KAYSERİ ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ

Kayseri OSB’nin hedefi güçlü ve büyük Türkiye
Bilindiği üzere, içerisinde yaşadığımız coğrafya, dünyanın en karmaşık, en zor, en çetin coğrafyalarından biridir. Dünyaya baktığımızda ise alıştığımız küresel sistemde ciddi bir değişimin yaşandığını hep birlikte gözlemlemekteyiz.
Her zamankinden daha çok çalışarak, daha çok gayret göstererek, daha çok katma değer üreterek, ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunmak kaçınılmaz bir hal almıştır. Bu nedenle başarıların, hep birlikte ve uyum içinde çalışarak mümkün olabileceğine inanıyoruz. Sanayicilerimize yönelik bütün gelişmeleri ve yeni uygulamaları duyurabilmek, üyelerimizin bunlardan yararlanmasını sağlamak için çalışmalarımızı kesintisiz bir şekilde sürdürmekteyiz.
Ülke olarak, yüksek bir milli gelire sahip olmak, ekonomik anlamda bir kalkınma rampasına oturmak ve küreselleşen dünyada söz sahibi olabilmek için ihracatta da önde olmamız gerekmektedir. Bu sebeple, devlet kurumlarına, STK’lara, ilgili ve yetkili herkese çok önemli görevler düşmektedir. Başarı için küresel düşünmek, dünyayı bir pazar olarak algılamak ayrı bir önem arz etmektedir.
Dünya ticaretinde jeopolitik ve jeoekonomik gelişmelerin birbirinden ayrılmaz hale geldiği günümüzde dünya ticaretinden daha fazla pay almak, küresel gelişmeleri dikkatle takip etmeyi ve gerekli stratejileri belirlemeyi zorunlu kılmaktadır.
Bin yıldan beri gerçek hoşgörü, kardeşlik, birlik, beraberlik, dayanışma ve medeniyetin hakim olduğu bu topraklarda, vakit kaybetmeksizin yeniden aynı ruhu yaşamalı, yaşatmalı ve canlandırmalıyız. Bu, hepimizin sorumluluğu olmalıdır.
İşte bu anlayış çerçevesinde hareket eden Kayseri OSB yönetimi tarafından:
55 MWp kapasiteye sahip Türkiye’nin ilk ve en büyük güneş enerjisi santralinin (GES) faaliyete geçirilmesi, Kayseri Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nin hizmete girmesi, Kayseri Endüstriyel Tasarım Merkezi, Kayseri OSB Dış Ticaret İstihbarat Merkezi, Özel Kayseri OSB Teknik Koleji’nin sanayimizin kalifiye eleman ihtiyacının karşılanmasına yönelik yeniden yapılandırılması, Türkiye’deki en donanımlı, modern ve örnek itfaiye teşkilatının kısa zamanda devreye alınması, mobilya, tasarım, çelik kapı ve diğer alanlarda sektörel kümelenme çalışmalarının yürütülmesi, elektrik, su doğalgaz, ulaşım gibi alt yapı çalışmalarının tamamlanması, üniversite - sanayi işbirliği, Ar-Ge, Ur-Ge ve benzeri konularda eğitim, seminer ve çalıştayların düzenlenmesi, sosyal sorumluluk projelerine olan duyarlılık ve uygulamaya dönük diğer projelerle Kayseri OSB, değişimi yönetebilen bir cazibe merkezi, bir yatırım ve üretim üssü haline getirilmiştir.
Pek tabii olarak, ülkemizin kalkınması ve gelişmesi için gece gündüz demeden, her türlü sorumluluğu üzerine alan vefakar, cefakar ve sadakatli sanayicilerin göstermiş oldukları çaba ve gayret her türlü takdirin üstündedir.
İş dünyası olarak; 2023 Türkiye vizyonunda belirlenen 500 milyar dolar ihracatın gerçekleşmesi için ürettiğimiz ürünlerle ülkemiz ekonomisine katkıda bulunmak, tam destekle yanında olduğumuz hükümetimizin ekonomik reform odaklı yatırım hamlelerine, demokratikleşme, güven, istikrar ve ekonomik refahın sağlanması için atmış olduğu adımlara, yeni, büyük ve güçlü Türkiye’de yaşanmakta olan gelişim hamlesine destek sağlamak ana hedeflerimiz arasında olacaktır.
Tahir Nursaçan
Kayseri OSB Yönetim Kurulu Başkanı
OSBÜK Yönetim Kurulu Üyesi

Değişimi yönetebilen bir üretim üssü: Kayseri OSB
Kayseri OSB yönetimi, “proje bazlı” hareket etmeyi temel ilke olarak kabul etti. Bu ilkeden yola çıkılarak bir stratejik plan oluşturuldu ve tüm bölge sanayicilerine dağıtıldı. Stratejik plan içindeki en önemli unsurlardan bir tanesi de ihracattı. İhracatla ilgili kurulan dış ticaret merkezinde şimdilerde ciddi başarı hikayeleri yazılıyor. Türk Ticaret Merkezi’nin kurulmasına yönelik çalışmalar ise tamamlanmak üzere.
Kayseri Organize Sanayi Bölgesi; 55 MWp kapasitesiyle Türkiye’nin en büyük güneş enerji santrali, Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi, Endüstriyel Tasarım Merkezi, Dış Ticaret İstihbarat Merkezi, Özel Kayseri OSB Teknik Koleji, modern itfaiye teşkilatı, çeşitli sektörlerdeki kümelenme çalışmaları, her bakımdan tamamlanmış alt yapısı, üniversite - sanayi işbirliği, Ar-Ge, Ur-Ge ve benzeri konularda düzenlenmekte olan eğitim, seminer ve çalıştaylarının yanı sıra sosyal sorumluluk projeleriyle değişimi yönetebilen bir cazibe merkezi, bir yatırım ve üretim üssü haline gelmiş durumda.
Emre Alkin: Efendim, toplantıdan önce kayıtlara geçsin diye söylüyorum; çalışanların, modern şartlarda çalışmasını bir hak olarak gören kıymetli başkana teşekkür ediyorum. Sanayimiz için çok önemli olan bir abideyi bu hale getirdikleri için, eğitime, tarihimize, Türkiye’ye verdikleri önem için de teşekkür ediyorum. Türkiye sizin ve sizin gibi liderlerin sayesinde geleceğe umutla bakıyor. Bir ekonomist olarak bunları söylemek vazifem. Siz Kayserili sanayicilere de çok teşekkür ediyorum. İhracatçılar meclisinin genel sekreteri, ardından TFF genel sekreteri olarak Kayserimize birçok kez geldim. Bu şehrin gücünün farkındayım. Çok müstesna bir şehrimizin müstesna insanlarısınız. Halkbank da aynı şekilde ülkemizin eşine az rastlanan başarılar göstermiş bir bankasıdır. 1930’ların sonunda, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Esnaf ve tüccara ehven seviyeden faizle kredi veren bir kuruluş olmalı” cümlesiyle kurulmuş ve bugüne kadar da bu bayrağı kuvvetle dalgalandırmış bir kurumumuzdur. Kendilerine de bizzat teşekkür ediyorum. Bu kısa girişten sonra izninizle açılış için sözü Başkanım Tahir Bey’e veriyorum.
Tahir Nursaçan: Saygıdeğer Prof. Dr. Emre Alkin, Halkbank’ın Değerli Pazarlama Daire Başkanı Özer Torgal Bey, Turkishtime’ın Değerli Yönetim Kurulu Başkanı Filiz Özkan Hanım ve ve değerli arkadaşları, Kayseri Sanayi Odamızın değerli Meclis Başkanı, Mimarsinan OSB’mizin Değerli Başkanı, Kayseri OSB’mizin saygıdeğer sanayicileri, basınımızın kıymetli mensupları… Halkbank, Turkishtime Dergisi ve Kayseri OSB’nin Ortak Akıl Toplantısı’na hoş geldiniz, şeref verdiniz. Şahsım ve yönetim kurulum adına sizleri saygıyla selamlamak istiyorum.
Kayseri OSB olarak, sayın hocamızın da bahsettiği gibi, Kayseri sanayisi her türlü hizmetin ve takdirin ötesinde güzel ülkemiz ve güzel şehrimiz için 1.300 sanayicisi, yaklaşık 70-75 bin çalışanı, 2 milyar doları aşan ihracatıyla hizmet etmeye ve üretmeye devam etmekte. Bugün bu çatı altında değerli iş ortaklarımızla birlikte, şehrimizin ve ülkemizin problemlerini tartışarak, bunların üstesinden gelmenin yollarını arayacağız. Ortak Akıl Toplantısı Kayseri OSB’de yapıldığı için ben de emeği geçen herkese şahsım ve yönetim kurulum adına teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.
Özer Torgal: İş dünyasının değerli temsilcileri, Halkbank Ortak Akıl Toplantısı’na hepiniz hoş geldiniz. 15’incisini düzenlediğimiz bu toplantılarda amacımız, hem çeşitli stratejiler üzerinde görüşmeler yapmak hem de karşılıklı olarak gerek yapılan işler gerekse ekonomi gibi farklı konularda görüş alışverişinde bulunmak... 2019 yılının ocak ayından beri bu üç aylık dönemde yoğun bir biçimde yaşadığımız seçim sürecinin sonuna geldik. Şubelerimizden ve bölgelerimizden gelen bilgiler ışığında, belirsizliğin artık bir miktar bittiğini, bir toparlanmanın başladığını, herkesin artık işine ve üretimine döndüğünü sezinlemeye başladık. 2019 yılının hem finans dünyası hem de reel sektör tarafından çok daha iyi, çok daha olumlu sonuçlar elde ederek yaşanmasını temenni ediyoruz.
Biz Halkbank olarak, 1938’den bu yana, esnaf ve KOBİ’lere desteğimizi aralıksız devam ettirmeye çalışıyoruz. Kredilerimizin yüzde 40’ını aşan kısmını esnaf ve KOBİ’lere kullandıran bir banka olarak, misyonumuzu sürekli kesin çözümler üreterek, sıkıntılı zamanlarda hem KOBİ’lerimizin hem iş dünyamızın yanında olmayı bir borç bilerek sürdürdük ve bu şekilde sürdürmeye devam edeceğiz. İlk şubemizi 1954 yılında açtığımız Kayseri’de şu anda 11 şube ve 150’ye yakın personelle çalışmaktayız. Kayseri’ye özellikle önem veriyoruz çünkü sanayimizin, üretimimizin önemli merkezlerinden biri olduğunu biliyoruz. En son Mimar Sinan OSB’mize şubemizi açtık, oradaki iş dünyasına hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. İnşallah sonuçları da iyi olacaktır.
2018 yılında Kayseri'de toplam 4.2 Milyar TL nakdi kredi hacmine ulaştık. 2019 yılının ilk üç ayında büyümeye devam ederek yaklaşık % 10 kadar bir artış oranına ulaşacağımıza inanıyorum. Sonuç olarak üreten Türkiye’nin üreten bankası olarak bizler her zaman sanayicimizin, KOBİ’mizin, esnafımızın yanında olduk, olmaya da devam edeceğiz. Şekillenen yeni piyasa şartlarında yine önemli bir oyuncu olmaya devam edeceğiz. Ben tekrar herkese hoş geldiniz diyor ve teşekkür ediyorum.
Emre Alkin: Bugün gündemimize aldığımız soru kalıpları içinden bazı başlıklar okuyacağım: Kayseri OSB’de avantaj-dezavantaj, savunma sanayi, kamu-sanayi işbirliği, insan kaynakları, üretim verimliliği, Ar-Ge, dış pazarlar, markalaşma, krediler, kümelenme, mesleki teknik eğitim ve TTM’ler... Bunların bir kısmı taktik bir kısmı stratejik meseleler. Bunlarla ilgili sorunlar ve çözüm önerilerinizi konuşabiliriz. Görüşleriniz nelerdir bu konularda?
Abidin Özkaya: Kayseri OSB, Mimar Sinan OSB’miz ve yeni gelişmekte olan İncesu OSB olarak altyapı ve üstyapı hizmetlerini tamamlamış; doğalgaz, elektrik ve dijitalleşme yolundaki eksiklerini gidermiş, artık sadece nitelikli yatırımcı arayan bir konuma gelmiş durumdayız. Her üç OSB’mizde şu ana itibarıyla üretim yapan 1400’e yakın firma var. Bunların içinde İSO-500’de Kayseri’yi temsil eden 33 tane firmamız bulunuyor. Bu elbette Türkiye ortalamasında iyi bir rakam ama biz bunu da yeterli görmüyoruz.
