Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi Ortak Akıl Toplantısı

DOSAB, EĞİTİMDE TÜRKİYE’YE ÖRNEK
Turkishtime ve Halkbank’ın organize sanayi bölgelerinde düzenlediği ortak akıl toplantılarının yedincisi, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi (DOSAB)’da, Bursa sanayisine yön veren liderlerin katılımıyla gerçekleşti. 26 Eylül Çarşamba günü düzenlediğimiz toplantıda DOSAB'ın sorunları, geleceği ve yapılması gerekenler konuşuldu.
Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi DOSAB, ev sahipliği yaptığı dev şirketlerle, Türkiye ekonomisinin belkemiklerinden biri. DOSAB’ın gündeminde personel bulma zorluğu, mevcut personelin eğitimi ve kendi enerjisini üretmek için yapılacak dev yatırım var. DOSAB bünyesindeki eğitim merkezi BUTGEM, tüm Türkiye’ye örnek oluşturuyor. DOSAB bünyesinde bulunan Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Eğitim Vakfı BUTGEM, meslek edindirme ve meslek içi eğitim alanında Türkiye’nin diğer bölgelerine örnek oluşturuyor. BUTGEM’in başarılı çalışmalarına rağmen diğer organize sanayi bölgeleri gibi DOSAB’ın da ciddi anlamda insan kaynağı açığı bulunuyor.
Bursa’nın duayen sanayicilerinden, Evinoks Otel Ekipmanları ve Politet Konfeksiyon Şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Coşkun İrfan, Turkishtime - Halkbank DOSAB Ortak Akıl Toplantısı’nda bu sorunu, “Son yıllarda insanlara iş beğendirmek sorun haline geldi, herkes kolay ve gezip tozacak iş peşinde. AVM kültürü gençlerimizin işe sarılmasını engelledi” sözleriyle ifade etti. DOSAB’ın gündemindeki bir başka konu, üniversite- sanayi işbirliğinin geliştirilmesi. Ortak Akıl Toplantısı’nda masaya yatırılan konulardan biri de buydu. Katılımcılar, üniversite - sanayi işbirliğini geliştirecek somut önerilerde bulundular…
İşte toplantıda konuşulanlar:
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Altınbaş Üniversitesi İşletme Fakültesi’nin kurucu dekanıyım. Çalışma alanım pazarlamadır. Ağırlıklı olarak uluslararası pazarlama, rekabet ve pazarlama araştırmaları konularını çalışıyorum. Biz öğretim üyeleri olarak konuşmayı çok severiz ama bugün daha çok sizin konuşmanızı isteyeceğim. Öncelikle Turkishtime ve Halkbank’a, ev sahipliği için çok teşekkür ediyorum. Adettendir, önce onlara söz vermek isterim. Halkbank Kobi Pazarlama 1. Daire Başkanı sayın Hakan Başaran, buyurun efendim.
HAKAN BAŞARAN: Sayın Başkan, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi’nin değerli üyeleri ve değerli Ercan Hocamız... Halkbank ortak akıl toplantısına hoş geldiniz. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Halkbank olarak 80. Yaşını kutladığımız bu yıl da yine sanayicinin, üreticinin yanında olmaktan dolayı gurur duyuyoruz. Bursa bizim önem verdiğimiz piyasalardan biri. Türkiye’nin önemli sanayi merkezlerinden biri olan Bursa’da Halkbank olarak Bölge Koordinatörlüğümüze bağlı 35 şube ve 2 adet Ticari Şube olmak üzere toplam 37 şube ile faaliyet gösteriyoruz. Halkbank ailesi olarak üreticinin, esnafın, KOBİ’lerimizin her zaman yanındayız. Bursa’da faaliyet gösteren KOBİ’lerimize bugüne kadar toplam 1 milyar 300 milyon TL tutarında KGF kefaleti ile kredi kullandırılmıştır. Bununla beraber yine KOBİ’lerimize finansman desteği sağlamak amacıyla Ticaret Odalarımız ile yapılan protokol kapsamında Bursa ilimizde toplam 250 milyon TL “TOBB Nefes Kredisi” adı altında ticari kredi olanağı sağlanmıştır.

Hakan Başaran
Eylül 2018 itibariyle Halkbank’ın Bursa ilinde ticari kredilerdeki Pazar payı yüzde 14,5’a ulaşmıştır. Bursa Bölge Koordinatörümüz Nilgül Kurtulan Hanım’ı çoğunuz tanıyorsunuz. O da her zaman sizin yanınızda. DOSAB’ın, sanayi sektörünün sorunları ve çözüm önerileriniele almak amacıyla düzenlediğimiz Ortak Akıl Toplantısı’nda biz sözü sizlere bırakmak için geldik, teşekkür ediyoruz. İyi bir toplantı olmasını temenni ediyorum.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Ben birçok yer gezdim, birçok yerde moderatörlük yaptım. Söylememem, sizi etkilememem gerekiyor ama Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi yönetim merkezi uzay merkezi gibi olmuş.Sayın müdürümüz gezdirdi, muhteşem bir yerdeyiz, hakikaten emeği geçenleri çok tebrik ediyorum. Şimdi uygun görürlerse DOSAB Yönetim Kurulu Başkanımız sayın Ersan Özsoy Beyefendi’ye söz vermek isterim, buyurun.
HALİL ERSAN ÖZSOY: Öncelikle misafirlerimize hoş geldiniz diyorum, biz de sizleri DOSAB’da ağırlamaktan son derece keyif duyuyoruz. Böyle yoğun bir gündemin olduğu dönemde sizlerin ziyareti bize moral veriyor. Elbette DOSAB’ımızın hedefleri var, her organize sanayi bölgesi gibi dertleri var. Bu dertleri de biz ilgili mercilere iletiyoruz ama bir ortak akıl sonucu şeklinde sunarsak daha etkili olacağını düşünüyoruz.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Bugün gündemimizde sekiz madde var, beraberce bu maddeleri tartışacağız. Öncelikle “DOSAB’ın sorunları ve çözüm önerileri” başlığı ile başlamak istiyorum. Mesela sizlere en önemli üç sorunu sorsam aklınıza ne gelir?
COŞKUN İRFAN: Makine yüksek mühendisiyim. Evinoks Otel Ekipmanları ve Politet Konfeksiyon Şirketinin Yönetim Kurulu Başkanıyım.
En önemli sorunumuz, eğitim ve personel açığı ve teknik personel yönünden çok ciddi sıkıntılarımızın olmasıdır. Bu konuda Milli Eğitim Müdürlüğü bize, “Sizin istediğiniz bölümlere öğrenci tercihleri kalmadığı için sınıfları kapattık” diyor. Ayrıca biz stajyer de bulamıyoruz. Eskiden firmalarımıza 10’ar stajyer gelirdi. Haftanın üç günü işletmelerde çalışırlardı. Oradan yetişince personellerimiz olurlar, askere giderler, dönünce yine devam ederlerdi. Böylelikle kendi kaynağımızı, kendi elemanımızı yetiştirmek ve kendi firmamızda içselleştirmek mümkündü. Artık böyle bir öğrenci imkanı kalmadı. Sanıyorum şehir çok uzak kalıyor. Uzak mesafelerden öğrenci gelmesi, gitmesi de problem oluyor. Öğrencilere iş hayatının kıymetini anlatma şansı da kalmadığı için, bu mesleğe yöneltme ve istek yaratma gibi imkanlar da kalmadı. Şöyle bir öneride bulunuyorum: Belirli büyüklükteki organize sanayilerin içerisinde, sektörlerin yoğunluk oranları doğrultusunda İngilizce eğitimli, metal işleri-kaynakçılık-mobilya- otomotiv-tekstil-konfeksiyon-moda tasarım bölümleri içeren, teknik sanat okulları ve meslek yüksek okulları kurulabilir. Almanya’da olduğu gibi yarım gün işte, yarım gün okulda bu öğrencileri yetiştirebiliriz. Bugün teknik makinalarımızı kullanabilecek personel bulunmuyor. Bırakın kullanımını, onarımını yapabilecek personel de yok. Bunlara çok ciddi ücretler ödüyoruz. Yedek parçaları yurt dışından getirtiyoruz. Bence en önemli konu, eğitim ve teknik personel konusudur.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Özür dileyerek araya giriyorum ama bu eğitim açığı sadece şirketlerin belirli departmanları için mi var? Yoksa genel bir sorun mu?
COŞKUN İRFAN: Her alanda bu sorun vardır. Sac işleme, kaynak, mobilya, mekatronik, elektronik, makine-takım, hatta depoculuk… gibi alanlarda ciddi şekilde teknik eleman açığı vardır. Aynı zamanda gönüllü çalışmak isteyen gençlerle ilgili de açık söz konusudur. Bazen yeni bir personel, işe girdikten bir gün sonra işin zor olduğu gerekçesiyle ayrılıyor. Bu biraz, hizmet sektörünün Türkiye’de öne çıkarılıp, sanayi sektörünün geride bırakılması ve özendirilmesi ile de ilgili. Son yıllarda insanlara iş beğendirmek sorun haline geldi, herkes kolay ve gezip tozacağı iş peşinde. AVM kültürü gençlerimizin işe sarılmasını engelledi…. İngilizce ağırlıklı bir teknik eğitim olması lazım.Eski anlayışın ötesine geçmek, öğrencilerin bir yıl İngilizce hazırlık okumalarını sağlamak gerek. Yabancı makinaların kullanımı açısından bu nokta önemlidir. Bir diğer sıkıntı imar barışıyla ilgilidir. Bu da sundurmalar meselesidir. Sundurmalar kaçak sayıldığı için her şeyi hazır olan işletmeler işletme ruhsatı alamıyordu. Yapı kullanım izni olmasına rağmen ruhsat alınamıyordu. Yeni İmar Affı Yasası’yla beraber sanırım bu sorun düzeltildi.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Yine bunu teyit etmek amacıyla soruyorum. Siz DOSAB’ın bir okul kurmasını mı öneriyorsunuz?
