ÇORUM ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ

Anadolu’yu Karadeniz’e bağlayan köprü: Çorum OSB
Çorum Organize Sanayi Bölgesi (OSB) 1977 yılında 260 hektarlık bir alanda kurulmuştur. Çorum sanayisi, firmalar arası işbirliği ve ortaklık kültürü sayesinde hızla gelişerek, özellikle makine, toprağa dayalı sanayi ve gıda imalatı alanlarında ülke çapında bir marka olmuştur. Hızlı bir büyüme gösteren Çorum OSB’ye 1997 yılında 177 hektar, 2006 yılında 13 hektar ve 2008 yılında da 215 hektarlık alanlar eklenerek, bölgenin toplam büyüklüğü 665 hektara çıkarılmıştır. Çorum OSB bünyesinde; imalat sanayi yanında, sanayicilerimize önemli destekler sağlayan KOSGEB Müdürlüğü’nün bulunması, standart ve buna bağlı kaliteli ve güvenli ürünlerin tescillendiği TSE Müdürlüğü ile ihracatçı firmalarımızın hızlı ve çabuk hareket etmelerini sağlayan ve hizmet veren Gümrük Müdürlüğü’nün de yer alması önemli bir kazanım olarak gözükmektedir.
Ayrıca, katma değerli ürünlerin sağladığı getirinin ana unsurunun Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarından geçtiği bir dünya ekonomisi gerçeğinden hareketle, bu kültürün işletmelerimiz bünyesinde yerleşik, hızlı ve sürdürülebilir kılınması amacıyla Teknokent’in OSB içinde kurulmuş olması; yine imalat sanayimizin ara ve nitelikli eleman ihtiyacının karşılanmasında önemli bir eğitim ve öğretim merkezi olan OSB Meslek Lisesi’nin de OSB içinde hizmet vermesi, Çorum Organize Sanayi Bölgesi’ni, kendi coğrafyasında önemli ve ayrıcalıklı bir yatırım merkezi haline getirmiştir.
Günümüzde Çorum ili olarak 138 farklı ülkeye ihracat yapan işletmelerimizin yoğunlaştığı bir merkez olan Çorum OSB’de, 16 farklı sektörde yaklaşık 114 firma faaliyetini sürdürmektedir. Çorum OSB’nin, son yıllarda daha tercih edilebilir bir konuma gelmesinde; Çorum’un coğrafi konumu itibarıyla Doğu Karadeniz’i Anadolu’ya bağlayan yol üzerinde olması, yapım ya da proje aşamasındaki yolların ve demiryolunun ulaşım açısından kolaylık sağlayacak durumda bulunması, makine sanayi başta olmak üzere uzmanlık düzeyinde sanayi kültürünün varlığı, her sektöre yönelik gelişme gösteren lojistik hizmetler ve üretimler, ticarete konu olan tarımsal ve sınai ürünlerdeki çeşitlilik, sermaye birikimi, eğitim ile iş dünyası arasında güçlü bağların kurulması gibi başlıklar etken faktörlerdir.
Çorum OSB, bugün tamamen bitirilmiş alt ve üst yapı yatırımları, sunduğu hizmetler, 5. Teşvik Bölgesindeki yatırım desteklerinden yararlanması, cazip arsa fiyatları ve uygun ödeme vadeleriyle yeni yatırımcılarımız için önemli bir fırsat merkezi haline gelmiştir.
Çetin Başaranhıncal
Çorum TSO Yönetim Kurulu BaşkanıÇorum OSB Yönetim Kurulu Başkan Vekili

Çorum sanayicisi dünyaya makine ihraç ediyor
Günümüzde 138 farklı ülkeye ihracat yapan işletmelerin yoğunlaştığı bir merkez olan Çorum OSB’de, 16 farklı sektörde yaklaşık 114 firma faaliyetini sürdürüyor. Çorum OSB, alt ve üst yapı yatırımları, sunduğu hizmetler, 5. Teşvik Bölgesindeki yatırım desteklerinden yararlanması, cazip arsa fiyatları ve uygun ödeme vadeleriyle yatırımcılar için önemli bir fırsat merkezi.
Çorum Organize Sanayi Bölgesi’nin, son yıllarda daha tercih edilebilir bir konuma gelmesinde kentin Doğu Karadeniz’i Anadolu’ya bağlayan yol üzerinde bulunması, yapım ya da proje aşamasındaki yolların ve demiryolunun ulaşım açısından kolaylık sağlayacak olması, makine sanayi başta olmak üzere uzmanlık düzeyinde sanayi kültürünün varlığı, her sektöre yönelik gelişme gösteren lojistik hizmetler ve üretimler, ticarete konu olan tarımsal ve sınai ürünlerdeki çeşitlilik, sermaye birikimi, eğitim ile iş dünyası arasında güçlü bağların kurulması gibi faktörler etkili.
Ercan Gegez: Bizleri ağırladığınız için hepinize teşekkür ediyorum. Bugüne kadar 46 adet Ortak Akıl Toplantısı yaptık. 2018 itibarıyla bu toplantıları organize sanayi bölgelerinde (OSB) yapıyoruz. Geçen yıl 12 OSB’de toplantı gerçekleşti. Bu yıl 15 ise şehri dolaşacağız. Bir önceki toplantı Sakarya’daki OSB’deydi, ikincisini Çorum’da yapıyoruz. İlk olarak açılış konuşmaları için sözü Sayın Vali Yardımcısı Recep Yüksel ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Sayın Mustafa Çödek’e vermek istiyorum. Ardından toplantıyı başlatacağım.
Recep Yüksel: Değerli katılımcılar, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sayın valimiz, bugün Ankara’da öngöremediği bir programı çıktığı için vali yardımcısı olarak benim katılmamı istediler. Ben de memnuniyetle aranızdayım. Başta Ercan Hocam olmak üzere Turkishtime’a, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Sayın Çödek’e, ev sahipliğinden dolayı Çetin Başkan’a, Halkbank’ın bölge müdürü Erdoğan Bey’e ve siz değerli katılımcılara teşekkür ediyorum. Ben Çorum’da geçen eylül ayından bu yana görev yapıyorum. Dolayısıyla, üniversiteden arkadaşlarım ve işim gereği tanıştığım Çorumlu iş adamlarından edindiğim izlenimler dışında bu kentle ilgili çok da bilgi sahibi değildim. Ama burada çalışmaya başlayınca Çorum’u içerden öğrenme fırsatım oldu. 30 yıla yakın ülkemizin farklı bölgelerinde çalışmış bir mülki idare amiri olarak, Çorum’daki girişimcilerimizin, yatırımcılarımızın birikimi, enerjisi, deneyimi ile Türkiye’nin ortalamasının üzerinde olduğunu memnuniyetle gözledim. Çorumlu yatırımcılarımız yeniliklere açık, işbirliğine açık, konumuz gereği “ortak akıl” bulma konusunda da inanılmaz bir eğilim içinde. Ve sürekli olarak bulundukları konumu daha da yükseltmeye özen gösteriyorlar. Bunu her ilimizde göremediğimi belirtmek isterim. Bu bana umut da verdiği gibi aynı zamanda da yöneticiler olarak bizleri zorluyor.
Belki başta söylenmemesi gereken bir söz ama öteden beri Çorumlu hemşerilerimizin hep isteğidir, havaalanı konusu. Aslında bu bir simge. Esas konu ulaşım sorunu tabii. Burada üretilenleri nasıl pazarlayabiliriz, nasıl daha kolay gideceği yere ulaştırabiliriz, maliyetler içinde ulaşım giderlerini nasıl düşürebiliriz türündeki arayışların bir sonucu bu. Bu yönde bir talep var dolayısıyla. Bunun dışında, başta OSB’de çalışan müteşebbis arkadaşlarımız olmak üzere inanılmaz bir işbirliği potansiyeli, Ar-Ge potansiyeli ve pazar merakı var. Bütün bunları topladığımızda da gerçekten ortak akıl arayışı da had safhada. Ortak akla ulaşılamadığından, ortak akıl olmadığından değil elbette. Nasıl bir adım daha öteye taşıyabiliriz, ülkenin ekonomisine yön veren mekanizmalara da bunları nasıl ulaştırabiliriz çabası bu. Cumhurbaşkanı Yardımcımız Sayın Fuat Oktay’ın, Çorum, Yozgat, Kayseri gibi komşu illerde, “İşbirliğini bölgesel olarak artırın. Devlet desteği olarak yanınızdayız, önünüzdeki engelleri kaldırmakta sizlerle birlikte hareket etmeye hazırız” dediği bir dönemde böyle bir toplantının yapılıyor olması da zamanlama olarak çok iyi olmuş.
Ercan Gegez: Sayın Çödek, buyurunuz lütfen.
Mustafa Çödek: Sayın Valim, değerli hazirun, öncelikle genel müdürümüz Sayın Osman Arslan Bey’in ve Halkbank çalışanlarının selamlarını ileterek, hepinize saygılar sunuyorum. Çorum Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Çetin Bey’e ve rektörümüz Reha Bey’e de kurumsal yaklaşımları ve Halkbank’a olan destekleri nedeniyle de içtenlikle teşekkür ediyorum.
Halkbank’ın Çorum’a verdiği önemin göstergesi olarak, 2018 yılının ağustos ayının sonunda Çorum’da bölge koordinatörlüğümüzü açtık. Buraya bağlı Amasya, Tokat ve Çankırı illerini de kapsayan, toplamda 26 şubemizin hizmet vermiş olduğu ve reel sektöre daha fazla katkı sunmayı amaçlayan bir organizasyon içerisine girdik. Süreç içinde, bu organizasyonla birlikte gerek Çorum’da gerek diğer kentlerdeki reel sektörle ve OSB’lerle hem uyumlu hem etkin çalışmalar içerisine gireceğimizi belirtmek istiyorum. Yine paylar itibariyle baktığımda Çorum’daki bankalar arasında özellikle reel sektöre verdiğimiz destekler açısından yüzde 18’lik bir paya sahip olduğumuzu ifade edebilirim. Bu anlamda, son derece güçlü olan, 1938 yılından beri faaliyetlerine devam eden ve 81 yıllık köklü bir çınar olan ulusal değer niteliğindeki bankamızın Çorum açısından bu rakamları daha da artırması gerektiğinin de farkındayız. Yani yüzde 17-18 aralıklarından en azından 25’ler gibi bir paya sahip olmamızın gerektiği bilinciyle hareket ediyoruz.
Bankamıza ilişkin kısa rakamlar vermek gerekirse, şu anda aktif büyüklük açısından üçüncü, yine reel sektörü desteklemenin göstergesi olarak krediler büyüklüğü açısından üçüncü ve kaynak toplaması açısından da ikinci banka konumundayız. Geçen yıl reel sektöre verdiğimiz destekler ve halen vermekte olduğumuz desteklerin yansıması olarak bazı rakamları sunmanın reel sektöre verdiğimiz önemin vurgulanması açısından yararlı olacağını düşünüyorum. Konut kredilerindeki sektör payımızı ülke genelinde 17’ler civarına çıkardık. Geçen seneyi, TOBB’un reel sektörü desteklemek amacıyla sunduğu Nefes 1 kredisinde tüm bankalar arasında birinci sırada tamamladık. KGF teminatlı kredilerde tüm bankalar arasında birinci olduk. Yine reel sektörün uzantısı olan ve buradaki harcamalarla içli dışlı olan konut sektörünü destekleyici konut kredilerinde yani bireysel kredilerde ikinci banka konumunda olduk. Birçok alanda benzeri destekleri veriyoruz, bundan sonraki süreçte de bu destekleri vermeye devam edeceğiz. Çünkü Halkbank’ın tarihsel misyonuna uygun olarak, özellikle bu dönemlerde daha da fazla destek verilmesi gerektiğinin, ülke bilançomuzu kendi banka bilançomuzun önünde tutmamız gerektiğinin bilincindeyiz.