Kayseri, Mersin limanına yakın bir şehir. 300 km’lik bir mesafede yer alıyoruz. Ürünlerimizi, hacimli ama konteynerlerde değeri az olan ürünlerden olmaları nedeniyle, çoğunlukla 40’lık konteynerlerle Mersin Limanı’na aktarıyoruz. Buraya gelirken kendi firmamdan dün itibarıyla güncellenmiş fiyatları aldım. Bir başka arkadaşımın fiyatlarının da farklı olduğunu zannetmiyorum. Çünkü Kayseri’den bir günde ciddi miktarda konteyner çıkıyor. Bugün Kayseri’den Mersin limanına karayoluyla, aralık tartısı dahil, 1950 TL + KDV’ye mal indiriyoruz. Demiryoluyla da 1600 TL + KDV. Ayrıca demiryoluyla indirilen mallardan Mersin limanında da 35 dolar tartı ücreti alınıyor. Yani demiryolu ile karayolunda, 40’lık bir konteynerin maliyeti yaklaşık olarak aynı. Ekonomide yollar ve ulaşım, insan vücudundaki kan gibi. Kan akışı ne kadar sağlıklı olursa insanın vücudu da o kadar sağlıklı olur. Biz maalesef Kayseri’den Mersin’e mal indirirken çok büyük bedeller ödüyoruz. “Niye?” diyeceksiniz. Bunun başka türlü bir kıyaslamasını vereceğim: Mersin’den Fas’ın Kazablanka şehrine 500 dolara 40’lık konteyner gönderiyoruz. Bunlar günlük fiyatlar. Mersin’den Almanya’nın Hamburg limanına 320 dolara, Mersin’den Dubai’ye 500 dolara gönderiyorlar. Biz, katkı ücretlerini de üzerine koyduğumuz zaman buradan Mersin’e yaklaşık 750 dolara gönderiyoruz.
Kayseri, Orta Anadolu’nun tam göbeğinde, maalesef ulaşımda ve ihraç mallarımızda dezavantajlı bir konumdayız. Bu konuya çok acil bir çözüm getirilmesi lazım. Biz bunu değişik toplantılarda hem siyasilerimize hem de geniş platformlarda odalarımız, borsalarımız vasıtasıyla dile getirdik. Benim üzüntüm, bununla ilgili, “Siz bu talepleri söylediniz ama şu sebepten olmuyor” diye karşımıza herhangi bir cevap gelmedi. Acaba konuşuyoruz, konuşuyoruz ama boşa mı konuşuyoruz gibi soru işaretleri var aklımda. Fakat biz bunu yılmadan, usanmadan, düzeltene kadar ihracatçımızın, sanayicimizin menfaatleri doğrultusunda dillendirmeye devam edeceğiz.
Biliyorsunuz, Türk Parasını Koruma Kanunu çerçevesinde bir DAB belgesi düzenleme zorunluluğu getirildi. Bizler, ihracatlarının büyük bir kısmı Ortadoğu ve Afrika ülkelerine yapan firmalarız. Avrupa ülkelerine ve ABD’ye yapılan ihracatımızda herhangi bir sorun yok. Çünkü buralar kişilere bağlı olmaktan çıkmış, sisteme bağlı bir düzen işliyor ama maalesef Ortadoğu ve Afrika’da böyle bir sistem yok. Bankacılık sistemi yok. Afganistan, Irak ve Libya’dan ihracat bedeli getirdiğimiz zaman, bankacılık sistemi çalışmadığı için döviz büroları üzerinden paramızı alıyoruz. Bu konuda herkesin aynı fikirde olduğu kanaatindeyim. Kanun, “Parayı gönderen vatandaş ya da firma, döviz bürosunda bunu kime verecekse ya da yurtiçine gelmeden parayı üzerinde getiriyorsa, ‘Bu parayı X firmasının adına yatıracak’ diye vekalet vermesi gerekir” diyor.
Şimdi düşünebiliyor musunuz, Ortadoğu’yla ticaret yapıyoruz, bankacılık sistemi çalışmıyor. Şu ana kadar döviz büroları üzerinden paraları almışız, beyan üzerine hesaplarımıza yatırmışız ve bu şekilde yürüyen bir sistem. Ortadoğu’dan ve Kuzey Afrika’dan gelen, Kuzey Afrika’nın bir kısmı düzenli ama Afganistan, Irak, Suriye gibi ülkelerden gelen paralarda bu imkan hiç mümkün değil. Hatta şöyle durumlar olabiliyor; oralardaki bir muhatabınız size, “100 bin dolar gönderiyorum” diyor. Ama bir bakıyorsunuz, dövizciniz size, “10 bin dolar geldi” diye haber veriyor. Yani 10 dakika evvel 100 bin dolar gönderdim diyen adam, 10 dakika sonra fiili olarak 10 bin dolar göndermiş oluyor. Tabii bu beyannamenin kapanması için yeterli değil. Beyanname kapanmadığı zaman vergi dairesi firmalarımıza yazı gönderiyor: “Senin şu ülkeye yapmış olduğun ihracatın DAB belgesi düzenlenmemiş” diyor. Gidip vergi dairesine anlatıyoruz, “Peki siz çözün arkadaşım bunu” diyoruz. “Vallahi biz de çözemiyoruz. Siz Maliye Bakanlığına, Gelir İdaresine, TİMER’e dilekçenizi yazın, bırakın” diyor.
Kanun, kötüyü önlemek üzere kurulur. Kötüyü önleyeyim derken de iyi insanı cezalandırmanın bir manası yok. Yani ülkemizin özellikle bugünlerde, üzerimizde birçok oyunun oynandığı, 1000 dolara muhtaç olduğumuz bugünlerde… Olayı dramatize etmek istemiyorum ama ülkemizin böyle bir paraya ihtiyacı var. Böyle bir düzende ihracatçı üretmiş, bin bir zahmete girmiş, malını ihraç etmiş, parasını getirmiş, biz bu parayı resmileştiremiyoruz. Bizim için bu çok büyük bir handikap. Bir kısım ülkeler muafiyet kapsamına alındı. Benim burada önerim şu: Ortadoğu’dan ve Afrika’dan geriye kalan ülkeler tekrar gözden geçirilsin ve muafiyet kısmına alınsın, biz de beyan üzerine defterlerimize kaydımızı yapalım ve taahhütlerimizi kapatalım. Vergi dairesi sürekli olarak firmalarımıza yazı gönderiyor “ihracat beyannameniz kapanmamıştır” diye. Bu ülkemizin bir gerçeği, biz ihracatımızın yüzde 40-50’sini Ortadoğu ve Afrika’ya yapıyorsak, oturup ortak akılla, ülkemizin ve firmalarımızın menfaatlerini koruyacak bir çözüm bulmalıyız. Yoksa yaptığımız ihracatın yarısı kadar vergi dairesinden, maliyeden ceza yemeye başlarsak, ihracat yapamaz hale geliriz. Biraz evvel bahsettiğimiz birtakım başka konulardan dolayı sanayici zaten yoruldu, bir de gelen parayı kayıtlara almakta yorgunluk çıkarılacaksa bu hiç akla yatkın bir şey değil.
Bunun haricinde, enerjiyle ilgili ciddi sıkıntılar var. Hepimizin bildiği konular olduğu için çok detayına girmek istemiyorum. Maalesef, son bir yılda enerji fiyatlarımız yüzde 80 civarında arttı. Burada asıl olan şu; bir tarafta enerjiyi ısıtma ve aydınlatma amacıyla kullanan firmalarımız var, diğer tarafta elektriği ve doğalgazı proseslerinde yoğun girdi olarak kullananlar var. Bana göre proseslerinde enerji maliyeti yüzde 30-35’lere varan firmalar ihracat pazarlarında rekabet şansını maalesef kaybetmiş durumda. Çünkü Avrupalı, bütçe açığından dolayı enerjiye yüzde 70 zam yaptığımızı düşünmez, o onun işi değil. Proseslerimizde benim 10 bin lira aylık enerji giderim olsa derim ki, “Ya bu yüzde 30 artsa ne olacak, 3 bin lira fark eder” derim. Fakat benim 4 milyon aylık enerji giderim varsa bu yüzde 80 arttıysa 3 milyon 200 bin daha… Neticede ne oluyor? Birincisi rekabet şansımızı kaybediyoruz. İkincisi firmalarımızda ciddi manada bir nakit erozyonu yaşanıyor. Oysa günümüzde zaten herkes ciddi manada nakit sıkıntısı çekiyor… Burada da benim önerim şu: Madem enerji fiyatlarını indiremiyoruz o zaman doğalgaz ve elektrikte KDV’yi lütfen yüzde 1’e düşürelim. Bunun maliyeyle, gelir idaresiyle çok alakası yok. Çünkü KDV bir indirim unsurudur, neticede firmalarımız bir ya da maksimum iki ay sonra bunu mahsuplaşıyor. Yani bu hazinenin gelir-gider dengesini bozucu bir unsur değil. Şu anda firmalarımızın yüzde 20-30’larla para bulduğu bir dönemde, özellikle de proseslerinde yoğun enerji kullanan firmalarımız için bunun ciddi bir destek olacağı kanaatindeyim. Diğer taraftan, haksız rekabetle ilgili ciddi sıkıntılar var. Bu durum son günlerde maliye bakanlığının gündeminde. Tek bir cümleyle özetlemek istiyorum; devletten aldığı teşvikleri rakip firmalarına avantaj olarak veren firmaların olduğunu biliyoruz. Devletten teşvik alıyor, o teşviki bir başkasına, aynı sektörde faaliyet gösteren bir başka firmanın dezavantajına olacak şekilde veriyor ve haksız rekabete yol açıyor. Bu konuda devletin emsal fiyat hareketleri ve miktarla ilgili değil, banka hareketlerini takip ederek bir önlem alması lazım.
Asgari ücret uygulamaları da bana göre hiç olmaması gereken bir halde ve işsizliği artırıcı sonuçlara yol açıyor. Biliyorsunuz, 500’den fazla insan çalıştırıyorsanız asgari ücret teşvik miktarı 101 lira, 500 kişiden az çalıştırıyorsanız 152 lira. Yani ben 510 kişi çalıştırıyorsam 20 kişinin işine son veriyorum, 152 TL’den faydalanıyorum. Halbuki olması gereken neydi? Türkiye’de işsizlik bu kadar artmış, hala da artmaya devam ediyorsa biraz önce bahsettiğim konuların etkisi vardır bunda. Ben olsaydım, belki 250 kişiye 1 bonus verirdim, 500 kişiye 2 bonus verirdim ve 750 kişiye 3 bonus verirdim. Fakat yapılan şey tam tersi şekilde. Çok insan çalıştıran firmalarımızı cezalandıran bir yol izleniyor. Bu bence ekonomimizin geleceği açısından da sıkıntı yaratacak bir durum. Yani adeta, “Niye yatırım yaptın? Niye çok adam çalıştırıyorsun? Niye bu kadar faaliyetin içinde bulundun?” deniyor. Bu arada, mikro reformlar dediğimiz konularda da bazı düzenlemeler yapılması gerekiyor.
Son olarak, Kayseri’nin bu kadar güzel OSB’leri var. Başkanlarımın, müdürlerimin hepsinin eline sağlık. Peki neden yatırım çekemiyoruz? Türkiye neden yatırım çekemiyor? Son açıklanan verilere göre Türkiye’den çıkan yabancı yatırımcının rakamsal oranı, Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcıdan daha yüksek. Bizim bunu oturup düşünmemiz lazım. Kayseri özeline gelirsek, Kayseri’nin herhangi bir havzasıyla Hakkari’nin herhangi bir ilçesinin farkı yok. İncesu’yla Kilis’in, ki Kilis daha gelişmiş bir bölge, orası 5’inci teşvik bölgesi, İncesu 2’nci teşvik bölgesi. Artık bölgesel teşviklerden ziyade sektörel teşviklere geçilmesi gerektiğini, bunun özellikle haksız rekabetin de önlenmesi açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Diyelim ki, Bilecik’te bir firma hem Türkiye hem dünya markası. Aynı konuda Kayseri’de bir firma Türkiye markası. Bilecik’teki firmamız 5’inci bölge teşviklerinden, Kayseri’deki firmamız 2’nci bölge teşviklerinden faydalanıyor. Oralardaki firmalar devletten aldığı teşvikleri iç piyasada ve yurtdışı piyasada fiyat rekabeti olarak yansıtıyor ve haksız rekabete yol açıyor. İşin özüne gelecek olursak; olmadı 6’ncı teşvik, olmadı 7’nci teşvik… Ben buna da zaten tamamen karşıyım. Çünkü bu kadar denemeden sonra olmuyorsa demek ki bir yerde hata yapmışız.
Eximbank kredileri, Merkez Bankası kredileri ve reeskont kredileriyle ilgili hükümetimiz olağanüstü bir gayret sarf etmekte. Döviz kredilerinde herhangi bir sorun yok ama TL kredileri KOBİ’lere veriliyor, o da epeyce bir sırayla veriliyor. Büyük işletmelerimize maalesef iki yıldır kredi kalmıyor. Burada bir sorun var. Benim çözüm önerim şu; biliyorsunuz Eximbank kredilerinde hesaba geçen paralar TL üzerinden geçiyor. Önceden, kapatılana kadar yüzde 2,5 gibi bir kesinti varken şimdi 4,75 civarında bir kesinti oluyor. Yani eskiden 1 milyon dolar kredi kullanan bir arkadaşımızın hesabında, kapatılana kadar 25 bin dolar para tutulurken, şimdi 47 bin 500 dolar tutulmaya başlandı. Zaten bunun faiz oranıyla bedelini ödüyoruz, bu para neden tutuluyor, ben onu anlamıyorum. İkincisi, Eximbank kredilerimiz hesaplara hala TL olarak geçiyor. Bildiğiniz gibi, hareketin çok olduğu günlerde bazen yüzde 1 bazen yüzde 2, hatta yüzde 3 kur hareketleri yaşanabiliyor. Öyle bir günde firmamıza döviz lazım olursa ciddi bir kayıp yaşanıyor. Biz diyoruz ki, zaten bunu yıllık yüzde 1-1,5’lerden kullanıyoruz, günlük kur hareketinden de yüzde 2-3 kaybediyorsak, bunun hiçbir manası yok. Ricamız, bu kredilerin hesaba döviz olarak geçmesi.