COŞKUN İRFAN: Aslında bunun bir devlet politikası olması gerekir. Ama olmuyorsa da sanayi bölgeleri kendi içerisinde bu işi gerçekleştirmeli. Mesela bizim BUTGEM adında ortaokul, lise sonrasında eğitimle ilgili vakfımız var. Meslek edindirme kursları düzenliyor (Okuduğu mesleği beğenmeyip yeni bir dalda meslek edinmek isteyenler veya mesleğinde pratik kazanmak ve yeni teknikleri öğrenmek isteyenler eğitiliyor). Son derece başarılı çalışıyor. Sanıyorum Türkiye’de ilk ve tek örnek. Ama sanat okulları anlamında ciddi açığımız bulunmaktadır. Personel olarak da çok ciddi açığımız var. 2023 hedeflerini yakalamak ancak teknik personelle mümkündür.
MEHMET ŞEFİK KAR: Coşkun Bey’in bahsettiği gerçekten önemli bir konudur. Gençler maalesef eğitimlerini heba ederek AVM’lerde tezgahtar olarak çalışıyorlar. AVM’lerde çalışan birçok üniversite mezunu var. Ahlak bizim temelimiz, sermayemizdir. Ahlak kaybolunca işlerde
bir sürü sorun çıkmaya başladı. Ahde vefa, insanların dürüstlüğü, samimiyet kalmamıştır. İnsanlara ahlak eğitimi verilmesinden yanayım.
BERK NOYAN: Berteks Tekstil Yönetim Kurulu Başkanıyım. Farklı sektörlerde iş yapıyoruz.
Tekstilde 1922’den beri faaliyet gösteriyoruz. Otomotivde 15 senedir varız. Tarımsal olarak ceviz üretimi gerçekleştiriyoruz. Bu iş yedi yıllık bir bebek olduğu, ürünü de yeni aldığımız için bu alanda biraz daha heyecanlıyız. Personel sıkıntısı önemli bir sorundur. Makine alıyor, dokumacı bulamıyoruz. Devletimiz bu konuda da algıyı çok iyi yönetmeli, özendirmelidir. Bu sorun bu algıyla, özendirmeyle çözülür. Meslek liselerinin açılması, özendirilmesi gerekir. Aksi takdirde biz buraya okul da yapsak başvuru olmuyor. Başvuru yok. Bunu bir algı yönetimiyle uzun soluklu bir program haline getirmemiz lazım. Eskiden eleman bulma sıkıntımız yoktu. Eskiden derken 20 yıl öncesini, babalarımız zamanını kastediyorum. Her geçen gün elemanların vasıfları zayıflıyor. Kısacası en büyük sıkıntılardan biri personel konusudur.
Ama bu sorunun çözümü de okullar, kreşler açmak, pansuman çözümler değildir. Çünkü belirttiğim gibi bu sefer de algı ve özendirme olmadığı için öğrenci gelmiyor, başvuru olmuyor. Bu arada personelin vasıfları da yetersiz.
Ustaların yaptığı işin kalitesi inanılmaz kötü. Bunlar hep bir kültür, eğitim meselesi. Bunlar değişmeden olmaz. Evet bu binayı uzay üssü gibi yaptık. Ama biz mi ürettik? Hayır, biz satın aldık. Amacımız ne? Üretmek. Satmak değil. Ama bunun için de insanlara ihtiyacımız var. Ne kadar konuşursak konuşalım her şey insana bağlı oluyor. Türkiye’nin ayakta kalabilmesi için bu sorunun çözülmesi gerekiyor, diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.

Bülent Parlamış, Endüstri 4.0 alanında yetkin insan kaynağı yetiştiren eğitim kurumlarının eksikliğine dikkat çekti.
BÜLENT PARLAMIŞ: Parlamış Şirketler Grubunun Yönetim Kurulu Başkanıyım. Dededen tekstilci bir ailenin ferdiyim, çocuklarımız devam ederse ne mutlu bize, umarım devam ederler. Tabii ki DOSAB, toz kondurmayacağımız bir yapı. Çünkü babalarımızın, amcalarımızın çok büyük emeği var. Öyle kolay bir oluşum değildir, bu yüzden de buraya özgü sorunlardan bahsetmektense Türkiye’nin sorunlardan bahsetmek gerekir. Çünkü DOSAB’ın sorunları Türkiye’nin sorunlarıdır. “İcat çıkarma” diye bir deyim vardır bizde. Böyle bir eğitimle büyüdük. Öğretmene aykırı bir fikir beyan ettiğinizde “İcat çıkarma” derdi. İcat çıkarmayan bir nesilden biz Ar-Ge, Ür-Ge bekliyoruz. Bir defa bu kolay bir şey değil, bir paradigma değişimi olmalı. Bunu da sancılı bir nesil olarak bizler yaşıyoruz. Çocuklarımız böyle yetişmediler, çünkü biz çocuklarımızdan hep bir icat bekliyoruz. Ben kendi evlatlarımdan bunu bekliyorum. Endüstri mühendisi oğlum, kızım var. Onlarla bir şey paylaştığım vakit, “neden ne için, nasıl?” sorularını sormalarını istiyorum. Çok küçük yaşlardan beri onları böyle eğittim. Hatta okulda hocalarından bazen şikayetler alırdık, “Çocuklarınız biraz aykırı, anarşist mi olacaklar?” şeklinde. Ama bunun iyi bir şey olduğunu bildiğim için hocalara da bunun bir sorun olmadığını söyleme ihtiyacı duydum. Bu kanayan bir yaradır. Mühendislik fakültelerinin en düşük bölümü tekstil mühendisliğidir. Mühendis olmak isteyen ama buna gücü yetmeyen birisi tekstil mühendisliğini yazıyor ki, cepte olsun. Bu mesleği sevmeyen ve bu meslekte bir gelecek görmeyen insanın firmaya katacağı çok şey olmuyor. Kendi şahsım adına söyleyeyim, ben pamuk ipliğinin kokusuyla büyüdüm.
Dedemin fabrikasında depolardan çıkmazdım. O kokuyla hala burnumun direği sızlar. Keza ipek de öyledir. Oysa bugün devlet politikası adeta çalışmayana prim vermek üzerine kuruludur. Çalışmayan insanlar neden maaş alıyor? Çalışarak hak etmeleri doğru olur. Anlının terini akıtarak kazandığın paranın bereketi herhalde tartışılmazdır, öyle değil mi? Ama bugün çalışanlarımız, “Patron bizi işten çıkarsın da işsizlik maaşını alalım, hatta mümkünse de işsizlik maaşı alırken bir yandan da sigortasız bir yerde çalışalım” diye düşünüyorlar. Bunu bizim insan kaynakları servisimizde görüyoruz. Bazı işçiler, “Aman beni sigortalı yapma” diyor. Bu mümkün mü? Bırakın sigorta yapmamayı, biz bir gün önceden sigorta yapıyoruz. Ama bu durum kaçınılmaz şekilde haksız rekabeti de doğuruyor.
Bugün bir “Suriyeli” gerçeği vardır. Bursa’nın belirli bölgelerinde Suriyelilerin kayıt dışı çalıştığı bir takım işletmeler vardır. Hem de küçük ölçekli değil gayet büyük ölçekli işletmelerle rekabet etmek zorundayız. Bugün Endüstri 4.0’ı konuşuyoruz. Endüstri 4.0’da insan yetiştiren fakültelerimiz maalesef yok. Oğlum Sabancı Üniversitesi’ni bitirdi. Sabancı iyi okullardan bir tanesidir ve sunduğu olanaklar her üniversitede yoktur. Orada bile Endüstri 4.0’ı hazmetmiş bir nesil yetişmiyor. Oysa Avrupa bırakın Endüstri 4.0’ı bugün, Endüstri 5.0’a hazır insan yetiştiriyor. Siz daha iyi biliyorsunuz eğitimcisiniz, bir nesil kendini feda edecek ki, sonraki nesil ustalık kazansın.
Bir diğer konu da belki bizlerin kabahati: Bir mahalle baskısı var. Meslek lisesi mezunu değer verilmiyor. Sanki meslek lisesi sahibi olmak yeterli değil, unvan sahibi olmak daha öncelikli. “Aman çocuklarımız mühendis olsun” diyoruz. Mühendis olsun da herkes general olursa kim savaşa çıkacak? Günümüzde herkes general olmak istiyor. Türkiye’nin 81 ilinde mühendislik fakülteleri var. Oradan mezunlar öncelikle “Koltuğum, odam, masam nerede?” diye soruyor. Konuşulacak çok şey var. İsterseniz ben lafı uzatmayayım.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Ben de bazen öğrencilerime “Buradan mezun olunca ne olacaksınız?” diye sorarım. Büyük bir kısmı genel müdürlükle başlar. Marka müdürü olmak isteyen, “Satışla başlayacağım” diyen çok az çıkar. Bu herhalde genel bir sorun.