OSB’lerde ne tür destekler verilebilir? Bu konuya ilişkin kendi politikalarımızı geliştirmek, daha farklı ve etkin politikalar üretmek adına bugün kendimizi kısmen dinleyici şeklinde konumlandıracağız. Çünkü sizleri ne kadar çok dinlersek, eksiklerimizi o kadar görmek şansını yakalamış oluruz. Sizlerden gelen bu önerileri titizlikle not alacağız. Daha sonra da bunları sizlerin kullanımına açacağımız ürünlere, reel sektörü destekleyici kredi uygulamalarına dönüştüreceğiz. Toplantımızın hem ülkemizin güzide illerinden birisi olan Çorum’umuz hem de ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Ercan Gegez: Öncelikle Çorum OSB’nin öncelikli sorunları ve bunlara ilişkin çözüm önerilerinizle başlamak istiyorum. Söz serbest, buyurunuz…
Çetin Başaranhıncal: Ülke konjonktüründeki ekonomik krizin dışında Çorum OSB özelindeki sorunlarını paylaşmak isterim. Elbette bizler de ülke genelindeki iş dünyasının karşılaştığı sorunların büyük çoğunu yaşıyoruz. Ama bizim en büyük problemimiz navlun fiyatları. Çorum’da devletten hiçbir destek almadan kendi yağıyla kavrulmuş, belli bir potansiyele kadar kendi mücadelesiyle gelmiş bir iş dünyası var. Fakat artık bizi aşan bu konunun çözümü için devletten demiryolu talebimiz var. Özellikle ürünlerimizin nakledilmesinde ve dünya pazarındaki rekabette gücümüzü artırmak adına bu konuyu çok önemsiyoruz. Merzifon havalimanının desteklenmesi ya da Çorum’a hava alanı yapılması noktasında da ikinci gündemimiz hava alanı. Tabii olabilirlik açısından demiryolu birinci önceliğimiz. Önce ürünlerimizi nakletmemiz, daha sonra insanlarımızı nakletmemiz gerekiyor.
Benim özellikle Ankara’daki toplantılarda en dikkatimi çeken konu şu oluyor. Diğer oda başkanları “bizim 3 tane OSB’miz var, 5 tane OSB’miz var” diye başlıyorlar cümlelere. Ama biz bunun çok da rantabl bir durum olmadığını düşünüyoruz Çorum olarak. Ona bakacak olursanız, biz üç bölgenin işini bitirdik, dördüncü bölge içinde altyapı çalışmalarımız devam ediyor. Yani biz istesek Çorum OSB olarak, Çorum-2, Çorum-3 diyebilirdik ama demedik. Tek bir OSB yönetimi altında genişlemeyiş tercih ettik. Belki de fiziki coğrafyamız uygun olduğu için. Alanımız vardı, aynı bölgede genişleyebildiğimiz için bizim için daha iyi oldu. Belki başka bölgelerde olsaydık 2-3 diyebilirdik ama özellikle yönetimlerin birbiriyle çatışması ihtimali nedeniyle bürokratik anlamda zorlanabileceğimizi düşündük. Potansiyel olarak baktığımız zaman da aslında Çorum’da üç tane OSB görmemiz lazım diye düşünüyorum.
Biliyorsunuz Çorum Türkiye’de uygulanan teşvik sisteminde 4’üncü bölge. OSB’lere pozitif ayrımcılık 5’inci bölgede. Bizden sonraki bir teşvik var o da genelde terör bölgesi için uygulanmış olan 6’ıncı bölge. Aslında Çorum teşvik noktasında iyi bir yerde. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz ama teşvik uygulamaları kapsam olarak daha değişik olmalı. Tartışmaya açık bir konu. Bu konularda da belki yukarıda TOBB’un görüşlerine kısmen veya SİAD’ların görüşlerine kısmen değer veriliyor ama yereldeki görüşler çok ciddiye alınmıyor. Özellikle sektörel bazlı teşviklerde yerelin, Anadolu’nun çok önemsenmediğini düşünüyorum. Bu konularda biraz daha pozitif ayrımcılık, beklentilerimiz arasında.
OSB’de günübirlik sorunlar ve takip ettiğimiz işler devam ediyor ama Çorum OSB’nin sorunu deyince genel başlık, biraz da bizim sorunumuzun altını kalın iki çizgiyle çizmek adına, “demiryolu” ve “hava alanı” deyip, girişi böyle yapmak istiyorum.
Ercan Gegez: Bu konudan hareketle, demiryolu ve sektörel teşvik sorunları dışında söz almak isteyen var mı?
Hayri Şamlı: Ben aynı zamanda kısa adı ÇOSİAD olan Çorum Organize Sanayi İş Adamları Derneği’nin başkanlığını yapıyorum. Bölgemizde 114 civarında firmamız faaliyet göstermekte. Başkanımın söylediği gibi navlun fiyatlarından ötürü öncelikli sorunlarımızdan biri ulaşım, yani lojistik. Teşvikler çıkarılırken Anadolu’nun kale alınmaması gibi bir söylemi oldu başkanın, kesinlikle katılıyorum. Navlun maliyetlerinde en büyük gideri Anadolu’nun tam göbeğindeki firmalar üstlenmekte. Bölgemizde faaliyet gösteren firmalar; örneğin Cezayir’e bir ürün satarken Çin’le aynı rakamlara proforma düzenleyebiliyor. Fakat navlun bölümüne geldiğiniz zaman Çin, komple Cezayir’e kadar firmanın tüm lojistiğini devlet olarak üstleniyor. Biz de aynı fiyatta olmamıza rağmen maalesef rekabette kaybeder hale geliyoruz. Bu birinci nokta.
İkinci önemli konu, son bir yıldır iş adamlarıyla, üyelerimizle yaptığımız toplantılarda, enerji maliyetleriyle ilgili çok büyük dertlerinin olduğu ortaya çıkıyor. EPDK’nın son politikaları sonucu ortaya çıkan enerji maliyetleri, bu enerjiyi imalatında yoğun olarak kullanan firmalar üzerinde çok ciddi bir baskı oluşturmakta. Her ay değişen enerji fiyatları söz konusu şu anda. Firmalar üretim yaparken ileriye dönük bir planlama yapamaz halde. Kimse 3-5 ay sonrası için “Benim bu ürünümle ilgili enerji maliyetim şu olacak” diyemiyor maalesef. OSB’de olmamızdan dolayı en ucuz enerjiyi bizim kullanmamız gerekirken, OSB’nin hemen önünde bulunan Ankara Yolu diye tabir ettiğimiz bölgedeki iş yerleri bizlerden daha ucuz elektrik kullanabiliyor, örnek vermek gerekirse. Enerji konusuyla ilgili çok büyük sıkıntılarımız var anlayacağınız. Bu aralar çok klasik bir söylem oldu ama Almanya ile ilgili bir örnek vermek istiyorum. Güneş ısınımı Almanya’da belki Türkiye’nin yüzde 30’larında ama üretimdeki enerjisini yüzde 15 kadar güneş enerjisinden sağlıyor. Bizde ise bu rakamlar çok düşük. Devletimizden, “enerjiyi biz üretelim, bunu sen satın al” gibi bir isteğimiz yok fakat bu enerji sistemlerini kendi fabrikalarımıza kurarken, bununla ilgili özel bir teşvik istiyoruz. Hepimiz istekliyiz bu güneş enerjisi sistemlerini fabrikalarımıza kurmakta ama zaten fabrika binası yaparken sermayemizin bir bölümü kayboluyor. Enerjiyle ilgili ülkemizin içinde bulunduğu durum da gözetilerek, diğer rekabet ettiğimiz ülkelerin firmalarına oranla eksi durumda kaldığımız için hükümetimiz bize bu enerjiyi sağlama anlamında bir teşvik uygulaması çıkarabilir. Özel bir teşvik olabilir bu. Başka bir konu da ara eleman konusu.
Maalesef yeni nesil ebeveynler çocuklarını çok üst mertebelere koyduğu için, çocuk o kapasitede olsun olmasın, sonuna kadar eğitimlerine devam etmeleri için her türlü fedakarlığı gösteriyorlar. Bunun sonucunda da çocuğun hangi bölümü okuduğu, ne okuduğu, gerçekten ülkeye hizmet edecek bir bölümde okuyup okumadığı umurlarında olmuyor. Tek amaçları o eğitimi aldırabilmek. Çocuklar da herhangi bir iş sahası vesaire araştırması yapmadan o bölümlere başlıyor ve sonuçta maalesef üniversiteli işsizler ordusuna dahil oluyorlar. Bununla ilgili hükümetimiz özel programlar uygulamalı diye düşünüyorum.
Ercan Gegez: Yani şöyle mi diyorsunuz? Üniversiteli işsiz yerine üniversiteli olmayan ama meslek sahibi ara eleman mı yetiştirilmeli?
Hayri Şamlı: Yani maalesef biz şuna dua eder olduk; inşallah lisede başarılı olamazlar, üniversiteye gidemezler gibi bir arzu oluşmaya başladı sanayicide.
Ercan Gegez: Burada hemen hocama döneyim. Meslek yüksek okulları etkili olabiliyor mu Reha Bey bu noktada?
Reha Metin Alkan: Meslek yüksek okulları, bundan birkaç yıl öncesine kadar puansız girilmekte olup, az tercih edilebilir, öğretim görevlileri hocalık yaptığı için seçimlerde rektörlerin oy alamadığı, bu nedenle de özel bir ilgi gösterilmediği kurumlar olarak değerlendirilmekteydi. Ayrıca üniversite sanayi işbirliği veya bu ve benzeri toplantılara ait inisiyatif tamamen rektörlerdeydi. Dolayısıyla söz konusu rektör bu tür konulara sıcak bakıyorsa süreç ilerliyor, bakmıyorsa kopuyordu. Biz henüz 13 yaşında bir üniversiteyiz. Yönetici olarak bu konuda çok yol kat ettiğimizi ve Türkiye’de bu konuda örnek olacak kurumlardan birisi olduğumuzu düşünüyorum.
Ancak şu noktayı da hatırlatmamda yarar var; o da üniversitelerin öncelikleriyle özel sektörün önceliklerinin farklı olması. Bizim önceliğimiz araştırma faaliyetleri, eğitim-öğretim, ders verme faaliyetleri. Ve de acelemiz yok. Özel sektörse bir an önce hayata geçecek projeler istiyor. Ben tıpkı yurtdışındaki üniversitelerde olduğu gibi bu işin bir inisiyatif değil, bir zorunluluk haline gelmesinin tek çözüm olduğunu düşünüyorum. Biz bu noktada ne yaptık? “3+1 Modeli” dediğimiz bir modelle bir çalışma başlattık. Sonuçta öğrenci üç dönemini üniversitede, kalan bir dönemini de okuduğu bölümle ilgili sektörde geçirecek, böylelikle de en azından sektörü tanımış olacak. Artı, istihdam garantili ya da odaklı diyebileceğimiz bölümler açmaya gayret ediyoruz. Ama netice olarak biz kamu kuruluşuyuz ve belli bir hızımız, belli bir yasal dayanağımız var. Çok hızlı hareket edemiyoruz. Yani aynı hızda büyüyüp aynı hızda küçülemiyoruz. Operasyon gücümüz çok fazla değil. Gücümüz yettiği ölçüde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Fakat az önce Hayri Bey’in söylediği gibi bu jenerasyon Y jenerasyonu. Mezunlar gerçekten de çok zor beğeniyor, doğrudan doğruya masa başı iş istiyorlar. Bir makine mühendisi masa başı iş istiyor mesela. Bir harita mühendisi büroda çalışırsam gelirim diyebiliyor. Yani, bunları aşmamız biraz zaman alacak gibi görünüyor.
