflaslardır. KOBİ’lerin Türkiye’de şu anda yüzde kaçının aslında fiilen iflas ettiği hesaplandığında korkunç masraflar ortaya çıkacaktır.
FERDİ ERDOĞAN: Finansman konusunda çok önemli bir bilgi de paylaşmam gerekiyor. Şu an-da inşaat sektöründe belki de hızlı projelerin hayatta olduğu bir dönemde bir müzik çalıyor ve herkes dans ediyor. Ama müzik durduğu zaman kimin kalacağı ile ilgili ciddi şüphem var. Çünkü bakıyorum; Bileşik Endeks, yüz üzerin-den 100. Diyoruz ki durumumuz iyi. Yurt içi Satış Endeksi 100 üzerinden 178. Muhteşem! İhracat 100 üzerinden 140. Harika! Üretim Endeksi 100 üzerinden 184. Ciro Endeksi 100 üzerinden 190. Cirolarımız gayet iyi deniliyor. Her şey yukarıya doğru. Aşağı doğru giden tek şey tahsilat. 100 üzerinden 50. Gittikçe aşağıya doğru seyre-den bir grafik var ve Güven Endeksi yüz üzerinden 48’lerde seyrediyor. Herkes bir ara barter yapmaya güvendi. Barter ile yapılan ticaret sonrası ikinci el konutlar, malzemecilerin elinde birikmiş vaziyette. Dolayısıyla onlar da satılamayınca ciddi zorluklar başlayacak ve işlerini zor döndürecekler. KGF, bir dönem sünger çekti ama bu dönemde bizi zorlayacak bir hayat bekliyor. Yurt içinde ciddi bir tahsilat problemi var. Bu yurt içindeki durum. Yurt dışında da alacak sigortası ve tahsilat için Eximbank kredisinin kullanılması imkanını her ülkeye vermiyorlar. İhracatı teşvik ettiğimiz bazı ülkeler ise risk nedeniyle Eximbank’ın da limitlerinin ve kapsamının dışında kalıyor. Dolayısıyla zor bir hayat da orada ihracatçıları bekliyor. Bu vesileyle inşaat sektöründe malzemecinin hayatını kısaca özetlemeye çalıştım.
ÖZGÜR ÜZELTÜRK: Ben kısaca görüşmediğimiz birkaç konuya değinmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi ihracatla ilgili. Türkiye’de yapı fuarlarına birçok firma katılıyor diyoruz ama ihracat fuarlarına çok az firmamız katılıyor. Bunun da en önemli etkeni Türkiye’deki inşaat sektöründeki firmaların uluslararası firmalar olması ve yurt dışındaki bazı ihracat alanlarına Türkiye’den firmaların katılmaması. En son Fransa’daki bir fuar vardı. Çok az sayıda Türk firması katılıyordu ve Türkiye’de üretim yapan firmalardı. Nasıl çözüm sağlayabiliriz? Özellikle derneklerimizin çalışmalarında bu firmaları desteklemesini bekliyoruz. Teşviklerde de bu firmaların Türkiye’den üretim yapıp ihracat atağı yapan firmaların desteklenmesini bekliyoruz. Türkiye’de buna en iyi örnek seramikçilerimiz. Seramik Federasyonu oldukça etkin bir ihracat çalışması yapıyor. Bu arada ticaret ataşeliklerimizin de yurt dışında daha etkin çalışmasını bekliyoruz. Eskiye nazaran oldukça iyiler ama yeterli de görmüyoruz açıkçası. Bir ülkeye gittiğinizde araştırma yapmak için teşvik edildiklerini görüyoruz. Zaman açısından da kolay bir şey değil. Ticaret ataşeliklerimizin tüm sektörlerde olduğu gibi inşaat sektöründe de çalışma yapmış olması bizi bilgilendirmesi gerekiyor ki daha çok bu ülkelerde atak yapabilelim. Detaylı çalışma yapabilelim. Şimdi kanun tabi ki de çok önemli. Biz yarın uyandığımızda yeni bir yönetmelik yeni bir yasa veya problemle uğraşmak istemiyoruz. Ama maalesef uğraşıyoruz. En son örneğini Irak’ta gördük. Daha önce Cezayir ihracatlarımızda gördük. Bir sabah baktık ki kalite denetimi TIR üzerinde yapılacak. Biz kendi ürünlerimizin sonucunu yaklaşık bir buçuk ayda alıyoruz. TIRın üzerine çıkacak bir kalite görevlisinin dakikalar içerisinde kalite onayı vermesi şaka olmalı dedik. Hatta ihracatçılar meclisinde de bu tartışıldı. Bizi eğitime aldılar. Kaliteli ürün üretmeli ve ihraç etmeliyiz dediler. Irak hükümeti kaliteli ürün istiyor.