Seyhan Arifoğlu: Burada sorunları dile getiriyoruz ama çözüm noktasında neredeyiz? Ben sektörle alakalı bazı şeyler söylemek istiyorum. İstihdam dedik, Ar-Ge dedik… Öyle tezat işler oluyor ki Türkiye’de, maalesef üzülmemek işten değil. Mobilya, Kayseri OSB’de yoğun bir sektör ama üniversitede bir türlü ağaç işleri endüstri mühendisliği bölümü açılamıyor. Oysa ürünlerimizi daha verimli, daha ekonomik, daha tasarruflu üretebilmek için böyle bir mühendise ihtiyacımız var. Bunu çeşitli toplantılarda dile getirip yazıyorum ama maalesef bir geri dönüş olmuyor.
Kayseri OSB’de 22 milyon metrekare yer var, serbest bölgemiz var, 7,5 milyon metrekare boş alan var. 500 sene de geçse burayı doldurma şansımız yok. Yeni açılacak OSB buraya açılırsa tasarruflu olur. Bir arıtma sistemi yapılması 80-130 trilyona mal olur. Bir itfaiye tesisini kurmak en az 45-50 milyon lira. İncesu OSB’ye ben mobilya sektörü olarak gidiyorum, fabrikamın sigortaları atıyor, büyükşehirden itfaiye oraya gidene kadar vallahi oturun ağlayın. Ben devletçiyim, devletine çok önem veren hassas bir insanım. İş dünyasının çalışacağı öncelikli üç tane banka vardır: Halkbank, Vakıflar Bankası ve Ziraat Bankası. Tabii ki İş Bankası’nı da görmezden gelmemek lazım. Şahsen Halkbank’ın da müdavimiyim. Ben cumhurbaşkanının talimatıyla dövizimi bozdurdum ve hala mevduatım TL’de duruyor. Biz iş dünyası olarak gerçekten üzerimize düşen şeyleri yapıyoruz.
Gelelim devlet bankalarına; bu zamana kadar çalışıp da kredi kartlarını vatandaşlara niye dağıtmıyorlar? Bakıyoruz diğer bankalara, gerçekten üzülüyorum yani. Bugün, bir X bankanın kredi kartları öyle bir yayılmış ki, insanlar ister istemez o bankaya gitmek zorunda. Burada da herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi lazım.
Bir hakim, karşısına çıkan işadamına çek konusunda, “Kardeşim bu kağıt parçasına mı verdin bu kadar ürünü?” diyebiliyorsa Türkiye’de çok şeylerin değişmesi gerektiğine inanıyorum. Maliye, 5’e 20 kala parayı götürdüğünüz zaman, “Kardeşim kasayı kilitledim, bankaya götür” diyebiliyorsa çok ciddi sorunlar var demektir. Bütün vatandaşların birbirlerine saygı duyup, bu çerçevede çalışması gerektiğine inanıyorum.
Meslek liselerine de hakikaten önem vermek gerekiyor. Kayseri’de meslek lisesinde okuyan 4500 teknisyen var ama sadece 1500 tanesi OSB’de. Aslında bunların çoğalması lazım. Sadece bu OSB’de 75 bin çalışan var, senede 5000-6000 kişiye ihtiyaç var. Bir tarafta işsizlik var, diğer tarafta kalifiye eleman sıkıntısı var. Bu sıkıntıların hepsini çözmek lazım. Bunlara belli bir noktada teşvik vermek lazım. Ben artık KOSGEB kredileri, kalkınma ajansları gibi uygulamaların bitirilip, firmalara faydalı olacak teşviklerin verilmesinden yanayım. Niğde’deki aynı sektördeki firmalar 400 lira sigorta primi ödüyor, buradaysa 850 lira. Bunun tek fiyat olması gerekiyor. Dış ticaret konusuna gelirsek. İhracat yapalım diyoruz ama bu memlekette yeşil pasaportlu öğretmenler varken, iş adamlarının pasaportlarını belli bir noktada bırakıyorsanız, iş adamları gerçekten dağılıyor, küsüyor. Gerek yok bunlara, vereceksin iş adamına yeşil pasaportu. Sanayi odası, ticaret odasına belli yükümlülükler getireceksin, üyelerini alıp dışarıya gidecekler, dolaşacaklar. Bu iş böyle olacak, yoksa mümkünü yok.
Türkiye’de insanlar televizyon ekranlarına çıkıp konuştuklarının yüzde 10’unu icraata dökmüş olsaydı memlekette hiç sıkıntı kalmazdı. Önemli olan sözün yerine getirilmesi. Çalışan insanların tazminatından tutun çevreye kadar öyle büyük sıkıntılar var ki... Bunların hepsinin ele alınması gerekiyor. Aradan 10 sene geçmiş, eski bir çalışan çıkıyor, size dava açıyor, “ben mesaimi almadım” diye. Bunlar yanlış, eğer belli bir sürede almayan insanlar varsa hiç kimsenin 10 sene beklemesine gerek yok. O ay gitsin mahkemeye versin. Lütfen gidin bakın, her gün ticaret odasına 4-5 tane dosya gidiyor.
Emre Alkin: Söylediğiniz her şey 2002 yılında başlayan maceranın, 2019 yılında, tekrar 2002 yılına geri döndüğünü gösteriyor, çok net. Şimdi bakın adalet dediniz, eğitim dediniz, özgürlük de dediniz aslında. Sesinizden anlaşılıyor. Demek ki bunlarla ilgili sıkıntı var. Yeşil pasaport dediniz, ben de Nihat Bey’e dedim ki, “Hiçbir şey yapamadınız, bunu mu buldunuz?” Benden ciddi sert bir eleştiri aldı. Yani iş adamının üretim maliyetlerini düşürmediniz, iş adamının önünü açmadınız, memleketin pasaportunu her taraftan vize alacak hale getirdiniz, sonra devlet memurlarına az maaşın karşılığında verilen bir güzellik olan yeşil pasaportu, döndünüz dolaştınız iş adamına ürün olarak verdiniz. Devletimiz bu yeşil pasaportu yapacağına, onunla bununla kapışıp dövüşeceğine vizeleri kaldırmak için Avrupalılarla oturup şu işi halletse olmuyor muydu mesela? Mesela bu, iş adamlarının “Benim maliyetimi düşür” diyeceğine, “Rakibimin ithalat vergisini yükselt” demesi gibi bir şey. Bunları istediniz demiyorum ama ben bunları gözledim ve gördüm.
Mesela Adana’da da Antep’te de “Yahu siz neden bakanlara gidip de ‘maliyetimizi niye düşürmüyorsunuz?’ diyeceğinize ‘rakibimi pahalandırır mısın?’ diyorsunuz?” diye soruyorum ben. Sizin amacınız küresel rekabet mi iç piyasaya mal satmak mı? İkisini de diyorsanız yine doğru yolda değilsiniz. Çünkü vatandaş uyandı, artık kaliteli mal istiyor. Ayakkabıda, Türkiye’de hiç üretilmeyen mallara bile yüzde 50 ilave gümrük vergisi istedi ayakkabı sektörü. Ne oldu? Battılar ama fiyatı yüzde 100 yükselse de yine vatandaş kaliteli ayakkabıyı almaya devam ediyor.
Bunu çözmesi gereken yer belli ama dediğiniz de doğru, herkesin devletini, vatanını seviyor olması lazım. Atatürk’ün sözü hep aklımda. 1923’te kürsüye çıkıyor, daha Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış, diyor ki; “Şahsi menfaatleri toplum menfaatlerinin önüne koymayalım”. Demek ki şahsi menfaatleri toplum menfaatinin önüne koymuşuz hep beraber. Devletimizde çalışanlar da bürokrasi de böyle yapmış. Şahsi menfaat derken, “aman boş ver, bakarız sonra” demiş. İş adamı da 10 sene sonra var olmayacak işler için güzellikler istemiş, profesörler oturmuşlar geleceği konuşacaklarına dünün bilgisine yatmışlar. Sonra gençler bakmışlar bu iş olmuyor, onlar da kendi itirazlarını dile getirince “Sus bakayım otur” demiş herkes. Bu sefer de özgürlükle alakalı problemler çıkmış. Dolayısıyla yapacağımız şey belli; bizim bu tür meclisleri daha çok oluşturmamız lazım. Belli ki bir şey sıkışmış, gaz sıkışması var burada. Kayseri OSB’de ve Kayseri genelinde, teknik altyapı açısından bir fazla bir sıkıntı olmadığını fakat temelde memleketle alakalı sıkıntılardan dolayı, kentin ileri gelenlerinin, kanaat önderlerinin endişe taşıdıklarını görüyorum. Yani eninde sonunda sizin işinizi bildiğinizi, iş yaptığınızı, ticaret yapmaya devam ettiğinizi ama memleket iyi olmadıktan sonra bunun içinize sinmediğini doğru anladım herhalde?
Saffet Arslan: Kayseri OSB, organize olması sebebiyle firmaların verimliliğinin arttığı, birçok üyesinin de kolaylıklarından istifade ettiği bir yer. Hem gelişim hem kalite artırımı hem de müteşebbise yön verme gayreti içinde, onların ortak akıl ve sermayesini bir araya getirerek bir şeyleri yapabilme çabası çok güzel, takdirle karşılıyorum. Son zamanlarda yurtdışında pazar açılımı adına Dubai vesaire gibi yerlerde pazar ilişkilerini OSB’miz kuruyor, o da çok güzel.
Finansla ilgili eskiden devlet bankalarımız ceberut devlet yapısını sergilerdi. İyi müşteriler özel bankalara, kötü müşteriler de diğer bankalara kalırdı. Fakat 2008 yılındaki krizden az evvel özellikle Hüseyin Bey’in, sonra da Osman Bey’in Halkbank’taki gayretiyle müthiş bir değişim yaşandı. Sanayicinin hemen yanında olmak, varsa engelleri aşmak için müthiş bir çaba oldu. Devletin en önde gelen, demokrasiyi yaşayan, ekonomide rolünü en iyi yapan bankası haline geldiler. Burada alkışlık bir durumları var. İnşallah diğer kurum ve kuruluşlara da nasip olur bu yapı.
Kümeleşme tabii ki bütün dünyada var. Nereye gitseniz otomotiv belli bir bölgede, makine belli bir bölgede. Bizde kümeleşme daha çok otomotiv ve tekstilde oluyor gibi, diğer alanlarda çok fazla olamadı. Belki buna bir el değseydi, baştan bir yönlendirme olsaydı, “Buraya şu avantajı veriyorum” dese de hepimiz bir araya gelseydik, oradan daha büyük projelerle, cesareti artıran, sermaye artırımını sağlayan sonuçlar elde edebilirdik.
Bu savunma sanayine doğru kayar mı? Tabii ki kayar. Eskiden zemin yoktu orada, frenler vardı. Bunu söylemekte beis görmüyorum, açıkça söyleyeceğiz. Eskiden genelkurmay ihale yaparken, “Siz girmeyin, falancalar girsin!” derdi. Bununla muhatap oldu Kayseri. Tank yapabilir miyiz deyince, “Bir dakika sen kimsin? Nereden çıktın?” dediler. Fakat şimdi genelkurmay başkanı veya şimdiki savunma bakanı “Buyurun yapın, biz de sizinle beraberiz” diyor. İşte burada bir şeyler yapılabilir. Proje desteği ortaya konsa, yanına da bir teşvik konsa biz de buralarda sermaye ve aklımızı birleştirsek.
Benim bir tane projem var, stratejik teşvik. Stratejik teşvike başladım bitiriyorum. Bunun yanında 5 tane proje yapsın OSB’miz, her birinde bana düşen göreve hazırım. Fikir desteğine, sermaye koymaya, şu kadar hisse alacaksın denmesine hazırım. Çünkü bu projeler bugün OSB’ye lazım, yarın Türkiye’ye lazım. Stratejik teşvik neden veriliyor? Türkiye’de yoksa, bize lazımsa, cari açığı azaltıyorsa, “Sen bunu yaparsan şunu veririm” diyor. Güzel bir şey, mantığı var. Yani iki firmayı birbirine düşürmüyor da Türkiye’yi bağımlılıktan kurtarmak, cari açığı daha fazla azdırmamak için teşvik veriyor.
Emre Alkin: Kayseri’nin ikinci şahlanışı savunma sanayiyle olabilir diyebilir miyiz?
Saffet Arslan: Elbette, büyük bir vites atımı olur o. Yavaş yavaş büyüme yerine birdenbire büyüme…
Tahir Nursaçan: Kayseri OSB bir yılı aşkın bir süredir savunma sanayii konusunda emek sarf etmekte yönetim olarak. Bu konuda çok ciddi mesafe aldık. Biliyorsunuz savunma sanayi projelerinde mesafe almak deveye hendek atlatmak gibi. Çünkü niteliği var, niceliği var, hassasiyeti var ve stratejik önemi var. Uğraşa uğraşa ümitlerimizin bittiği bir anda, savunma sanayi başkanlığından bir heyet, bize gelmek istediğini söyledi. Biz canımızın tezliğiyle yarın sabah bekliyoruz dedik, “15 gün sonra” dediler. 15 gün sonra, bir 15 gün daha süre verdiler ama nihayetinde geldiler. Üç kişi gelecekti iki kişi geldi, çapımıza çeperimize baktılar, gördüler ki, bunlarda bu işi yapacak kapasite var, “Siz bu işi yapın” dediler.
