OSTİM ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ

Turkishtime Dergi

OSTİM OSB kümelenmelerle büyüyor

Ankara’nın öncü sanayi bölgelerinden biri olan OSTİM, 17 sektör ve 139 işkolunda, 6.200’den fazla işletme, 60.000’den fazla çalışanın faaliyet gösterdiği, milli ihtiyaçların karşılanmasında bir çözüm merkezi olarak uluslararası marka değerine sahip bir KOBİ kenti. Merhum Cevat Dündar ve bir grup müteşebbisin 1967’de temellerini attığı OSTİM, günümüzde KOBİ’lerin ideallerini büyüterek, Türkiye’de “ortak rekabet” ve “güç birliği” kavramlarını belleklere yerleştirdi. OSTİM, 1997 yılında OSB statüsü alarak bölge işletmelerinin sorun ve ihtiyaçlarına yönelik kaliteli ve düşük maliyetli altyapı, girdi ve üstyapı üretim ekosistemini güçlendirdi. 

OSTİM’in üretim ortamında sanayicinin ihtiyaç duyacağı her türlü yatırım, izin, alt yapı temini vb. hizmetlere “tek adımda”, hızlı ve kaliteli bir şekilde erişilebiliyor. 7/24 yaşamın sürdüğü; üretim tesisleri, kamu hizmet birimleri, yaşam alanları, sağlık, eğitim ve sivil toplum kurumlarıyla farklılıklarını ortaya koyan bu büyük yapı, güvenli ve verimli bir üretim ortamı vaat ediyor. Bölgede ayrıca işletmelerin gelişimlerine yönelik ihtiyaçları için uzmanlaşmış OSTİM kurumlarından eğitim, danışmanlık, istihdam, rehberlik, Ar-Ge, teknoloji transferi, pazarlama, tanıtım gibi alanlarda destek de alınabiliyor.

Bölge işletmelerinin rekabetçiliğinin artırılması amacıyla stratejik sektörler çeşitli modellerle desteklenmiş, bölgede üretim ve tasarım yeteneklerinin gelişmesi için özellikle savunma, havacılık, raylı sistemler, medikal, iş ve inşaat makineleri, haberleşme teknolojileri, enerji, kauçuk teknolojileri alanlarında uzmanlaşma sağlanmış durumda. Yüksek tasarım ve üretim kabiliyetine sahip işletmeler, bölgede bulunan çok sayıda iş kolunun altyapısını ve donanımını kullanarak büyük hacimli işlere imzalarını atıyor.

Bu stratejik sektörlerde OSTİM’de yer alan yedi farklı başlıktaki kümelenme, bölgenin tüm Ankara sanayisi başta olmak üzere ulusal üretim yetenekleriyle de işbirliği imkânı sunmakta. Zaman içinde faaliyet gösterdikleri sektör içinde bir bilgi ve tecrübe odağı halini alan bu kümeler, yenilikçi ürün ve projelerin geliştirilmesi için verimli bir iletişim ve etkileşim ortamı sağlıyor. Üretim tecrübesi ve yeteneği; bütünlükçü, yenilikçi ve sürdürülebilir çalışmalarıyla uluslararası bir örnek ve ilham kaynağı OSTİM, ülke sanayinin rekabet gücüne hizmet vermeye devam ediyor.

OSTİM’in hedefinde Türkiye var!

Ankara’nın öncü sanayi bölgelerinden biri olan OSTİM, 17 sektör ve 139 işkolunda, 6.200’den fazla işletme, 60.000’den fazla çalışanın faaliyet gösterdiği, milli ihtiyaçların karşılanmasında bir çözüm merkezi olarak uluslararası marka değerine sahip bir KOBİ kenti. Temelleri 1967’de atılan OSTİM, Türkiye’de "ortak rekabet" ve "güç birliği" kavramlarını belleklere yerleştirdi.

Bölge işletmelerinin rekabetçiliğinin artırılması amacıyla stratejik sektörler çeşitli modellerle desteklenmiş, özellikle savunma, havacılık, raylı sistemler, medikal, iş ve inşaat makineleri, haberleşme teknolojileri, enerji, kauçuk teknolojileri alanlarında uzmanlaşma sağlanmış durumda. Bu stratejik sektörlerde yedi farklı başlıktaki kümelenme, bölgenin tüm Ankara sanayisi başta olmak üzere ulusal üretim yetenekleriyle de işbirliği imkânı sunmakta. Zaman içinde faaliyet gösterdikleri sektör içinde bir bilgi ve tecrübe odağı halini alan bu kümeler, yenilikçi ürün ve projelerin geliştirilmesi için verimli bir iletişim ve etkileşim ortamı sağlıyor.

Emre Alkin: Efendim, hepiniz hoş geldiniz. Toplantımıza gösterdiğiniz ilgi ve katılımınız için hepinize teşekkür ediyorum. Tabii bu toplantılara vesile olan Halkbank’ın ve bizlere ev sahipliği yapan OSTİM’in değerli yöneticilerine de teşekkürlerimi sunuyorum. 

Yurdun farklı köşelerindeki OSB’lerimizde yaptığımız bu toplantılarda genellikle hep biz erkekler oluyoruz. Bu da bizi biraz eksik kılıyor, kadınların toplantıya katacağı zenginlikten yararlanamamış oluyoruz. Ama biliyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti, kadınla erkeğin yan yana, eşit şekilde yürüdüğü bir modernleşme projesidir. Nitekim OSTİM de bunu kanıtlıyor. Bugün saygıdeğer bir iş insanımız, kıymetli bir vakıf müdürümüz ve kıymetli bir hocamız bizi onurlandırmış durumda. Bu çok sık rastlanan bir durum değil. Bu da OSTİM’in güzelliğini gösteriyor bize. Sağ olun, var olun. 

Biz bu toplantılarımızda açılış konuşması için sözü önce ev sahibi OSB başkanına, ardından Halkbank yöneticisine veriyoruz, ardından söz serbest oluyor. Buyurunuz başkanım. 

Orhan Aydın: Teşekkür ederim. Öncelikle, OSTİM başlığında konuştuğumuz bölgeyi diğer bölgeler gibi sadece bir OSB olarak algılamamak gerekiyor. Bunun için OSTİM deyince bunun içinde ne var, nerelerden geliyoruz, biraz oralardan başlarsam konu daha iyi anlaşılabilir. Burası 1967 yılında kurulmuş bir küçük sanayi sitesi yapı kooperatifi. Aslında o dönem Ankara’da sanayi vesaire çok beklenen bir şey değil, istenen bir şey de değil. Ama daha çok sanat okulları mezunlarından oluşan bir grup, “Bir sanayi bölgesi yapalım, şehre dağılmış olan insanları bir araya toplayalım, daha iyi ortamlarda işlerini yapsınlar” diye bir araya gelmişler. İyi ki de gelmişler. Burası 1980’li yıllardan itibaren oluşmaya başlamış, şehirde kenarda köşede olan insanlar yavaş yavaş buraya yerleşmişler. Daha sonra çevremize Aselsan’ın, TAİ’nin gelmesi, FNSS gibi ana sanayilerin Ankara’da konumlanması, MKE’nin de katılmasıyla burada nitelikli bir yan sanayi ekosistemi oluşmuş. 80’lerden 90’lı yıllara kadar bu böyle devam etmiş. Ben sanayi bakanlığında çalışmış bir mühendisim; Türkiye’nin kalkınması ve sanayileşmesine yönelik çalışmaların içinde bulundum. Dolayısıyla burada yönetici olunca da bölgenin kalkınması ve gelişmesi üzerine yoğunlaştık ve bölgemizde, diğer bölgelerde olmayan birtakım yapıları, birtakım prototip modelleri uygulamaya çalıştık.

