Amerikalı gazeteci Turkishtime'a yazdı: Trump, dünya ticaretini nasıl etkiler?

İstanbul'daki Amerikalı bir mühendislik firmasının üst düzey bir yöneticisinin de dediği gibi: "Tüm bu seçim propagandası sona erdiğinde işler yine aynı tas aynı hamam olacak." Trump, Amerika’yı dünyadan soyutlamanın ekonomik bir felakete neden olacağını fark edecek kadar işadamıdır.
YAZI Andy Smith
Global Connection gazetecisi, Huffington Post yazarı
ABD başkanlık seçimlerinin sonuçları açıklandığında küresel kamuoyunun ağzı açık kaldı: Hiç kimse siyasetin dışından gelen ve itibarı en iyi ihtimalle hem iyi hem kötü denebilecek bir iş adamının gezegende seçimle gelinebilecek en güçlü makama seçilmesini gerçekten de beklemiyordu. Ama işte, sonuç çoğunluğu gafil avladı: Donald Trump - milyarder emlak kralı, renkli medya karakteri ve ya sevilen ya da nefret edilen adam - Oval Ofis’te Obama’nın halefi olarak seçildi. Donald Trump – Seçilmiş Başkan! Şimdi ortalık yatışırken bir soru bütün dünyayı geceleri uykusuz bırakıyor: Trump’ın başkanlığı bizim için ne anlama gelecek? Bir takım cevaplar bulma çabasına girelim…
Sosyal medya Donald Trump’ın zaferine gösterilen tepkilerle kaynıyor, kimisi coşkulu, çoğu şaşkın. “It’s the End of the World as We know it” (Bildiğimiz Dünyanın Sonu Geldi) her yerde paylaşılırken, birçok sosyal medya aktivisti Amerikan siyasetinde ve toplumunda yanlış olan her şeyin - ırkçılığın, cinsiyetçiliğin, neo-liberal turbo kapitalizmin - vücut bulmuş hali olarak gördükleri bir adamın galibiyetini kabullenmek zorunda kalmanın şokunu atlatıyor. Ve gerçekten de seçimlerden yalnızca bir gün sonra ABD’nin her yerinde sokaklar Trump karşıtı gösterilerle dolup taştı. Liberal ve kentli Trump muhaliflerinin bugünkü sloganı “Not my President” (Benim Başkanım Değil). Seçim kampanyası sırasında Donald Trump'ın saldırdığı azınlık gruplarıyla, yani Hispanikler, Afrikalı-Amerikalılar ve Müslümanlar ile dayanışma göstermek isteyenler sembolik birer çengelli iğne taktılar. Ve daha uzaklarda, AB, Çin, Japonya ve Ortadoğu başkentlerinde dünya liderleri hiç zaman kaybetmeyerek, seçilmiş Başkan Donald Trump'ı ortalığı fazla karıştırmamaya ve "Amerika'nın dünyadaki rolüne sadık kalmaya" davet ettiler. Yani net bir şekilde görülüyor ki dünya endişeli ve bütün bunların ne anlama geldiğinden emin değil. Fakat endişelenmekte haklılar mı? Donald Trump Washington DC'de gücü eline alır almaz bildiğimiz dünya gerçekten de sona mı erecek? Daha yakından bir bakalım.
Trump'ın seçim kampanyasının ana sloganı "Amerika’yı Yeniden Büyük Yapmak" idi. Bu basit şiar, en çok ABD'nin geçtiğimiz on yılın gelişmelerinin kendilerini yalnızca olumsuz yönde etkilediğini düşünen toplum kesimlerinde yankı buldu. Onlara göre küreselleşme işlerini kaybetmelerine sebep oldu, kalan işlerin maaşlarının düşürdü, onlar ailelerine başlarını sokabilecekleri bir yuva sağlamaya çabalarken küçük bir seçkinler grubunu her zamankinden daha zengin yaptı ve yeni göçmenleri kayırırken onlara Amerikan Rüyasından bir parçayı çok gördü. Ve görünüşte kendi rahatsızlıklarının belirtilerini tespit etmekte o kadar da yanılmıyorlar: Çelik fabrikaları, otomobil üreticileri veya kömür madenciliği gibi mavi yakalılara toplu iş imkanı sağlayan eski ağır sanayiler ölüyor. Maaşlar ve ücretler duraklıyor, geçim masraflarındaki artışa yetişemiyorlar. Sosyal mobilitenin motoru olan eğitim, okul harçlarının artması ve devlet okullarına yapılan yatırımın azalmasıyla birlikte artık bir haktan çok ayrıcalık. Bütün bunlar İç Amerika'nın artan giderler ve küçülen gelirler nedeniyle iki arada bir derede kaldığı anlamına geliyor; bunun kaçınılmaz sonucu ağır bir borç yükü ve karamsar bir bakış açısı.