BÜLENT PARLAMIŞ: Çalışma hayatına bir dinamizm getirmek açısından kadınların işgücüne katılımıyla ilgili bir devlet politikası olması doğru olur. En azından bu konuda
bir algı yaratılması gerekmektedir. Ve devletin de bunu teşvik etmesi lazım. Devlet memurlarının alımında kadınlara öncelik verilmesi gerekiyor. Kadınların işi sahiplenme ve sorumluluk duygularının çok gelişmiş olduğunu görüyorum. Kadınların olduğu yerlerde erkekler kendilerine biraz daha çekidüzen veriyorlar. O da bir gerçek.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: İşletmenizde kaç kadın var?
BÜLENT PARLAMIŞ: İşletmemizde çalışanların çoğu kadın desem, yeridir.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Eğitimle ilgili ilave etmek istediğiniz bir şeyler var mı?
EYVAZ YILMAZ: Yılmar Çelik firmasının kurucu ortağı ve genel müdürüyüm. Türkiye’de eğitimin bir sorun haline dönüştüğüne ben de katılanlardanım. İşletmemizdeki ihtiyacı karşılamak için sınıf açtık. Ve bir süre bunu devam ettirdik. Kendi işletmemizde sınıfımızı açarak teknik eleman ihtiyacımızı bu şekilde gidermeye çalıştık. Kısmen başarılı da olduk. Çünkü şöyle bir gerçek var: Bursa sanayi kentidir. Maalesef alternatifler çok olunca ne kadar eğitimini de verseniz bir yerde elemanı tutmanız tutmanız çok zor oluyor. Çok küçük maaş farkları için bazen işletme değiştirilebiliyor. Bu yüzden “kısmen” dedim, tamamen başarılı olabilmemiz mümkün olmadı. Ama bugün de eleman açığımızı bu şekilde gidermeye çalışıyoruz.

Uludağ Tekstil Ihracatçılar Birliği Başkanı Pınar Taşdelen Engin, tekstilin hiçbir zaman göz ardı edilemeyeceğini belirterek, “Türkiye tekstilden çıkacak, Türkiye’de tekstil bitiyor’ söylemleri asla doğru değildir” dedi
PINAR TAŞDELEN ENGİN: Uludağ Tekstil İhracatçılar Birliği Başkanıyım. Ayrıca tekstil yüksek mühendisiyim. Bizim eğitim aldığımız dönemdeki tekstil mühendisliği algısıyla şu andaki algı arasında ciddi bir fark var. Çok kaliteli üniversitelerimiz var. Fakat İhracatçılar Birliği olarak araştırma yaptığımızda gereğinden fazla tekstil mühendisliği bölümü açıldığını tespit ettik. Neticede kontenjanı dolduramıyorlar. Kontenjanı doldurmak için puanlar düşürülüyor. Bunun sonucunda genel mezun öğrenci kalitesinde düşüş gözlemliyoruz. Bugün herkes üniversite mezunu. Ara eleman sıkıntımız gerçekten hepimizin problemi. AVM’leri çok büyük bir tehdit olarak görmüyorum. AVM’ler özellikle kadın çalışanlar için bir cazibeydi şimdiye kadar. Fakat kurumsal yerlerde verilen haklar daha farklı olduğu için AMV’lerde çalışmaktansa şirketlerde çalışmayı tercih etmeye başladılar. Bunu üniversite mezunlarından çok lise mezunları için söylüyorum. Gözlemim bu yönde.
Fakat teknik eleman konusunda gerçekten de sıkıntılar var. Ve algı sahiden çok önemli. Türkiye eğer ihracat yaparak belirli yerlere gelme hedefi koyduysa, tekstili hiçbir zaman
göz ardı edemez. “Türkiye tekstilden çıkacak”, “Türkiye’de tekstil bitiyor” söylemleri asla doğru değildir. Biz bunu her türlü ortamda dillendirmeye çalışıyoruz. Fakat bu konuda algı yönetimi çok önemlidir. Zamanında tekstille ilgili çok yanlış bir algı oluştu. Hayati bir hataydı. Ve bu algıyla büyüyen nesiller için tekstil sektöründe çalışmak bir tercih sebebi olmadı.
Şu an tekstille ilgili Türkiye’de ciddi Ar-Ge faaliyeti yürümektedir. Türkiye, makine parkı olarak da teknolojiyi takip etme anlamında da gerçekten çok ilerde. Onun için bu algı yönetimi çok önemli, bunu her ortamda dillendirmemiz lazım. Türkiye’nin tekstilden çıkması söz konusu değil. Türkiye’nin en büyük ihracat ürünlerinden bir tanesini de zaten tekstil oluşturuyor ve böyle devam edecektir diye düşünüyorum.
HALİL ERSAN ÖZSOY: DOSAB’da bir eğitim komitemiz vardır. Arkadaşlarımızın bugün ifade ettiği görüşlerin buraya eklenmesini isterim. Bu görüşler kayıtlara girerse faydalı olacaktır.
BURHAN ÇAKIR: Eğitimde özele gelmeden genelle ilgili bir kanaatimi paylaşmak isterim. Daha önce üniversite ve meslek lisesi mezunlarına dönük olarak meslek tercihlerine ilişkin çeşitli araştırmalar gerçekleştirildi..
Oradaki bulgulardan da hareketle şunları söyleyebilirim: Türkiye’deki sınav sisteminin değişmesiyle beraber orta öğretim ve liseye dair algı değişti. Hem veliler hem öğrenciler gözünde. Benim ortaokulda okuduğum yıllarda birçok arkadaşım meslek lisesine gitmişti. Kazanabilenler Anadolu lisesinde eğitim görmüştü. Fen lisesi zaten Türkiye’de iki veya üç taneydi. Farklı kalibrasyondaki öğrenciler bütün okullara dengeli bir şekilde dağılıyorlardı. Dolayısıyla çalışkan öğrenci, az çalışkan öğrenci gibi farklı kategorilerde öğrenci bulabiliyordunuz. Her okuldan da üniversiteye öğrenci gönderme olasılığı vardı.
Şimdi böyle bir imkan söz konusu değil. Şu anda ilkokuldan başlayarak bütün veliler yarış atı gibi çocuklarını sınav maratonuna hazırlıyorlar. Fen lisesi, Anadolu lisesi, kolejler vs. derken herhangi bir puanla hiçbir yere yerleşemeyen öğrencilerin adresi de endüstri meslek liseleri oluyor. Eskiden endüstri meslek liselerinin de kendi sınavları vardı. Demirtaş Endüstri Meslek Lisesi, Tophane Endüstri Meslek Lisesi gibi okullar zaten Türkiye’nin de öncü meslek liselerindendi.
Bursa meslek liseleri anlamında Türkiye’nin en şanslı illerinden biridir. Sayısal anlamda baktığınız zaman ihtiyacı karşılayabilecek kadar kaynak var. Ama sektörün, iş dünyasının, sanayicinin ihtiyacı olan nitelikte ve nicelikte öğrenci kapasitesini sağlamakta sıkıntı vardır. Bu zaten Türkiye’nin geneline yayılmış bir sıkıntıdır. Bu kadar çok üniversite ile çok sayıda Anadolu lisesi, fen lisesinin açılması, kaliteyi yukarıya çekmek yerine indiriyor. Anadolu ve fen liselerine yüksek vasıfta eğitim verecek donanım ve öğretmenler sağlanamıyor. Dolayısıyla öğrenciler tabela okullarından mezun oluyorlar. Mezun olduktan sonra da işdünyasının önüne geliyorlar. Ben işe alım yaptığım için bugüne dek binlerce insanla muhatap oldum. Günümüzde en basit 3-4-5 üçgenini bilen endüstri meslek lisesi mezununu büyüteçle aramanız gerekir. Kurallı bir cümle yazabileni bulmak neredeyse mümkün değildir. Hem dilini kullanmayı, hem kendini ifade edebilmeyi bilen birini bulmak zordur. Fakat bir taraftan da bu insanlara ihtiyacımız var. Bu amaca dönük olarak hepimiz kendimize göre bir çözüm bulmaya çalışıyoruz. Biz Tofaş olarak kendi akademimizi kurduk.