 Neler yaptık? Sektörel dış ticaret şirketi kurduk. KOBİ’ler tek başına ürünlerini satamaz, dış ticaret departmanı kuramaz, biz bir dış ticaret şirketi kuralım diye yola çıktık. Daha sonra birtakım teşviklerden yararlanabilmek için yapımızı kooperatiften OSB’ye dönüştürdük. Ancak kooperatifin yaptığı ama OSB’nin yapamayacağı işleri vardı, onları da başka başlıklara çevirdik. Bir vakıf kurduk, bir ticari şirket kurduk, OSTİM Yatırım şu anda borsada işlem görüyor. Daha sonra da buradaki KOBİ’lere ne yapmalıyız ki bunlar rekabet güçlerini artırsın, bölgenin rekabeti artsın, diğer bölgelerden daha önde olalım, dünyayla yarışabilelim, rekabet edelim diye düşünürken karşımıza “kümelenme” olgusu çıktı. Bunun arkasında da Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu (URAK) vardı. Eski KOSGEB başkanımız Erkan Gürkan Bey’in davetiyle oraya gittim, Prof. Dr. Melih Bulu Bey de oranın koordinatörüydü. URAK’la bazı ortak çalışmalarımız oldu. Daha sonra onların aracılığıyla Prof. Dr. İsmail Hakkı Karaaslan gibi hocalar OSTİM’e gelip uzun süreli çalıştılar ve ardından bize bir bölgemizle ilgili bir sunum yaptılar. Sonuçta bize dediler ki, “Her tarafa koşmayın, her sektörü uçurmanız gerekmiyor, sizin odaklanmanız gereken başlıkları bulalım, onlar üzerine odaklanın”. Bulduğumuz başlıklar; savunma ve havacılık, medikal, iş ve inşaat makinalarıydı. Bunlar arasında yenilenebilir enerji yoktu ama geleceğin başlığı diye onu da biz sonradan kendimiz ekledik. Keza kauçuk teknolojileriyle ilgili bir küme de bu çalışmalardan esinlenerek oluştu. Daha sonra da Türkiye’nin sorunlarının çözümüne yönelik olarak başka yapılar da ortaya çıktı.

Belediyelerin ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere BELTAŞ diye bir kurum oluşturmuşlardı o zaman. Büyükşehir belediyelerini bir araya getirip, işte süpürgelerini yapalım, asfalt plantlerini yapalım, buradan da savunma sanayiinde olduğu gibi bir sanayileşme çıkaralım şeklinde bir yaklaşım oluşmuştu. Bu projelerin birçoğunu burada başlattık. Raylı sistemler konusu da oradan çıktı; Türkiye’deki belediyeler kendi raylı sistemlerini kendileri yapsın diye yola çıktık. Ankara’nın metro ihalesi olurken müdahil olduk. Ancak önümüz tamamen kapalıydı, sözlerimizi dinleyen olmadı. Biz ısrarla buna inat ettik, “yapılabilir, olabilir, dünyada örnekleri var” dedik… Nihayetinde Ankara metrosuna yüzde 51 yerli katkı şartı koydurduk. Bu şarttan sonra da bizim raylı sistemler kümelenmesi oluşturuldu. Meğer Türkiye’de bu işle uğraşan bir sürü firma varmış, bu firmalar bir araya gelirse hafif metroyu da metroyu da hızlı treni de yapabilirmiş fakat bunların hiçbirisinden haberdar değilmişiz. Anladık ki hepimiz Anka Kuşu, Simurg’muşuz da farkında değilmişiz. Sonra bu kümeyle beraber Ulaştırma Bakanlığı ve Başbakanlıkla yapılan çalışmalar sonucunda en son 11. Kalkınma Planı’na “Uçtan uca hafif metro, metro, hızlı tren tamamen yerli ve milli olarak yapılacaktır” paragrafını yazdırdık. 

Bu olayın benzeri 5G’de de yaşandı. 4,5G ihalesi yapılırken yüzde 45 yerli şartı konulmuştu. Fakat işi alan firmalar, “Türkiye’de bu ürünleri yapan firma yok ki biz bunları yerli yaptıralım” diye konuşmaya başladılar. Anladık ki ortada bir tuzak var, bizim 9 milyar lira gidecek. Hemen Türkiye’deki haberleşmecileri topladık, BTK’ya gittik, “Siz eğer bizim arkamızda durursanız biz bu işi çözebiliriz”. Türkiye’deki bütün haberleşmecileri bir araya getirdik ki meğer o konuda da bir sürü Simurg varmış. Hepimiz birbirimize baktık ve dedik ki, “Yahu bu 5G’yi biz anahtar teslimi, uçtan uca, tamamını yerli ve milli olarak yapabilir miyiz? Yapabiliriz”. Böylece haberleşme teknolojisinin içinde bulduk kendimizi. Aslında OSTİM’de haberleşmeyle ilgili çok fazla firma yok, tuttuk haberleşme teknolojileri kümelenmesini de biz kurmak ve hamilik yapmak zorunda kaldık.

Fakat tüm bunları yaparken hep ciddi engellerle karşılaştık. Yolumuzun açılması, kolaylıklar sağlanması gerekirken biz savaşır durumda olduk. Bürokrasi dediğimiz şey var mı? Evet var. Bu şekilde uğraşmaya devam ediyoruz. Aynı zamanda bölgemizin firmalarıyla da uğraşıyoruz. Onların dış ticaretini geliştirmek için kümeler üzerinden yoğun şekilde çaba sarf ediyoruz. Sürekli eğitim, danışmanlık ve seferberlik halindeyiz. Aynı zamanda mesleki eğitimle ilgili bölgenin ihtiyaçlarını karşılayacak çıraklık eğitimi, endüstri meslek lisesi, meslek yüksekokulu, üniversite, bütün bu bileşenleri oluşturmaya çalışıyoruz.

Halkbank buradaki firmalarımız için gerçekten çok önemli bir kurum. Çünkü özel bankalar zor zamanda sizi terk ediveriyorlar ama Halkbank, yerli ve milli olmanın refleksiyle farklı davranıyor. Ülkenin geleceğine, sürdürülebilirliğine katkı sağlıyor. Bu nedenle onların şeyi de bizim için çok değerli. Ziraat Bankası, özellikle Halkbank tabii esnafa daha yakın ve bu şekilde işlerimizi yürütmeye çalışıyoruz.