İsmail Alapala: Nitelikli eleman yetiştirmenin iki ayağı var. Birisi üniversite mezunu çocuklarımız bir de ara elemanlar ihtiyacı. Burada amaç, çocuklara daha yola çıkarken yeteneklerini, ilgi alanlarını belirlemede yardımcı olmak olmalı. Amaçlarını belirlememiş, kervan yolda düzülür misali rastgele hayata atılmış, mesleğini sevmeyen, içinden gelerek yapmayan bir gence dünyanın hangi eğitimini verirseniz verin başarı elde edemezsiniz. Onu başarılı bir eleman olarak sahaya çıkaramazsınız. Bu konuda çok iddialı olmak istemiyorum ama eğitim sisteminin insanlara hedeflerini ve amaçlarını belirleyen bir yol çizmesi gerekiyor.
Mücahid Ahmet Köksal: En temel sorunlarımızdan bir tanesi sermayelerin binalara yatırılması. OSB’de bir yatırım yapacaksanız büyük metrekareli alanlar inşa etmeniz gerekir. Genelde de öz kaynağı bu binaları yapmak için kullanırız, makinaları da dış finansmanla temin ederiz. Fakat binaların geri dönüş maliyetleri çok uzun olduğu için biz oraya koyduğumuz parayı asla alamayız ve o binayı teminat göstererek kısa, orta veya orta uzun vadeli krediler kullanarak dükkanı çevirmeye çalışırız. Fakat şu bir yıldır yaşadığımız dönem gibi bir ekonomik, finansal dağılma yaşadığımızda binalarımız da para etmez. Ekspertiz değerleri düşürülür, kredi havuzumuz daraltılarak bir yerde bizim finansı yönetemememizden bir yerde de şartların alanımızı daraltmasıyla iflas etmek gibi sorunlarla karşılaşırız. Ki bu son 5-6 aydır çok şiddetli yaşanıyor.
Çözüm önerisi olarak da şunları söylemek isterim. Türkiye’de 10 yıl vadeyle konut alınabiliyor, belki yakın gelecekte bu daha da uzatılacak. Ama sanayi yatırımı manasında halen 6 yıldan daha fazla, en azından ben bilmiyorum, bir bina finansmanı yapmanız söz konusu değil. Dolayısıyla bu genişletilmeli, sanayicinin üzerinden bu yük alınmalı. Hatta kamu kurumları, gayrimenkul yatırım ortaklıkları veya TOKİ tarafından bu binalar yapılabilmeli, biz de içine geçtikten sonra kira öder gibi 15-20 yıl bedelini ödeyerek binayı kendi üzerimize geçirebilmeliyiz diye bir önerim var. İşgücü, istihdam sorunları, eğitimle alakalı eğitim vizyonumuza dair başkanlarım bilgi aktardılar. Aynı şeyleri düşünüyorum.
Ben istihdamla ilgili başka bir soruna odaklanmak istiyorum. İstihdam üzerindeki yükler. Bilhassa kıdem tazminatı gibi dolaylı, öngörülemeyen hem rekabet şartlarını bozan hem işletmeleri ciddi mali yükler altında bırakan bir sorun var ortada. Dün sayın ekonomi bakanımızın bir sunumu vardı, orada da bu konuya temas edildi. Bir diğer madde de ticari alacakların hiçbir şekilde tahsil garantisinin olmaması. Son zamanlarda biliyorsunuz bununla ilgili bir alacak sigortası çözümü geliştirdi devletimiz. Halkbank da bunun ana sağlayıcılarından. Ancak ben konuyu birazcık araştırdım, rakamlar ve oranlar çok mantıklı değil maalesef. Yani alacağınızın bir kısmını finanse edebiliyorsunuz. Bizim diyelim 10 milyon lira piyasada bir riskimiz varsa bunun ancak 500-600 bin lirasını başına bir şey geldiğinde alabilecekmişiz gibi bir denge var. Dolayısıyla ödeme evraklarının güçlendirilmesi lazım. Güçlü ödeme evraklarına rağmen bir kayıp, kaçak, batak söz konusu ise de bunun telafi edileceği, bir dayanışma sistemi içerisinde veya sigorta sistemi içerisinde bir çözüm üretilmesi lazım. Çorum özelinde OSB’nin handikapları ve eksikleri nelerdir dediğimizde ise yeterli doluluğa ulaşmadığımızı belirtmek isterim. Hala terk edilmiş bir köy görüntüsündeyiz. Bizim biraz OSB’ye gelme kültürünü geliştirmemiz lazım. OSB olarak tanıtımımızın çok iyi olduğunu düşünmüyorum. Çorum’da yaşayan insanların önemli bir kısmı bile Çorum OSB’de 20 bin kişi çalışıyor dediğimizde “hadi canım” falan diyebiliyorlar. Çünkü hala 20 yıl önceki OSB’yi akıllarında tutmuşlar. Bir de Çorum’da ana sektör makine; değirmen makineleri, kiremit makineleri… Çorum’un ihtisaslaşma anlamında bununla ilgili özel bir dokunuşa ihtiyacı var diye düşünüyorum.
Uğur Barlık: Sanayicinin üzerinde hukuksal bir baskı var. Hukuksal baskı nedir? Eleman alıyoruz, çalıştırıyoruz, o elemanı yetiştiriyoruz 1, 2, 3 sene. Ondan sonra hukukta öyle bir şey oluyor ki, avukatlık sisteminde... Herkesi tenzih ederek konuşuyorum. Bazı avukat organizasyonları oluştu, senin işyerinde çalışan elemanını ayartıyorlar. O ayarttığı eleman üçüncü beşinci ayda işi bırakıyor, gidiyor. Hakedişi 10 bin liraysa diyor ki avukat bey, “ben sana 30-40 bin lira alırım”. Hak etmediği, yapmadığı şeyleri de göstererek işçinin kafasını bulandırıyorlar. O ayarttığı eleman işi bırakıp gidiyor. Derken o işçi yanında 10 kişiyi daha götürüyor. Oysa sen bir işe girmişsin, sözleşme yapmışsın, eleman yetiştirmişsin ama işçi bırakıp gidiyor. Tabii karşı tarafa yani müşteriye mağdur oluyorsun, zarar görüyorsun. Biz bu zararları kimden tanzim edeceğiz? Dolayısıyla hukuk sisteminde işvereni, işyerini koruyucu düzenlemelerin ivedilikle yapılması lazım. İş ahlakının düzenlenmesi lazım. Birçok arkadaşımız bu konuda mağdur. Artık usandı benim avukatlarım. 450-500 çalışanımız var bünyemizde. Biz bir grup firmasıyız. Şaşırdık artık. Avukatlar her gün işçi davalarında... Türkiye’deki ekonomik sıkıntılar yüzünden işveren zaten ayakta zar zor duruyor. Ufak desteklerle yürümeye çalışıyor ,günü kurtarmaya çalışıyor. Biraz önce arkadaşımız da bahsetti; bankaların özellikle işletme kredilerinde, ciddi çalışan işletmelerin ekspertizlerini titizlikle yaparak, bu firmalara destek vermelerini arzu ediyoruz.
Çetin Başaranhıncal: Aslında iş kanunu Almanya ve Fransa’da uygulanandan farklı değil. Yani iş kanunu Türkiye’de iyi bir kanun. Mesele içtihatta. Yani Almanya’da işçi bir iddiada bulunduğu zaman kendisi ispat etmek zorunda ama maalesef Türkiye’de işveren onun iddiasını çürütmek zorunda. Yine Almanya’da iş davalarında bordrolarınız, resmi evraklarınız birinci derecede delilken, Türkiye’de şahit birinci derecede. Biz bunlardan kaybediyoruz. Bir de kıdem tazminatı diyoruz, atladığımız bir şey var. Asgari ücrete gelen zammın tazminata yansıdığını bürokrasi çok iyi anlayamıyor. Şunu demek istiyorum; şimdi işletmemizde 10 yıllık çalışan bir arkadaşımız bugün itibariyle 100 lira tazminat hakkına sahip. Asgari ücrete yüzde 26 zam gelince bu adamın alacağı 126 lira. Peki biz bu 26’yı on senedir sattığımız üründen almadığımıza göre nereden çıkartacağız? Olduğu gibi yarın satacağımız ürüne yansıtırsak piyasada fahiş fiyat artışına dönüşür. Siz bizi bir akşamda zamlı tarifeden on yıllık tazminata mahkum ediyorsunuz. Özellikle bu kıdem tazminatı fonu oluşursa en azından gece sürprizleri dediğimiz bu asgari ücret artışlarından geriye dönük tazminatlar ortadan kalkar diye düşünüyorum.
Malik Battal: İlkokulda bizim bir karnemiz vardı. Sağ tarafında hal ve gidişat, temizlik olurdu. Çalışanın da bir karnesi olmalı, biz de bunu görebilmeliyiz. Bugün bir firmadan ayrılıyor, gelip bende çalışıyor, yarın bir başkasına gidiyor. Hangi amaçla geldiğini bilmiyoruz. İŞKUR üzerinden eleman alımı yapıyoruz hepimiz. Bunları belli bir süre istihdam etmek zorundayız. Bunlar için birtakım harcamalar, yatırımlar yapıyoruz, iş öğretiyoruz ve bize bir dünya masrafları oluyor ama bir bakıyorsunuz, bırakıp gidiyorlar. Yüzde 50’sini çalıştırmak zorundayız. Bu yüzde 50’yi sağlamak için tekrar eleman alıyoruz.
Genel sorunları zaten iki başkanımız da anlattı. Enerji sorunumuz, ulaşım sorunumuz… Özellikle istihdam ettiğimiz elemanların ulaşımı bir hayli problem haline geldi. Akşam saat 18:00 olduğunda çıkıp gitmek büyük bir problem. Kış şartlarında pek çok sorun yaşanıyor. Bunlar Türkiye genelinde de olan şeyler. Hepimizin bildiği şeyler. Bizim OSB’mizle ilgili küçük bir raylı taşıma sistemi kurulabilir diye düşünüyorum. Hayal gibi gözükse bile yapılması zor şeyler değil bunlar aslında. Biz her şeyi sağlıyoruz işveren olarak. Bundan sonrası üretmek. Üretiyoruz satmak problem, tahsilat problem. Bunlar sadece Çorum OSB’nin değil, Türkiye’nin problemleri.
Hayri Şamlı: Yaklaşık on yıldır faaliyette olan ve 50’yle 75 kişilik istihdamı olan bir firma bugün fabrikasını kapatmayı düşündüğü zaman, direkt ceketini alıp çıkmak zorunda. Fabrikasının bütün ederi kıdem tazminatlarına gidecektir çünkü.
Ercan Gegez: Şimdi hemen ikinci noktaya geçiyorum. Birinci soruyla çok bağlantılı bir konu aslında bu da. Çorum OSB’nin yatırımcı açısından avantajları nelerdir? Mevcut avantajlara ilave ne tür avantajlar sunulabilir ve bir de dezavantajları nelerdir?