DOSAB önce BEGEV olarak faaliyete geçirdiği merkezini BUTGEM olarak sürdürüyor. Başka OSB’ler başka akademiler kurmaktadır. Bütün sektör, bütün iş kolları herkes bir çözüm arayışında. “Oluyor mu?” derseniz, bana göre yine de eksik kalmaktadır. Demirtaş OSB sonradan OSB niteliği kazanmış bir bölgedir. Baştan böyle kurgulanıp da buna göre organize olmuş bir bölge değildir. Böyle olduğu zaman da bu sefer kaotik büyümenin de getirdiği sancılar yaşanıyor. Bölge 30 sene geçtikten sonra OSB niteliği kazanınca, alt yapılar gecikmeli şekilde tamamlanıyor. Heterojen bir yapıya sahip oluyorsunuz. Tekstil, makina, otomotiv, yan sanayi bir arada faaliyet gösteriyor. Bölgemiz ihtisas OSB gibi kurulmuş olsaydı, örneğin tekstil OSB veya otomotiv OSB gibi olmuş olsaydı bazı şeyler daha kolay olabilirdi.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: O zaman şunu mu demek istiyorsunuz: Bu bölge eğer bir ihtisas OSB’si olsaydı, Eyvaz Bey’in üretmeye çalıştığı gibi çözümleri üretmemiz daha kolay olurdu?
BURHAN ÇAKIR: Güzel bir biçimde özetlediniz, daha kolay olurdu. Birçok sinerjiden çok daha kolay faydalanabilirdik. Mesela burası otomotiv OSB’si olsaydı, otomotiv ve yan sanayi burada konumlandırılmış olsaydı, o zaman burası kendine eleman yetiştirme konusunda bir lise mi, bir mesleki çıraklık merkezi mi, bir beceri kazandırma merkezi mi kurması gerekirdi, çok daha kolay belirlenirdi. Uzmanlaşacağı için, uzmanlaştığı alanda eleman yetiştirebilirdi. Veya istihdam büroları aracılığıyla herkesin ihtiyacına göre esnek istihdam çözümleri bulunabilirdi.
Rekabet öncesi işbirliği konularında ve daha birçok alanda ortak şeyler yapılabilirdi. Ortak satın alma uygulamaya geçebilir, birçok şirket bir araya gelerek aynı malzemeleri, aynı tedarik kanallarından çok daha ucuza alabilirlerdi.
İhtisas OSB kurulduğunda bütün bunların hepsi mümkün. Şu anki heterojen yapıda Butgem tarzı çözümler gündeme geliyor. Öğrenciler dört yıllık meslek liselerini tercih etmiyor. Tercih eden öğrenciler de kimsenin işine yaramıyor. Bu öğrencileri biz bünyemize aldıktan sonra kurum içi eğitimlerden geçiriyoruz. Ben örneğin ancak bir ay eğitim verdikten sonra operasyona verebiliyorum. Bu da bir maliyet işverenler için. Belki devletle işbirliği yapılabilir. İşsizlik fonu belki burada kullanılabilir. Nitelikli eleman ve sektörel gelişme konusunda bir diğer önemli ihtiyaç da üniversite sanayi işbirliğinin artmasıdır. Şehrimizde bulunan iki üniversite sanayii ile çok daha yakın temasta olmalı ve ileriye dönük daha fazla araştırma ve geliştirme projelerinde sürücü rol oynamalı bence.
FAHRETTİN GÜLENER: Ermetal Şirketler Grubu’nun kurucu başkanıyım. Aile şirketiyiz. 29 Mart 1972’den beri sanayiciyim. 1968 yılında Tophane Sanat Enstitüsü’nde altı yıllık tahsilimi tamamladım. Yıldız Teknik Üniversitesi’ne bağlı Gayrettepe Mühendislik MimarlıkFakültesi’nde üç yıl okudum, dördüncü yılı tamamlayamadım. En büyük şansım muhacir bir sobacı ustanın evladı ve çırağı olmaktı, bu çok önemli bir şey. Değerli arkadaşlarım, Burhan Bey net biçimde yapılması gerekeni çok güzel anlattı, imzamı atarım. Gerçekten de iş çok, yapacak adam yok. Endüstri meslek lisesi mezunları bozulmuş, hiçbirisi işe yaramıyor. 1980’lerde de böyleydi.
Ama iş varken üretememek acıdır.Ben o tarihlerde kendi ihtiyacımı karşılayacak bir atölye kurdum. O günkü şartlarda 20 kişi eğitildi ve fabrikanın içine dağıldı. Fabrikanın büyüklüğü o gün 3 bin metrekareydi. Şimdi 92 bin metrekare. İlk eğitimden geçenler fabrikanın içinde bir anlamda kayboldu. Bir sınıf daha, bir sınıf daha derken iki buçuk yılda 22 sınıf eğittim. Onlar da kayboldu. Aradan geçen dönemde bu bölgede 46 sanayici fabrika kurmuş oldu.

Fahrettin Gülener, BUTGEM’in başarısına dikkat çekerek, “Bu modelin aynısını Manisa’dan Urfa’ya kadar birçok il yapmaya başladı” diye konuştu
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Özür dileyerek sormak isterim. Kayboldular derken, başka firmalara mı geçtiler?
FAHRETTİN GÜLENER: Doğaldır ki... O tarihte bölgedeki sanayicilerle bir toplantıda bir araya gelerek. Sanayicilere, eğittiğim elemanları aldıklarına göre eğitim maliyetlerini karşılamaları gerektiğini söyleyince eğitimi ortaklaşa yapmak için bir vakıf kurduk. Vakıf, 1990 yılında Bursa Eğitim Geliştirme Vakfı adıyla faaliyete başladı. Bugün ise Bursa Tasarım Teknolojileri Geliştirme merkezi BUTGEM adıyla yılda 3 bin kişinin eğitimine ulaştık. Endüstri meslek lisesi mezunları başta olmak üzere 33 dalda eğitim verdik. Ben tekstilci değilim ama tekstilci arkadaşlarımın desteğiyle 12 dalda tekstil ve türevlerine ait sınıf kurduk. 21 dalda da metal, makine ve otomotiv sınıfları açtık. Çok başarılı olduk. 2012 yılında Avrupa Birliği Akreditasyonunu aldık. 2015 yılında dünyada örnek proje seçildik, Birleşmiş Milletler bizi takdir etti. Geçen yılın eylül ayında ise Dünya Sanayi Odaları Birliği’nin Sydney’deki yarışmasında finale kaldık. Bizim BUTGEM modelinin aynısını Manisa’dan Urfa’ya kadar birçok il yapmaya başladı. 20 kişilik sınıflarımızdan kim mezun olduysa hepsi işbaşı yapıyor. Kısacası çok iyi bir yere geldik. Ama arkadaşlarımız “yetmiyor” diyor. Daha üstünü istiyoruz. Şu anda çalışanların çoğu fakülte mezunlarından oluşmaya başladı. Oysa bize, tabiri caizse ateşi yakacak, dumanı, kilimi taşıyacak, okları atacak Kızılderili lazım.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Söyledikleriniz çok önemli. Her konu için anahtar kelimeler çıkartıyorum. O kelimelerden bir tanesi de BUTGEM oldu. Gerçekten çok iyi bir örnek olarak karşımızda duruyor. Çok tebrik ediyorum ve teşekkür ediyorum. Fakat eğitime girince öyle bir dağıldık ki içinden çıkamıyoruz. O yüzden biraz hızlandırmak istiyorum. Not ettiğim anahtar kelimeler, eğitim problemi, yabancı dil sorunu, sundurmalar, ara eleman sıkıntısı, ahlaklı eğitim, işe başlarken eğitim, BUTGEM modeli…
KEMAL IŞIK: Eğitim konusu sadece Demirtaş için değil, diğer OSB’ler için de ihtiyaç olan bir konu. Bursa bir sanayi şehri. Şehri ileriye götürebilecek en büyük motorlardan biri de üniversitedir. Üniversite ve sanayi işbirliğidir.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Her şeyin başı eğitim, oradan başladık. Bence iyi de oldu. Başka önemli bulduğunuz sorular nelerdir?
COŞKUN İRFAN: Yakında ortaya çıkacak bir sorundan söz etmek istiyorum. OSB’lerle ilgili “Bina kiralama yönetmeliği” adlı bir yönetmelik var. Sanayi tesisleri ile ilgili bir yönetmelik hazırlandı. Bu yönetmeliğe göre belirli bir tarihten öncekiler kiralanabiliyor, bir tarihten sonrakiler kiralanamıyor. Oysa önümüzdeki 3-5 ay sonra birçok tesisin birçok alanı küçülmeye ve boş kalmaya başlayacak. Başkaları yatırım için milyonlarca dolar arsa parası ve inşaat maliyetini üstlenecek. Boş binası olan mal sahibi yönetmelikten dolayı kiraya veremeyecek.
HALİL ERSAN ÖZSOY: Bu sorun çözüldü Coşkun Bey. Fakat OSB’lerin hepsi için çözülmedi. Bursa’da şu an sadece DOSAB, Bursa Organize Sanayi Bölgesi ve ilginç bir şekilde Deri OSB için sorun çözüldü. Sebebi de şu: 2000 yılından önce geçici birinci maddeyle kurulmuş organize sanayi bölgelerinde 1 Temmuz 2017’den önce fabrikanız varsa kiralama hakkına sahip oluyorsunuz. DOSAB bu kapsama girdi. Bursa’da 21 OSB var biliyorsunuz, üçünde şu an kiralama hakkı mevcut. Kiralama konusunda kıstasları belirleme hakkı OSB’lerin genel kurullarına veya müteşebbis heyetlerine verildi. Biz genel kurulla yönetilen bir OSB olduğumuz için, bir önceki genel kurulumuzda bunun kararını aldık. Tabii kanunun ötesinde bir şey yapamıyoruz. Bölgemizde 1 Temmuz 2017’den sonra kurulan çok az fabrika vardır. O fabrikalar katılımcı ya da kiracı esasıyla devam edecekler. Ama öncesindekiler kendileri dahil dört kiracıya kiralayabiliyor. Eskiden organize sanayi bölgesi içinde olmak sanayici için bir ayrıcalıktı. Fakat son yapılan düzenlemelerle, organize sanayi bölgeleri dezavantajlı konuma geldi.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Sayın Başkan o zaman şimdi ikinci maddeye geçmiş oluyoruz. DOSAB’ın yatırımcı açısından avantajları neler ve varsa yatırım önündeki dezavantajları nasıl kalkmalı? Son olarak bölgeye yatırım için neler yapılmalı?