Ancak hastalıklarda sıklıkla yapıldığı gibi belirtiler ve sebepler birbirine karıştırılıyor ve gerçekten iyileştirmek yerine ağrıları kesen bir tedavi sunuluyor. Amerikan ağır sanayiinin gerileyişinde suç yasal çerçeve ve yatırımcı davranışları gibi yerel etkenlere değil yabancı rekabete atılıyor. Maaşlardaki cansız büyüme Meksika ve Çin'deki ucuz işçi çalıştıran sanayiler işaret edilerek açıklanıyor. İyi gelirli istihdam kıtlığı, yeni göçmenlerin "Amerikalı işçilerinin işlerini ellerinden almalarına" bağlanıyor. Tamamen yanlış olmamakla birlikte bu argüman yerel sanayide yatırımcı getirilerinin artırılması için çalışan maliyetlerinin düşürülmesi yönündeki finans stratejilerini ve göçmenlerin çoğu Amerikalının haklı olarak kabul etmeyeceği koşullarda çalışıyor olduğu gerçeğini görmezden geliyor. Ve İç Amerika'nın çektiği sosyal ve ekonomik acının daha derindeki asıl sebeplerine dikkati çekmektense, Donald Trump, kulağa soyutlamacı bir manifesto gibi gelen basit bir popülist program geliştirmekte: Çin ile ticareti kes, uluslararası ticaret anlaşmalarından dön, toplu göçü durdur ve çok çalışan Amerikalılardan alınan vergileri kes. Oysa bunlar tamamen hayal!
Çin ile ticareti kesmek ya da en azından ithalata ağır vergiler koymak fiyatların anında yükselmesine ve % 71 ile ABD GSYH'sına önemli katkı sağlayan özel tüketimin düşmesine neden olur. Daha da kötüsü ticaretin dengesini bozar ve doların çökmesine neden olur, çünkü ABD'nin mevcut cari açığının büyük bir kısmı Çin'in dolar satın almasıyla finanse edilmekte. Çin elindeki dolarların sadece bir kısmını bile satsa neler olur bir hayal edin. Trump, telefonlarını Asya'da değil ABD'de üretmeye zorlayacağını söyleyerek Google ve Apple gibi teknoloji devlerini de kışkırttı. İlk bakışta bu desteklenesi bir plan gibi görünüyor. Ancak birçok gerçeği hesaba katmayı ihmal eden bir plan bu: Fiyatlandırmadan ve dolayısıyla pazarlanabilirlikten sanayi süreçlerine kadar… Sonuç, sürücüsüz elektrikli araçlar gibi geleceğin ürünlerine yatırılan değerli gelir akışlarının öldürülmesiyle yerel yüksek teknoloji altyapısının zayıflatılması olacaktır.
NAFTA veya TTIP gibi uluslararası ticaret anlaşmalarından çekilmek istemekle ilgili de benzer sorunlar var. Amerika net ithalatçı bir ülke. Bunlar yalnızca hazır tüketici ürünleri değil, ABD sanayiinin değer yaratma zincirinde ihtiyaç duyulan sanayii yarı ürünleri. Kendisini bu pazarlardan soyutlaması veya bu ithal edilen ürünleri önemli ölçüde pahalı hale getirmesi ABD'yi kötü etkileyecektir. ABD dış ticaretinin % 60'ından fazlası ya NAFTA ve AB ortakları ile ya da Çin’le yapılmakta. Öyleyse sonucun daha az işsizlik değil aksine daha çok işsizlik olacağını bile bile neden öfkeyle kalkıp zararla oturasınız. Konu yerel politikalara geldiğinde ise işler hemen "Ekonomi böyledir işte, şaşkın!" sözüne indirgenecektir. Ve seçim süresince sergilediği popülist duruşuna rağmen Donald Turmp kampanya sözlerinin bire bir yerine getirilmesinin ABD'yi bir sanayi devi olduğu zamanlara geri götürmek yerine ekonomik bir felakete neden olacağını fark edecek kadar işadamıdır.