Cemil Gazel: OSB’nin dezavantajlarından bahsetmek istiyorum. OSB’mizde çalışma şartları güzel ama ne zaman bir denetleme gelse önce OSB’den başlıyor. Ben büyük firmalarla diğer sanayi kuruluşlarının arasındaki bir firmayım. Şimdi eğer bu iş güvenliği kuralları uygulanacaksa bu sadece OSB’de uygulanmaz, her yerde uygulanır. İş güvenliği denetlemesine geliyor, diyelim küçük sanayi sitesine gidiyor, iş güvenliğiyle hiç ilgisi olmayan firmaya on madde yazıyor. Biz iki denetleme geçirmişiz, her şeyi, bütün imkanları sağlamışız işçinin güvenliği konusunda, aynı müfettiş bize gelince yine on madde daha çıkarıyor. Her müfettiş geldiğinde 60-70 bin lira maliyeti oluyor. Örneğin bir arkadaşın işyerinin bahçesindeki direğe “Buna araba çarpar” diyerek koruma yaptırdılar. Sanki sokaktaki her direğe koruma yapılıyormuş gibi. Bunun gibi o kadar çok uç örnekler var ki. Eğer bir kural uygulanıyorsa bütün sanayide aynısının uygulanması lazım. Çevre izinlerinden dolayı da sorun yaşıyoruz. Aslında çevreyi kirletenler diğer sanayi ama çevre izinleriyle alakalı üzerimizde büyük bir baskı var.
Ben OSB’ye geleli 12 yıl oldu. Geldiğimde OSB’deki arsanın metrekare birim fiyatı 13 TL’ydi. 12 yıl geçti, bu fiyat en son 29 lira oldu. Giresun’da 300 lira. OSB’ye gelmek yerine bir tarla alsaydım şu anda varlığımı 10’a katlamıştım. Öyleyse ben niye OSB’ye yatırım yapayım? OSB’de işler her zaman yolunda gitmiyor. Bunun batması var, iş bırakması var, çalışamaması var… O zaman neden OSB’ye geleyim ben?
Malik Battal: Benim ailem eski un sanayicisi. Daha sonra bizim de işimiz alt üst olmuş. OSB’de 1994 yılından beri bulunuyoruz biz. O yıllarda OSB’ye gelip gitmek ölümdü ama OSB bize ne yaptı? Bir kere bir kimlik verdi her şeyden önce. Sanayici kimliği verdi, kurumsal anlamda kimlik verdi. Eskiden OSB’ye eleman getiremezdik. “Nerede çalışıyorsun?” “OSB’de Bone Medikal’de”… O noktada çalışana da bir kimlik verdi. Küçük sanayi sitesiyle arasındaki fark başka. Doğru, OSB’de arsa para etmiyor. Yarın bankaya gittiğimizde ipotek değeri olarak bir şey çıkmıyor. Ankara Yolu’nda bir iş yerimiz, mülkümüz olsaydı daha kıymetli, takdir edilen gören olabilirdi ama bunun yanında bizim de vergide indirimimiz var, OSB’de bulunmaktan dolayı.
Sosyal tesis anlamında şu anda Çorum’da çok fazla tesisimiz yok. Birkaç kere restoran denemesi oldu, başarısız oldu. O da bizlerden dolayı oldu aslına bakarsanız. Oraya gelen, o işten bir menfaat elde edemedi. Çünkü biz misafirimizi aldık, şehirdeki restoranlara götürmeyi yeğledik. Yeni bir ATM makinesi konuldu biliyorsunuz. OSB’de yaşamanın daha birçok güzellikleri var. Ben daha yaşım küçükken burada bulunduğum için güzel hatıralarım var. Kar yağdığında hepimiz birleşip bir arabayla gittiğimiz mutlu günlerimiz oldu. Bunlar güzel hatıralar. Bir de böyle bakmak lazım olaya.
Uğur Barlık: Biz Türkiye’yi sektörümüzde, dünyada temsil eden firmalarız ve dünyada bir markayız. Yaklaşık 70-80 ülkeyle bağlantımız var. Üretimimizin yüzde 90’ını da ihraç ediyoruz. Yaklaşık 40 yıla yakın Ankara Yolu üzerindeki eski fabrikamızda faaliyet gösterdik. Orada yerimiz, arsamız dardı. Büyüme şansımız çok fazla yoktu. Biz de OSB’ye geçelim dedik. O dönemde OSB’de bir ayakkabı fabrikası için 130 dönümlük yer ayrılmıştı. Bedava arsa tahsis edildiği halde o ayakkabı fabrikası kurulmadı. Fabrikayı kurmak isteyenler farklı amaçlarla geliyorlarmış herhalde. Bu arsa bizim hoşumuza gitti ve geçmiş dönem valisinin de teşvikleriyle orayı parasını vererek satın aldık. Yeni fabrika binasının projelerini hazırlatıp inşaatına başladık.
Esasında Çorlu’da 50 dönüm yer almıştık. Fabrikayı İstanbul’a taşıyacaktık. İş potansiyelimiz de yüzde 75 artacaktı. Çünkü benim yurtdışından gelen misafirlerimin yüzde 90’ı Çorum uzak olduğu için gelemiyor. Öyle durumlar oluyor ki, biz bazen helikopter tutup getiriyoruz müşteriyi. Bir zamanlar Çorum’da konaklayacak yer yoktu. Ben turizmci değilim ama mecbur kaldım Çorum’da otel yapmaya. Çünkü yurtdışından gelen müşteriler hep yüksek mevkideki insanlar. Bu insanları o günkü şartlarda Çorum’da konaklatma şansımız yoktu. Ankara’da konaklatıyorduk, Sheraton’da, Hilton’da. Sabah erkenden arabayla alıp Çorum’a getiriyorduk, iş görüşmemizi yapıp, tekrar geri götürüyorduk. Sonradan bir vesile oldu, bu gibi sıkıntılardan dolayı biz Çorum’da otel yaptık. Yoksa biz sanayiciyiz. Yani bizim üretmemiz lazım. Neticede Çorum’un bir nebze de olsa ihtiyacını gidermiş olduk.
Her neyse, OSB’ye taşınırken amacımız sektörümüzde en büyük yatırımı yapmaktı. Ben 70 bin metrekare yer kapatacaktım. Projelerini ona göre hazırladık. İlk etapta 25 bin metrekare yerimizi yaptık. OSB tabii ki inşaata başladığımızda bize bir tarih verdi. O tarihte yapamadık. Türkiye’de OHAL oldu, şu oldu bu oldu… Grubumuz içinde inşaat firmamız var; Ankara’da Gölbaşı’ndaki Aselsan’ı falan biz yaptık. Devlete iş yaptığımız bütün sektörlerde zarar ettik. O ayrı bir konu. OSB “gününde bitiremedin” dedi. Halbuki biz parasını o gün ödemişiz. 130 dönümün parasını ödedik, gününde bitiremedik diye olmadık işkenceler, eziyetler yapıldı bize. Tahsisimizi iptal edip, parası ödenen arsayı yeni fiyattan bize tekrar satmak istediler, Sayın müdür bey de burada. En son fabrikamızı inşa ettik, 5 bin metrekare idari bölüm yaptım. Çünkü ileriye yönelik amacım büyümekti benim.
Girişte, nizamiyenin yanında bizim amblemimiz olan bir yel değirmeni var. Değirmenciyiz çünkü biz. Oraya beton döktürdüm, yel değirmeni amblemi yapacağım... OSB, bizim müdürü arayıp, “Siz bunu nasıl yaparsınız bizden izin almadan?” diye soruyor. Kardeşim mal kaçırmıyoruz, hırsızlık yapmıyoruz, yolsuzluk yapmıyoruz, nedir bu? Vatandaş elektrik parasını üç gün geciktirse kesiyor elektriği. Adamın potada madeni var, eritilmiş madeni var! Benim OSB’de ayrıca bir sektörüm daha var: Yalıtım fabrikası Diyoruz ki, “üç gün sonra paramız gelecek ödeyelim elektriği”. Kes! Bulup buluşturup yatırıyoruz, ondan iki gün sonra elektriğimizi bağlıyorlar ama bu sefer de elektrik bağlama parası alıyorlar bizden. Bu düzen içerisinde kimse Çorum’a yatırım için gelmez. İnsanları zorlayıp durmaktan ziyade biraz teşvik etmeliyiz. Sistemin kafa yapısının değişmesi lazım.
İsmail Alapala: Çorum OSB’nin kuruluş amaçları dışında bir avantajı yok. Kuruluş amaçlarına baktığınızda, bunun sosyal tarafı, çevre tarafı var. Sanayiyi düzenleme, şehir planlamasını etkileyecek kötü yapılaşmayı önleme tarafı var. Bunların sağlandığını düşünüyorum. Ama Çorum OSB’nin bu avantajlar dışında bir avantajı yok, bunu tartışamayız. Meseleye stratejik olarak bakacaksak; dezavantajlarımızı belirleyip avantaja çevirmeliyiz, buna odaklanmalıyız. Dezavantajlarımız neler diye baktığımızda, demiryolu, havalimanı ihtiyacımız kaçınılmaz. Yapabiliyorsak Çorum’a liman getirelim; yapamayacağımıza göre Samsun limanını işler hale getirelim. Samsun’da bir limanımız var, niçin İstanbul’a gidiyoruz? Samsun limanı neden çalışmıyor, bunu araştırdık mı? Çorum, Samsun limanından neden faydalanamıyor? Ticaret ve sanayi odasından ricam bunu masaya yatırmasıdır. Ne olabilir? Samsun limanını rantbl hale getirelim ve biz oraya gidelim. Hemen şurada yanı başımızda...
Bunun dışında dezavantajlarımızı avantaja çevirecek bir yapılanma oluşturabilirsek, OSB’nin kuruluş amacının zaten getirmesi gereken avantajlarının dışına çıkıp, yatırımcı çekme konusunda büyük imkanımız olur. Bunun en önemlisi de nitelikli eleman, eleman, eleman! Hayri Bey ara elemandan bahsetti. Hocam üniversite mezunlarından bahsetti ama biz belli bir seviyedeki sanayiden bahsediyoruz. Sanayide belli bir kapasite seviyesinin biraz üzerine çıktığımızda, yapısal organizasyon, organizasyonel yönetim, yani işi yönetmek önem kazanıyor. Günümüzün teknolojisinde üretmek sorun olmaktan çıkmıştır; şimdi nasıl yöneteceğimiz daha önemlidir. Çorum’da yönetim kadrosu bulma şansımız yok. Üniversiteden mezun olmuş yeni insanlarla da bunu yapma şansımız yok. Yetişmiş insanları Çorum’a getirecek, o ihtiyaçları karşılayacak bir ortam yaratmaya ihtiyaç var.
Ercan Gegez: Şimdi siz beni makro pencereden çıkardınız, mikro pencereye doğru transfer ettiniz. Konulara biraz da firmalar açısından bakalım. Acaba Çorum OSB’deki firmalarda proses süreçlerinin düzenlenmesi ve üretim verimliliği ne durumda?
Macit Çubuk: Biz makine imalatı yapıyoruz. Üretimimizin yaklaşık yüzde 80’i yurtdışına direkt ya da endirekt olarak gidiyor. Pazarın iki önemli ayağı var. Bir tanesi hammadde ve enerji fiyatları. Bunlar neredeyse dünyanın her tarafında veya yurtdışında rekabet ettiğimiz firmalarla aynı. Enerji fiyatlarını, metal fiyatlarını, boya fiyatlarını çok fazla ucuza alma şansımız yok. Geriye işçilik ve verimlilik kalıyor. En önemli avantajımız işçilik fiyatlarımız. Ürünlerimizi genellikle Avrupa ülkelerine göndermeye çalışıyoruz. Oradaki işçilik ücretleriyle bizdeki işçilik ücretleri herkesin malumu. Fakat ücretlerin düşük olması da bir yerde yetmiyor, işgücünün verimli de olması gerekiyor. Elimizdeki bu avantajı zamanında değerli kullanamazsak işçilik maliyetlerimiz de hızla yükseliyor. Aramızdaki makas kapanıyor. En azından şu anda açık büyükken bunu nasıl sabit tutarız? Bence verimlilikle tutacağız. Üretim süreçlerimizi, personel eğitimlerimizi, sevkiyat zamanlarımızı disipline etmemiz gerekiyor.