DÜNDAR YETİŞENER: Ben bir konuyu ihracat açısından tekrar vurgulamak istiyorum. Özellikle bizim sektörümüz için. Yapı malzemelerinde ihracatın olmazsa olmaz başlangıç noktası projecilik yani mühendislik ve mimarlık. Bu konuda bizim yurt dışına yapacağımız her ihracatta yurt dışındaki projecilerle çok yakın ilişki ve iletişim içinde olmamız şart. Aslında pazarlamayı orada yapmamız lazım. Projecilik konusuna ülkemizde yurt dışındaki kadar önem verilmiyor maalesef. Aslında bunun önemi anlaşılmış olsaydı bugün dünyanın birçok önemli proje grubu ile bütün yapı malzemesi üreticilerinin birebir iletişim içinde olması gerekiyordu. Bu; yapı malzemelerindeki ihracatın eksikliğinin veya pazara yeterince girememiş olma-mızın en önemli sebebi ve çıkış noktası. Burada sadece bizim teşhisi koymamız yeterli değil. Devletin mutlaka sahip çıkması lazım. Aynı şekilde, yurt dışındaki proje grupları ile yapılacak pazarlama çalışmalarının farklı bir şekilde desteklenmesi teşvik edilmesi lazım.
MUSTAFA TOLUNAY: Prefabrike Ön Üretimli Yapılar, Yaşam Konteynerleri, Hafif Çelik Yapı Sistemleri, Çelik Yapı Profilleri ve Cephe Çatı kaplamaları sektöründe uzun yıllardır çalışıyorum. Finansla ilgili olarak öncelikle tahsilâta değinmek istiyorum. Ortadoğu ve özellikle çevremizdeki sosyo politik gelişmeler her sektörü etkilediği gibi yapı malzemeleri sektörünü de aynı düzeyde etkilemiştir. Sektörümüzde yer alan firmalar hem bizim rakibimiz hem de dostlarımızdır. Tahsilattan dolayı zorluk çeken firmaların varlığını piyasalarda üzülerek takip ediyoruz. Ağır çelik ve hafif çelik sektöründe ihracat yapan firmalarımızda yaşanan ciddi maddi zorlukları üzülerek duyuyoruz. Bu firmaların ortak özelliğini değerlendirdiğimizde ise karşımıza ellerinde işleri varken sıkıntılı duruma düşmeleri çıkıyor. Fildişi, Almanya, Libya, Irak’ta yaptıkları işlerde tahsilat sıkıntıları çektiklerini biliyoruz. Bu durumun gerçekten son derece önemli bir konu olduğunu düşünmekteyiz. Biz ülkemiz yararına, insanlarımız için olumlu kazanımlar sağlamayı hedefliyoruz, ihracat yapmaya çalışıyoruz ama burada gerçekten de sözde değil, özde iş birliği yapmamız gerektiği düşüncesindeyiz. Bu işbirliğinin en sağlam adımlarla yapılandırılabilmesinin başlangıcının; mimarlar, mühendisler, konusunda uzman teknik ekipler ve müşavirler olduğunu düşünüyoruz. Müşavirlere, mimarlara, yurtdışı müteahhitlerimize ödül sistemi getirmemiz gerekliliğini öngörmekteyiz. Yurtdışındaki projelerde Türk Mallarını, yerli ürünleri; projenin belli bir yüzdesinde şartnameye yazan müşavirlere bazı kolaylıklar getirilebilir. Aynı şekilde müteahhitlerimiz yurtdışı projelerde belli bir yüzde ile Türkiye’den yapı malzemesi alırsa bu da belli bir sistemle ödüllendirilebilir. Müşavirlerimiz yurt dışı projelerde yerli malzemelerin kullanılmasını sağlamaları durumunda bunun bir karşılığının, ödülünün olmasının çok fayda getireceğini düşünüyoruz. Bu sağlandığında hep birlikte iş birliği, güç birliğinden söz edebiliriz. Milli duygularla hareket etmek ve bunun bir miktar da maddi getirisinin olması ülkemiz için son derece faydalı olacaktır. Aynı zamanda istihdam konusunda da sürdürüle-bilirliği getirecektir. İhracatta yapılacak olan bu iş ve güç birlikteliğinin milli politikaya dönüşmesi; Yapı sektörünün sürdürülebilir olarak büyümesini sağlayacaktır.