İnsanları Trump'ı destekleme ya da ona muhalefet olma yönünde ateşleyen bir başka seçim vaadi de ABD'nin Meksika sınırına duvar inşa etme sözü ve Müslümanların ABD'ye göçünün durdurulması önerisiydi. Çoğu uluslararası gözlemci bu teklifler karşısında şoke oldu ve Trump ırkçılıkla suçlandı. Bu politikalar ABD seçmeninin bir kısmının hoşuna gitmiş de olsa, seçilmiş Başkan muhtemelen böyle bir politikanın ileriyi görmekten aciz olduğunu anlayabilecek kadar gerçekçidir. Donald Trump'ın kendisi New York'un yerlisidir ve bu nedenle dünyanın her yerinden gelip hayatlarını kazanmaya çalışan göçmenlerin olduğu bir yerin canlı doğası ve ekonomik potansiyelini takdir ediyordur. Bir işadamı olarak, konu yeni fırsatlar bulmak olduğunda, dar görüşlülükten ziyade açıklığın önemini anlamaktadır. Tribünlere oynamaya devam etmek zorunda kalacak olmasına rağmen bunlar muhtemelen pratik sonuçlar doğurmadan sözde kalacaktır: "Duymak istediklerini söylerim ama yapılması gerekeni yaparım" gibi. Ne de olsa ABD geçtiğimiz birkaç on yılda Meksika ile ticaret ve sanayi ortaklığından aile bağlarına kadar çok yakın ilişkiler kurmuştur. Ayrıca ABD, uyduruk bir beton duvarın diğer tarafında, kuzeyde daha iyi bir gelecek bulma umudunun yarattığı güvenlik vanasının ortadan kaldırılmasıyla Meksika’nın sosyal ve ekonomik açıdan patlamaya hazır hale gelmesini gerçekten ister mi? Kamusal söyleme rağmen, muhtemelen hayır.
Aynısı Trump'ın Müslümanlara karşı kullandığı sert dil için de geçerlidir. Çünkü, 1952 tarihli Göç ve Milliyet Kanunu uyarınca ABD Başkanının belirli grupların ABD'ye yerleşmesini yasaklama hakkı olmasına rağmen, Donald Trump neden Ortadoğu ve Asya'dan gelen genelde iyi eğitimli göçmen kaynağını dini inancına dayanarak kesmek istesin ki? Tabii ki ABD'ye karşı geniş çaplı bir terör eylemin Trump yönetiminin elini zorlama ihtimali vardır, fakat bu senaryo dışında yeni Başkanın Suudi Arabistan, Pakistan veya Türkiye gibi önemli stratejik ortaklarını geçerli bir sebep olmaksızın yabancılaştırması ihtimal dışıdır. Daha büyük tehditlere karşı savaşmak için Amerika'nın Müslüman dünyasının onun yanında olmasına ihtiyacı vardır ve Donald Trump veya onun baş danışmanları bunu çok iyi bilmektedir.
Sonuçta, burada, İstanbul'daki Amerikalı bir mühendislik firmasının üst düzey bir yöneticisinin de dediği gibi: "Tüm bu seçim propagandası sona erdiğinde işler yine aynı tas aynı hamam olacak." Ve kampanya sırasındaki sert söylemlere rağmen Trump'ın başkanlığının Amerika ve dünya için anlamı, öyle ya da böyle, bu olacak: aynı tas aynı hamam. Yani "Bildiğimiz dünya" sona ermeyecek, beğensek de beğenmesek de sadece devam edecek.