HALİL ERSAN ÖZSOY: Söylediğim gibi bir sene önce DOSAB’da bir tesis kurmak bir sanayici için son derece avantajlıydı. Neydi o avantajlar? Elektrik maliyeti ucuzdu. Doğalgaz bakımından ucuzdu. Aradan geçen dönemde ciddi artışlarımız olmuştur. Şu anda OSB’nin dışında bulunan sanayi tesisleri daha avantajlı hale geldi. Devlet şu anda yapmış olduğu düzenlemelerle organize sanayi bölgesindeki firmaları cezalandırır konuma gelmiştir. Biz öncelikle bunların düzeltilmesini istiyoruz. Eskiden OSB’ler bir cazibe merkeziydi. Çünkü siz eğer bir katma değer istiyorsanız, ihracat istiyorsanız, kaliteli üretim istiyorsanız bir defa OSB’nin içinde olmanız lazım. Artık bu devir bitti. Eğer düzenleme yapılmazsa herhalde bölgeyi lağvedeceğiz. Ben de başkanlığı bırakacağım. Burası normal bir bölge olacak ve bütün sanayiciler bu şekilde devam edecek.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Nasıl bir düzenleme istiyorsunuz?

Halil Ersan Özsoy, son düzenlemelerle OSB’nin dışında bulunan sanayi tesislerinin daha avantajlı hale geldiğini belirterek, “Biz öncelikle bunların düzeltilmesini istiyoruz” dedi.
HALİL ERSAN ÖZSOY: Bizim en büyük cezamız elektrik ile ilgili. Devlet politikasında bir çelişki var. Hem sanayici için OSB’ler kuruluyor, hem de öbür taraftan en pahalı elektriği kullanmaları isteniyor. Daha önce “Birinci tarife” olarak tanımladığımız bir sanayi tarifesi vardı. Şu anda OSB dışındaki yerler bu tarifedeki yerlerden enerji almaya devam etmektedir. Biz ise bu bir numaralı tarifeden çıkarıldık, son kaynak tedarik sistemi ile enerji almaya başladık. Ve son gelen zamlarla bizim bir yıl içinde geldiğimiz noktada enerji birim fiyatı yüzde 100’ün üzerinde arttı.
Oysa devletin diğer tarifelere yapmış olduğu zamlar enflasyon oranındaydı. Dolayısıyla biz şu anda cezalı durumdayız. Doğalgazda ise eğer sanayi bölgesi içerisindeyseniz BOTAŞ’tan daha ucuza alma şansınız vardı. Biz de bunun bir kısmını sanayiciye yansıtıyorduk, bir kısmını da buradaki organize sanayi müdürlüğünün yürütülmesi için bünyemizde kullanıyorduk. Şimdi bu avantajların hepsi sıfırlandı. Şu anda BOTAŞ’tan ucuza gaz alamıyoruz.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Böylece bir organize sanayi bölgesi olmanın enerji açısından sağlayacağı faydalar zarara mı dönüştü?
HALİL ERSAN ÖZSOY: Evet. Bu iki nokta dışında bölgemiz son derece iyi bir şekilde organize edilmiştir. Altyapısını tamamladığımız için avantajlarımız da var tabii ki. Kendi arıtma tesisimiz var, bu arıtma tesisinde çıkan bütün suyumuzu arıtıyoruz. Siz tek başına yatırım yaptığınızda yanına arıtma tesisinizi de kurmak zorundasınız. Bunlar bizim avantajlarımız. Şehre yakınlığımız da büyük avantaj. Daha önce buraya gidiş gelişler bir hayli zordu, ama şimdi her türlü toplu taşıma araçlarıyla bu konuda rahatlama sağlanmıştır.
BURHAN ÇAKIR: Ulaşım, ulaşılabilirlik açısından Sayın Başkan’a katılıyorum. Raylı sistemin de hayata geçmesiyle beraber önümüzdeki yıldan itibaren ulaşım daha da kolaylaşacak. Fakat çevremizin konut imarına açılması ve sosyal yaşam alanlarının artacak olmasından dolayı yaşam alanlarının içerisinde bir sanayi bölgesi olarak kalacağız. Onu da bir tehdit olarak görüyorum. Bir noktadan sonra bir çatışma durumu çıkabilir. Aynı şey Bursa’daki diğer OSB’ler için de geçerlidir. Bir diğer avantajımız çevre yoluna ve İstanbul’a yakınlığımızdır. Hele Sabiha Gökçen Havaalanı ile Osmangazi Köprüsü’nün devreye girmesinden sonra İstanbul-Bursa arası mesafe çok kısaldı. Ondan dolayı da hem yatırımcı açısından hem de yurtdışından gelen müşteri açısından DOSAB büyük bir avantaj sağlıyor. Lojistik konumuz da avantajlarımız içerisinde. Ama bazı şeylerin bir anda dezavantaja dönüşmesi, bizi gerçekten son derece rahatsız ediyor.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Bunun dışında başka avantaj dezavantaj var mı?
BÜLENT PARLAMIŞ: Bursa eskiden yine bir sanayi şehriydi, ama daha küçük ölçekliydi. Bugün dedelerimizin fabrikaları şehrin merkezinde kaldı. Bunu bir defa hazmetmemiz lazım. 2004 yılında biz Danimarka’da dünya devi bir firmayla bir işbirliği yapmıştık. O zaman bize Danimarka’da sanayi tesislerinin de bulunduğu bir tesisi gezdirmişlerdi. Sanayi bölgesi “hayalet şehir” gibiydi. O kadar boş fabrika vardı ki, o gün Türkiye’nin geleceğinin de öyle olacağını düşünmüştüm. Sanayi bölgelerinin konsepti değişecektir. Buna alışmamız gerekir. Bugün enerji maliyetlerinin artışı, arsa bedellerinin çok artması, motivasyonumuzu engelleyen hususlar. Ama dediğim gibi bunlar kaçınılmazdı. Ve bana kalırsa bu tür değişimlere hazırlanmamız gerekiyor. Ama bu bir devlet politikası olmalıydı. Bizim 20 sene önce buna kendimizi hazırlamamız gerekiyordu. Keşke sanayi bölgelerinin yarın bu tarz dönüşüme uğrayacağını önceden kestirebilseydik. Sanayileşmiş ülkelerde en az 10 sene sonrası planlanıyor.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Organize sanayici bölgelerinin katılımcılarına sunmak amacıyla kendi enerji üretimlerini gerçekleştirme konusunu konuşmadık. DOSAB bu konuda neler yapabilir?
HALİL ERSAN ÖZSOY: Bizim zaten bu konuyla ilgili bir girişimimiz oldu. Kendi enerjimizi üretmek ve hatta burada kullanılan buhar sayesinde, elektrik üretmek projemiz vardı.
Bu konu hala gündemde. Bununla ilgili biz ÇED raporumuzu da aldık. Kömürden elektrik elde eden 50 MW’lik bir enerji santrali planlandı. Fakat maalesef bazı çevreci örgütler tarafından dava sürecine taşındı. Açılan davayı yerel mahkemede ve üst mahkemede kazandık. Yargıtay’da da projemizin doğru bir proje olduğu onaylandı. Sayın Enerji Bakanımızın da katıldığı toplantıda, “OSB olarak biz kendi elektriğimizi kendi yerimizde veya devletin, Enerji Bakanlığı’nın göstereceği bir yerde üretmek istiyoruz” dedik. Sayın Bakan çok güzel bir proje geliştirdiğimizi ve kesinlikle destekleneceğini söyledi. Biz kendi enerjimizi üretmek üzere izin verilmesini talep ediyoruz. OSB’ler de faizsiz bir takım kredi imkanları var ise bunlarla desteklenebilir. Biliyorsunuz, bütün OSB’ler Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu OSBÜK çatısı altında birleşmiştir. Bu kuruluş çatısı altında da bu iş gerçekleşebilir.
Hatta biz bu konuyla alakalı girişimde bulunduk. BOSBİR Enerji AŞ adında, Bursa’daki bütün organize sanayi bölgelerini kapsayan bir anonim şirketimiz var. Bu şirketin kurulma amacı, kendi enerjisini veya enerji dışında diğer ortak paydadaki ihtiyaçlarını gidermektir. Bu şirket üzerinden de bizim ön girişimlerimiz oldu. DOSAB da olabilir, BOSBİR de olabilir veya OSBÜK olarak da olabilir. Ama bir çözüm gerekiyor. Bu fiyatlarla, enerji maliyetleriyle rekabet edebilmemiz mümkün değil.