TAYFUN KÜÇÜKOĞLU: Ben yine ülkemizin rekabetçilik seviyesinin artmasıyla ilgili konuya dönmek istiyorum. Biz sanayiciler olarak özellikle bankacılık sektörünün, Avrupa çapında iyi bir bankacılık sektörü olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. İç piyasada aynı zamanda da dağıtım kanalının bankacılık sektöründen beklediği ihtiyacı karşılayarak yürüyoruz. Yani bayilerimizin finansman ihtiyacını gelişme ihtiyacını bizler karşılıyoruz. Şimdi ülkemizde bir rekabetçilik seviyesi rakip ülkelere ve uluslararası firmalara göre artacaksa sanayicinin sanayicilikte kaynaklarını kullanarak gelişmesi lazım. Bankacılık sektörünün de kanal finansmanında taşın altına elini koyması lazım. Burada sanayi sektörünün yakasına yapışarak kredilendirmek bence kolay bir yol. Dolayısıyla ülkemiz gelişecekse, rekabetçilik seviyesi ileri gidecekse bankacılık sektörünün yapı kanalın-da daha aktif hale gelme mecburiyeti var. Beklentimiz büyük.
YALÇIN MADENCİ: Finans sektörünün reel sektöre bakış açısına dair detaylı sorular geldi. Öncelikle finans sektörünün geçtiğimiz yıl yaşanan tüm olumsuz gelişmelere rağmen iyi bir sınav verdiğini söylemek gerekir. 2008 sonrasında oynak kur seviyeleri, faiz oranlarındaki değişimler tabi ki firmaları zorladı, bunları he-pimiz biliyoruz. Ama finans sektörü, tüm bunlara rağmen elinden geldiği kadar hatta daha da fazlasıyla reel sektörü her anlamda desteklemek için elinden geleni yaptı diye düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse, 2015 yılının sonlarına doğru turizm sektöründe ciddi sıkıntılar yaşandı. Bu dönemde bankalar sektöre destek vermeseydi, çok ciddi takipler yaşanır firmalar sıkıntıya düşerdi. Ancak finans sektörü bu noktada reel sektöre destek oldu ve bugün gelinen noktada bu firmalar faaliyetlerine devam ediyor. İnşaat sektörüne baktığımızda ise, bu sektörde faaliyet gösteren firmaların 2015 yılının ortalarından itibaren ciddi anlamda satış ve birikimli stokla faaliyet gösterme problemiyle karşı karşıya kaldığı hepimizin malumu. Bankalar, bu sektörde de firmaların yanında yer aldı ve gerektiğinde kredileri yapılandırdı gerektiğinde ödemelerini öteledi. Kendi imkanları ile bu sektörde faaliyet gösterip de sorun yaşayan firmaları düzlüğe çıkartmak için çalıştı. Tam bunların üzerine 15 Temmuz hadisesi yaşadık, maalesef bu hain girişimin ardından ülkemize olan yabancı ilgisinde kayda değer azalma yaşandığını da hep birlikte gördük. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen finans sektöründe kredilerin sürekli büyüdüğü de göz ardı edilemez bir gerçektir. Güncel verilere göre Türk Bankacılık sektöründeki krediler toplamı 2,1 trilyon TL’ye ulaşmış olup, bankaların temel finansman kaynağı olan mevduat toplamı ise yaklaşık 1.8 trilyon TL’dır. Kredi/mevduat karşılaştırması yapıldığında, mevduat toplamının aleyhine 300 milyar TL bir açık olduğunu görmekteyiz. Aradaki bu fark bankalarımız tarafından muhtelif kaynaklardan borçlanmak suretiyle karşılan-maktadır. Aslında Türkiye’de bankalarımızın buldukları tüm fonları reel sektörün ve bireylerin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla bu kesimlerin istifadesine sunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bankaların mevduat dışı kaynaklarından birisi olan sendikasyon ve sermaye benzeri kredilerde de son birkaç yılda, önceki dönemlerde olduğu kadar uygun fiyat ve vadelerle kaynak temin edemediğini belirtmek isterim. Ayrıca mevduat ve kredi müşterilerimizin talep ettikleri vadelerinde ciddi anlamda uyumsuzluklar bulunduğunu da belirtmekte fayda var. Öyle ki mevduat sahipleri mevduatlarını mümkün olan en kısa vadede bankalara borç olarak verirken, kredi kullanmayı talep edenlerin çok büyük bir çoğunluğu ise mümkün olan en uzun vadede ve sabit