Kendimizi zaman zaman test ediyoruz, bizim bu kümeler vasıtasıyla yaptığımız işlerin gerçekten biz kendimizi mi oyalıyoruz? Dünyada bunun bir karşılığı var mı? Bununla ilgili olarak Avrupa’daki kümelerle bu kümelerimizi eşleştiriyoruz. Onlarla beraber belgeler alıyoruz, yıldızlı şeyler, altın yaldız işte gümüş şey alıyoruz. Ha demek ki diyoruz bu adamlar bunu böyle yapmış, doğru yoldayız, daha çok yapalım, daha çok gayret edelim. Bu arada tabii bu işleri uçtan uca, yani firmalar, finans, eğitim, Ar-Ge, teknoloji… ODTÜ bölgemizde faaliyet gösteriyor, bizim kendi yaptığımız bir teknoloji geliştirme bölgesi var. Uygulamalı eğitim, üzerinde firmaların en çok şikâyet ettiği konuyu çözmek için üniversitemizi oluşturduk, bu sene onu hayata geçirmeye çalışıyoruz. Oradaki hocaları da “Hocam sizin göreviniz sadece buradaki öğrenciler değil aynı zamanda OSTİM’deki bütün firmaların kapısını çalacaksın, bu firmalar yaşayacak, rekabet edecek, bütün dünyadaki firmalarla hayatta ve ayakta kalacak, yarışacak, gelişecek, büyüyecek. Endüstri 4.0’a kadar bunlar ulaşacak. Bunların hepsinden de siz sorumlusunuz” diyoruz. Sadece sizin adediniz önemli değil, hocaları bulacaksınız, danışmanları bulacaksınız, yani hepimiz her şeyden sorumluyuz. Burada hiçbir şirketi kaybetme lüksümüz yok. Her kaybedilen şirket, her kapanan kapı sorun olarak bizim sorunumuz. Neden bizim sorunumuz? Ben yaşıyorum, benim firmamda işler gayet iyi, ihracat yapıyorum, para geliyor, kasam dolu, yok. Dolayısıyla her sorun bizi ilgilendiriyor. Bu nedenle bu duyguyla bizim ekibimiz olaylara sadece ben olarak bakan bir ekip değil. Firmalarımız, kümelerimiz özellikle biz kavramına çok uyumluyuz. Bu çabalarla, bu enerjiyle koşturmaya devam ediyoruz, daha da edeceğiz inşallah.

Coşkun Gökçe: Öncelikle bütün katılımcılara hoş geldiniz diyorum. Sizler Ankara’daki iş dünyasının değerli temsilcilerisiniz, OSTİM gerçekten de ülkenin göz bebeği. Ben bir buçuk yıldır burada görev yapıyorum. Geçmişte genel müdürlükte de görev yapmıştım ancak sahada, OSTİM’in gerçeklerini görmek, firmalarla iç içe olmak, burada neler yapıldığını yakından görmek çok daha önemli ve bunu burada çalıştığım süre içerisinde çok yakından hissettim. O anlamda OSTİM deki firmalarımız çok iyi işler yapıyorlar. Biz diğer OSB’lerle de çalışıyoruz. Oralara da gidip geliyoruz. Oradaki müşterilerimizin birçoğunun  burada küçük bir atölyeden başlayıp daha sonrasında kocaman firmalar olduklarına şahit oluyoruz. O anlamda biz de çok mutlu oluyoruz. 

Ben de Halkbank olarak reel kesime, ekonomiye ne tür destekler verdik, o konuda çok kısa bilgi vermek istiyorum. Ankara’da toplam 90 tane şubemiz, 2100 çalışanımız var. Tabii yoğunluğu buradakiler olmakla birlikte, bütün şubelerimiz bu bölgeye geliyor, buradaki firmalarla çalışıyor. Öyle bir serbestiyet var. 

Banka olarak Ankara’da son 5 yılda gayri nakdi kredilerimiz % 155 oranında artışla 21.9 Milyar TL’ye, nakdi ticari kredilerimiz ise aynı dönemde % 257 oranında artışla 33.7 Milyar TL’ye yükseldi. Sadece Ankara bölgeleri olarak değil, toplamda Halkbank olarak da 2018 yıl sonuna göre nakdi kredilerimizi bu yılın üçüncü çeyreğinde % 14,6 artırarak 391,9 Milyar TL’ye çıkardık. Aynı dönemde toplam mevduatı 284 Milyar TL’ye ulaşan bankamızın aktif büyüklüğü ise % 17.2 artışla 443,5 Milyar TL’ye yükseldi ve Halkbank sektörde en büyük ikinci banka oldu. 

Bu durum tabii buradaki firmalarımızın da desteğiyle oldu. Firmalar bizlere destek verdiği sürece biz de KOBİ’lerin ve esnafın çözüm ortağı, en fazla destekleyen bankası olarak her zaman sizlerle çalışmaktan mutluluk duyuyoruz. 

Reel sektörün güçlü destekçisi, esnaf ve KOBİ’lerin iş dünyasındaki garantörüyüz. Yıl boyunca geliştirdiğimiz yenilikçi ürünlerle size iyi hizmet vermeye çalıştık, bundan sonra da bankacılık sistemine örnek olacak çalışmalar yürütmeye devam edeceğiz. İhtiyaç duyduğunuz halde buradaki şubelerimizle ve genel müdürlüğümüzle destek olmaya her zaman hazırız. 

Sıtkı Öztuna: İkmal Teknik adında 53 yıllık bir firmam var. Ben ikinci kuşağım. Bugüne kadar Halkbank ile ilişkilerimiz gayet güzel, yıllardır çalışıyoruz. Halkbank sağ olsun bizi destekliyor ama arada kredi kullanan bir firma olarak ödediğimiz faizlerle biz de Halkbank a destek oluyoruz(!)

Ben imalatçı değilim. Sonuçta sanayicinin bir tür gıda maddeleri olan hırdavat, el aleti, makine satışı yapıyorum. Yani ticaretle uğraşıyorum, imalat yok. Emre Beyin devlet destekleriyle ilgili sorusu üzerine şunu da belirtmek isterim: Babamdan aldığım vasiyet ve yapı itibarıyla kamuyla mümkün olduğu kadar çalışmıyorum. Niye mümkün olduğu kadar diyorum? Eğer kapıma gelip de peşin veren bir kamu kuruluşu varsa buna da olmaz demiyorum elbette. Tabii başta OSTİM’in artık metrekare olarak yetersiz kalması gibi konuşulacak birçok konumuz var. Ama öncelikle diğer sanayicilerimizi dinleyelim, şimdilik bu kadarla yetineyim. 

Mehmet Alkan: Ben de 1972-1982 yılları arasında 10 yıl MKE’de görev yaptım. O dönemde yer aldığım projeler kapsamında Polatlı’ya bir iş makinaları fabrikası kurmuştuk. Daha HİDROMEK filan yokken MKE olarak İş Makinaları Fabrikasını kurmaya başlamıştık. Fakat ben 1982 yılında istifa ederek MKE’den ayrıldım. Özel sektörden iş talebi aldım, serbest çalışmaya başladım. İki yıl özel sektörde çalıştıktan sonra da kendi şirketimi kurdum. 1984’te kurulduk. Tabii o süreçte en büyük desteği Halkbank’tan aldık. Malum, sermayemiz yok, imkânımız yok, bir tane torna tezgahıyla işe başladık. İlk defa sanat mektepleri mezunlar derneğinin yardımıyla, onların referansıyla kredi kullanabildik. Başka türlü ipotek verecek malımız, evimiz, arabamız yoktu. Sağ olsun banka çok büyük destek verdi bize. Yaklaşık 35 yıldır Halkbank’ın müşterisiyiz. Halen de devam ediyoruz. O zaman Büyük Sanayi’de başlamıştık çalışmaya. Sanayici olarak bizim bankayla şöyle bir sıkıntımız var: Her yıl ipotekler yenileniyor. İpotek değerlendirmesi daha doğrusu…

Emre Alkin: Araya gireyim, o konuda herkes şikayetçi. 