İşletme büyüyünce bu sefer başka ihtiyaçlar ortaya çıkıyor. Kadro, yönetim, büyüme süreçlerinin iyi yönetilmesi gerekiyor. Orada da ciddi insan kaynaklarına ihtiyacımız var. İnsan kaynağı bulunca da yetmiyor, onun eğitimi de gerekli oluyor. Bunları aslında biliyoruz, para harcamaya çalışıyoruz, enerjimizi, vaktimizi bu tür şeylere harcıyoruz ama bir de bakıyoruz ki, gerçekten de bir kayıt dışılık var. Yaptığımız işlerin benzeri Çorum’un değişik bölgelerinde, küçük sanayi sitesinde de yapılıyor. Daha sonra müşteri projelerin dip fiyattan toplamına bakınca haksız rekabet oluşmaya başlıyor. Bu defa siz verimlilikle, sevkiyat performanslarıyla, karlılıklarla uğraşırken, bir bakıyorsunuz başka bir kanaldan başka problemler çıkıyor. Türkiye’nin herhalde genel problemlerinden bir tanesi bu. Kayıt dışılığın acilen önlenmesi gerekiyor. Yani biz rakiplerimizle rekabet etmeye, kendimizi yenilemeye çalışırken, bir de kayıt dışıyla mücadele etmek zorunda kalıyoruz.
İsmail Alapala: Bugün rekabet edebilmenin şartı ölçek ekonomisidir. Yani belli bir ölçeğe ulaşmadan önce bir karar vermeniz gerekir. Geçinmek için mi bu işi yapıyorsunuz yoksa geleceğe taşımak için mi? 100 yıl sonrası projeksiyonunu önünüze koyabiliyor musunuz? Geleceğe taşıma kararınız ne kadar verimli ve hangi miktarda üretebildiğinizle ilgilidir. Ne kadar yaptığınızla ilgili ölçek ekonomisi; işin Ar-Ge, inovasyon tarafına baktığınızda bu konulara eğilen firmaların sonuna kadar desteklenip, onun ticarileşmesine destek verilmesi gerekir. Macit Bey teşvikten bahsetti. Teşvik kapsamına değil de teşvik politikalarına bakalım. Şimdi KOBİ’miz var. Bir teşvik çıkıyor, konu bir tezgah alımı ise herkes o tezgahı alıyor. Ama ne için ve hangi amaçla alınıyor, bunun sorgulanması gerekiyor. Teşviki ve KOBİ’yi iki ayrı şekilde değerlendirmek gerekiyor. Özellikle KOBİ’nin hangi amaçla desteklendiğinin yönetilmesi ve denetlenmesi gerekiyor. Burada KOBİ’nin desteklenme amacının inovasyon mu yan sanayi mi olduğuna bağlı olarak destek metodu geliştirilmeli. Birazdan belki geleceğiz ama markadan bahsedince iş çok daha farklı boyutlara geliyor. Bir şeyler geliştiren firmalarınız olmalı. Bunlar KOBİ de olabilir sanayi de olabilir. Marka yaratabilmek için yan sanayiye de ihtiyacınız var. Böyle bir destek olmadan olmaz.
Ölçek ekonomisine girmeden sürüm ayağını geliştiremezsiniz. Bu da büyümek demektir. Fazla büyümek de hantal yapılara yol açıyor. Mevcut teşvik sistemi, insanları sadece geçinebilme çabasıyla bir yerlere itiyor. Böylece hem inovasyon yapacak firmalar oluşmuyor hem de yan sanayi oluşmuyor. Teşvik alan kuruluşlar birbirine benzer ürünler yapmaya başlıyor. Bu defa da marka olma yolundaki çabalar sonuçsuz kalıyor ve bu da firmaları geri çekmeye başlıyor, karlılığı düşürüyor. Verimin de bir sınırı var ve verim daha fazla katkı sağlayamıyor. Karların çok düştüğü dünyamızda verim ile sürümü öne çıkarmadığımızda gelişmek söz konusu değil. Teşvik politikalarının doğru amaca yönelmesi ve doğru denetlenmesi gerekiyor. Biz Alapala olarak tabii ki bu hacimle, bu kapasitede elbette verimli olmak durumundayız. Bugün üretim teknikleri bir bilim artık. Modern üretim tekniklerini ve Kaizen’in bütün safhalarını uygulamaya çalışıyoruz. Hem fiziksel olarak hem dokümanter olarak bunları yapmaya çalışıyoruz. Bir yere varacağız ama karşımıza çıkan şey yine insan. Bunu da insanla yapıyorsunuz. Bu kaynak da maalesef yetersiz.
Fahri Altıkardeş: Çorum sanayisiyle ilgili bizleri yetiştiren büyüklerimiz, inanılmaz özverilerle gece gündüz çalışarak Çorum sanayisini belli bir noktaya getirmişler ama bundan sonra organizasyonlar, verimlilikler ön plana çıkıyor. Fakat baktığınız zaman ne eğitim sistemiyle ne piyasadan yetişen arkadaşlarla bunları yapma şansımız yok. Hele Çorum ölçeğindeki bir yerde bu teknolojiyi, bu birikimi firmalarımıza uygulayıp, uluslararası alanda rekabet edebileceğimiz seviyeye getirmek için öyle bir durum yok. Yine işler firmaların kendi özverilerine kalıyor. Daha önce bu konuda çalışmalar yapanlar, yabancı danışmanlar getirenler de oldu ama bu insanları da Çorum’da tutamıyoruz. Bu bilgiyi, bu sistemi bir şekilde Çorum’a getirip, firmalarımıza uyarlamamız gerekiyor.
Ercan Gegez: Peki Ar-Ge yatırımlarını Çorum’a çekmek için sizce ne yapılmalı?
Fahri Altıkardeş: Çorum’un biraz daha cazip hale gelmesi lazım ama mevcut şartlarda bu biraz zor gözüküyor. Yine firmaların kendi bireysel özverilerine kalacak gibi gözüküyor. İhracat yapan firmaları toplarsak, 162 ülkenin 120-130’una falan ihracat yapıyoruzdur ama özellikle bizden ileri olan ülkelerle girdiğimiz rekabete baktığımız zaman Ar-Ge’de oldukça gerideyiz. Teknokent var ama şu an boş mesela. Çok az firma orada faaliyet gösteriyor. Bir türlü oraları cazip hale getiremiyoruz. Oralar cazip olmayınca bilgi ve tecrübesi olan insanları da buralara getirmek zor oluyor. Kendi içimizden yetiştiremiyoruz. Biraz bir şeyler becerenler de Çorum’dan gidiyor. Tutamıyoruz insanları buralarda. Dolayısıyla iş dönüyor dolaşıyor yine kısırdöngüye giriyor. Ar-Ge’lerle ilgili belki katma değeri yüksek ürünler yapabilsek, firma olarak ya da şehir olarak, OSB olarak isimlerimizi biraz daha duyurabilsek, insanlara cazip gelsek o şartları da sağlayabiliriz ama maalesef o konuda çok başarılı işler çıkaramıyoruz. Yapacak bir şey yok, mücadelemize devam edeceğiz. Bu zaman kadar bayrağı bize teslim edenlerin bayrağını daha ileri götüreceğiz. Özveriyle götüreceğiz, gece gündüz çalışarak götüreceğiz. Başka çaremiz yok.
Reha Metin Alkan: Geçtiğimiz günlerde yapılan bir araştırmada, öğrencilere üniversiteden mezun olduktan sonra nerede çalışmak istedikleri soruluyor, yüzde 50’den fazlası kamuda çalışmak istediğini söylüyor. Gençlerde böyle bir yaklaşım olduğu sürece bu ve benzeri problemler devam edecek. Mesela bizim Alaca Meslek Yüksek Okulumuz var, harikulade bir kaynak bölümü oluşturduk orada. Her şeyi var; altyapısı, hocası… Ama bir öğrenci bile tercih etmedi. Bunun bence sosyal tarafı da var. Televizyonlara baktığınız zaman hiç öyle kaynakçı olunmasını tavsiye eden diziler yok. Hep lüks binalar, lüks arabalar… Yani o eski Türk filmlerindeki ustabaşı modeli falan kalktı ortadan. Hiç kimse böyle eline alıp kaynak yapmayı veya ben harita mühendisiyim, bizim işimiz arazidir demiyor. Harita mühendisi arkadaşımız geliyor ve masa başı iş istiyor. Arazi mühendisi nasıl masa başı iş isteyebilir anlayamıyorum. Girişimcilik ruhunu çocuklara tam olarak veremiyoruz. Çocukların tek derdi kamuya girip, düşük de olsa belli bir maaşla masa başında rutin hayatlarını devam ettirmek. Sanırım bir hedef koyamıyoruz çocuklara. Yani, “Niye onu olayım?” diyor çocuk.
İsmail Alapala: Hedefe yönelik olmayan, amacı belirlenmemiş bir eğitim sistemi içindeyiz. Bu şekilde sonuç almak mümkün değil. Ama varsayalım ki üniversitelerimiz doğru insanlar yetiştirmeye başladı, sanayicinin altyapısı hazır değilse, yani bir sistem oturtmuş, gelen kişinin görev ve tanımlarını doğru yapıp, önüne iş olarak veremiyorsa en iyi elemandan bile faydalanmanızın imkanı yok. Ben bunları yaşanmışlıklar üzerinden anlatıyorum. Biz sanayiciler olarak da buna hazır değiliz. Şu anda o insanların yetişiyor olduğunu varsaysak bile biz hazır değiliz. Bunu birleştirecek kurum nedir? Nasıl hazır olabiliriz? Bunlar hep soru işareti. Bize bu eğitimi verecek insanları bulamıyoruz. Deneyimli çalışanları; mesela Kaizen bilen bir deneyimli çalışanı bulup Çorum’a getiremezsiniz. Çünkü İstanbul’daki yaşam şartlarıyla Çorum bir değil. İstanbul’da iki katı kazansanız bile Çorum’da biriktirdiğiniz artı maddi imkanı sağlayamazsınız ama buraya gelirken daha yüksek bedel istiyor insanlar.
Ercan Gegez: Bu noktada Sayın Vali Yardımcımıza söz vermek istiyorum.
Recep Yüksel: Mesleki eğitimle ilgili şu noktaya dikkat çekmek isterim; gençler de işverenlerden şikayetçi. Gençler, “Her gittiğimiz mülakatta bize deneyimimiz olup olmadığı soruluyor. Bizler beklentilerimizi dile getirdiğimiz zaman da senin deneyimin yok deyip, işe alınmıyoruz. Peki ben nerede deneyim kazanacağım, bunun cevabını veren yok” diyorlar. Gerçekten de liseler, üniversiteler her yıl mezunlar veriyor ama diğer taraftan da siz yetişmiş eleman sıkıntısı çektiğinizi söylüyorsunuz. Dolayısıyla talepler ve beklentilerin birbirini karşılayamadığı bir işgücü ortamı söz konusu. Bu sorunun çözümü bence ilgili resmi ve sivil tüm kurum ve kuruluşların oturup, kafa kafaya verip, memleketin işgücü ihtiyacı nedir, neler yapılması lazım gibi konularda karar vermesi gerekiyor. Aksi halde işin içinden çıkamayız.