Ayrıca bu haksız rekabettir.

Coşkun Irfan: “Son yıllarda insanlara iş beğendirmek sorun haline geldi, herkes kolay ve gezip tozacak iş peşinde. AVM kültürü gençlerimizin işe sarılmasını engelledi.”
COŞKUN İRFAN: 1930’lu yıllarda Bursa’da Merinos fabrikası kurulmuştu. Merinos fabrikası Türkiye’nin sanayileşmesinde örnek fabrikalardan biridir. Kendi elektriğini ve buharını üreten, kendi itfaiyesi olan, kendi eğitim tesisleri, sineması, sosyal tesisleri olan çevre ve devlet kurumlarına da destek veren bir üretim birimi olarak örnektir. Onların kömürle çalışan santralleri vardı. Çevre konusunda da bir sıkıntı yoktu. Bugünün teknolojisi çok daha farklı.
Arazi fiyatları da şu anda 750 dolar civarlarındadır.Yatırım için bu tutarı göze alacak ve asgari bin dolar da inşaata harcayacaksınız. Metrekare başına iki bin dolar maliyetle iş yapacaksınız. Sonra yüzde 100 zamlanan elektrikle rekabet edip dünya piyasalarına ürün satacaksınız. Bu şartlar altında bu gerçekten çok zor. Üstelik ifade edildiği gibi işçi de, teknisyen de bulamıyorsunuz. Bütün bunlara ek bir dezavantaj daha var. Tofaş belki bana darılacak. Bursa’da sanayi KOBİ’lere dayalıdır. Organize sanayiler de dahil. Ama Bursa’da bir de Renault, Tofaş, Bosch, Karsan gibi katma değerleri yüksek, büyük firmalar var. İşçiler, memurlar ve mühendisler bizde pişip onlarda çalışıyorlar. Belli müesseseler okul görevini görüyor. Ama büyük firmaların sağladığı güvenceden dolayı insanlar büyük yerleri tercih ediyorlar. Bunda daha fazla ücret almalarının da payı vardır. Kısacası Bursalı sanayiciler olarak bizim de kendi iç rakiplerimiz var. Bu da orta ve küçük ölçekli işletmelerin dezavantajıdır. Ciddi şekilde personel sıkıntımız var.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: “Personelin yetiştiği yerde kalması yönünde bir takım çabaların harcanması lazım” diyorsunuz. Teşekkür ederim, bu da önemli bir konuydu. Şimdi geliyoruz Ar-Ge meselesine. DOSAB’daki firmalar Ar-Ge’de ne durumda? Ve Ar-Ge yatırımlarının artması için neler olması gerekiyor? Bu konuda fikir beyan etmek isteyen var mı? Hiç konuşmamış katılımcılarımız da var aramızda. Onların da görüşlerini duymayı arzu ederiz.
ENGİN OÇAK: Biz tekstil sektöründe faaliyet gösteriyoruz. Bizde ürün geliştirme Ar-Ge ile beraber paralel gider. Bu anlamda da yetişmiş eleman bulmak çok zor. Ancak kendi işletmemizi okul gibi kullanıyoruz. BUTEKOM’dan da destek alıyoruz. Ama maalesef üniversitelerden bu anlamda destek alamıyoruz. Üniversitelerin proje pazarlarındaki projelerden faydalanamıyoruz. Genellikle çok ayakları yere basmayan projeler ile karşılaşmaktayız. 3-4 yıl önce BUSİAD öncülüğünde, Uludağ Üniversitesi ile “Ar-Ge Mühendisi Yetiştirme Programı” başlatıldı. Müfredatını da biz kendimiz tasarladık. Fakat birinci yılın sonunda Uludağ Üniversitesi programdan çekildi.
Bunun üzerine programın içeriğini biz şirketler olarak sahiplendik. Eğitmenleri kendimiz finanse ettik. Operatörlüğünü kendimiz yaptık.
Bu program geçtiğimiz günlerde üçüncü veya dördüncü dönem mezunlarını verdi. Bunun gibi projelerde motor gücün şehirdeki teknik üniversitelerin olması lazım. Teknik üniversitenin de çok güçlü ve donanımlı, sektöre de yön verecek nitelikte kadrolara, laboratuvarlara imkanlara sahip olması gerekir. Bir de öyle bir iştah olması lazım.
PINAR TAŞDELEN ENGİN: Aslında Uludağ Üniversitesi’nin bazı projeleri var. Özellikle yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin istihdam edilmesiyle ilgili Bakanlığın da bir isteği var. Bununla ilgili olarak Uludağ Üniversitesi Ar-Ge merkezlerinde bir destek programına başladılar. Hangi alanda uzmana ihtiyacını varsa, en az üç kişi olma şartıyla bildiriyorsunuz. Doktora öğrencileri eğitimleri süresince belirli bir destek verilerek şirketinizde istihdam ediliyorlar. Ve doktorasını alıp mezun olduktan sonra üç yıl çalışma anlaşması yapıyorsunuz. Tabii üniversitemizle dirsek teması da lazım. Çünkü Uludağ Üniversitesi Bursa için gerçekten büyük bir şanstır. Belki Ar-Ge merkezi olan firmalara yönelik bir eğitim ya da bilgilendirme semineri düzenlenebilir. Ayrıca Ekonomi Bakanlığının tasarım desteği var. Onunla ilgili de bazı seminerler mutlaka düzenleniyor.
HASAN MORAL: Bursa’nın aslında tek eksikliği veya şanssızlığı uzun bir dönem boyunca sadece Uludağ Üniversitesi’nin bu tip fırsatları sunmasıdır. Bursa’da bir vakıf üniversitesi yoktur. Devlet üniversitesinin işleyişi daha farklıdır. İstanbul’dan birçok vakıf üniversitesi bizimle iş birliği yapmak istedi, bunun için bizi zorladı ve birçok seminerler düzenledik. Birçok projeye de de sırf şehrimizin üniversitesini rencide etmeyelim diye mesafeli davrandık. Üniversitelerden birçok proje geliyor ama maalesef bunlar ayağı yere basmayan, sanayiden kopuk projeler oluyor. O yüzden biraz sanayi gerçeklerinden uzak kaldıklarını düşünüyorum.
KEMAL IŞIK: Üniversitelerle geçmişte KOSGEB destekli işbirliği yapılmıştı. Fakat burada herkesin Ar-Ge merkezi açmak gibi gücü ve yeteneği yoktur. Buna gerek de yoktur. Bence üniversitelerde belirli hocalara zaman zaman danışabileceğimiz bir sistem kurulmalı. Hocalar da Ar-Ge alanında desteği gönüllü yapmalılar. Bazı hocalarımız gönüllü şekilde yardıma koşuyorlar. Ama vakitleri yetmiyor. Oysa bizim Ar-Ge ile ilgili bir konuda ihtiyacımız olduğu zaman kolaylıkla danışabilmeliyim. Üniversite de istekli olmalı, Ar-Ge için kapısını çaldığımız zaman angarya gibi görmemeli.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Haklısınız ama Ar-Ge projesini sözleşmeye dayalı, örneğin bir sanayi işbirliği çerçevesinde yaptığınız zaman belki bu daha sürükleyici ve teşvik edici olur.
KEMAL IŞIK: Sayın hocam doğru ama istekli olmaları da şart.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Böyle bir program çerçevesinin iki tarafa da faydası olur. DOSAB da bunu sosyal sorumluluk projesi olarak duyurabilir. Diğer yandan üniversite-sanayi işbirliğini teknik ve Ar-Ge ağırlıklı olarak düşünüyorsunuz. Oysa işin işletme, pazarlama tarafı da var. Bu alanlarda işbirlikleri yapılabilir.
PINAR TAŞDELEN ENGİN: Bursa’da en büyük sıkıntılarımızdan bir tanesi de, İstanbul’a çok yakın olmamız. Bursa’daki üniversitelerdeki öğrencilerin kalitelerini arttırmak bizim için çok önemli. Çünkü İstanbul’da okuyan öğrenci üniversiteden sonra Bursa’ya gelmek istemiyor. Ama Bursa’da okuyan Bursa’da kalabiliyor. Onun için de buradaki üniversite ile gerçekten birliktelikler yaratmak lazım. Bu pazarlama için olur, işletme olur, teknik konular, Ar-Ge konusunda olur… Sanayi ile daha fazla iç içe geçmelerini sağlamamız lazım.

Kemal Işık, Bursa’nın bir sanayi şehri olduğuna dikkat çekerek, “Şehri ileriye götürebilecek en büyük motorlardan biri üniversite ve sanayi işbirliğidir” dedi.
KEMAL IŞIK: Üniversitelerden gelen çocuklar yetersizler demek yanlış olur. Teknik bilgiye haizler ama işletmede bir yere koyduğunuzda o bilgiyi ne şekilde aktaracaklarını bilmediklerini görüyoruz.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Siz hızlandıkça ben de hızlanıyorum. Gündemimizdeki yeni madde, DOSAB’daki firmaların ihracat pazarlarındaki son durumu ve alternatif pazarlara ihracatı arttırmak için nelere
ihtiyaç olduğu sorusu. Bu maddeyle DOSAB’ın markalaşma stratejini bir arada ele almak istiyorum. Önce ihracat pazarlarından başlayayım, ardından DOSAB’daki firmaların markalaşma stratejileri üzerinde duralım.