maliyetlerle kredi kullanmayı arzu etmektedir. Bu nokta-da bankalar, tam olarak ciddi bir hazine oprasyonu sürecini yönetmekte, ağırlıklı sabit getiriye sahip alacaklarıyla, gelişmelere duyarlı değişken maliyetlerini karşılama çabası göstermektedirler. Tüm bunlardan sonra, geldiğimiz noktada baktığımızda Türkiye Halk Bankası olarak, sektörün kredilerde yüzde 15 seviyelerinde büyüdüğü 2017 yılında, kredilerimizi sek-törün oldukça üzerinde bir seviye olan yüzde 29 oranında artırarak kaynaklarımızı müşterilerimizin istifadesine sunduğumuzu gururla ifade etmek istiyorum. Kredilerimizde 2017 yılında yaşanan gelişmeden bahsederken Kredi Garanti Fonu (KGF) kefaletiyle kullandırılan kredilerden de bahsetmek gerekir. 2017 yılı için-de ağırlıklı olarak, kredi kullanımında teminat yaratmakta zorlandıklarını gördüğümüz KOBİ olarak nitelendirdiğimiz müşterilerimizin yararlandığı, KGF teminatlı kredilerde yaklaşık 22 milyar TL kredi kullandırımı gerçekleştirerek, bu alanda en fazla kredi kullandıran banka olduk. Bu yolla 2017 yılında müşterilerimizin ihtiyaç duydukları can suyunu işletmelerine sağlamış olduk. Biz Halk’ın bankası olarak, hal-kımızın ihtiyaç ve taleplerine kayıtsız kalamı-yor ve bünyemize aldığımız bir müşterimizden yaşadığı ufak sıkıntılar karşısında hemen vazgeçemiyoruz.
Esnafın, zanaatkârın, KOBİ’lerin ve büyük/küçük tüm sanayi/ticaret firmaları ile bireylerin zor günlerinde, kriz dönemlerinde “kara gün dostu“ olmakla övünüyoruz. Sonuçta, reel sektörde ister yerli ister yabancı olsun Türkiye’de yatırım yapmış herkese elimizdeki tüm imkânlarla destek veriyoruz. Burada özellikle sizlerin faaliyet gösterdiği sektörle ilgili konuşurken, uluslararası müteahhitleri, üretip-satanları ve üretip-satıp-uygulamasını yapanları ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu firma gruplarının her birinin ihtiyaçları birbirinden farklıdır. Bir kısmı faaliyetleri için nakit krediye ihtiyaç duyarken, bir kısmının finansal ihtiyacı tamamen gayri nakit kredilerden oluşuyor. Bu toplantıya katılımım bildirildiğinde, Bankamızdan bazı rakamsal verileri temin etmek ihtiyacı hissettim. Özellikle bahsetmek gerekirse, İMSAD çatısı altında faaliyet gösteren sektörlerde yer alan Bankamız müşterileri-ne Halk Bankası nezdinde kullandırılan kredilerin toplamının yaklaşık 9 milyar TL olduğunu söylemek isterim. Bankamızın genel kredi top-lamının yaklaşık 190 milyar TL olduğunu göz önünde bulundurursanız, bu tutarın hiç de azımsanamayacak bir tutar olduğunu söyleye-biliriz. Bu 9 milyar TL’nin 3 milyar TL kısmını gayri nakit, 6 milyar TL kısmını ise nakit krediler oluşturuyor. Gayri nakit kredilerin içinde ağırlıklı kısım teminat mektuplarından oluşurken, bir kısmını da Eximbank kaynaklı kredilerin teminatını oluşturmak üzere kullandırılan gayri nakit krediler oluşturmaktadır. Eximbank kredileriyle ilgili olarak, Bankaların kendileri-ne tanımlanan limitler ve Eximbank’ın kendi imkanları dahilinde sevk öncesi ve sevk sonrası işletme kredilerine aracılık edebildiğimiz gibi, firmalara Eximbank tarafından tahsis edilen reeskont/işletme/yatırım kredilerinin teminatını oluşturmak üzere gayri nakit krediler kullandırmaktayız. Ancak burada, kredi temini için kullandırılan gayri nakit krediler olarak değerlendirilmesi nedeniyle, Eximbank kredilerinin teminatını oluşturmak üzere kullandırılan gayri nakit kredilerin, BDDK uygulamaları gereği, nakit kredi karşılık oranlarıyla aynı karşılık oranlarından dikkate alınmasının, bankaların sermaye yeterliliği üzerinde olumsuz etki yaratmalarına neden olması sorununun çözülme-si gerekliliğinden bahsetmekte yarar var. Ancak tüm bunlara rağmen, banka olarak ihracatçılarımızın ihtiyaç duyduğu tüm enstrümanları onların kullanımına sunmaya devam etmekteyiz.