Mehmet Alkan: Genelde özel firmalar yapıyor bunları. Normalde bir emlakın değeri 100 liraysa 50 lira gösteriyorlar. O konuda çok şikayetlerimiz var. Hatta itirazlar da yapıyoruz zaman zaman. Şubeye de gittik söyledik. “Karşımızdaki ev şu kadara satıldı, siz de bunun yüzde 10-20 eksiğini söyleyin” diyoruz. Açık söyleyeyim ben hep devlet bankalarıyla çalışıyorum. Halkbank, Ziraat Bankası ve İş Bankası. Alternatif banka mutlaka olmalı. Bankasız yapamıyoruz çünkü kredi almadan yatırım yapamıyoruz, yatırım yapmadan büyüyemiyoruz dolayısıyla da kredi bizim için şart. Olmazsa olmazlarımızdan. Ben de ölçülü gidiyorum, eski devlet memuru olduğum için temkinli davranıyorum. Yaklaşık dört yıldır da OSTİM’in denetim kurulu üyesiyim. 

Ben üniversite-sanayi işbirliği konusuna çok önem veriyorum. Bir sanayici olarak kamudan ziyade üniversitelerle işbirliği yapmayı istiyorum. Kamunun bize pek katkı sağlayacağını düşünmüyorum açıkçası. Biz kamudan pek yararlanamayız, kamu bizden yararlanır daha çok. Bunu kamuda çalıştığım için söylüyorum. Mesela ben kamuya destek oluyorum şahsım olarak, MKE’ye çok teknik destek veriyorum. Ama kamunun bize destek vereceği bir nokta yok o yönde. 

Nihat Güçlü: Geçmiş yıllardaki OSTİM’le bugünkü OSTİM arasındaki farkı görüyoruz. Yürüyerek geldiğimiz bir yere artık metroyla geliyoruz. Yetiyor mu? Yetmiyor. Yeni bir arsa almak , yatırım yapmak pahalı. Burada bankaları devreye sokuyoruz. Bankalarla ancak işimizi götürebiliyoruz. Halkbank da iyi çalıştığımız bir banka. En son 3-5 ay önce bize uygun bir kredi imkanı sundular. Hatta biz “almasak mı acaba” dedik ama veriyoruz dediler, verdiler. Nasıl ödeyeceğimizi sorduk, “sen ödemeyeceksin, alacağın parayı biz birkaç ay işleteceğiz, bak nasıl ödeniyor, göreceksin" dediler. Tabii ki bunlar bizim için bir şans, bir de gurur meselesi böyle büyük rakamlar almamız. Duruyor muyuz? Durmuyoruz, firma olarak sürekli Ar-Ge yapıyoruz, savunma sanayiine, ihracata yönelik çalışıyoruz, Türkiye’de üretilmeyen bir ürünü yapmaya çalışıyoruz, TÜBİTAK’tan KOSGEB’den destek almak için uğraşıyoruz ama, bir yerde tıkanıyoruz. 

Bizim bir projemiz var, üretilmeyen bir ürünü ürettik, KOSGEB’e müracaat ettik, destek için… Bu noktada KOSGEB’i biraz tenkit edeceğim. Oradaki arkadaşlar dinliyor ama anlamıyor. Bir klasör belge veriyoruz ama onlar 15 dakikalık bir sunum istiyor. Biz 15 dakikada bunun ne kadarını anlatabiliriz ki? Okuma şansları yok, okumamışlardır da zaten. Fabrikamıza davet edelim, gelip görsünler, ona göre bir destek versinler istiyoruz. Fakat maalesef yerlerinden kalkmıyorlar, görmüyorlar, anlattığımızı da anlamıyorlar veya biz anlatamıyoruz. 

OSTİM deyince, o topraklı, çamurlu günlerden bugünlere geldik. Altyapımız tamam mı? Bana göre OSTİM altyapısını tamamlamış değil. Bir de bizim şansızlığımız, biraz çukurdayız, kuvvetli yağmurlarda 20 santimetre suyun içinde kalıyoruz. OSTİM durmadan büyüyor, genişliyor, nüfus da artıyor. Bizim geldiğimiz dönemde firma sayısı ve nüfus çok azdı, şu anda herhalde OSTİM’de yaşayan 70 bin kişi var. Onun için ister istemez altyapıda bir sıkıntı oluşuyor. Mutlaka bizim de yapmamız gereken birçok şeyler olduğunu düşünüyorum.

Emre Alkin: Söylediklerinize ek olarak tabii bir de iklim değişikliği var. Metrekareye düşen yağışın eski yıllara göre çok farklı bir yere gelmesi büyük ihtimalle altyapıda bir değişikliği gerektiriyor. Efendim, Saygıdeğer Gülnaz Karaosmanoğlu, kendisi vakfın müdürü ve OSTİM’in hem gururlu anlarını gördü hem de mücadelesine şahit oldu. Buyurun söz sizde. 

Gülnaz Karaosmanoğlu: Burada çok kıymetli sektör temsilcilerimiz var, zaten başkanlarım da bir özet geçtiler. Ben tekrarını yapmayacağım, sadece birkaç konunun altını çizersem faydalı olabilir diye düşünüyorum. Firma ölçeğinin Türkiye genelinde, belki de dünya genelinde yaşadığı bütün sorunları hiç istisnasız bizim firmalarımız da yaşıyor. Ayrıca bölgeye özgü olarak kendi coğrafyamızın kaderini de yaşıyoruz. 50-60 yıl önce kurulmuş, tasarlanmış bir sanayi bölgesi, şehrin içinde kalmış, genişleme alanı yok. Yaşadığımız en özgün sorun ya da bölgenin fiziki imkanlarına dair sorunların başlıca kaynağı galiba bu. Ancak bunların ötesinde bu toplantıya dair vurgulamak istediğim, OSTİM kendi siyasi coğrafyasının dışında, özellikle son 10 yılda hayata geçirdiği planlı küme çalışmalarıyla birlikte, etkileşim alanını küme coğrafyasına çıkardı. Yani kümelerin etkileşim alanına çıkardı. Evet burada fiziki olarak, kendi siyasi sınırlarımız içerisinde karşımıza çıkan sorunları yaşıyoruz ama etkileşim alanımız çok büyük. Örneğin; kamu alımlarının planlanması ile KOBİ’ler ve yerli üretimin ilişkilendirilmesinde OSTİM önemli bir oyuncu haline geldi, sektörlerin ve sanayi politikalarının sözcüsü konumuna yükseldi. Dolayısıyla bugün konuştuğumuz meseleler aslında daha büyük, makro sektör sorunları ve çözüm önerileri şeklinde olacaktır. Bugün burada sadece bir sanayi bölgesinin değil, bir çok stratejik sektörün ahvali ve gelişimine dair değerli fikirler duyacağımızı düşünüyorum.

Emre Alkin: Sayın başkanın 10 yıllık mücadelesini dinlerken nasıl bir kümeleşme yarattığını, memleketin herhalde en büyük yatırımları için nasıl yerli ve milli güçleri bir araya getirmek istediğini çok iyi gördük. OSTİM anlaşıldı ki bu konuda bir bayraktarlık yapmaktadır. Sayın Kemal Önder Kefoğlu, buyurun söz sizde. 