“Şu birime gitmeniz lazım” dediler gittik. O birim davet etti bizi. Silah Mühimmat Daire Başkanlığı bizi kabul etti. Harika, güzel bir toplantı yaptık. Bu projede şunu gördüm, daire başkanımızın yardımcısına söylediği konu şuydu: 600’ün üzerinde proje olduğu ve cumhurbaşkanımızın himayelerinde 160’a yakınının hayat bulmaya başladığı. Biz de mermi konusunda bir ihaleye girdik. 20 milyon adet talep çıkmıştı. Türkiye’de, imalatta 11 firma bu işe girebilecek nitelik ve nicelikteydi. 4 firma girdi, biri de bizdik. Bizim yeterlilik belgemiz olmadığı için Ankara’da bir iş ortağı bulduk, bu iş ortağımızla birlikte projeyi konsorsiyum haline getirdik.
Şimdi ikinci projemiz var, 5-9 Mayıs tarihlerinde yine çok büyük bir meblağda “Bomba atar” dediğimiz 10 kalemlik bir mühimmat. Bunun dört tanesi akıllı-güdümlü. Ankara’da ODTÜ ve Hacettepe’den bilim insanlarından oluşan bir ekiple çalışıyoruz. Onu da başarabilirsek Kayseri ciddi bir yatırımı çekip ciddi bir gelişmeyi sağlayacak. Hatta çok heyecanlanmak da istemiyorum, baktığınız zaman silah işi, ateş işi zor iş. Dünya genelinde ses getirecek bir iş, ince ince gidiyor, biliyorsunuz bu tür işleri istemeyen de çok fazla oluyor. Bir de içeride rakiplerinizle yarışacaksınız. En önemli nokta, savunma sanayisinde burada güzel bir yapının oluşacak olması. Rakiplerimiz arasında da OSB’mizin bir adım önde olduğunu görmek bizi mutlu ediyor. Çünkü devlet yetkililerinden aldığımız hava çok olumlu. Devlete bu ne kadar yansır bilmiyorum ama özellikle kümelenmenin oluşabileceği en iyi merkez olduğu için Kayseri’ye biraz daha stratejik bakılıyor gibi.
Kayseri sanayicisi her türlü takdirin ötesinde. Anadolu’nun ortasında, devletin imkanlarından diğer şehirler kadar yararlanmamış ama her zaman da canla başla devletinin emrinde, yanında olmuştur. Bakınız, Türkiye’de 329 tane OSB var. İç Anadolu bölge toplantısını burada yaptığımızda OSB’mizi gezen tüm değerli OSB başkanlarımız da hayranlıklarını gizlemedi. Kayseri’deki gelişmeyi, değişmeyi, dönüşümü de müşahede ettiklerini ifade ettiler.
Şimdi bizin ihracatımızı geliştirmemiz lazım. Devlet, ticaret bakanlığımız vasıtasıyla Türk Ticaret Merkezleri (TTM) açılması hususunda bir imkan tanımış. Bir Dubai seyahatimiz olmuştu. Kayseri’deki sanayicilerimizin ürettiği mobilya vesaire gibi ürünlerin Dubai pazarında beğenildiğini, yer bulduğunu görünce ilgimizi çekti araştırdık. Orada 14 bin metrekarenin üzerinde bir alanın kiralanmasıyla ilgili ticaret bakanlığımıza TİM marifetiyle müracaat ettik. Bakan yardımcımızın imzasından çıktığını duyduk, şu anda Ruhsar Pekcan Hanımefendi’nin masasında onay bekliyor. Bize birkaç ev ödevi vermişlerdi, biz ödevlerimizi yaptık.
Dubai’ye baktığımızda şunu gördük; Dubai, 94 fasıl kalemle 1,5 milyar doların üzerinde, dünyadan, en fazla da Çin’den, pay alıyor. Dubai’de 600 civarında otel var, yaklaşık 4 yılda bir bu oteller elden geçiyor. Bu da demektir ki her sene 150 tane otel kendisini yeniliyor. Yani Kayseri sanayicisi haksız rekabete girmeden burada iş yapabilir. Bizim Dubai’den beklentimiz 80-100 milyon dolarlık bir ihracat. İçinde bulunduğumuz, darboğaz dediğimiz koşulları kırmak istiyoruz ama haksız rekabeti becermekte maalesef üzerimize kimse yok. En iyi başardığımız şey fiyat kırmak. Bunun için de Kayseri sanayicisinin kıymetli tecrübelerini bir araya getirip, ihracatımızı nasıl artırırız diye düşünmemiz lazım.
Nitelikli işgücü konusunda mesleki eğitime ciddi bir önem verdik. OSB’mizin yapıp milli eğitim bakanlığına devrettiği okulu talep ettik. Milli eğitim ve sanayi bakanlığımızın “300 OSB’de 300 teknik kolej” diye bir projeleri vardı. O proje kapsamında 670 öğrenciyi okutuyoruz. Geçen yıl 170 civarında mezun verdik. Bunlar bizim dönemimize ait mezunlardı. Tabii burada 670 öğrenciden alıp da 1500 öğrenciye geçmek çok kolay bir şey değil ama geçtik. Kararlıydık, doğru adımlar attık, yeni ve heyecanlı bir öğretmen kadrosu oluşturduk.
Bugün her okula gittiğimizde duygulanıyoruz, öğrencilerin her biri ahlakıyla, mesleğiyle, farkındalıklarıyla bize umut veriyor. 70 bin kişinin çalıştığı bir OSB’de yılda 3 bin öğrenciyi OSB’ye gönderemiyorsak, bizim üretimimizin pek kıymetinin olmadığını, gelecek vaat etmeyeceğini biliyoruz. İkinci okulumuzu da yapacağız. Hedefimiz 2 bin 500 öğrenciyi yakalamak. Bu sene 1500 öğrenciden 300’ü mezun olacak. Bunların 200’ünü OSB’ye adapte edebilirsek, bu tarihi bir adım olacak.
Kayseri OSB’yi spora da sponsor yaptık. Bu sponsorluk sayesinde valimiz bağımlılıkla mücadele için bir seferberlik başlattı. Bildiğiniz gibi spor, bağımlılığın ve kötü alışkanlıkların en büyük düşmanlarından birisi.
Hakikaten devlet bankalarımız bizim için çok önemli. İyi ki bu bankalar satılmamış, satılmasın da. Devletimizin tüm imkanları devlet bankalarına seferber edilmeli. Kayseri sanayicisi adına ben şunu söyleyebilirim; Kayseri sanayicimiz sınıfı geçmiştir. Çuvaldızı kendisine batırmıştır, iğneyi karşıya batırmamıştır. En zor günlerde canla başla borcunu ödemiş, ticaretini yapmıştır. Yüzde 1-2 sorun vardır ama bu zaten her alanda karşımıza çıkıyor. Biz Halkbank genel müdürüne ve diğer devlet bankalarımızın genel müdürlerine teşekkür ediyoruz sizin şahsınızda. Beklentilerimizin de artarak devam edeceğini belirterek, biz de sizleri güçlendirmek için gayret edeceğiz. Çünkü başka Türkiye yok. Biz ayrışmaları bitireceğiz. Hızlı şekilde bütünleşip üretim yapanların da elini öpmemiz lazım.
Eximbank tabii ki önemli bir kurumumuz, ihracatçının da yanında olmalı. Bizim hedefimiz şu: Dubai’yi başardıktan sonra ne yapacağız? Hindistan pazarı aklımızın bir tarafında var. Çünkü 1,5 milyarlık pazar. Bu pazara açılalım mı düşünelim mi? Geçenlerde Çin’den bir firma geldi, bizim bir sanayi tesisimizi satın aldı. Biz de OSB olarak her türlü desteği verdik onlara. Çinli, TechSoft adında bir firma, dünya iplik üreticileri arasında bir numara. Günlük 4 bin ton iplik üretiyor, toplam 400 bin çalışanı var. CEO’suyla konuştuk, “Biz 1000 dolara işçi bulmaya zorlanıyoruz” dedi. Demek ki üretim bu kadar kutsal.
Saffet Arslan: Üniversitelerimizle ilgili de konuşmak istiyorum. Biraz da sanayiyle ilgili. Batıda üniversite, sanayi, işçi hep birlikte hareket ediyor. Bir talebeyi yetiştirirken ilk yılları üniversitede, son yılları sanayide geçiyor. Elle tutulur bilgi çok önemli. Tabii ki teorik bilgi de önemli ve siz çocukları zaten şekillendiriyorsunuz. Yine de teorik bilgiyi pratikle birleştirmeden elle tutulur hale gelmiş olmuyor. Batı bunu yapıyor, bizde de acilen yapmak lazım.
Sanayi olmadan Türkiye’de kalkınma olmaz, kalkınma olmadan da özgürlük tamamlanmış olamaz. Sanayi üretir, fazla ihraç ederse zenginlik oluşur. Bu zenginlik, birliği de refahı da özgürlüğü de beraberinde getirir. Biraz daha sanayiciyi, müteşebbisi önemsemek gerekiyor. Ben yeteri kadar önemsendiğini zannetmiyorum. Müteşebbis yarı deli gibidir, parasını koyuyor, sermaye koyuyor, bilgisini koyuyor, risklerini alıyor. “Böyle bir insanı bırakın yormayı, daha fazla şevklendirin” diye düşünüyorum.
Emre Alkin: Ben Altınbaş Üniversitesi’nde Ar-Ge’nin başındayım. 137 tane proje yaptık, inanılmaz çocuklarla. Diş hekimliğinde kullanılacak malzemelerin batıdan daha iyisini, çok daha fazla katılaşma imkanı olan malzemeleri keşfediyorlar, hemen ecza şirketleri gelip satın alıyor. F-16 ve diğer uçaklar hareket halindeyken, namlularla hedefi vurabilmesi için yazılımı yazıyorlar, savunma sanayi şirketleri geliyor bu çocukların yazılımlarını alıyorlar. Yani enteresandır, farklı sektörlerde, tuhaf yerlerde çok ciddi başarılar var ama sanayide üreticiyle akademiyi neden bir türlü yan yana getiremediğimizin cevabını ben hakikaten bulamadım. Yani sonuçta bu çocuklar buluş yapıyorlar, biz bunlara tonlarca para harcıyoruz. Altınbaş Üniversitesi olarak senede 30 milyon lira harcıyoruz bu laboratuarlara ve para da geri geliyor. Acaba neden sanayiye bir şey çıkmıyor diye çırpınıyoruz.
Saffet Arslan: 15 yıl kadar önce anabilim dalı başkanı, endüstri mühendisliği bölümü 3 ya da 4’üncü sınıf talebelerini bize getirdi. Ben de yakinen ilgilendim. 50 tane çocuk, ben bunları teslim aldım ve bir ekip kurdum. Mühendis ağabeyleri, üretimde ne olacak, nerede yiyip nerede içecekler her şeyi öğretiyorlardı. Yarıdan fazlası torpil istedi benden. Benim çocukluk arkadaşıma kadar bulmuşlar. “İmzala beni memlekete gönder” diyorlar. Üniversiteyi çok takdir ettim. Gönderdi ve takip de etti. Çok zorlandım, çok direndim ama beni biraz mecbur ettiler. “Evladım siz kendinizi harcıyorsunuz, beni de yarın yakacaksınız” dedim. İkinci bölüm bir ayı doldurunca 15 tanesi kaldı, kovsam da gitmiyorlar. İçlerinde üç tanesi vardı, doğrudan iş teklifi yaptım. İstiyoruz ki son 15’i yakalayalım, rahatlıkla staj belgesine imza atacağımız talebeler durumuna getirelim. Üniversite işi sıkı tutunca bizler de daha dik durmalıyız. Hatır gönül aramamalıyız. “Yapmıyorsan eksik” dememiz lazım. Karşılıklı yetiştirmek lazım bu talebeleri…
Özer Torgal: Öncelikle üniversitelerin daha özerk olması gerekiyor gibi geliyor bana. Sanayicilerle birlikte proje yapmak, onlarla iş üretmek, üniversiteler için aynı zamanda bir gelir kapısı oluyor. Bu yol ne kadar çok açılırsa, yani ne kadar çok özerklik tanınırsa ben bu ilişkinin gelişeceğini düşünüyorum. Çünkü ben dünyada üniversitelerin el atmadan sanayisini geliştiren bir ülke olduğunu sanmıyorum. Öncelikle mesela girişimcilik, ABD’de start-up dediğimiz girişimcilere, 1970-2000 yılları arasında 273 milyar dolar destek sağlanmış. Tam 16 bin küsur firma. 2000 yılına gelindiğinde bu firmalar 1,3 trilyon dolar ciro yapıyor ve çalışan kişi sayısı, istihdamın yüzde 5,9’unu oluşturuyor. Ciroları da GSYİH’nin yüzde 13’üne denk düşüyor.
Biz zaten sermaye birikimi sınırlı bir ülkeyiz ve olan sermayeyi de doğru kullanamıyoruz. Çünkü Ar-Ge demek belki de boşa sarf edilen bir para demek. Biz hala o kadar zengin bir ülke değiliz ama Ar-Ge yapmadan, start-up’lara, girişimcilere destek olmadan da bir yere gideceğimizi zannetmiyorum. Son olarak, AB’nin “Start-up Monitor” raporunu okudum. Orada şöyle diyor: Gelen start-up başvurularının yüzde 88’i online tabanlı işlemlerle ilgili. Geliştirilenlerin de yüzde 70’ten fazlası B2B dediğimiz, e-ticaret üzerinden gelir sağlayan firmalar. Sonuç olarak, dijitalleşme olmadan bence ülkeler artık ileri gidemeyecek. OSB’mizin de üniversiteyle birlikte bir Teknokent Girişimci Merkezi açması şart. Bunun her yerde olması gerektiğini düşünüyorum.