Ercan Gegez: Bundan sonraki konumuz kamu-sanayici iş birliği ve üniversite-sanayici iş birliği. Hocam siz neler söylemek istersiniz?
Reha Metin Alkan: Hiç şüphesiz Türkiye’nin sorunundan bahsediyorsunuz. Yani sadece Çorum’a özgü bir konu değil. Bu dediğiniz anlamda ideal bir üniversite benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de çok nadir. Sadece sürece gönül vermiş hocalardan dolayı bazı üniversiteler bu konuda biraz daha yol kat etti. Ancak genel kültür anlamında böyle bir yapılanma henüz ülkemizde tam anlamıyla mevcut değil. Birincisi bu. İkincisi, siz diyorsunuz ki, dekanlarımızın, idarecilerimizin, rektörlerimizin, hocalarımızın sanayiye gitmesi gerekir. Sebep ne hocam? Niye gitsin? Yasal anlamda bir zorunluluğu yok. Bunu yapması için vicdanı dışında yapması bir başka unsur yok. Yani vicdanı dışında onu sahaya itecek bir unsur yoksa bu işbirliği inisiyatifin ötesine çıkamıyor. Mesela bir hocamız, büyük bir üniversitede şunu söylemişti: “Sanayicinin ihtiyacı varsa gelir bana sorar, danışmanlık ücretimi yatırır, ben de gereğini yaparım”. Bu da bir bakış açısı. Bazı üniversiteler “Bilim bilim içindir”i savunuyor, bazıları “Bilim insanlık, toplum içindir”i savunuyor. Her iki anlayış da geçerli. Bence bu mecburen değişecek. Bu yapı yavaş da olsa değişecek. Bence burada en önemli sorun, mezun oldukları zaman hem prestij hem de para kazanma bakımından başarılı öğrencilerin çok önemli bir kısmının tıp ve hukuk fakültelerini seçiyor olmaları. Asıl inovasyona ihtiyaç varsa bu öğrencilerin mühendisliğe veya uygulamalı bölümlere yönlendirilmesi lazım. Biz Türkiye’nin en iyi öğrencilerini mühendisliklere, işletme veya iktisat bölümlerine yöneltemediğimiz takdirde bir sonuca ulaşmamız mümkün değil. İsmail Bey diyor ki, “Kaizen eğitimi verecek kimseyi bulamıyoruz”. Üretiyorsunuz, satamıyorsunuz veya reklamını yapamıyorsunuz. Şu da bir gerçek ki, önümüzdeki 20 yılda öğrencilerimizin yüzde 65’i, şu an henüz bilinmeyen mesleklerde çalışıyor olacak. Yani önümüzdeki 20 yılda hiç bilmediğimiz meslekler ortaya çıkacak. Bu noktada üniversitelerin sürükleyici olması, think-tank’lerin Ar-Ge kuruluşlarına dönüşmesi gerekirken, maalesef bu yapısal dönüşüm biraz yavaş oluyor. Bunun muhtemel sebebi de üniversitelerin çok yeni olması. Çorum’da henüz 13 yıllık bir üniversite var ama Türkiye’deki üniversitelerin çoğu da çok yeni. Daha yeni yeni altyapılarını tamamlıyorlar, daha yeni dönüşüm sağlanabiliyor. Ben bunun er veya geç olacağına inanıyorum.
Uğur Barlık: Sayın rektörüm hatırlar, ben sanayici ve üniversite işbirliği toplantılarımızda hep şunu söylemişimdir. Bir defa hocalarımızın OSB’leri gezmesi lazım. Ne üretiliyor? Nasıl üretiliyor? Bunu bilmeden ben üniversiteye gidince hoca bana cevap veremiyor ki. Benim sıkıntımı derdimi anlayamıyor. Gezmesi lazım. Beraberce bir fikir birliği yapmamız lazım. Herkesin makamına saygı duyuyorum ama 20-30 sene öncesinin teknolojisini tarif ediyor kitapları. Bizler sektörümüzde dünyadaki en son teknolojiyi uygulayıp, Ar-Ge çalışmalarımızda en üst noktaya gelmiş firmalarız.
Çetin Başaranhıncal: Öncelikle şunu söyleyeyim, OSB’yle ilgili ne eleştiriniz varsa hepsini üzerime alıyorum. Çünkü benim mevcut durumum başkan vekilliği. Müsterih olun, kanunu esnetebildiğimiz en son noktaya kadar kafa yoruyoruz avukatlarla ve esnetiyoruz da. Bunu bir dipnot olarak dikkate alın. Ama mevzuat açısından çok daraldığımız yerler var, esnetelim değimiz ama başarılı olamadığımız... Tabii bu Türkiye genelinde bir sorun. Meslek liseleriyle ilgili Cemil Bey’in verdiği örnek de çok önemli ama biz iyi niyetle bir şeyler yaparken hata da yapabiliriz.
TOBB Türkiye’nin her yerine okul yaparken biz Çorum’da fen lisesi istemiyoruz diye ilk meslek lisesini yaptıran odayız. Fen lisesinin maliyeti 8,5-9 milyon liraydı, biz 5,5 milyon liraya, daha düşük bütçeli meslek lisesinde ısrar ettik. Bizim hatamız ne? Milli Eğitim Bakanlığı’na devretmemiz. Şimdi OSB’deki iş adamlarının okulda bir mütevelli heyeti oluşturmasıyla ilgili yeni bir protokol imzalandı. Sincan OSB’nin çok daha güzel bir uygulaması var. Öğrencilere uyguladıkları ilk anket yetenek testi. 2,5-3 saatlik bir test. Mesela bir çocuğumuz geliyor, “elektronik bölümünde okuyacağım” diyor alıyorsun, “motor bölümü” diyor alıyorsun. Ama aynen üniversitelerdeki hastalık gibi mezun olduktan sonra o mesleği yapmıyor. Zaten yeteneği de yok o konuyla ilgili. İşte Sincan OSB, o testten sonra “motorcu olmak istiyorum” diyene, “sen motordan anlamıyorsun, biz seni elektrikte yetiştirelim” diye yönlendirme yapıyor. Bu da çocuğun mesleğini sevmesini, okulunu sevmesini sağlıyor. Çünkü başarının en büyük kaynağı o sevgi. Bizim meslek lisesinde de böyle bir mütevelli heyeti oluşturulursa okula daha fazla sahip çıkılacağını düşünüyorum. Ama işin özüne baktığınız zaman, projede hata var, üniversitede, hocada hata var, iş adamında hata var. Ve bakınız, bunlar tek başına Çorum’un sorunu da değil.
Ercan Gegez: Gelelim ihracat pazarlarına. En önemli konulardan bir tanesi de bu. OSB’deki firmaların ihracat pazarlarındaki durumları, alternatif pazarlar, öne çıkan pazarlar nelerdir? İhracatı artırmak için neler yapılabilir?
Mustafa Duduoğlu: 1987 yılında Çorum Organize Sanayi Bölgesine ilk yatırımı yapan firmayız, bu tecrübeyle birkaç konuya değinmek istiyorum. Sanat enstitüleri, buradaki öğrenciler ve öğretmenleri çok kıymetli. Gençlere üretimi ve sanayi kavramını öğretecek, sevdirecek kişiler öğretmenleridir. Bu sebeple sanat enstitülerinde okuyan öğrencileri, en az bir dönem öğretmenleriyle birlikte iş yerlerimizde çalıştıralım, üretimi sevdirelim şeklinde bir önerimiz var. Şu anda fabrikamızda stajyerler var, onlardan çok memnunuz. Korkularını yendiler, kendilerine güveniyorlar. Bu okullardaki arkadaşlar gelir üç aylığına işe başlarlarsa en azından bir göz aşinalıkları olur, tecrübe edinirler, işin ne olduğunu görürler, gelecekte girecekleri mülakatlarda da bu tecrübeleri güzel yansıtırlar diye düşünüyoruz. Firmamızın ihracatı konusunda ise şunu söyleyebilirim; yüzde 35-40 oranında ihracat yapıyoruz. Bunun büyük bir bölümü Almanya ve Avrupa Birliği ülkelerine yapılıyor. İlginç olan, ihracat yaptığımız firmaları biz bulmadık, onlar bize ulaştı.
Ercan Gegez: Peki sizin müşteri bulup, yeni pazarlara girmek gibi bir çabanız var mı?
Mustafa Duduoğlu: Biz başarılı bir işletmeyiz. Yurtiçinde çalıştığımız firmalar bizden aldıkları yedek parçaları daha evvelden ithal ediyorlardı. Yabancı firmalar satış yapamaz olunca “neden artık ürün almıyorlar” diye merak edip Türkiye’ye gelmişler ve bu firmaları ziyaret etmişler. Türk firmalar da bizden aldıkları ürünlerin önceden ithal ettikleri ürünlerden daha uzun ömürlü olduğunu belirtince, onlar da “bize de söyleyin bu firmayı, biz de onlardan alalım” demişler. Biz ihracatımıza böylece başladık. Ayda ortalama 250 ton civarında döküm yapıyoruz. 2018’de bunun yüzde 40’ı ihracata yönelik oldu. Avrupa standartlarında üretim yapıyoruz. Bunlar problemsiz ürünler ve istenilen kalite şartlarını sağlıyoruz. Bu da yurtdışındaki müşterilerimizi memnun ediyor. Hedefimiz, hitap ettiğimiz sektörde ihracatımızı artırmak. Bununla birlikte yeni sektörler için Ar-Ge çalışmalarımız da devam ediyor
Ercan Gegez: Yurtdışına açılmanın getirilerinden bir tanesi de ölçek ekonomisinin sağlaması. Bugün İsrail çok küçük bir ülke olmasına rağmen firmalarının çok karlı olmasının sebeplerinden bir tanesi tamamıyla yurtdışı pazarlarla çalışıyor olmaları. Bu anlamda ölçek konusu hakikaten çok önemli. Sizlerin aktif bir şekilde dış pazar arayışı içinde olmanız gerekiyor diye düşünüyorum. Buradan hareketle neler söyleyebilirsiniz?
Mustafa Duduoğlu: Teknolojiyi yakından takip ediyoruz. Hedeflerimiz doğrultusunda doğru yatırımları yaparak, israf da etmeden üretim kabiliyetimizi gelen talepler doğrultusunda geliştiriyoruz. Bir kısım müşterimiz birbirlerinden duyup bizi buldu. Biz de ziyaretlerde bulunuyor, teknik fuarlar ve kongreleri takip ediyoruz. Yeni firmalara ulaşmaya çalışıyoruz. Çalışmalarımız başarıyla devam ediyor. Bu yönüyle de işin dünya standartlarına, normlarına uygun bir iş yapmanın gayretine düştük. Bu da bizim kendi sistemimiz, yöntemimiz oldu.
Macit Çubuk: Dünya ölçeğinde büyük kapasiteli un fabrikası kurmak isteyen herhangi bir yatırımcı bunu nerede yaptırabilirim diye bir araştırma yaptığında dünyada 5-6 ülke var. Türkiye, Almanya, İsviçre, Japonya, Çin’in bir kısmı olabilir, İtalya… 100 küsur ülkenin içerisinde 7-8 tane ülke var bu yatırımı yapacak. Bu yedi ülkeye bakınca, her ülkenin kaç tane firması var? İsviçre’de bir tane, İtalya’da iki, belki üç olabilir, Japonya da bir iki tane, Türkiye’de o kalitede veya o kaliteye yakın o işi yapacak en az 20 firma var. Bu firmaların da en öndeki iki tanesi burada.