Kemal Önder Kefoğlu: İlk önce OSTİM’in bir tanımını yapalım, nedir OSTİM firmaları? OSTİM firmaları genellikle küçük ve orta ölçekli firmalardır. Bu bence çok güzel bir şey, çünkü bütün gelişmiş ülkelerin fikir birliğine vardığı bir nokta var: Dünyada inovasyonu ve yeniliği küçük firmalar doğurur. Büyük firmalar gittikçe hantallaşır, işler orada çok uzar, yenilikler, inovasyon genellikle küçük firmalardan çıkar. Dolayısıyla bütün ülkeler küçük ve orta ölçekli firmaları korumak isterler. Bakın ABD’de bir kanun söyleyeceğim; Small Business Act, 1953 tarihli bir kanun…

Emre Alkin: 1929’dan sonra yaşadıkları ikinci büyük resesyonun ardından hemen sanayiyi canlandıracak hamlelere giriştiler, bu da o kanunlardan bir tanesi. 

Kemal Önder Kefoğlu: Evet. Bunun da başında, “Bizim ekonomik büyümemiz küçük şirketlerle olacaktır” diyor. Dolayısıyla, “Hükümetin küçük ve orta ölçekli işletmeleri desteklemesi şarttır” diyor ve böyle bir kanun çıkarıyorlar. Bu kanunun çok ilginç yerleri de var, sırası geldiğinde paylaşacağım. Şimdilik bu kadar söylemiş olayım. 

Begüm Şahin: Bugün gerçekleştirdiğimiz toplantıya üniversitemizi temsilen katılmaktayım. O nedenle biraz daha üniversite odaklı ilerlemek istiyorum. Çünkü sizler üstatlarımız olarak, OSTİM’le ilgili genel sorunlara fazlasıyla hakimsiniz. Ben çözümlere odaklanmak istiyorum. Çok kısa olarak kendi adıma da OSTİM’in öneminden bahsetmek istiyorum. 2012 yılından bu yana, yani önceki üniversitemden itibaren OSTİM ile birlikte pek çok projenin içerisinde yer aldık. Şahsım olarak da sanayici bir aileden geliyorum, OSTİM değil ancak Konya sanayisi. O yüzden böyle bir ortam benim için çok tanıdık. Sanayinin içinde bir üniversitenin ilk günden beri kadrosunda olmak ise beni çok heyecanlandırıyor. Kendi bölümüm olan Uluslararası Ticaret olarak OSTİM’in belki de en fazla ihtiyacı olan ihracat konusunda sizlerin yanında olmak istiyoruz. Mühendislik fakültemiz; elektrik, makine ve bilgisayar alanlarındaki mühendis ihtiyacını karşılarken, meslek yüksek okulumuz ise ara eleman konusunda destek verme misyonuna sahip.

Üniversite - sanayi işbirliği kısmında devletimizin yaklaşık 2014 yılından beri teknoloji transfer ofisleri aracılığıyla kurduğu bir sistem var. Aslında bu çalışan bir sistem ve pek çok üniversitemizde TÜBİTAK, KOSGEB programları, AB projeleri, ayrıca yatırım, patent girişimcilik gibi süreçleri bir başlık altında toplayan bir yapıya dönüştü. Biz de üniversitemizde böyle bir merkez kurduk. Aynı zamanda direktörü olduğum girişimcilik ve liderlik merkezimiz var. Her iki tarafla da iç içe çalışıyoruz. Bir proje ofisimiz var, sayın başkanlarımızın değindiği hususlarda biz her zaman için hazırız. Üniversitemizin en önemli başlıklarından biri olan ihracat potansiyellerinin ölçümüyle ilgili olarak da akademik gözle yapılacak bir çalışma başlatmak istiyoruz. Burada Dünya Bankasının fonunu kullanarak, Merkez Bankasının aracı olduğu bir fonlama mekanizmasıyla bu çalışmayı başlatabiliriz. Yani tüm OSTİM firmalarını içine katacağımız bir etki analizi, ihracat performansı, yenilikçilik kabiliyetinin ölçülmesi gibi başlıklar altında bir çalışma yapmayı hedefliyoruz. Burada akademik tarafta biz de işin içinde olacağız. Onun dışında yatırım fonu tarafı var. Orada da öncelikle yeni girişimcilerimizi desteklemek adına, sizlerin deneyimlerini aktarabileceğimiz hızlandırma programlarını uygulamaya geçirmeyi hedefliyoruz. Tabii bu hususta sizlerle işbirliği yapmayı çok istiyoruz.

Aynı zamanda sosyal girişimciliği de canlandırmak istiyoruz, hatta “sosyal atölye" adını verdiğimiz bir projemiz, bir başvurumuz oldu ajansa. Bu noktada da yine daha çok toplumsal fayda sağlayacak iş fikirlerini sanayicilerimizle buluşturmak istiyoruz. Burası sadece bir girişimcilik merkezi olarak değil, toplumsal fayda ve değer merkezi olarak yapılanacak. Yani sürdürülebilir bir iş tanımı olacak ama kâr odaklı değil, elde edilen kârı yine sosyal faaliyetlere dönüştürmek temel amaç olacak. Şu an stratejik planımızı hazırlıyoruz. Burada da yine odak gruplarla ve sizlerle bir arada olmak isteriz. 

Çünkü biz literatürde “Industrial University” diye geçen ve dünyada da örnekleri olan, sanayinin içinde bir yüksek öğretim kurumuyuz. Bu da zaten bizim en büyük farkımız ve iddiamız.

Ömer Serdar Marasalı: Genelde bir finansman sorunu var, ben o kısımdan bakacağım. Çünkü finansmana ulaşmak tüm firmaların ana sorunu. Hele geçtiğimiz son iki yılda yüzde 30-35’lik finansman yüküyle, o dönemki 100 liralık krediler şimdi 170-180 lira oldu. Dolayısıyla bugünlerde faizin yüzde 12-13’e düşmüş olmasının o noktada bir önemi yok. Kartopu gibi bir dev duruyor orada. Bunun yüzde 12’lerle çevrilebilme ihtimali de oldukça zor, çünkü tıkandı. Likidite sıkıntısı var. Varlıklar düştü, giderler arttı, böyle olunca da borçların çevirebilmek ve finansman yükünden kurtulmak zorlaştı. Tabii bu sorunun bir kısmı da firmalardan kaynaklanıyor. 

Mesela döviz krizi oluyor, hiç kimse korunmayı (hedge yapmayı) düşünmeden, o maliyete katlanarak işine bakacağına, nasıl olsa 5-10 yılda bir gelir, yeni bir kriz gelene kadar devam edelim diye bakılıyor. Firmaların kendilerini koruma sıkıntısı var. Girdilerin tümüyle döviz olduğu bir    ortamda dövize ihtiyaç olacağı kesin. O zaman ne yapılması gerekiyor? Banka ve finansal kurumlarla çalışıp, bunun da maliyetine katlanarak işinize gücünüze bakacaksınız. 

Bir de işletme sermayesi noksanı var. Yatırım yapmıyor insanlar, yapanlar da kısa dönemli yapıyorlar. Yani özkaynakla yapmıyor. Uzun vadeli, 10 yıllık belirli dönemleri ödemesiz yatırım yapacağına, kısa süreli, 2-3 yıllık vadelerle yapıyorlar. Tabii o da yeterli gelmiyor. “Ben bu yatırımı yaptıktan sonra nasılsa hallederim” diyor ama maalesef o filmlerde oluyor sadece. 