HALİL ERSAN ÖZSOY: Ben bu konuda Pınar Hanım’a söz vermek istiyorum. Çünkü kendisi hem Uludağ Tekstil İhracatçıları Birliği Başkanı hem de bizim sanayimizin içinden geliyor. Bölgemizin yapısını da iyi biliyor.
PINAR TAŞDELEN ENGİN: Tekstil özelinde konuşursak DOSAB gerçekten Bursa’nın en başarılı bölgelerinden biri. Hatta rakamsal olarak ihracat anlamında en başarılı bölgesi. Tofaş’ı ayrı tutuyorum. DOSAB’ın toplam ihracatının yüzde 44’ü tekstil ihracatıdır. Bu da Bursa’nın yaklaşık yüzde 35’ine denk geliyor. Bursa olarak kilogram başı ihracat fiyatımızla her zaman gurur duyuyoruz. Çünkü Türkiye geneli 1.3 dolar civarındayken tekstilde 4 dolar civarındadır. Bursa’nın tekstil ihracatının kilogram fiyatı ise 8.5 dolardır. Bu, iyi bir rakam diye düşünüyoruz. DOSAB’ın kilogram fiyatı ise yaklaşık 13 dolardır. Bu rakam Türkiye ihracat rakamının 13 kat fazlası. Çok güzel bir rakam, bunu özellikle paylaşmak istedim. 2017 ile 2018’i kıyasladığımızda da DOSAB’ın ihracatının Bursa’nın ve Türkiye’nin üzerinde bir artış gösterdiğini görüyoruz. O yüzden ben bütün sanayicilerimizi kutluyorum.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Berk Bey ceviz ihracatı var mı?
BERK NOYAN: Dünya’da en çok ceviz tüketen ülke hangisi biliyor musunuz? Türkiye. Önce ülkemizi doyurmamız lazım ki yurt dışına açılabilelim. Çünkü Türkiye’nin üretimi yetersiz.
Şili’den, Amerika’dan ithalat yapılıyor. İhracat şu anda söz konusu değil. Tabii ki hedef ihracat yapmaktır. İhracatçı olduğumuz için böyle bir planımız var ama kısa vadede değil, orta veya uzun vadede inşallah.
ENGİN OÇAK: Biz aslında ihracatının yüzde 80’ini 80 kadar ülkeye ihraç eden bir firmayız. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Rusya’da büyük işler yaptık. Dönem içinde Avrupa’yı öğrendik.
Avrupa, Amerika gibi dünyanın en önemli ülkelerine ürün vermeye başladık. Ama değişen koşullar neticesinde biz büyük işler yaptığımız Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Rusya Pazarlarında kaybettik. Uzak Doğu ve Hintli firmaların işi öğrenmesi, bu arada bizim maliyetlerimizin yükselmesi, bu pazarları bize kaybettirdi. Şu anda elimizde Avrupa ve Amerika pazarları var.
Biz döşemelik kumaş yapıyoruz. Kumaş ağır olduğu için sevkiyatı hava yolu ile yapılamıyor. Sadece buradaki meslektaşlarla değil, Uzak Doğulular veya Batı Avrupa’daki ihracatçılarla rekabet halindeyiz. Başarıyoruz, satıyoruz. İyi ki de çıkmışız bu pazarlara.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Peki alternatif pazar arayışları ne durumda? Yani pazarları dağıtma riski azaltıyor mu? Bu konuda DOSAB’daki ihracatçı firmaların herhangi bir stratejik bakışı, yaklaşımı var mı?
ENGİN OÇAK: Dünya çok küçük sayın hocam. Nereye gideceksiniz, Afrika’ya mı? Afrika’da bizim tarzımızdaki firmalar çok pahalı kalıyor. Fakat yine de orada bir potansiyel olduğunu söyleyebilirim…

Engin Oçak, Afrika’da potansiyel bulunduğunu ancak Türk şirketlerinin bu pazarda pahalı kalabildiğini vurguladı.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Maliyeti bir kenara koyarsak Afrika hakikaten çok önemli bir pazar. Bunu ihmal etmemek gerekiyor, diye düşünüyorum.
PINAR TAŞDELEN ENGİN: Bizim evvel ezel en büyük pazarımız Avrupa’dır. Bu değişmeyecek. Öyleydi ve öyle devam edecek. Almanya, İngiltere bizim en büyük pazarımızdır ve hep böyle kalacak. Afrika’da zaten Kuzey Afrika ülkeleri ile ihracatımız var. Amerika pazarı artıyor, artmaya devam etmeli. Amerika bizim üstüne eğilmemiz gereken bir pazardır.
EYVAZ YILMAZ: Biz Amerika pazarına odaklandık. Çin’den boşalan pazarı domine etmeye çalışıyoruz. Amerika, Avrupa pazarı gibi değil, gerçekten zor bir pazar. Ama Amerika’daki çalışmalarımız devam ediyor, iyi de gidiyor.
BERK NOYAN: “Made in Turkey” konseptini “Made in Japan”, “Made in Germany” algısı gibi yukarıda tutmamız gerekir. Böylece fasoncu şeklinde çalışmadan Avrupa üzerinden Çin, Hindistan gibi zengin ülkelere mal satabiliriz. Ülke bazında ve firma bazında markalaşırsak direkt zengin toplumlara mal satabiliriz. Herkes “Avrupa’ya mal satıyorum” diyor, ama kendi markasıyla mı satıyor? Bunu sorgulamak lazım.
COŞKUN İRFAN: Metal, makine benzeri ürünler üreten firmaların en büyük problemi uluslararası ticaret pazarlarındaki teknik engellerdir. Biliyorsunuz, akreditasyonla ilgili TÜRKAK yasası çıktı, bu konu çözüldü bitti ama, Amerika ve Avrupa’da geçerli belgeleri verecek akredite laboratuvarlar kurulmadığı için biz bu testlerimizi yurt dışında yaptırmak zorundayız. Şu anda global bir şirketin proje ortağı olarak çalışıyoruz. İşin hemen hemen belgelendirme aşamasına geldik. Sadece belge parası için 300 bin euro harcamak zorunda kaldık. Bunun arkasından tescil belge bedeli ve yıllık harçları gelecek. Bursa, teknik sanayinin üstün olduğu bir şehir. Bursa’da BTSO öncülüğünde Tüm organize sanayi bölgelerinin desteği ile Avrupa/ Amerika’da geçerli teknik güvenlik sertifikası veren akredite bir kurumla ortaklaşa bir laboratuvar kurulabilir.
Amerika ve Avrupa için çeşitli akreditasyon, elektrik veya güvenlik sertifikaları veren kurumlar var. Bunların İstanbul’da temsilcileri bulunuyor, fakat Türkiye’de kurulu laboratuvarları bulunmadığı için testleri yurt dışında yapmak zorundasınız. Bu çok ciddi maliyetlere sebep oluyor. Bu konu, markalaşmada ve teknik ürün ihracatında işletmelerin sırtında ciddi bir maliyettir. Bunlar dışında yurt dışındaki laboratuvarlarda milliyetçi ve psikolojik engellerle de karşılaşıyorsunuz. Amerika’dan bir belge almaya kalkın, iki yıldan önce alamazsınız. Makina sektöründe Türkiye’nin en büyük sanayisi Bursa’da bulunmaktadır. Bu sektördeki şirketler, bu güvenlik belgelerini alabilmek için yurtdışına muazzam paralar öderler.
Bursa olarak bu konuda Türkiye’ye öncü olmamız lazım. İlgili laboratuvarları mutlaka kurdurmamız lazım. Bu laboratuvarlar aynı zamanda a Ar-Ge ile ilgili çalışmalarda da bize teknik insan yetiştirecek altyapıları oluşturacak. Ben sekiz yıl Uluslararası Patent Birliği Başkanlığı yaptım. Patentte Türkiye’nin durumu acıdır. 1970’li yıllarda Çin en son sıralardaydı.
Kore de 1960’larda Türkiye ile aynı konumdaydı. Kore şimdi ilk beşte, Çin ise birinciliğe yükseldi. Bir buçuk milyar nüfuslu bir ülke kalkınabildi. Biz 60-70 milyonluk bir ülke kendimizi bu anlamda hazırlayamadık, yetiştiremedik. Aynı zamanda Türkiye’nin patent koruma hizmetleriyle ilgili ayrı organizasyon kurması da gerekiyor. Patent alınmış ürünlerin yurtdışında satışlarıyla ilgili korunma işlerini takip için devlet destekli bir organizasyon kurulması lazım. Bunu da çok söyledik ama henüz yol alamadık.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: İnanılmaz derecede önemli bir konudan bahsettiniz. Hakikaten krizde bir departman bütçesi kesilecekse
ilk olarak pazarlama ve satıştan kesiliyor. Halbuki küresel markalardan bazıları krizde büyümüştür. O yüzden DOSAB’ın da ileriye dönük markalaşma çabalarında pazarlama faaliyetlerini mutlaka teşvik etmesi gerekiyor. Devletin de belki teşviklerde pazarlamayı göz önüne alarak bir takım düzenlemeler yapması faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
MEHMET ŞEFİK KAR: Amerika maalesef komşu ülkelerimiz olan İran, Rusya, Türki Cumhuriyetler’e müdahale ederek Türkiye’ye darbe indirdi. Bu ülkelerde pazar alanlarımızı daralttı. Türkiye’nin üzerinde çok ciddi bir oyun var. Avrupa’ya girmek de o kadar kolay değil ki. Belirli bir süre bir başlangıç aşaması ile geçiyor. Sattığınız ürünü tanıması gerekiyor. Buna karşılık diğer ülkelerde pazar bulma şansımız daha kolaydı. Rusya, İran ve Türki Cumhuriyetler bizim için önemli pazarlardır.