Ercan Gegez: Peki bu saydığınız 5-6 ülke arasında Türkiye bir numara mı?
Macit Çubuk: Hacim olarak iki numara, kapasite olarak bir numara. Küresel ölçekte yüzde 60 ve üzerini götüren bir firma var. Diğer tarafta Çorum’daki firmalarımız var ağırlıklı olarak. Böyle bir avantajımız var ihracatta da. Dünya ölçeğinde birinci rakibimiz bir İsviçre firması. 100 küsur seneden fazla geçmişleri olan, bunun dışında başka sektörlerde de üretimleri, yatırımları olan bir firma. Ondan sonra Türkiye’deki firmalar geliyor, Türkiye’de de Çorum’un bir firması geliyor. Daha sonra da bu pazara destek veren, hizmet veren firmalar var. Pazar büyük. Yani ciddi firmalarımız var, güzel işler yapılıyor, ihracat rakamlarımız ortada. Bunun nasıl bir adım üzerine çıkacağız? Ülkemizde kurulan şirketlerle kapanan şirketler arasında baş döndürücü rakamlar var. 10 taneden 7-8 tanesi kapanıyor. Bizim sektörde de durum böyle. Pazarımız var, müşterimiz var, biraz kendi mutfağımızı, kendi üretim süreçlerimiz, kendi üretimimizi kendi fiyatlarımızı, kalitemizi bir tık yukarıya çıkarmayı hedeflersek, başarılı olmamak için bir sebep göremiyorum. Çok çalışmamız, çok üretmemiz gerekiyor.
Ercan Gegez: Merak ettiğim başka bir konu da ihracat pazarlarının dağılımı. Nasıl bir dağılım söz konusu?
Bizim bir ülke var, Hindistan, Pakistan. Çin oraya hücum ediyor, rakamlar orada çok düşük. Bir makinamızı diyelim 10 bin dolara satıyoruz, aynı makinayı ben ABD’ye 30 bin dolara satıyorum. Yani pazarları iyi araştırmak lazım. Karlı işleri almak lazım. Mesela ben sırf Pakistan’a, Hindistan’a çalışsam para kazanamam. Çünkü Çin’de üretim maliyetleri çok düşük ve pazarımın içindeler. Ama Çin ABD’ye giremiyor. Çünkü ABD kaliteyi biliyor, Avrupalı kaliteyi biliyor. Ben İsveç’e bir fabrika yaptım, 3 sene önce. Bizden önce İtalyanlara ve İsviçrelilere de fabrika yaptırmışlar. Üçüncü fabrikalarını biz yaptık. İtalyanlara ve İsviçre’ye yaptırdıklarına pişman olup, bize yeni bir fabrika siparişi daha verdiler. Yani kalite çok önemli. Teknolojinin en son noktasına kadar... Çünkü bizim sektörümüzde randıman çok önemli. O randımanı, o performansı yakalamak lazım. Fabrikayı yaparsın, birçok firma yapıyor. Müteşebbis elinde avucunda ne varsa harcıyor, fabrikaya yol veriyor ama randıman alamıyor. Ondan sonra bin pişman, saçlarını yolmaya başlıyor. Fakat fabrika performansı ve kalitesiyle iyi çalışırsa para kazanmaya başlıyor ve ikinciyi, üçüncüyü yapmaya çalışıyor. Yurt dışına iş yapacaksak, ihracat yapacaksak kaliteye çok önem vermemiz lazım Kalitesiz üretim yapan firmaların denetlenmesi lazım. Çünkü yurt dışına giden her malın adı Türk malı oluyor. Kaliteli firmalar da bundan zarar görüyor.
Ercan Gegez: Afrika pazarında var mısınız?
Uğur Barlık: Tabii. Biz 20 ülkede varız.
İsmail Alapala: Şimdi ihracatla OSB kelimelerini yan yana getirirsek karşımıza şöyle bir konu çıkıyor. OSB, ihracatı nasıl destekleyebilir? Burada firmaların kendileri var bir de OSB var. Firmalarda menfaatlerin çakıştığı yerler var. Bütün firmalar birbirine pazarını açmaz doğal olarak. Peki OSB ne yapabilir böyle bir durumda? İhracatın bir bürokratik dokümanter tarafı var, kambiyo var, ihracatta gümrük şartnameleri var. Bu teknik bir bilgi. Bir de pazar araştırma yöntemleri var. OSB bunları eğitim olarak verilebilir, önder olabilir, kendi kurumsal yapısında böyle bir bölüm oluşturabilir. Ama özellikle aynı sektörde çalışan firmalar birbirine pazarını açamaz. Bu çok doğal bir rekabet. Bu noktada onlarca firmadan bahsediyoruz. Yani hepimizin amacı pazarı büyütmek olmalı. Pazarı küçültmek çok kolay. Ne kadar çok firma aynı olmayan şartlarda aynı pazara giriyorsa pazar küçülür. Haksız rekabetin getirdiği verimsizlik, fiyat verimsizliği, maliyet verimsizliği söz konusu olur. Bizim sektörde bir müşteri Türkiye’ye baktığında Almanya’ya baktığı gibi bakıyor. Almanya’da iki firma arasındaki kalite farkı yüzde 5, İtalya’da da en fazla yüzde 10’dur. Türkiye’de ise kalite farklılığı yüzde 30 ile 80 arasındadır. Dolayısıyla fiyatlar da benzer farklılıklar göstermektedir. Bu süreci doğru kontrol etmediğimizde, doğru yönetmediğimizde, niteliksiz ihracat Türkiye’nin sanayileşme politikasının, çabasının önünde bir engel olarak çıkıyor karşımıza. Çorum’da biz bunları ana firmalarıyla, yan sanayisiyle birbirini tamamlar hale getirebiliriz. Teşviklerin doğru kanalize edilmesini sağlayarak, birbirini tüketen yapının önüne geçebiliriz.
Ercan Gegez: Ara eleman problemini biraz konuştuk aslında. İnsan kaynakları mevcut durumu ve ihtiyaç analizi… Soracağım şey şu: Biraz önce ara elemandan bahsettik ama bunun dışında, insan kaynaklarıyla ilgili başka bir problem var diyen de var mı? Arkasından da markalaşmayla ilgili Erdoğan Bey’e söz vereceğim.
Fahri Altıkardeş: İnsan kaynaklarıyla ilgili sürekli teknik eğitimler üzerinde duruyoruz. Bir ekip çalışması gibi düşünmemiz gerekiyor. Bizim aklımızda, iyi kaynakçılar olsun, iyi teknik elemanlar olsun gibi şeyler var ama işin bir de diğer tarafı var. Yani işin organizasyonel tarafını, finansman tarafını yönetenler… O kısımda da insan kaynaklarıyla ilgili çok sıkıntı yaşıyoruz. Küçük dükkanlardan önce atölyelere, sonra fabrikalara, sonra da 20-30 bin metrekare alanlara belki fiziki olarak geçtik ama altyapılarımızın da ona uygun şekilde, aynı paralelde büyümesi gerekiyor. Zaman zaman oralarda ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Finansmanın yönetiminden tutun da işletmenin genel çalışmasıyla ilgili sıkıntılar var. Mesela üniversitemizden de o konularda da iletişim eksikliğinden dolayı yeterli destekler alamıyoruz. Kendi öğrendiklerimizle, bildiklerimizle işi götürmeye çalışıyoruz ama ihracat ve uluslararası rekabetten bahsettiğimizde altyapımızı ona uygun hale getirmekte zorlanıyoruz. Belki o konuda bir özeleştiri yapmamız gerekiyor. Yani sadece teknik insan kaynakları değil mevzu.
Muharrem Sarıaslan: OSB’mizdeki teknik lisemiz açılırken bütün sanayicilerimizden görüş aldık. Nasıl bir eleman ihtiyacınız var, hangi bölümler lazım diye? Sınıflarımızı da ona göre yönlendirdik. Diğer taraftan insan kaynaklarında OSB’yle ilgili bir havuz oluşturabildik. Buralarda da ufak çaplı girişimlerimiz oldu.
Ercan Gegez: Son konumuz markalaşma stratejileri.
Erdoğan Özdemir: Halkbank bölge koordinatörüyüm. Şahsi düşüncem, dünyada tüm savaşların markalar üzerinden yapıldığı. Yani bugün sizin askerinizin ne kadar güçlü olduğunun çok da önemi yok, dünyada ne kadar çok marka ürettiğinizle ilgili savaşlar yaşanıyor. Çorum’da bildiğim kadarıyla, özellikle makine sanayisinde ve değirmen makinaları sanayisinde markalaşmalar oldu. Kaliteli ürünler üretiliyor ve dünyanın 131 ülkesine ihracat yapılıyor. Kolay bir şey değil bunu yapmak ama sorunlar hep aynı sorunlar maalesef; insan kaynağı sorunu, ara eleman sorunu, sermaye sorunu... Bunların çözülmüş olması lazım. Yine kamuyla özel sektör arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi sorunları. Maalesef biz mesleklerin de çok itibarsızlaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Yani artık bir berber, manav, kasap ya da tornacı ile bir doktor, mühendis, vali veya kaymakamın bakış açısı aynı değil toplumda. Dolayısıyla velilerimiz de çocuklarımızın eğitimini bu yönde yönlendiriyor, teşvik ediyorlar. Ben yaklaşık sekiz aydan beri ben Çorum’dayım, sanayi manasında çok ciddi bir Ar-Ge kültürü var burada. İnsan kaynağı konusu sorun olsa da bir çalışan sınıf var üretimde. Usta, çırak, kalfa vesaire. Ben Çorum’un geleceğinden umutluyum. Burada her zaman iyi şeyler yapılacağına eminim.
Mustafa Çödek: Halkbank olarak özellikle bu sene OSB’ler ve teknoloji bölgelerinde farklı uygulamalar içine girerek, reel sektörle bütünleşmek ve ülke ekonomisinde etkin sonuçlar doğuracak bazı politikalar üretmek üzerine odaklandık. Bu sürece işbirlikleri yoluyla üniversitelerimizi de dahil ederek, KOBİ’lerde eksik olan uluslararasılaşma ve Ar-Ge süreçlerine katkıda bulunacağız. Biz bu yıl birçok şehirde “Üreten Türkiye” toplantıları yaptık. TOBB ile de “Reel Sektör Buluşmaları” toplantıları gerçekleştirdik. Ama farkındalığı artırmak için bu tür çalışmalarımızı daha da artırmamız gerektiğini düşünüyorum.
Reel sektörü desteklemek adına projelerde iki yıl ödemesiz yedi yıl, bazen de projelerin özüne uygun 8-9 yıl vadeli krediler veriyoruz. Bu Halkbank’ın misyonunda olan bir uygulama. Hatta işletme kredilerini bile bir yılı ödemesiz beş yıla kadar verebiliyoruz. Bunun ötesinde “Teknoloji, Ar-Ge, İnovasyon, Destek Paketi” adı altında iki yılı ödemesiz beş yıla kadar Ar-Ge kredilerimiz şu anda uygulamada var.