Bir de küçük firmaların ihtiyaçları var. Burada oldukça fazla sayıda küçük firma bulunuyor. O küçük firmalar, ortaklık yapabilmek ve finansmanda anlaşmak için zaman zaman bizlere uğruyorlar. O güne kadar ne olursa olsun ortak olalım dedikleri konu eğer ciddiye binerse bir anda dünyanın en değerli firması haline geliveriyor. Birden çok ciddi rakamlara çıkıyorlar. Halbuki buranın finansman dışında başka katkıları da olabilecek, onu göremiyorlar.

Emre Alkin: Bu bir sorun tespiti ama bir de çözüm önerisi gelmesi lazım. Halkbank gibi bankalar finansal danışmanlık yapabilirler anlamında…

Ömer Serdar Marasalı: Yapabilmeleri lazım. Mesela yatırım kredisi olması lazım ama şu aşamada ben göremiyorum. 

Coşkun Gökçe: Aslında şube ve firma özelinde yapılıyor bu. Bize teklif geldiği zaman biz de kredi komitesinde değerlendiriyor, şubelerimizle de irtibata geçiyor, firma ziyaretleri yapıyoruz.

Emre Alkin: Kur riskinden korunmayla alakalı önerileriniz de oluyor mu acaba? 

Coşkun Gökçe: Tabii ki, onunla alakalı da oluyor. Yani firmanın özellikle döviz üzerinden bir geliri yoksa döviz üzerinden borçlanmasına çok da sıcak yaklaşmıyoruz. Zaten biliyorsunuz döviz kredisi kullanımına birtakım sınırlandırmalar getirildi. Dolayısıyla banka istese de o tahsisleri yapamıyor. Bazı firmalarımız ısrarcı olsa da yönlendirmeye çalışıyoruz. 

Emre Alkin: Biz kur riski altında yaşayan bir ülkeyiz biz. Bunu her zaman aklımızda tutmamız la zım. “Olaylarla Türkiye Ekonomisi” diye bir kitap yazdık Yalın Alpay’la beraber, acı gerçek şu: Cumhuriyet kurulalı beri Türk Lirası çeşitli zamanlarda 82 kere değer kaybetmiş. Majör devalüasyonları bir kenara bırakıyorum. 50’sini de ben yaşamışım, 50 yaşındayım. Demek ki bu bir gerçek ama türev enstrümanların mutlaka iş insanlarının önünü açacak şekilde düzgün maliyetlere çekilmesi lazım. 

Ahmet Mithat Ertuğ: Sizin geliriniz döviz, siz de döviz olarak borçlanıyorsunuz ama karşı taraf, “Sen bunu Türk parasına çevireceksin, bundan sonra vereceğiniz teklifler Türk parası olacak” dediği zaman bu borcu nasıl kapatacaksınız? 

Emre Alkin: 32 sayılı karardan bahsediyorsunuz. Yedi kere değişti hala tatmin edici bir sonuç çıkmadı.

Ahmet Mithat Ertuğ: Yani bunu siz kendiniz planlayamıyorsunuz zaten. 

Ömer Serdar Marasalı: Mesela dövizle işlem yapan firmaların, dövizdeki hızlı yükselmede karşı taraftan fiyat indirimlerini kabul etmeleri de anlamsız hale geliyor çünkü bildiğiniz gibi Türkiye’de döviz ilk başta ciddi anlamda bir fırlıyor, ondan sonra belli bir yere geliyor. O ilk panikteki yapmış oldukları indirimler, bu sefer kendi kendilerini vuracak hale geliyor. Hem enflasyonist artış başlıyor, ardından maliyetler aşağıda, bu sefer ciddi anlamda kendilerini de yaralayacak hale geliyor. 

Emre Alkin: Bu çok önemli bir tavsiye niteliğinde. Soğukkanlı olmakta fayda var demek ki. 

Abdullah Çörtü: OSTİM, kooperatiften şirkete evrilmiş bir yapı. Yani kooperatif olarak kuruluyor, üyelerini memnun ediyor, hatta o kadar memnun ediyor ki, “size bir de şirket ortaklığı vereyim” diyor. Normalde kooperatif ev verir, işyeri verir; fakat OSTİM gayrimenkulün yanında menkul de veriyor, yani hisse senedi de veriyor ortağına. Kooperatif şirkete evriliyor, şirkete evrilirken de yönetimde istikrar adına yeni kurulan şirketin yüzde 50’sini OSTİM Vakfı’na, yüzde 50’sini de kooperatif üyesi 2 bin kişiye veriyor; böylece çok ortaklı bir yapı olarak OSTİM Endüstriyel Yatırımlar ve İşletme AŞ kuruluyor. Bu 1998’de oluyor. Daha sonra 2012’de borsaya açıldıktan sonra ise ortak sayımız artıyor ve sürekli de değişiyor. Ben bu şirketin genel müdürüyüm. Şirketimizin en büyük özelliği OSTİM’de sistem entegratörü misyonuyla faaliyet göstermesi. OSTİM’in aslında diğer OSB’lerden ayırıcı özelliği de bu tip şemsiye kuruluşlar. OSTİM’in katma değerini, rekabet gücünü, marka değerini artıran kuruluşlar bunlar. Bir kısmı sosyal nitelikte, bir kısmı da ortak iradeyi temsil ediyor, örneğin kümeler gibi. Bir kısmı eğitim, örneğin üniversite gibi. Tüm bu kuruluşlar OSTİM’in gücünü artırıyor. 

Biz de ticari anlamda sistem entegratörüyüz. Ne yapıyoruz? Birincisi OSTİM’in değerini artıracak gayrimenkuller, iş merkezleri geliştiriyoruz ve yönetiyoruz. İkincisi OSTİM’de aktifi güçlü, pasifi zayıf olan firmalar var. Bankalar biliyorsunuz regülasyonları çok sıkı olan kuruluşlar. İsteseler de normal olarak birtakım esneklikleri gösteremiyorlar. Konusunda uzman olan ve çok iyi iş yapma kabiliyetleri bulunan firmalarla beraber proje ortaklığı kurarak, konsorsiyum oluşturarak büyük projeleri OSTİM’e getirmeye çalışıyoruz. Bunda da hem başarı örneklerimiz var hem başarısızlık örneklerimiz var elbette. Üçüncü başlıkta ihracata çok kafa yoruyoruz. Kendi bünyemizde faaliyet gösteren dış ticaret departmanımızla küçük işletmelerin ürünlerini alıp tek elden pazarlıyoruz. Bizim mal aldığımız firmalar zaten ihracat yapıyor, onların faaliyetlerini kısıtlamıyoruz, bizimki artı değer. Böylece 53 ülkeye ulaştık, kendi markamızla fuarlara katılıyoruz vesaire… Dördüncü başlık olarak Irak şubemiz üzerinden Irak’taki bağlantılarımızı kullanarak enerji başta olmak üzere oradaki projeleri takip ediyoruz. Ayrıca muhtelif sektörlerde faaliyet gösteren bağlık ortaklık ve iştiraklerimiz bulunuyor.