Tahir Nursaçan: İki şeye adım attık; bir meslek yüksekokulu arsası için bakanlığa girişimde bulunduk, o da olacak gibi. Dün Erciyes Üniversitesi’nde, Türkiye’de yabancı dilde eğitim konusunda tasarım mühendisleri toplantısı vardı. Ürettiğiniz malı pazarlayamıyorsanız bu ciddi bir sorun. Dış ticaret bölümünün önemi, anlamı ve kapasiteleri artırılmalı. Bence işletme fakültelerinin çoğu kapatılmalı, yabancı dil kaynaklı dış ticaret bölümleri açılmalı. Türkiye nereye gidecek? Bunu kim söyleyecek? Bu taşın altına elini kim koyacak bilmem. Bu söylediğiniz rakamlara ulaşmanın yolu bu. Ümitsiz konuşmak istemiyoruz ama bazen farkındalığı yitiriyoruz. “Dünyanın en güzel ülkesi neresidir?” diye kendi kendinize sorun… Size ABD’de 10 milyon metrekare arsa verseler de gitmezsiniz. Çünkü buradaki havayı, bu toprağı teneffüs edemediğiniz an bir yere gidemezsiniz. Fakat bu coğrafyada biz de üretsek, biz de gelişsek yani. Bizim ABD’den neyimiz eksik? ABD’li bilgiye daha iyi ulaşmış, Ar-Ge’yi yapmış, zenginliğini koruyor.
Özer Torgal: Ticaret Bakanımız bir toplantıda söylemişti. Sadece teknokentlerde oyun yazarak, Türkiye’ye 1 milyar doların üzerinde ihracat geliri sağlayan gençlerden bahsetti. Bunların birçoğu 30 yaşın altındaki üniversite öğrencisi ya da yeni mezun olmuş gençler. Tüm Kayseri’nin ihracatı yaklaşık 2,3 milyar dolar şu anda. Bu gençler sadece masa başında, bir bilgisayarda oyun yazarak Türkiye’ye böyle bir gelir sağlayabiliyor.
Emre Alkin: Efendim ben Huaweii’nin dünyada seçtiği 38 tane kanaat liderinden bir tanesiyim. Neden beni seçtiklerini sordum. Dediler ki; “Birincisi politik görüşün yok, doğrudan vatan millet için yazıyorsun”. “Bir de ünlülerin milyon takipçisi oluyor ama 5 bin kişi cevap yazıyor, senin 100 bin takipçin var, 30 bin kişi cevap veriyor. Senin etkileşimin fazla. Linked In’de etkinsin ve etkin kullanıyorsun”. Ben de kendilerini anlatmalarını istedim. İlk cümlede “Bizde patron yok” dedi. Nasıl patron yok? “Bizde CEO üç ayda bir değişir” dedi. Yani CEO yok. Kim idare ediyor? “Bizde tasarımcılar idare ediyor. Biz sadece onlara bütçe veriyoruz. Bizim kararımız bütçe, bu sene malı nerede pazarlayalım falan” dedi. “Normalde bize parayı kazandıran tasarımcılar” dedi. “Aşağıda bir tasarımcı ofisi çalışıyor, üretme işi basit zaten” dedi. “Devasa bir fabrikamız var orada üretiyoruz” diyor. Biliyorsunuz Huaweii dünyanın en çok satan telefonu oldu geçen sene. “Biz tasarımcıdan yukarı doğru yönetiyoruz şirketi” dedi.
Ben bu konuşmanın ardından o heyecanla, saygıdeğer Filiz Özkan’la beraber Nilüfer OSB’ye gittim. Baktım şikayet var, başkan “Gençler bizimle çalışmıyor” dedi ben de hikayeyi anlattım. Bu gençler, yani 1979-1999 arası doğumlu gençler, bizde serbesttir. Çocuk derste kalkıyor, yürüyor. Biz de bir şey demiyoruz, ağzından güzel bir şey çıkacak diye heyecanla bekliyoruz. Evde zaten söz geçirmek mümkün değil. Şirkete ya da fabrikaya geliyor, “Kaçta geldin kaçta gittin, tuvalete gittin, sigara içtin, bilmem ne yaptın” vesaire… sonuçta, “Mahpushane mi ya burası, biz yanlış yere geldik herhalde” diyor. Dolayısıyla, “En iyisi ben yazılım şirketine gireyim” diyor. Niye? Çünkü orada kişiyi değil işi kontrol ediyorlar. Bunları sizin özelinizde söylemiyorum, keşke Anadolu’nun tamamı sizin gibi olsa. Maalesef Anadolu’nun büyük bir kısmında işi değil kişiyi kontrol ediyorlar. Yani kişinin kabiliyeti, kişinin ortaya çıkardığı iş vs…
Ben TFF’de üç buçuk yıl genel sekreterlik yaptım. Allah başka acı, keder vermesin kimseye, felaket bir işti. Bizim başkan yardımcısı koşarak gelir, “Emre”, “Efendim?”, “Çocuklar yine sigara içiyor, çocuklar yine yemeğe gitti”. Sonunda dedim ki “Yahu başkan, kusura bakma ama giderse gitsin”. Çünkü senede 87 bin 360 maç yönetiyor TFF. Kimsenin haberi yok, herkes 360 tane maç yapıyor. Bir dijital altyapı olmasa, biz bunu yapamayız. Hakem atamaları, hakemlerin uçak biletlerinin satın alınması, araba… Hepsi bir dijital portaldan gidiyor. Maç sonuçları, maç dosyası, maçla ilgili şikayetler, kurul raporları… Hepsi elektronik ortamda. Normalde o çocukların aslında işe bile gelmesine gerek yok. Biz konvansiyonel çalıştığımız için illa onun servisten indiğini, işe geldiğini göreceğiz. Halbuki adam işe gelmeden de o işi yapabilir.
Acaba sanayi nasıl? Yani dijitalleşmede Kayseri OSB ne durumda? Yeni döneme hazır mıdır? Robotla idare edilecek fabrikalara hazır mıdır? Mavi yakalı olmayacak, asgari ücret tartışmasından çıkacağız. Görünen o ki, biz çok daha az insanla çalışacağız. Büyük ihtimal burada da teknolojinin ilerlemesiyle, binlerce kişi çalıştırırken yüzlerce kişiye düşenler vardır. Acaba hazır mıdır OSB’miz?
Ali Yaprak: Sanayi ve teknoloji bakanlığımızın 1,5-2 ay önce yayınladığı bir broşür var. Bunun ana konusu yeni model OSB’ler. Bunda mevcut OSB’lerde insanlara sunulan hizmetler var. Bir de yeni kurulacak sanayi ve teknoloji bölgelerinde bulunmasını hedefledikleri altyapı ve hizmetlerden bahsediyor. Bu broşürde karmaşık bir grafik halinde vermişler ama ben sırayla anlatayım.
Sağlık hizmeti: OSB’mizde ortak sağlık güvenlik birimleri de 112 acil sağlık istasyonu da var.
Sosyal alanlar: son 4 yılda epeyce, parklar, sosyal tesis alanları ve fuar alanı yaptık.
Eğitim: teknik kolejimiz hizmete girdi, milli eğitimden devraldık. Kapasitesini artırarak devam ediyoruz. Meslek yüksek okulu kurma konusunda Kayseri Üniversitesi’yle birlikte bir plan yaptık, yerini, arsasını oluşturduk. İmar planına, tadilatlarına başladık, devam ediyor şu anda. Üniversite, hedeflerimiz arasında, kurduğumuz vakıf marifetiyle bir teknik üniversite kurmak bulunuyor.
Konut: Biz şehir merkezine çok yakın konumdayız, o yüzden konut ihtiyacımız yok. Bu sanıyorum merkezden uzak OSB’ler için planlanmış bir şey.
Kreş: OSB’mizin içerisinde bir kreş mevcut, aktif olarak çalışıyor.
Teknokent: Erciyes Üniversitesi içindeki Teknoparkta kurucu ortağız. Üniversite ile OSB içerisinde Teknoparkın bir şubesini açmak ve burayı Ar-Ge merkezi olarak da faaliyete geçirmekle ilgili görüşmelerimiz tamamlandı. Arsa tahsisi aşamasındayız.
Kültür-sanat faaliyetleri: sanayicilerimizden gelen talepler doğrultusunda bunları yapıyoruz. Maalesef Kayserimizde kültür-sanata rağbet biraz az ama talep olursa buna her zaman hazırız.
Spor: Kayseri OSB Teknik Koleji Atletik Spor Kulübüne sponsor olduk. Gerek okul öğrencilerimiz gerek çalışanlarımızın çocukları bu kulüpte spor yapabiliyorlar. Talep gelirse firmalar arası futbol müsabakaları düzenlemeye çalışıyoruz.
Yenilik merkezi: bununla ilgili bir çalışmamız var. Kısa zamanda hayata geçireceğiz.
Kümelenme: Bizim kendi bünyemizde bir tane kümemiz var. Mobilya sektöründe de yine bir kümelenme faaliyeti var. Her sektörde en az 10 firmanın bir araya gelmesi gerekiyor biliyorsunuz. Başvurular açıldığı takdirde yeni kümelenme başvurularımız olacak. Bir yıldır başvuru açılmıyor Sanayi Bakanlığımızdan.
Bu saydığım konular, yenilikçi OSB’lerde olması gerekenler ve yüzde 90’ı bizde mevcut.
Milli Eğitime ait meslek liselerimiz maalesef yeterince verimli çalışamıyor, çalıştırılamıyor. Bunu da çeşitli platformlarda dile getirdim. Yıllardır OSB’ler meslek liselerini yapmışlar, Milli Eğitime devretmişler ama bugün çalışmadığı görülünce OSB’ler tarafından geri alınıyor. Biz yanılmıyorsam ikinci örneğiz, bizden sonra Denizli OSB ve İzmir Kemal Paşa OSB de okulları devraldılar. Antalya OSB şu anda devralmak için çalışıyor. Milli Eğitimin elindeki meslek liseleri iyi çalışmıyor. Öğrenci sayısı da hızla düşüyor aldığımız bilgilere göre. Bir kaynak israfı oluşuyor. Meslek liselerine yeni yatırım yapmak yerine Milli Eğitim bu okulları OSB’lere devretsin, gerekiyorsa kiralasın. OSB’ler bunun kira bedelini ödeyebilecek güçteler. Kaynak israfı olmadan bu meslek liselerini sanayimize eleman üreten okullar haline getirelim.
Süleyman Sarptaş: Ben ilk önce işverenin rahatlaması ve istihdama katkı sağlaması için istihdam teşvikleri programının daha da genişletilmesini istiyorum. Kayseri’nin aynı segmentte olan illere göre farklı teşvik bölgesinde yer alması haksız rekabete yol açıyor. Mesela Niğde 5’inci bölge, burası 2’nci bölge. O yüzden aynı segmentte olan bölgelerin aynı teşviklerden yararlanmasını istiyoruz. Bölgesel değil sektörel teşvikler yürürlüğe konulmalı.
Tasarım merkezlerinin yaygınlaştırılması ve katma değeri yüksek ürünlerin üretiminin teşvik edilmesi gerekiyor. Çek konusunda ticaretle uğraşanların çok büyük sıkıntısı var, çek kanunlarının bir an evvel düzenlenmesini istiyoruz. Artık çeklere de güvenilmiyor. Her önüne gelene bir çek verilmesi doğru değil. Barkodlama da işi çözmüyor.
Mehmet Kabak: Bizimle eşdeğer, benzer OSB’lerimizden bahsederek başlayacağım. Konya, Maraş, Antep, Bursa… Bakıyorum Dünya gazetesinde üç günde bir, bir haber çıkıyor. Okuyorum, kimler bir araya gelmişler? Belediye başkanı, milletvekili, bakan, sivil toplum örgütleri… “Ne yaparız? Eksiğimiz nerede? Beraber hangi çözümleri buluruz?” gayreti içinde çalışıyorlar. Milletvekilimiz, başkanlarımız, sivil toplum örgütlerimiz bir araya gelip, Kayseri’deki sanayimizin bu sorunları hiçbir zaman dile getirilmedi. Niye yapılmadı tartışılır ayrı konu ama yapılması gereken bu diye düşünüyorum.
Geçen hafta içinde Sanayi Odasında bir toplantımız vardı. Başkan Mehmet Bey üzülerek, THY seferlerinin oldukça sıkıntılı olduğunu, maalesef ihracatçı bir firmamızın müşterisinin Adana’ya geldiğini, firmamızın da o müşteriyi Adana’dan aldırdığını, adamın da hayretle Kayseri gibi bir hava alanında bu işlerin eksik olduğunu gündeme getirdiğini söyledi. Sorunlarımızdan bir tanesi bu.