Çorum özelinde ise şunları ekleyebilirim. Biz zaten “Üreten Türkiye” sloganı altında üreten herkese pozitif ayrımcılık yapma yönünde bir uğraş içindeyiz. Çorum’un geldiği noktaya bakacak olursak; bundan 12 yıl önce Çorum 56 ülkeye ihracat yaparken, bugün 131 ülkeye ihracat yapar konuma gelmiş. Bu çerçevede OSB’leri de çok önemsiyoruz. Çünkü yatırımların belli bir bölgede organize olarak yoğunlaşması, dağınık ve düzensiz gelişmeyi engelliyor. Biz bu alanda Halkbank olarak 81 yıllık kurum kültürümüzle KOBİ’lerin gelişimine destek sunmayı misyon edinmiş bir bankayız. Süreç içinde hazirundaki değerli paydaşlarımızın da göreceği üzere farklı politikalarla etkinliğimizi artıracağız. Çorum OSB’deki yaklaşık 114 firmanın 55’iyle aktif olarak çalışıyoruz. Bu da bize burada daha kat edeceğimiz çok mesafe olduğunu gösteriyor. Halkbank’ın “Üreten Türkiye” sloganına uygun olarak sizlerin yanınızda olduğumuzu vurgulamak istiyorum.
Malik Battal: Şöyle bir tespitimiz var bizim markalaşmada. Firmalar devlet desteği almadan, üretim anlamında, pazar anlamında bir yere gelebiliyor. Ancak biz profesyonel anlamda markalaşmayı bilmiyoruz. Malımızı profesyonel anlamda üretiyoruz ama markalaşmada profesyonel değiliz. Oysa bir tıkla en az 7-8 firmamızın markalaşmaya gidebileceğini dışarıdan görüyoruz. Bu sadece Çorum’un meselesi de değil, Anadolu’nun meselesi diye düşünüyorum. Mümkün olduğunca eğitim düzenleyerek veya değişik platformlarda baskı yapıyoruz ama daha o işi atlayamadık. Ürünlerimizde markayız ama gerçek anlamda markalaşmada problemimiz var.
İsmail Alapala: Günümüzde gelişmiş ülkelerde fırsat diye bir şey yok. Bizim çok uzağında olduğumuz bilişimden zaten bahsetmiyorum ama sanayi ve teknoloji dediğimizde bile fırsatlar yok. Tüketicinin çok fazla seçeneği var. Ulaşma kolaylığı var. Bir şirket Ar-Ge’yi yaşam biçimi yapmamışsa, markalaşmaya çalışmasının anlamı yok. Yani dünyaya çıktınız, geri döndünüz, bunun kimseye faydası yok. Kalıcı ve sürdürülebilir bir çalışma ortamı yaratmadığınızda o emeğiniz boşa gidiyor ve hakikaten marka olma potansiyellerini de yok ediyor. Gelişmenin altında iki unsur yatıyor: Bilgi birikimi ve sermaye birikimi. Çorum’da bilgi birikimi yok, sermaye birikimi hiç yok. Bir sanayi şehri algısı var ama Çorum sanayi şehri değil aslında. Sermayesini oluşturmuş, yürüyen bir şehir değil. Bunların yerli yerine konması, desteklenmesi gerekiyor. Marka dediğimizde, bugün bilgiye ulaşmak çok kolay. Rekabet yapabiliyorsanız, marka olma şansınız var. Ölçek ekonomisine ulaşmayı hedeflemişseniz, bu yolu çizebiliyorsanız, bu projeksiyonu ortaya koyabiliyorsanız marka olma şansınız var. Yan sanayi oluşturma yeteneğiniz varsa marka olma şansınız var. Pazarı büyütecek bir proje geliştirmeliyiz. Markamızı da oluşturabiliriz, geliştirebiliriz, daha da büyütebiliriz. Ama haksız rekabet varsa gelişemezsiniz. Haksız rekabet gelişmeyi sabote ediyor. Markalaşmayı da önleyen faktörlerden birisi olan haksız rekabetin kesinlikle ortadan kalkması gerekir.
Hayri Şamlı: Ben de kamu desteğiyle ilgili bir noktaya değinmeden geçmek istemiyorum. Kamu sanayi işbirliği bağlamında Çorum, şu anda gelişmişlik sendromunun tam zirve noktasında. Çorum sanayisini oluşturan anaçlar burada. Onlardan türeyen, onlara tedarikçilik yapan ve zamanla onlarla rekabet eder hale gelen fabrikalar da var. Ve şu anda Çorum sanayisi tıkandı. Bunun daha ötesi yok. Bu eşiği atlayabilmemiz, teknolojik atılımı gerçekleştirebilmemiz için Uğur ağabey, İsmail ağabey gibi duayenlerin ekipleriyle birlikte kendi bilgi ve tecrübe birikimlerinden hareketle bu işi başlatmaları gerekir. Çünkü dışarıdan birileri gelip de bu duayenlere işleriyle ilgili bir şeyler öğretemez. Yapılacaksa onlar yapacak. Eğer onlardan bu tür bir teknolojik atılım gelmezse Çorum sanayisi maalesef bu sendromla birlikte çöküşe başlayacak. Bu sürece kamunun da destek vermesi gerekiyor. Konya’da bunun bir örneği yaşandı. Konyalı sanayiciler ile Aselsan ortak bir silah fabrikası kurdular. Yüzde 51’i Aselsan’ın, yüzde 49’u Oda’nın. 250 milyon dolarlık bir yatırımdı. Biliyorsunuz, ülkenin savunma sanayisi Ankara’da öbeklenmiş durumda. Ben bunu stratejik olarak da yanlış buluyorum.
Savunma sanayisinin tek bir noktada toplanması hiç doğru değil. Bu sektörün ülke geneline dağıtılması lazım. Bunu Konya başardı, Çorum’un da başarması gerekir. Teknolojik anlamda bir sıçrama yapabilmemiz için böyle bir kamu yatırımının ivedi olarak buraya Çorum’a da kazandırılması lazım.
Ercan Gegez: Çok verimli bir toplantı yaptığımızı düşünüyorum. OSB ve Çorum sanayisinin geneline ilişkin öncelikleri enine boyuna tartışmış olduk. Üstelik çarpıcı çözüm önerileri de ortaya kondu. Bizleri ağırladığınız ve toplantımıza gösterdiğiniz ilgi için hepinize tekrar teşekkür ediyorum.
ÇORUM OSB’Yİ GELECEĞE TAŞIYACAK 10 PARAMETRE
1- Demiryolu acil ihtiyaç
Çorum’un devletten en acil talebi demiryolu. Özellikle ürünlerin nakledilmesi ve dünya pazarındaki rekabette kentin gücünü artırmak adına bu ihtiyacın karşılanması, Çorumlu sanayici açısından çok önemli. Merzifon havalimanının desteklenmesi veya Çorum’a havaalanı yapılması da kentin gündeminde hemen ikinci sırada geliyor. Bu ihtiyaçların karşılanması, giderek ihracata yönelen Çorum’a büyük bir avantaj kazandıracak.
2- Samsun limanı
Samsun’da bir liman var ama Çorumlu sanayici deniz yolu taşımacılığı yapacağı zaman ürünlerini İstanbul’a götürmek zorunda kalıyor. Samsun limanının neden çalışmadığı araştırılıp, sorunlarının tespit edilerek çözülebilmesi için girişimlerde bulunulmalı. Samsun limanının işler hale getirilip, Çorumlu sanayicinin buradan yararlanabilmesinin yolu mutlaka açılmalı.
3- Eğitim sorununu devlet çözebilir
Ebeveynler ve gençler okul seçimlerinde bilinçli hareket etmiyor. Çocuğun kapasitesi, yetenekleri ya da iş sahası, piyasa koşulları gibi etmenler bu seçimlerde dikkate alınmıyor. Ülkemizde hedefe yönelik olmayan, amacı belirlenmemiş bir eğitim sistemi var. Bu haliyle eğitim sistemimizden verimli sonuçlar almak mümkün değil. Konuyla ilgili devlet özel ve acil çözümler geliştirmeli.
4- EPDK’nın fiyat politikası değişmeli
EPDK’nın son politikaları sonucu ortaya çıkan enerji maliyetleri, bu enerjiyi imalatında yoğun olarak kullanan firmalar üzerinde çok ciddi bir baskı oluşturmakta. Her ay değişen enerji fiyatları söz konusu. Firmalar üretim yaparken ileriye dönük bir maliyet planlaması yapamaz halde. EPDK’nın enerji fiyatlarını daha istikrarlı bir seyir üzerine oturtması gerekiyor.
5- Çorum’da teknolojik sıçrama ihtiyacı
Teknolojik anlamda Çorum sanayisi gelişmişlik sendromunun zirvesine ulaştı ve tıkandı. Bu eşiği atlayabilmesi için kamunun desteği gerekiyor. Konya’da bunun bir örneği yaşandı. Konyalı 24 girişimci ile Aselsan, 250 milyon dolar sermayeli ortak bir silah fabrikası kurdu. Savunma sanayisinin Ankara’da öbeklenmiş olması zaten stratejik olarak yanlış. Teknolojik anlamda bir sıçrama yapılabilmesi için bu tür bir kamu yatırımı Çorum’a da kazandırılmalı.
6- Kayıt dışıyla mücadele şart
Türk sanayicisi küresel rekabette ilerleme kaydedebilmek için bir yandan maliyetlerle, teknolojik gelişmelerle, verimlilikle, sevkiyat sorunlarıyla uğraşırken, diğer yandan da haksız rekabetle baş etmeye çalışıyor. Haksız rekabet gelişmeyi ve markalaşmayı sabote ediyor. Bu çerçevede kayıt dışılığın acilen önlenmesi ve devletin bu konuda daha sert önlemler alarak, haksız rekabeti önlemesi gerekiyor.
7- Teşvik uygulamaları
Teşvik uygulamaları kapsam olarak daha verimli olacak şekilde düzenlenebilir. TOBB’un veya SİAD’ların görüşlerine kısmen değer veriliyor ama yereldeki görüşler çok ciddiye alınmıyor. Özellikle sektörel bazlı teşviklerde Anadolu’nun çok önemsenmediği görüşü hakim. Görüşlerine kulak verilmesini arzu eden Çorumlu sanayici, teşvik konularında pozitif ayrımcılık beklentisi içinde.
8- TOKİ fabrika binası da yapmalı
10 yıl vadeyle konut alınabiliyor, yakın gelecekte bu daha da uzatılacak gibi görünüyor. Ama sanayi yatırımına 6 yıldan daha fazla bir bina finansmanı yapmak mümkün değil. Bu vadeler genişletilmeli, sanayicinin üzerinden bu yük alınmalı. TOKİ gibi kamu kurumları, gayrimenkul yatırım ortaklıkları tarafından bu binalar yapılabilir, sanayici de kira öder gibi 15-20 yıl bedelini ödeyerek, binayı üzerine geçirebilir.
9- Ticari alacakların tahsili
Türkiye’de ticari alacakların tahsil garantisi tam olarak yok. Devlet son dönemde bununla ilgili bir alacak sigortası çözümü geliştirmiş olsa da rakamlar ve oranlar yeterli değil. Çünkü alacağın ancak küçük bir kısmı karşılanabiliyor. Ödeme evraklarının güçlendirilmesi lazım. Buna rağmen bir kayıp ya da batak olursa da bunun bir dayanışma sistemi veya sigorta sistemi içinde telafi edileceği bir çözüm üretilmeli.
10- Çorum daha cazip kılınmalı
Çorumlu sanayici belli bir büyüklüğün üzerine çıktığında, yapısal organizasyon sorunlarıyla karşılaşıyor. Çorum’da bu süreci yönetebilecek profesyonel yeteri kadar yok. Üniversiteden mezun olmuş yeni çalışanlarla da bunu yapma şansı bulunmuyor. Çorum’da, bilgi ve tecrübesi olan yetişmiş insanları kente getirecek, o ihtiyaçları karşılayacak bir ortam yaratmaya ihtiyaç var.
ÇORUM OSB TOPLANTISI PDF