FERDİ ERDOĞAN: İç pazarda konut işi önü-müzdeki dönemde tıkanacak gibi. İnsanlar dü-şük maliyetlerle borçlanamıyor, kredi alamı-yorlar. Enflasyonun önümüzdeki 2 sene daha yüzde 10’un altına düşmesi zor gözüküyor, arz talep dengesi gibi maliyet fiyat dengesi de sür-dürülebilir seviyelere gelmeli. Faizlerin de yüzde 10’un altına düşmeyecek gibi. Oysa insanla-rın uzun vadeli borçlanarak, örneğin 25-30 sene; yıllık maksimum yüzde 5 gibi faizlerle mortgage kredisi alıp konut sahibi olmalarının yolu açıl-masıyla hem bu stokları eritmesi, hem de plan-lı bir şekilde sürdürülebilir kentsel dönüşümün yapılması hayal midir? Siz faizler ile ilgili ne ön görüyorsunuz?
YALÇIN MADENCİ: Finansal piyasaların derinliğine bağlı olarak, mortgage vadelerinin uzaması konusu her zaman gündemde. Ancak bence, Türkiye’de oluşturulan mortgage ürününü, yurt dışında mevcut mortgage fonlarıyla aynı kategoride değerlendirmemek lazım. Katılımcı ve fon çeşitliliği, fonların alt piyasalarda alınıp-satılabilme-si gibi konular bakımından Türkiye ve Yurtdışı mortgage fonları ayrışmakta. Bugün Türkiye’de kullanılan konut kredilerinin adı mortgage kredileri olmakla birlikte bunları, aslında bireylerin daha uzun vade ve uygun maliyetlerle konut alabilmesine dönük olarak hazırlanmış bir çeşit konut kredisi olarak düşünmek gerekmektedir. İnşallah fon çeşitliliği ve büyüklüğü arttıkça daha uzun vadeli ve daha uygun maliyetli mortgage kredilerini vatandaşlarımızın kullanımına sunma imkânımız olacaktır. Alacak sigortası konusunda ise bundan birkaç yıl önce bir ön çalışma yapmış olmamıza rağmen hayata geçiremediğimizi belirtmek isterim. Türkiye’de bildiğiniz üzere birkaç özel firma dışında, ihracat alacakları Eximbank tarafından sigortalanmakta. Önümüzdeki günlerde umarım borçlu ve alacaklı bakımından çok ciddi bir dataya sahip bankaların bu konuda girişimleri olur. Türkiye Halk Ban-kası, tüm segmentlerde yaklaşık 2 milyon aktif müşterisi olan, Türkiye’de her yıl KOBİ’lere kullandırılan kredilerin önemli bir kısmını tek başına kullandıran, Eylül 2017 itibariyle aktif büyüklüğü bakımından Türkiye’nin en büyük 5. kredi büyüklüğü bakımından ise 4. büyük bankası olan bir kurum. Bankamız, üst yönetiminin çizdiği vizyon ve temel stratejiler doğrultusunda, gelişimini sürdürerek, kaynaklarını en efektif bir şekilde tüm müşterilerinin kullanımına sunmaya devam edecektir. Önümüzdeki yıllarda Sayın Genel Müdürümüzün defaatle belirttiği üze-re, “Üreten Türkiye’nin Bankası Olmak” temel vizyonu “Bölgenin Lider KOBİ Bankası Olmak” hedefi doğrultusunda, Bankamız kaynaklarının önemli bir kısmı KOBİ’lerimize kredi olarak kullandırılacaktır. Türkiye Halk Bankası olarak, durup dinlenmeden çalışarak, Ülkemizin kalkınmasına verdiğimiz desteğin artarak süreceğini ifade etmekten mutluluk duyuyor ve bu toplantıya iştirak eden tüm katılımcılara tekrar teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. _