Teknik işlerde olsun başka işlerde olsun fevkalade bir başarı elde ettik ama bizlerin sık sık bir araya gelip ne yapmamız gerektiğini dile getirmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Abidin Irmak: Ben de OSB firmalarının ihracat pazarlarındaki son durum ve öne çıkan pazarlar hakkında konuşmak istiyorum. Biliyorsunuz Kayserimiz ağırlıklı olarak Ortadoğu, Afrika, bir miktar Balkanlar, çok az da olsa Yakın Doğu ülkeleriyle çalışıyor. Avrupa ülkelerine yapmış olduğumuz ihracat, teknik ürünler olması sebebiyle biraz daha az gibi gözüküyor. Dolayısıyla bu ülkelerdeki ürünlere yönelik üretim yapabilmemiz için teknik altyapımızın geliştirilmesi, Ar-Ge’mize önem verilmesi, firmalarımızın kendilerine biraz daha çeki düzen vermesi gerekiyor.
Kendi sektörümüzle alakalı çok basit bir örnek vermek istiyorum. Biz çelik kapı üreticisiyiz. İtalya’daki kapı üreticisi bir firmanın 2008 yılındaki ihracat rakamı 120 milyon euro. Maalesef Kayseri’deki kapı üreticilerimizin toplam rakamlarına baktığımız zaman böyle bir rakam göremiyoruz. O ölçeğe ulaşmakta sıkıntı var. Teknik yapılanmada çok büyük eksikliğimiz var. Bunun da birçok sebepleri var. Altyapımız da hala hazır değil. Bir fabrikayla alakalı yatırım yaparken, hazırlanma safhasında harcanan paralar makine parkına yapılan harcamalarda zafiyet meydana geliyor.
Alternatif pazarlar edinme yöntemleri konusunda başkanımıza katılıyorum. Hindistan bizim için çok önemli bir pazar, burada girişimlerde bulunduk. Yine ABD, Meksika, Peru gibi ülkelerle başlangıç yaptık, oralarda alternatifler oluşturmamız gerekiyor. Bu amaçla biz son üç yıldır Çin’deki kanton fuarına katılıyoruz. Bizim Türkiye olarak, bu fuarın muadili olacak, “Türk İhraç Ürünleri” adı altında ekstradan bir fuar alanına ihtiyacımız var.
Biz maalesef sektörel fuarlarda çuvalladık diyebilirim. Çünkü çelik kapıyla alakalı, yaşanan fuarlarımızın verimsizliğini görüyoruz. Çelik kapı fuarında sağlıklı bir sonuç alamadığımızdan inşaat malzemeleri fuarına katılıyoruz. Ne oldu? Çelik kapı, pencere, inşaat malzemeleri karışık bir ortam içerisinde bulundu ve kendini tanıtmaya çalıştı. Senede bir ya da iki kez “Türk İhraç Ürünleri” diye ciddi bir fuar alanı meydana getirdiğimiz zaman, güzel de bir tanıtım gerçekleştirirsek başarılı olabiliriz. Türkiye’nin fiziki ve coğrafi şartları çok çok mükemmel bir konumda. Firmalar çok rahat bir şekilde Avrupa’ya gitmek için Türkiye’yi transit olarak kullanır hale gelir. İstanbul hava alanının yapılmış olmasının da getirdiği ekstra sağlıklı bir durum var. Uzakdoğu’dan ABD tarafına gidecek olanlar transit geçiyor, Fas’tan yine aynı şekilde.
Bir veya iki sefer düzenlenen Formula 1 için yer tahsisi yapıldı ama şu anda kullanılmıyor. Güzel bir şeydi, o günün şartlarına göre gerekliydi ama şimdi bizim ürünlerimizin teşhir edildiği, sağlıklı bir şekilde müşterilerimizi getirip sunum yapabileceğimiz bir fuar alanımız yok. İstanbul’da TÜYAP var, ikincisi CNR var. CNR zaten labirent gibi, TÜYAP da bize uymuyor. Başkanımızı da takdir ediyorum sağ olsun bize bir fuar alanı oluşturdu. Bu bizim için yeterli midir? Bence yetersizdir. Daha ileriye götürmemiz lazım.
Diğer bir konu da yatırımlarla alakalı. Biraz önce bahsettiğim maliyetleri aşağı çekmek önemli. Nasıl TOKİ, Emlak Konut yer yapıyor bunu da insanlara belirli bir sürede ödeme karşılığında veriyorsa, OSB’lerin içerisinde de 5 bin ya da 10 bin metrekarelik fabrikalar yapılsın, 5-10 yıllık firmalara bakılsın. Bu firmalar araştırılsın, vergilerine bakılsın, çalıştırdığı insanlara bakılsın, yeri yurdu yoksa ona verilsin. Uygun ödeme şartlarıyla, nasıl 20 yılda bir daireyi teslim ediyorsa, firmalara da aynı şekilde uygulansın.
Emre Alkin: Atatürk Hava Limanının bu konuda size hizmet verebileceğini düşünüyor musunuz? Oranın hava limanı özelliği bitti biliyorsunuz. Küçük jetlerin ineceği bir alan olacak, geri kalanı fuar alanı olacakmış.
Abidin Irmak: Fuar alanı için en güzeli, İstanbul Hava Limanı’na yakın ve gelişmeye müsait olup, belki ikinci, üçüncü etap olabilecek şekilde tasarlanması. Özellikle vurgulayarak söylemek istiyorum: Çin kanton fuarının 125’incisi düzenleniyor. Diğer illerdeki özel sektörlerle alakalı fuarlardan bahsetmiyorum. Çin, ürünlerini teşhir etme, satabilme, uygulayabilme anlamında olabildiğince profesyonelleşmiş. Ürünleri imal ettiniz ama satamadıktan sonra bir esprisi yok. Biz ürünümüzü ya elimize çantamızı alıp, yurtdışına gidip pazarlama yoluyla satabiliyoruz ya da yurtdışında fuara katılıyoruz. Kendi ülkemizde, kendi ürünlerimizi iyi bir şekilde teşhir edip, müşterilerimize anlatabilmemiz en doğrusu. Bunu da çok önemli bir unsur olarak görüyorum.
Mehmet Ali Yörük: Bu belki bakanlığımızın tam koordine edememesinden kaynaklanıyor belki de biz meslek kuruluşlarının birlikte hareket edememesinden. Maalesef biz ne zaman bir fuar girişiminde bulunsak, bir başarı elde etmeye başlasak, gizli bir el o fuarı sabote ediyor, alternatif fuarlar oluşturuyor ve o fuarın etkinliğini bitiriyor.
Bariz bir örnek vereceğim: Biz İstikbal Mobilya ve diğer arkadaşlarımız olarak, bundan önce Almanya’da mobilyayla ilgili bir konut fuarına katılırdık. 2006-2007 yılında Mobilya Sanayicileri Derneği’ni kurduk. Diğer alternatif derneklerle birlikte Türkiye’de uluslararası mobilya fuarı yapılması gerektiğine hep birlikte karar verildi ve bir fuar organizasyonuna başladık. Hatta sırf bu fuarı desteklemek için Almanya’daki ya da yurtdışındaki diğer fuarlara değil sadece İstanbul’daki bu fuara katılarak, bütün müşterilerimizi buraya çekmek ve ülkemizin etkinliğini artırmak gayreti içerisinde olduk ama bu fuar sabote edildi. Bir anda alternatif fuarlar geliştirildi, isim vermeyeyim şimdi, bir fuar organizasyonu vardı, onların buna alternatif başka bir fuar organizasyonu oldu. Ben mobilyadan önce sünger firmasında görevliydim. Orada da yine benzer bir çalışma yaptık. Yine bir fuar oluşturduk, Türkiye’de olmayan yatak yan sanayiyle ilgili bir fuar gerçekleştirdik. Üçüncüsünden sonra alternatifini yaptılar hemen. Maalesef böyle bir sıkıntımız var. Öncelikle, vatanperverlik bu ülkenin değerini artırmaktır.
İkinci husussa, sayın Halkbank yetkilisi belki daha iyi biliyordur, iki sene önce devletimiz ekonomiyi canlandırmak için ülkemize, çalışanlarımıza, iş adamlarımıza kredi garanti fonundan ciddi destekler sundu. Orada da şöyle bir sıkıntıyla karşılaştık: Türkiye’de lüks otomobil ve lüks ev satışı patladı. Bizim ülke olarak gerçekten de ciddi sermaye sıkıntımız var ve devlet bu sermaye sıkıntısını bir nebze olsun rahatlatmak için insanlara kredi verdi. Biz bu krediyle maalesef lüks otomobil aldık, lüks daireler aldık. Bu şekilde harcadık, şimdi de “Biz üretemiyoruz” diyoruz.
Bunun haricinde Kayseri OSB’yle ilgili konuşmak gerekirse; Kayseri OSB’de mobilya ve çelik kapı sanayicileri olarak bir kümelenmemiz var. Gerçekten de bu konuda OSB’mizin altyapısı gayet yeterli ve firmalarımız bu konuda ciddi mesafeler kat etti. Ekonomi Bakanımız 2-3 yıl önce özet bir bilgi vermişti, buna paralel bir şekilde bizim sanayimiz de büyüdü.
Türkiye’de ulaştırmayla ilgili altyapı çalışmalarına paralel olarak ihracatımız da büyüdü. Yani limandaki konteyner kapasitemiz ne kadar arttıysa o kadar da ihracatımız artmış. Türkiye genelinde ihracat rakamlarımız yaklaşık dört katına çıkmış. Bu tabii tek başına altyapıyla olmuyor. 2002’den sonra başlayan süreçte, bölgesel ülkelerle iyi ilişkilerimiz vardı. Hakikaten çok hızlı bir şekilde oralara ulaştık. Mobilya sektörümüz de bundan en olumlu etkilenen sektör oldu. Aynı oranda yatırımlarımızı yaptık, ihracatımız aynı oranda büyüdü ve OSB’deki yatırımlarımız da aslında ihracata dayalı olarak büyüdü. Ne zaman ki, 2011 yılında bölgesel krizler başladı, Rusya, İran, Yunanistan Suriye derken maalesef üretim kapasitemiz çok yüksekken bir anda tıkandık. Tıkanınca da iç pazara döndük. Bu da ciddi bir rekabete sebep oldu. Bu rekabet maalesef hepimizi ciddi oranda yaraladı. Son iki yıldır tekrar bir hareketlenme var, alternatif pazarlarda satışlara başladık. Ülkemiz ve Kayseri özelinde kümelenmiş sanayi kuruluşlarının ihracatındaki esas problem bölgesel krizlerimiz diyebilirim.
Bir diğer husus da şu: Biz insana yatırım yapma konusunda maalesef biraz cimriyiz. Fabrika yapacağımız zaman 100-150 milyon lirayı harcamaktan hiç çekinmiyoruz. İdari binalarımız, toplantı odalarımız veya makinelerimiz için 3-5 milyon euroları gözümüz kapalı harcıyoruz. Fakat iş kalifiye, yetişmiş bir elemana gelince maalesef birkaç bin liranın hesabını yapıyoruz. Dolayısıyla da şu anda OSB’de kalifiye eleman sıkıntısı yaşıyoruz. Dünyada her zaman krizler var. 5-10 yılda bir sürekli bu krizleri yaşıyoruz. Kalifiye elemanlar zaten alternatif çözüm yollarını, alternatif pazarları bizzat kendileri getiriyorlar, çözümleri de oluşturuyorlar.
Kayseri sanayimizde, belki de tüm Türkiye’de sermaye sıkıntısı var, bunun da bence çözümü şu: KOBİ’lerden ziyade ortaklık kültürünün geliştirilmesi lazım. Çünkü özellikle kriz dönemlerinde sermaye çok önemli. İnsanlar sermayesi kadar iş yaptıklarında sıkıntı yaşamıyorlar ama sermayesinin üzerinde iş yaptıkları zaman ya da çok küçük sermayelerle iş çevirmeye çalıştıkları zaman kredi kullanmak zorunda kalıyorlar. Biliyorsunuz son bir yıldır faizler çok yüksek olduğu için işletmelerimiz çok düşük karlılıklarla o faiz giderlerini karşılayamıyorlar. Ciddi miktarda finansal sıkıntı olduğunu biliyoruz, görüyoruz, en büyük problemlerden bir tanesi bu. Ortaklık kültürünü ve birlikte hareket edebilmeyi başarmak lazım. Bu bire bir ortaklık da olabilir, güç birliği şeklinde iş yapma da olabilir. Yani birinin sermayesi, birinin makinesi, ekipmanı vesaire. Bizlerin de bu şekilde ortaklığı özümseyip, öyle hareket etmemiz gerekiyor.
Abdullah Sümerli: Ben sanayicimizin çok bilinçli olduğuna inanmıyorum. Pek çok ortamda ve burada da defaten dillendirildi, dendi ki üniversite-sanayici işbirliği... Hep söyleniyor. İyi de nasıl olacak? Profesörlere zaten ulaşamayız ama doçentlerin, doçent adaylarının belli sürelerle bizim firmalarımızda çalışmaları gerekiyor. Bu doçent adaylarımız bizim firmalarımıza zorunlu olarak gelecek. Bunu ben yapamam, siz de yapamazsınız, bunu YÖK yapacak. Hep konuşuyoruz, bütün platformlarda konumuz bu. Ben 47 yıldır dinliyorum. Bir adım atılabilmiş değil.
Yaşar Erendemir: Fuar düzenleyelim diyen büyüklerimiz oldu ama bu fuarların maliyetleri bazı şirketlere yüksek gelebiliyor. Yani bir Çin fuarına katılmak büyük bir başarı ama her firmanın katılabilmesi mümkün değil maalesef. Öncelikle daha büyük fuarlara katılabilmek için teşvikler daha ne olabilir? Benim bildiğim kadarıyla sadece KOSGEB biraz destek oluyor fuar katılımına, o da çok cüzi bir rakam olarak. Ulusal katılımsa galiba belli bir miktar var ama onun da önceden parasını ödeyip, daha sonra teşvik olarak geri alabiliyorsunuz. Bu konuda ne tür çalışmalar yapılabilir? Bunu dile getirmek istedim.