PROF. DR. ERCAN GEGEZ: Doğru söylüyorsunuz, bulunduğumuz coğrafyanın getirdiği problemler iş dünyasını da yoğun bir şekilde etkiliyor.
PINAR TAŞDELEN ENGİN: Rusya konusunda pozitifim ben. Eski rakamları yakalamamız hemen mümkün değil ama artış cidden var.
COŞKUN İRFAN: Marka çok uzun bir hikayedir. Fuarlar, teknik destekler, tasarım gücü, tasarımsal yurtdışı ödüller, patentler, bunlar markanın birer sacayağıdır. Şirketim Evinoks dünyaya sadece kendi markasıyla mal satmaktadır. Hilton Grubunun akredite tek Türk üretim tedarikçisidir. Kendi markanızla bu zincirlere girmekle çok büyük basamaklar kat etmeye başlıyorsunuz. Onların referansları
önemlidir. Avrupa-Kuzey Afrika-Arap ve Amerika pazarlarında etkili çok büyük bir firma, kendilerine kendi markaları ile üretim yapmamı istemişti. Evinoks markasıyla üretim yapma şartını ileri sürdüm ve alternatifsiz, rekabetçi-yenilikçi bir firma olduğumuz için kabul etmek zorunda kaldılar.
Kısacası dik durabilmek de önemlidir. Markalaşmayı sadece tasarım, fuar, reklam gibi alanlardaki çalışmalardan ibaret de görmemek gerekmektedir. Biraz önce sözünü ettiğim gibi akredite belgeler ve patentler, markalaşma çalışmaları kapsamında çok önem taşımaktadır. Bunların da nitelikli insan kaynakları ile desteklenmesi gerekir. Böylece en başa, eğitime dönüyoruz. Eğitim olmadığı müddetçe başarı elde edilemez. Türkiye ihracatta 150 milyar dolarlara kadar hızla çıktı. Ama 150’den yukarı bir türlü çıkamıyor. Burada patinaj yapıyoruz. Belki 200 milyar dolara çıkarız, ama bugünkü şartlarda 500 milyar dolara ulaşmak bir hayal gibi görünüyor. Diğer yandan özellikle ihracata dönük desteklerin (fuar-marka-patent-belgeleme…) bu dönemde hızla arttırılması ve güncellenmesi gerekiyor. Örneğin fuar desteği, doların yükselmesi sonrasında yetersiz kaldı. Gecikmeler de bir başka sorundur. Fuar desteğini bir yıl sonra alıyorsunuz. Bir sene sonra aldığınız para harcadığınız paranın ancak çok küçük bir bölümünü karşılar hale geldi.
BERK NOYAN: Birçok destek gerçekten eridi gitti, tümünün revize olması gerekmektedir.
PINAR TAŞDELEN ENGİN: İnşallah bu konuyu yetkililerle görüşürüz. Türkiye aslında bu konuda şanslı. Hiçbir Avrupa ülkesinde herhangi bir fuara katılım desteği sübvansiyon gibi bir şey bulunmuyor. Devlet bize böyle bir imkan tanıyor, bu güzel bir şey. Aslında bu desteklerin, içerdeki fuarlar için de geçerli olması gerekir.
Toplantı sonunda katılımcılarla uzlaşarak kamuoyuna sunulacak bir sonuç raporu hazırlandı.
İşte DOSAB’IN GELECEĞİNİ BELİRLEYECEK 10 PARAMETRE:
1- ENERJİ MALİYETLERİNDEKİ YÜKSEK ARTIŞ
Geçmişte organize sanayi bölgelerine yatırım yapmak avantajlıydı. Çünkü OSB’ler elektrik ve doğalgaz bakımından ucuzdu. Aradan geçen dönemde elektrik ve doğalgaz maliyetinde yüksek oranlı artışlar oldu. Bunun sonucunda OSB’nin dışında bulunan sanayi tesisleri daha avantajlı hale geldi. Devlet yapmış olduğu düzenlemelerle organize sanayi bölgesindeki firmaları adeta cezalandırır konuma geldi. Bu durumun düzeltilmesi gerekmektedir.
2- DOSAB’IN KENDİ ENERJİSİNİ ÜRETMESİ
DOSAB’ın kendi enerjisini üretmesi için elektrik santrali kurması, uzun zamandır gündemde. Kömürden elektrik elde eden 50 MW’lik bir enerji santrali planlandı. Fakat bazı çevreci örgütler tarafından dava sürecine taşındı. Açılan dava yerel mahkemede ve üst mahkemede kazanıldı. DOSAB’ın kendi enerjisini üretmek üzere izne ve desteğe ihtiyacı var.
3- PERSONEL AÇIĞI
DOSAB’ın, pek çok organize sanayi bölgesi gibi personel açığı bulunuyor. Bu sorunun çözümü için devletin öncülüğünde, sanayide çalışmayı özendirici bir algı çalışmasının uygulanması faydalı olur. Meslek liselerinde okumanın da özendirilmesi gerekir.
4- TEKNİK PERSONEL AÇIĞI
Personel açığının birkaç boyutu var. Bunlardan biri, makinaları kullanabilecek teknik personel bulmakta yaşanan güçlük. Coşkun İrfan, “Bırakın kullanımını, onarımını yapabilecek personel de yok” diyor.
5- STAJYER İLGİSİNDEKİ DÜŞÜŞ
Personel açığının bir başka boyutu, stajyer bulmanın eskiye oranla güçleşmiş olması. Eskiden bölgedeki firmalara çok sayıda stajyer gelir, haftanın üç günü işletmelerde çalışırlardı. Yetişince firmanın personeli olurlardı. Böylelikle firmaların kendi kaynağını, kendi elemanını yetiştirme ve içselleştirmesi mümkündü. Artık geçmişteki kadar çok stajyer gelmiyor. Bunun temel sebeplerinden biri, şehrin çok uzak kalması. Çözüm yollarından biri, belirli büyüklükteki organize sanayilerin içerisinde, sektörlerin yoğunluk oranları doğrultusunda İngilizce eğitimli meslek liseleri ve meslek yüksek okulları kurulması olabilir.
6- KADINLARIN İŞGÜCÜNE KATILIMININ ÖZENDİRİLMESİ
Personel açığı sorununu çözmenin yollarında biri, kadınların çalışma hayatına katılımının özendirilmesidir. Kadınların işgücüne katılımıyla ilgili bir devlet politikası olması doğru olur. Bu konuda da bir algı yaratılması gerekmektedir.
7- EĞİTİM KALİTESİNDE DÜŞÜŞ
Çok sayıda üniversite, Anadolu lisesi, fen lisesinin açılması, kaliteyi yukarıya çekmek yerine düşürüyor. Anadolu ve fen liselerine yüksek vasıfta eğitim verecek donanım ve öğretmenler sağlanamıyor. En basit 3-4-5 üçgenini bilen endüstri meslek lisesi mezununu bulmak bile güçleşti. Hem dilini kullanmayı, hem kendini ifade edebilmeyi bilen birini bulmak çok zor.
8- İŞSİZLİK MAAŞI
Birçok çalışan, “Patron bizi işten çıkarsın da işsizlik maaşını alalım. Hatta mümkünse de işsizlik maaşı alırken bir yandan da sigortasız çalışalım” düşüncesiyle hareket ediyor. Bu durum kaçınılmaz şekilde haksız rekabet doğuruyor.
9- ÜNİVERSİTE SANAYİ İŞBİRLİĞİ
Bursa’da üniversite - sanayi işbirliği arzulanan seviyenin uzağında. Üniversitelerin proje pazarlarındaki projelerin genellikle ayakları yere basmayan projeler olduğu gözleniyor. Üniversitenin çok güçlü ve donanımlı, sektöre de yön verecek nitelikte kadrolara, laboratuvarlara sahip olması gerekir. Tabii her şeyden önce akademik kadroların sanayi - üniversite işbirliği konusunda gerekli motivasyona sahip olması da şarttır.
10- YAPI RUHSATI SORUNU
Bir diğer sorun, imar barışıyla ilgiliydi. Bu da sundurmalar meselesiydi. Sundurmalar kaçak sayıldığı için her şeyi hazır olan işletmeler işletme ruhsatı alamıyordu. Yapı kullanım izni olmasına rağmen ruhsat alınamıyordu. Yeni İmar Affı Yasası’yla beraber bu sorun çözüldü.
Toplantının sonuç raporunu .pdf olarak okumak için tıklayınız.