Genel olarak OSTİM’in ihracatı konusunda bilgi vermek istiyorum. Bölgemizden genel olarak üç tür ihracattan bahsedilebilir. Doğrudan OSTİM’deki adresinden OSTİM’li KOBİ’nin yaptığı ihracat bellidir; bilinir. Fakat üretimi veya ticareti burada ama adresi başka yerde olan şirketlerimiz de var. Veya adresi başka yerde olan bir firma ürünü OSTİM’deki KOBİ’den temin ederek ihraç ediyor. Bunları tespit etmek çok zor. Bir üçüncüsü ve daha önemlisi ise OSTİM’in en büyük özelliği olan yan sanayi. Mesela Aselsan’ın (veya başka birçok büyük işletmenin) ihraç ettiği ürünün içinde OSTİM’den tedarik edilen çok farklı nitelikte ve yüksek oranda ürün var. Bunları bilmemiz de çok zor. 

OSTİM’in en önemli özelliklerinden birisi de mikro işletmelerden oluşması. Burada derinlik yok, genişlik var. OSTİM’in en büyük avantajı bir müteşebbis inkübasyon merkezi olmasıdır. Büyük fabrikalardaki işçiler üretim bandının bir yerinde bir işlem yaparlar ama sadece onu yaparlar. OSTİM’de öyle değil. OSTİM’de daha çok sipariş usulü üretim olduğu için buradaki işçi üretim sürecinin tümüne hâkim oluyor ve zamanla, “Ben de kendi iş yerimi kurabilirim” iddiasına sahip oluyor. Bu mikro açıdan belki sakıncalı, mevcut patronu aslında bundan rahatsız oluyor ama makro açıdan bakınca ciddi bir zenginlik. Yani OSTİM sürekli müteşebbis üretiyor. Böyle bir altyapısı, böyle bir habitatı var. Çünkü 50 bin çalışan, 5 bin işletme, 10 kişi düşüyor firma başına. Çok sayıda mikro işletmenin faaliyet gösterdiği OSTİM’de bu işletmelerin karşılaştığı en büyük sıkıntılardan biri de regülasyonu ciddi olan kuruluşlarla karşılaştığında küçük işletmelerin yaşadığı problemlerdir. Regülasyonlar ve bunlar karşısında küçük işletmelerin durumunu ayrı bir başlık olarak ele almak lazım. 

Buraya gelirken şöyle düşündüm: Bu tip toplantılarda hep benzer şeyler söyleniyor. Yani gök kubbenin altında söylenmemiş şey yok ama bizim İsmail Usta buraya gelse ne derdi acaba diye düşündüm. Zannederim İsmail Usta şunu derdi: “Ya kardeşim vergi dairesi geliyor benden borcunu zamanında alıyor, keza elektrik borcumu, su borcumu zamanında ödemek zorundayım. Yoksa kesilir. Banka borcumu zaten ödemezsem katlanır gider. Belki takibe geçerler. Ücretleri ödemezsem işlerim durur. Onu da vaktinde ödemem lazım.” Peki o zaman İsmail Usta neyi ödemiyor sıkıştığı, piyasa daraldığı zaman? Komşudaki “Halil Usta”ya olan borcunu ödemiyor. Peki Halil Usta ne yapıyor? O da aynı şekilde ödemek zorunda olduklarını ödüyor ama tedarikçisi olan Veli Usta’ya olan borcunu erteliyor. Böylece piyasa kendi kendini finanse ederek hayatiyetini devam ettiriyor. Bazı alanlarda vadeler 7-8 aya kadar çıkmış durumda. Özetle bize finansman sağlaması gerekenlerden, sıkıştığımız zaman bizim yanımızda olması gerekenlerden fayda yok. Onlar esnemiyorlar. Piyasa kendi arasında birbirini idare ederek hayatiyetini sürdürüyor.

Veli Murat Çelik: Biz telekomünikasyon sektörü olarak biraz okumuş yazmış insanların sektörüyüz. Biraz havalıyız, pek İstanbul dışına çıkmayız, kolay kolay kamuyla, devletle pek işimiz olmaz. Bizim bakışımızda ana hedef hep operatör dediğimiz üç tane işletmecimizdir. Enterprise sektör ikinci seviyededir, üç operatör de yeteri kadar büyüktür. Nereden baksanız yıllık çok rahat 1,5-2 milyar dolara yakın capex-opex harcarlar, iyi paralar vardır. Bu sektörün de yüzde 99’u aslında global firmalar tarafından tedarik edilir, yönetimleri yapılır. Peki biz Türkler ne yaparız? Biz de “sistem entegratörü” dediğimizde güzel, havalı bir iş yapıyor görünürüz ama taşeronuz aslında. “Taşeronuz” dediğimizde “Aaa taşeronmuş” diyorlar, biz de bu yüzden “sistem entegratörüyüz” diyoruz, “localization, customization yapıyoruz” diyoruz. Halbuki birisinin yaptığı ana ürünün etrafına biz de birkaç tane inci boncuk diziyoruz ya da onların burada yapmak istemedikleri şeyleri yapıyoruz. Ama bu bile bize iyi para kazandırıyor, yüksek seviyede geçindirebiliyor. 

Türkiye’de telekomünikasyon alanında gerçekten bilgi var, insan var, fakat ortada bir ürün yok. Hep hizmet, yani ileri teknolojinin hizmetini sağlayan ülke olmuş Türkiye maalesef. Şimdi böyle bakınca OSTİM nedir, ne yapar? Dediğim gibi biz bireysel bir yeriz ama OSTİM’e geldiğimizde şunu gördük: OSTİM örnek bir alan! Bizim sektör “Böyle bir birleştiriciye ihtiyacımız var” diye OSTİM’i kabul etti. İlginçtir OSTİM “Ben birleştirebilirim buyurun” deyince Türkiye’nin her şehrinden bir sürü insan ve firma OSTİM’e geldi. Bizim firmamız Ankara’da değil. Biz 135 firmadan oluşan bir kümeyiz, herhalde en fazla 20’ye yakını OSTİM’dedir. Onun dışındakiler, İstanbul, Ankara gibi kentlerde, çoğu da teknokentlerde. Böyle bakınca OSTİM kendi kültür ve tecrübesini bizim sektöre aktarıyor. Bizim sektördeki firmalar genellikle “Yan yana gelelim de şunu beraber yapalım” demez kolay kolay. Gider kendi bildiği etki alanında bir şeyler yapar. Taşeron olduğumuz için de herkes birbirine bir nevi rakiptir bizde. Bugün bir işi siz alırsınız, bir anda 20-30-50-100 kişi koyarsınız, yüzde 15-20’yle patron olarak para kazanırsınız, operatör de bunu bilir, yarın bir ötekine “Sen almak istemiyor musun?” der, o da “Alırım” der, “O zaman ver yüzde 20 aşağı, sen al” der. Böylece 100 liralık bir iş üç sene içinde 30 liralara kadar iner. Herkes ölür, sonra tekrar ayağa kalkar, böyle bir sektörüz anlayacağınız. Dolayısıyla OSTİM’in bu birleştiriciliği bize ilginç geliyor. Birleştiricilik OSTİM’in doğal ortamı aslında. 