Emre Alkin: Evet. Aynen Eximbank’ın sevk öncesi kredisi gibi, fuar öncesi de katılım teşviki verilmesini istiyorsunuz yani. Biz bunu not ettik.
Yusuf Turan: Günümüzde endüstriyel reklamcılığa geçtik, artık internet ve dijital haberleşme kanalları çok önemli. Ürettiğiniz altın da pırlanta da olsa, bunun tanıtımı çok önemli. İhtiyaç sahiplerine bu bilgileri aktarmak gerekiyor. Biz de bu işin bir bölümünü yapıyoruz. Dijitalleşmeyle birlikte iş kolaylaştı. Artık bir kaynak makinesi alıp bir brandaya baskı yapan ben de reklamcıyım diye bir müşteriye fiyat verebiliyor, iş yapıyor. Tabii ucuz iş yapılması dolayısıyla da bazen tercih edilen o oluyor. İşin gelişimini, sanatın gelişimini de bu şekilde baltalamış oluyor, engellemiş oluyorlar. Biz yaptığımız işlerde içimiz rahat değilse o işi bir başkasına uygun görmüyoruz ve yapmıyoruz. Bunun için de en son 2018 Aralık ayında, açık hava reklamcılarının üye olduğu ARET (Açıkhava Reklamcıları Derneği), FESPA Uluslararası İstanbul Reklamcılık Fuarı’nda bizi “Türkiye’nin En Yenilikçi Reklam” üçüncüsü olarak ödüllendirdiler. Yaptığımız her işin içimize sinmesi, daha yeni olması, daha önce uygulanmamış ürünler ortaya çıkarılması yönünde çalışmalarımız devam ediyor. İş tasarımdan başlıyor. Bu iş meslek olarak, işin ötesinde bir aşk noktasında bizim için. Fakat piyasa şartları, uygunsuz rekabet şartları bizleri zorluyor. Yeni işler, yeni pazarlar diyerek bizi mecbur ediyor. Şu anda da yurtdışı pazar araştırmalarımız devam ediyor. Neler yapabiliriz, ortaya daha farklı neler çıkarabiliriz diye bir gayretimiz var.
Tamer Andaç: Tam manasıyla çalışmasa bile eskiden Devlet Planlama Teşkilatı diye bir kurum vardı, şimdi o da yok. Aslında devletin, Türkiye genelinde hangi noktalarda ne eksik var ne fazla var saptaması gerekiyor. Yani patatesi fazla üretip çöpe dökerken, soğan eksikliği çekilecek bir yapıya değil de bunların hepsinin hesabının yapıldığı bir sisteme gerek var. Devlet, “Sen soğan dik, sen de patates dik” diyecek. Memleketin buna ihtiyacı var.
15 sene önce yurtdışında bir yerden geçerken bir ağabeyimize, “Bu ne fabrikası?” diye sordum, dedi ki, “Kağıt fabrikası. Şurası da kağıt fabrikası. Burada bir tane de boş arsa var, orası da kağıt fabrikası olabilir” dedi. “Nasıl yani, burada değil de başka bir yerde ben kağıt fabrikası kurmak istiyorum dersem devlet bize müsaade etmeyecek mi?” dedim, “Yok” dedi. “Buranın 250 bin tonluk kapasitesi eksik kalmışsa, sen de o kapasitede bir kağıt fabrikası kurmayı kabul edersen, gelirsin buraya kurarsın, buraya kurmayacağım dersen, başka şansın yok.”
Bizim sanayimizde de aynı şekilde. Bu OSB’de 1400 tane fabrikamız var, yanlış hatırlamıyorsam ancak yüzde 5’i 24 saat esaslı çalışıyordur. Yani 70 fabrika. Bu ne demek? 16 saat fabrikamız, bina yorulmuyor, makine yorulmuyor. Biz akşam kapıları kilitliyoruz, eve gidiyoruz, fabrika da çalışmıyor, insanlarımız da çalışmıyor. Bizim aslında çok binaya da ihtiyacımız yok.
Geçenlerde İstanbul’dan Çin’le çok alakalı bir ağabeyimiz dedi ki; “Çin’le ABD’nin bir problemi var ama ABD şunu düşünüyor: Çin’de ürettirdiğimiz ürünleri başka nerede ürettirebiliriz. Sence nerede ürettirebilir?” Dedim ki: “Ortadoğu’da olmaz, Afrika’da ürettiremez, Avrupa’da işçilik maliyeti çok pahalı, orada da olmaz. İki tane ülke kalıyor, Birisi Türkiye diğeri Polonya, onun dışında pek fazla şansı yok”. “Aynen öyle” dedi. Biz neyin eksik neyin fazla olduğunu bilirsek, neyi nasıl üretmemiz gerektiğini bilirsek çok daha başarılı oluruz.
Biz Türkiye olarak tam üretici mi olacağız, ağır sanayi mi kuracağız, yoksa tedarikçi mi olacağız? Ağır sanayici olacaksak, atıyorum, camda Türkiye’nin kaderinin bir kişinin ağzında olmaması lazım. Bir tane, iki tane, beş tane daha cam sanayisi olmalı ki, bir firma istemiyor diye ben yurtdışından camı alamıyor olmayayım. Biz camı buradan alırsak sıkıntı yok, yurtdışından yarı parasına ya da daha aşağı maliyetle alacak olursak ton başına 50 dolar anti-damping vergisi ödüyoruz, o zaman da Türkiye fiyatlarına geliyor. Para ülkemizde kalsın, dışarı gitmesin, tamam. İyi ama bu malı biz üretip kendi evimize götürmüyoruz ki. Biz bunu üretip Cezayir’e, Romanya’ya, Irak’a satıyoruz.
Emre Alkin: Ölçemezsek yönetemeyiz diyorsunuz yani. Başkanımla toplantıya girmeden önce bu sanayi envanterinin çıkarılması konusunda ısrarcı olduk çünkü inanın demir çelik sektöründen domatese kadar TÜİK’in elinde, Türkiye’nin hangi bölgesinde ne gibi bir potansiyel olduğuna dair bir bilgi yok. Bırakın sanayiyi, tarımda da yok.
Türkiye’de ve dünyada bir rakamın istatistik olarak kabul edilmesi için devletler tarafından seçilmiş dört tane organizasyondan geçmesi gerekiyor: Merkez bankaları, planlama teşkilatı, istatistik enstitüsü, hazine. Yoksa sizler de bunu pekala yapardınız fakat bunu kuruluşlar rapor olarak kabul eder, hiçbir zaman istatistik olarak kabul etmezler. Bunun merkezi dört tane otoriteden çıkması gerekiyor ki, bilim insanları bu rakamı güvenilir olarak kabul etsinler. Yoksa Odalar Birliği bunu tek başına yapardı ama yine döner dolaşır bu dosya rapor olarak kabul edilir, biz yine bunun üzerine çalışırdık fakat istatistik olarak kabul edemezdik. Çünkü her sene otomatik olarak yapılması gerekecekti. Bu güç devlette var fakat bu işin sahibi kaçak oynamış. Ticaret Bakanlığı demiş ki, bu benimdir, hayır demiş Sanayi Bakanlığı, benimdir. Üstüne de Odalar Birliği başkanı öne çıkmış, siz karışmayın demiş. Sonuçta bunun yapılamamasının sebebini artık araştırmayalım, vardır bir sebebi ama bunu yaptırmak için uğraşsak fena olmaz.
Yavuz Dur: Bugün ekonomiden hiç bahsetmediniz. Ekonomi yönetiminden yetkililer çıkıyor, bazı şeyler söylüyorlar. Bir de dediniz ki “2002’ye döndük 2019’da”. Oraya döndük. 2002’de bu görevi devralan ekip aynı ekip. IMF’ye borcumuz vardı, rezervimiz daha düşüktü, daha düşük ihracatımız vardı. Her şey şu an daha olumlu olmasına rağmen bu problemler ortaya çıktı. Yani hastalığa teşhis koyamıyoruz, metal yorgunluğu mu var? Ne yapmamız gerekir?
Adil Özhan: Mevcut OSB yönetimimiz göreve geldiğinde, başkanımızın bir lafı vardı; “proje bazlı olmak”. Bu ilkeden yola çıkarak bir stratejik plan oluşturmuştuk. Bu plan tüm sanayicilerimize dağıtıldı. Bu stratejik plan içerisinde birçok şey vardı. Ortak problemlerimizden biri ihracattı, ihracatla ilgili dış ticaret merkezi kuruldu, çok ciddi başarı hikayeleri yazılıyor. Sanayicilerimizden duyuyoruz. Bunu daha da büyütelim diye Türk Ticaret Merkezi kurulması çalışmaları var. Bunun da sonuna geldik, bitmek üzere.
Hep nitelikli üründen bahsediyoruz, mesela tasarım merkezi kuruldu. Binin üzerinde ürünün çizimi yapıldı, bunlar ürüne çevrildi. Nitelikli ürün deyince aklınıza gelişmiş cep telefonları falan gelmesin, mobilyanın da nitelikli ürünleri var. Onlar burada gerçekten çizilir oldu.
Nitelikli elemandan bahsedildi, bizim okul gerçekten bir başarı hikayesidir. 670 kişiyle alınmıştır, önceki protokollerden dolayı OSB’nin cebinden yılda 1,5 milyon TL çıkarken, devletimizin verdiği destekle beraber, öğrenci başına ortalama 6 bin lira alınıyor. Bugün artık OSB’nin cebinden para çıkmadığı gibi, bu okul amacına uygun şekilde işletilmeye başlanmış, bence kaynak israfı olmaktan kurtarılmıştır. Bugün yaklaşık 1500 tane öğrencimiz var, muhtemelen bu yıl 2500’e de yaklaşacağız. Okul bu anlamda amacına uygun şekilde çalıştırılmaya başlandı. Sanayicilerimiz bu konuda rahat olabilir.
Türkiye’nin 55 megavatlık en büyük GES tesisi bizim. Bunun yaklaşık 40 megavatı bu yönetim zamanında yapıldı. Yıllık 11 milyon dolar geliri var. Kredisi önümüzdeki sene bu ay bitecek. Yılda 6 milyon dolar kredi ödemesi yapıyoruz, yani şu an OSB’mize 5 milyon dolar kalmakta. Seneye mayıs ayından itibaren sürekli 11 milyon dolar geliri olacak. OSB’lerin bugüne kadar en büyük geliri hep arsa satışları olmuş. Bize de zaman zaman arsa bitti diye eleştiriler geldi. Hayır arsa bitmedi. Bugünkü rayiç bedeller üzerinden OSB her ay 10 bin metrekare nakit arsa satıyor. Yeni OSB modeli açıklamışlar, içerisinde olması gerekenlere bakıyorum. Bu OSB’lerde olsun dedikleri her şey, şu an Kayseri OSB’de var.
Emre Alkin: Efendim, artık toplantımızın sonuna geliyoruz. Önce sözü Özer Bey’e vermek istiyorum.
Özer Torgal: Kamu bankalarına olan teveccühünüzden dolayı hepinize teşekkür ederim. Son üç ayda kamu bankaları tarafından verilen kredi tutarı 63 milyar TL, yerli özel bankalar tarafından verilen kredi 3 milyar TL, yabancı menşeli bankalar ise 4 milyar TL gerilemiş.
Türkiye’nin 400-500 milyar doları aşan bir borcu var. Kendi mevduatımızı üretemediğimiz için yurtdışından borçlanıyoruz ama niye buraya geldik? Hep gidip elin parasıyla elin malını satın aldık. Sonuçta borcu ödeyeceğimiz zaman da yine buradan alıyorduk, orayı kapatıyorduk. Üreteceğiz, ihraç edeceğiz, aldığımız 1 dolar borcu 1,5 dolar yapacağız, 1 doları geri ödeyeceğiz, kalanı bizim olacak… Fakat biz inşaat sektörüne gittik, benim şahsi kanaatim, Türkiye’nin bu duruma gelme nedenlerinden bir tanesi, inşaata verilen, daha doğrusu inşaat için yaratılan ekonomidir. Biz üretime gitseydik, üretime kanalize olsaydık buralara gelmezdik diye düşünüyorum. Bireysel bankacılık konusunda ise şunları söyleyebilirim. Bu biraz Türkiye’yi okumakla ilgili gibi geliyor bana. Envanter çalışması falan var ya işte biz bunu okuyamıyoruz. Ama yabancı bankalar Türkiye’yi okudular.
Türkiye’nin 80 milyonluk nüfusunda hane halkı yüzde 70 oranında borçsuz. Bunların zaten Türkiye’ye asıl gelme nedeni bireysel amaçlıydı. O yüzden bireysel bankacılıkta yabancı menşeli bankalar biraz öne geçti.
Kamu bankaları olarak bize verilen görev, kamuyu, KOBİ’yi, yatırımları desteklemek. O yüzden bizde bireysel bankacılık biraz geri kaldı doğrudur ama şimdi bizler de o konuda oldukça ilerleme kaydettik. Savunma sanayi olsun, Ar-Ge olsun burada bahsedilen her konuyla ilgili bizim mutlaka bir kredi ürünümüz var. Tüm kamu bankalarının kredi vermeye devam etmesi bir kaynak sorunudur. Kaynağı bulduğumuz sürece biz kredi vermeye devam edeceğiz, KOBİ’lerin, girişimcinin, yatırımcının yanında olacağız. Ben son olarak herkese teşekkür ediyorum.
Emre Alkin: İstikrarı iyi pazarladık, istikbali pazarlayamadık, sıkıntı bu. İstikrarı çok konuştuk ama istikballe ilgili hiçbir şey söylemediğimiz için yabancı yatırımcı gelmiyor. Kaynak sıkıntısı olan bir ülkede istikbali satmazsanız para etmez. İstikballe alakalı bir şey görmüyorlar. Bugün 10 tane önemli risk var. Küresel yatırımcı bir ülkeye yatırım yaparken neye dikkat ediyor? Hemen sayıp sözü Başkanıma bırakacağım.
İşsizlik, eksik istihdam görürse gelmiyor. Yönetişim zafiyeti görürse gelmiyor. Kamu maliyesinde zafiyet görürse korkuyor. Sosyal huzursuzluk varsa korkuyor. Siber saldırı varsa özellikle korkuyor. Finansal altyapıda zafiyet görürse korkuyor. Kritik altyapıda, yani ulaşım, iletişim altyapısında, doğalgazda bir zafiyet görürse gelmiyor. Küresel ve bölgesel yönetişim zafiyeti görüyorsa bir yerde, orada da çekiniyor, hiç yatırım yapmıyor. Terör saldırından korkuyor. Bir de adaletle ilgili soru işaretleri var.
Türkiye bu 10 tanesinden hangilerine uyuyor?
İşsizlik ve eksik istihdam var.
Yönetişim zafiyeti: Seçim yaptık, sonucu belli değil.
Kamu maliyesi: Zafiyet içerisinde. Geçen seneye göre yüzde 70 bütçe açığı vermişiz, faiz dışı açık vermeye başladık.
Sosyal huzursuzluk: Çok şükür yok.
Siber saldırı: Çok iyiyiz. Gerçekten altyapımız kuvvetli.
Finansal altyapı: Zafiyet yok. Sektör 2001’de dersini aldı, şu ana kadar iyi götürüyor.
Kritik altyapı: Hiçbir sıkıntı yok. Doğalgaz, elektrik, su akıyor, uçaklar kalkıyor.
Küresel ve bölgesel yönetişim zafiyeti: Korkunç, zor, riskli bir bölgedeyiz.
Terör saldırıları: Yapacak bir şey yok.
Adalet: Çok kötüyüz.
Yani biz bu 10 maddeden 5’ine kafadan uyuyoruz, bir tanesine de adayız. O yüzden buna çok dikkat etmemiz lazım. Millet bizim hikayemizi duymak istiyor. Nedir Türkiye’nin hikayesi? Ne satıyorsunuz siz bize? Ne vaat ediyorsunuz? Böyle en uzun, en büyük, en geniş, en derinle bir şey olmuyor. Yani diyorlar ki en iyi, en verimli, en etkin bunları yapıyor musunuz? Cevap veremiyoruz. 100 yıllık Nestle bana soru soruyor, “Bir tane seçimin sonucunu açıklayamadınız gitti, ne tuhaf adamlarsınız” diyor. Ben dedim ki: “100 yıldır buradasın, Kurtuluş Savaşı’nı da gördün, daha beter işler gördün, sen benden iyi biliyorsun. Merak etme Türkiye’nin geleceği parlak”. Ne kadar inandırıcı olabildiysem artık.
Başkanım buyurunuz, son söz sizin.
Tahir Nursaçan: Tabii öncelikli konu, “Vatan mevzubahisse her şey teferruattır” diyeceğiz. Birincisi ümitsiz olmayacağız. Sorun, böyle bir masanın etrafında toplanabilmekte. Bakın güzel bir sinerji yakalayabildik. Hakikaten biz ciddi bir yatırım yaptık, hissedilmiyor. Dış ticaret istihbaratında iyiyiz. Diğer taraftan da bir butonla ulaşabileceğimiz, emniyet, acil ve yangın ihbar sisteminin yaklaşık yüzde 40’ı bitti. OSB’de düğmeye dokunduğunuzda polis oraya gelmek durumunda. Artık bu karakol sadece OSB’mize bakıyor. Gece için de 10-12 civarında gece bekçisi aldık. Ayrıca OSB’nin de devriye gezen arabası var.
Sorun şu; bilgi toplumu olmayı başaramadığımız zaman kaybedeceğiz. Bunun yolu, bilgiyle beslenmek. Para her şey değil, önemli olan burada eser bırakabilmek. Ben bugün hakikaten en mutlu olduğum günlerden birini yaşadım. Çünkü insanları bir yerde üç saat tutma şansımız yok, kimse kusura bakmasın. Ben Turkishtime portalının değerli yönetim kurulu başkanına teşekkürü bir borç biliyorum. Halkbank’la da gurur duyuyoruz. Sayın genel müdürümüze de selam ve saygılarımızı götürmenizi rica ediyorum. Özer Torgal Bey’e bu samimi konuşmasından ötürü teşekkür ediyorum. Çok saygıdeğer Prof. Dr. Emre Alkin’e de şahsım, yönetimim ve sizler adına da teşekkür ediyorum. Geleceğe umutla bakacağımız bir Türkiye’de buluşmak üzere…
KAYSERİ OSB’Yİ GELECEĞE TAŞIYACAK 10 PARAMETRE
1- TOKİ desteğine ihtiyaç var
Bir fabrika için yatırım yapılırken, hazırlanma safhasında harcanan paralar makine parkına yapılan harcamalarda zafiyet meydana getiriyor. TOKİ ve Emlak Konut yaptığı konutları vatandaşlara uzun vadeli ödemelerle devrediyor. Bu kurumlar OSB’lerde de fabrika binaları inşa edebilir ve daha sonra da uygun bulduğu firmalara bu binaları uygun ödeme koşullarıyla devredebilir.
2- Türk İhraç Ürünleri Fuarı düzenlenmeli
Sanayide iş bir ürünü imal etmekle bitmiyor, bunları satamadıktan sonra üretimin bir önemi kalmıyor. Mevcut durumda sanayici ürününü adeta çantasına koyarak beraberinde yurtdışına götürüyor ve pazarlama yoluyla satabiliyor ya da yurtdışındaki çeşitli fuarlara katılmak suretiyle satış yapabiliyor. Oysa bu ürünleri öncelikle Türkiye’de iyi bir şekilde teşhir edip, müşterilere anlatabilmek en doğrusu. “Türk İhraç Ürünleri” başlığı altında bir organizasyon ve fuar alanı oluşturulduğunda ciddi başarılar elde edilecek.
3- Meslek liseleri OSB’lere devredilsin
Milli Eğitime ait meslek liseleri verimli çalıştırılamıyor. Yıllarca OSB’ler meslek liseleri yaptı ve Milli Eğitime devretti. Ancak bu okullardan istenen sonuçların alınamadığı görülünce OSB’ler okullarını geri alma çabasına girdi. Öğrenci sayısının da hızla düştüğü bu okullar günümüzde artık kaynak israfına yol açan bir konumdalar. Milli Eğitim, meslek liselerine yeni yatırım yapmak yerine bu okulları OSB’lere devretsin, gerekiyorsa da kiralasın. OSB’ler bunun kira bedelini ödeyebilecek güçteler.
4- Ortaklık kültürü geliştirilmeli
İçinde bulunduğumuz süreçte tüm Türkiye’de sermaye sıkıntısı var. Özellikle kriz dönemlerinde finansman çok önemli. Bu sorunun çözümünde ortaklık kültürünün geliştirilmesi önemli bir rol oynayabilir. Yatırımcıların birlikte hareket edebilmeyi başarabilmesi lazım. Bu bire bir ortaklık da olabilir, güç birliği şeklinde iş yapma da olabilir. Birinin sermayesi, diğerinin makinesi, ötekinin çalışanı gibi… Bu konuda yapılacak özendirici düzenlemeler, verimli çalışmalara yol açacak.
5- Enerjide KDV oranları yüzde 1’e düşürülmeli
Enerji fiyatları son bir yılda yaklaşık yüzde 80 oranında arttı. Fiyatlar indirilemiyorsa doğalgaz ve elektrikte KDV’nin yüzde 1’e düşürülmesi önemli bir rahatlama sağlayacak. Üstelik böyle bir düzenlemenin Maliye ya da Gelir İdaresi ile bir ilgisi de bulunmayacak. Çünkü KDV bir indirim unsuru ve neticede firmalar bir ya da maksimum iki ay sonra bu bedelleri zaten mahsuplaşıyor. Dolayısıyla böyle bir düzenleme Hazinenin gelir-gider dengesini bozucu bir etki de yaratmayacak.
6- Sanayi envanteri çıkarılmalı
Türkiye’de sanayi envanterinin çıkarılması gerekiyor. Çünkü ölçülemeyen bir alan yönetilemez. Bugün TÜİK’in elinde bile Türkiye’nin hangi bölgesinde sanayi ve tarımda ne gibi potansiyeller olduğuna dair bir bilgi yok. Bu envanteri ancak devlet hazırlayabilir. Çünkü dünyada bir rakamın istatistik olarak kabul edilmesi için devletler tarafından seçilmiş dört farklı organizasyondan, yani Merkez Bankası, Planlama Teşkilatı, İstatistik Enstitüsü ve Hazineden geçmesi gerekiyor. Sanayi envanteri, Türkiye’nin önünü görmesini sağlayacak.
7- Eximbank kredileri hesaba döviz cinsinden geçsin
Eximbank kredileri ihracatçının hesaplarına hala TL olarak geçiyor. Oysa finans piyasalarındaki hareketliliğin çok olduğu günlerde yüzde 3’e kadar varan kur hareketleri yaşanabiliyor. Bu da sanayici için ciddi bir kayıp anlamına gelebiliyor. Bu krediler zaten yıllık yüzde 1-1,5’lerden kullanılırken, günlük kur hareketlerinden de yüzde 2-3 kayıp yaşanırsa bu desteğin bir anlamı kalmıyor. İhracatçının beklentisi, bu kredilerin hesaplara artık döviz olarak geçmesi yönünde.
8- Kayserili ihracatçının derdi lojistik
Kayseri, coğrafi olarak Mersin limanına yakın. Dolayısıyla ihraç mallar çoğunlukla bu liman üzerinden gönderiliyor. Ancak bu durum Kayseri için önemli bir dezavantaj oluşturuyor. Çünkü maliyetler çok yüksek. Kayseri’den Mersin limanına 40’lık konteyner katkı ücretleri de eklendiğinde 750 dolara gönderiliyor. Ama aynı konteyner Mersin’den Dubai ya da Kazablanka’ya 500 dolara, Hamburg’a ise 320 dolara, gönderiliyor. Kayserili sanayici bu soruna acil çözüm getirilmesini istiyor.
9- DAB belgelerinde muafiyet kapsamı genişletilmeli
Türk Parasını Koruma Kanunu çerçevesinde ihracatçı açısından DAB belgesi düzenleme zorunluluğu var. Kayseri, ihracatının büyük bir kısmını, Ortadoğu ve Afrika ülkelerine yapıyor. Bu coğrafyalarda bankacılık sistemi işlemediği için ihracat bedelleri döviz büroları üzerinden alınabiliyor. Ancak bu işleyişte de o ülkelerdeki kültürel yapılardan kaynaklanan birçok sorun yaşanıyor ve sonuçta ihracat beyannameleri kapanamıyor, DAB belgeleri de düzenlenememiş oluyor. Sorunun çözümü, muafiyet kapsamına alınan ülkelerin artırılmasıyla mümkün.
10- İstihdam politikaları iyileştirilmeli
Asgari ücret teşvik uygulamalarında sanayici eğer 500’den fazla insan çalıştırıyorsa 101 lira, 500’den az insan çalıştırıyorsa 152 lira destek alıyor. Bu uygulama, çok insan çalıştıran firmaları adeta cezalandırır nitelikte. İşsizliğin son yıllarda ciddi oranlarda yükseldiği ülkemizde böyle bir uygulama, istihdam anlamında ekonominin geleceği açısından sıkıntı yaratabilir. İstihdamı artıran ve destekleyen düzenlemeler yapılması gerekiyor.
KAYSERİ ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ ORTAK AKIL TOPLANTISI PDFKayseri OSB Ortak Akıl Toplantısı’na; Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve toplantı moderatörü Prof. Dr. Emre Alkin, Halkbank Kobi Pazarlama-2 Daire Başkanı Özer Torgal, Kayseri OSB Yönetim Kurulu Başkanı Tahir Nursaçan, Evin AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Sümerli, Everest Çelik Kapı YKÜ Abidin Irmak, KAYSO Meclis Başkanı Abidin Özkaya, Merkez Çelik Sanayi Genel Müdürü Mehmet Ali Yörük, Emek Çelik Kapı Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kabak, Kayseri Mimarsinan OSB YKB ve Feza Reklam YKB Mehmet Karabulut, İpek Grup YKB Saffet Arslan, Orhan Mobilya YKB Seyhan Arifoğlu, Kayseri OSB Başkan Vekili Süleyman Sarptaş, Andaç Mobilya Kanepe Sanayi YKB Tamer Andaç, Madeni Eşya İmalat Sanayi Fabrika Müdürü Yaşar Erendemir, Öztur Mobilya Sanayi YKB Yavuz Dur, Tura Reklam Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Turan ve Turkishtime YKB Filiz Özkan katıldı.