Tabii biz farklı bir yerden geliyoruz. Bizim sektör ileri teknolojiye dayanıyor. Yıllar geçtikçe sektörün içindeki elle tutulabilir, hardware / donanım dediğimiz kısım azalıyor ya da sıradanlaşıyor, commodity oluyor. Asıl onun içine koyduklarınız sizi farklılaştırıyor. Dolayısıyla bu bize bir fırsat tanıyor aslında. Fırsat da şu: Eskiden çip üretemiyorduk, özel bir donanım üretemiyorduk ki içine de o yazılımı üretelim, sonra da bunu yüksek teknoloji hizmeti olarak verelim. Fakat şu anda hepimizin kullandığı cep telefonları 10 sene öncesinin en kuvvetli sunucularından daha kuvvetli. Bugün baktığınızda bu yapılar bize bir fırsat açıyor değil mi? İşlemciler artık, COTS diyoruz, Commercial Off-The-Shelf, yani rafta hazır sistemler. Parasını verdiğinde hemen alabiliyorsanız o ürünü, isterse yedi yabancı yapsın bunun hiçbir bağımlılığı yok. Yani parayı verdiğinizde A, B, C herhangi bir dükkândan aldığınız bir şey aslında sizin malınız. Günü geldiğinde paranız varken verdiğinizde size bir şey vermiyorsa bağımlısınız orada. Dolayısıyla bağımlı olmayan bir donanımı alıp üzerine bir akıllı şeyler koyabilirseniz, bir anda baz istasyonu yapıyorsunuz, server yapıyorsunuz, firewall yapıyorsunuz, her şeyi yapıyorsunuz. 

Siz bir tank yapacaksınız diyelim, birisi size o tankın bir parçasını vermiyorsa yapamıyorsunuz tankı. Bizde de donanım bağımlıydı. Türkiye’de donanım üreticisi yok, yani ne işlemcisini ne o ileri teknoloji donanımı birleştiremiyorduk, dolayısıyla eskiden o alana giremiyorduk fakat şimdi 5 bin dolar veriyorsunuz, bir server alıyorsunuz, içine kendi yazılımlarınızı geliştiriyorsunuz, bir anda 50 bin dolarlık bir değeriniz oluyor. O server/sunucuyu orası vermezse öteki verir, yani o sunucunun tedarikinde bağımlı değilsiniz. Cebinizde 5 bin dolarınız varsa, o serverdan alabiliyorsanız, ortaya çıkan 50 bin dolarlık ürün sizin malınızdır. Tabii burada şu önemli: Bunu kim yapıyor? Akıl yapıyor, beyin yapıyor. Yani bizim şu anki elektronik haberleşme sektörünün temel maddesi, ana sermayesi ve ana gider kapısı insan ve bilgi. Kısacası çalıştırdığınız insan sizin ana gideriniz. Bizim şirketin şu anda yüzde 85’i insan maliyetidir, kalan yüzde 15’i de elektriktir, sudur, kiradır. Dolayısıyla biz bir bankaya gittiğimizde diyoruz ki, “Yüksek teknoloji içeren böyle bir şey yapacağız, 2-3 sene içinde 100 milyonluk - 500 milyonluk dolarlık bir şey olacağız”. “Neyiniz var?” diyor. Yani bir katılım bankasıyla konuştuk bunları, “Adam var” diyoruz, diyor ki “Biz adam parası ödemeyiz, personel parası ödemeyiz”. “Ne ödersiniz?” diyoruz, diyor ki, “Bir müşterimize üç tane kamyon aldık, çöp işine girecekmiş”. Başka biri 50 tane vakum makinası alacakmış falan…

Emre Alkin: Yeni bir yaklaşım istiyorsunuz yani.

Veli Murat Çelik: Tabii ki. “Biz software yazıyoruz” diyoruz, o kişi bize, “İstediğiniz software’e de para veririz” diyor. Diyoruz ki, “Vermeyin para, onu biz yazmak için uğraşıyoruz” ve sonunda anlaşamıyoruz, kalkıyoruz masadan. Bizdeki “değer” insan, o insanı orada tutabilirseniz… Tutamazsanız bunlar dünyanın her yerine gidiyor. Geçen haftanın kritik ve kötü haberlerinden bir tanesi, bir GSM işletmecimizin finans genel müdür yardımcısı çıktı dedi ki, “Biz Çin’den 500 milyon dolar vendor financing, yani satıcı kredisi aldık. Bu bizi çok güçlendirdi, ileriye doğru önümüzü daha rahat görüyoruz” dedi.

Emre Alkin: Özeti, Çin’den mal almışlar, Çin de onlara kredi vermiş.

Veli Murat Çelik: Özet şu: “Ben sana söz veriyorum Çin, Huawei, ileriye doğru 5 yıllık ne getirirsen senden alacağım, karşılığında da dünyanın en pahalı kredisini kullanacağız.” Aslında iki yıl ödemesiz, 8 yıl çok düşük faizle falan ama 0 faizle verilse ne olur? Onun içinde en az yüzde 30-40-50 ürettiğiniz mala göre zaten kârınız var. Yani bir bankanın yüzde 3-5 riskle sattığı bir krediyi onlar yüzde 40’larla satıyorlar. Biz işletmecilerimize gitsek desek ki, “Ben şöyle bir şey üretiyorum”, söylediği şu: “Sen küçük bir firmasın”. Yarın burada olup olmayacağını bilmiyorum.” Bakın biz finansmandan falan bahsetmiyoruz. “Ben bu ürünü alırsam, yarın da sen batarsan, ben bu ürünü ne yapacağım” diyor. Çünkü Ericsson batmaz, Huawei batmaz. Batar ama ona göre batmaz. Üstüne üstlük bir de diyorsunuz ki, “Bana biraz para verir misin?”. Diyor ki “Bizde ön ödeme yok, önce bir yap getir kabul edelim, ondan sonra bakalım”. Dolayısıyla vendor financing olduğu sürece biz “hiçbir şey yapmamaya” mahkumuz. Vendor financing nasıl yapılır? Biz Halkbank’la birlikte işletmecilerimize gidip, “Biz size 50 milyon dolar kredi veriyoruz ama siz de şu ürünü OSTİM’in kümelenmesinden alınız” diyebilsek. Bakın, para yok ortada. İşletmecilerimiz “tamam” diyecek. Sonra bu 50 milyon doları da veriyormuş gibi bize PO / sipariş & satın alma emrini çıkacaklar ve biz de evrakı alıp kendimizi fonlayacağız. 

Böyle bir şey olduğunda iki algı yaratıyoruz aslında: Bir, bunların arkasında bankalar var. İki, alacağım parayı aslında bana hiç ödeme, sen onu 8-10 yılda ödersin bize, işte hedge fonu olur ya da başka değerlendirme enstrümanları olur… Dolayısıyla bizim böyle bir şeye ihtiyacımız var. Biz bir ekosistem oluşturmaya çalışıyoruz. Çünkü Türkiye’de herkes tekil çalışıyor, bizim elemanlar hep dağınık vaziyette. Oysa dünyadaki örneklerinde olduğu gibi en azından 5-10 bin insanı bir araya toplamamız lazım. Bu ekosistemin içinde avukat da olmalı finansçı da olmalı. Ama fonlamalar bizimle beraber olursa bu ekosistemin bir anlamı olur. Bu neden gerekli? 

Bizim gibi ileri teknoloji yapıyorsanız bugün oturup yarın yapamazsınız. Bunlar uzun soluklu işler ve bizim işlerde sadece üniversite mezunu olmak yetmiyor, master’lı olmak da yetmiyor, doktora seviyesinde derinlik gerektiriyor. Böyle bir işe koyulduğunuzda en az üç sene sıfır satışla bir iş geliştiriyorsunuz. Üç sene boyunca 10 tane doktora seviyesinde kişi çalıştırmanın maliyeti kabaca, en iyimser durumda aylık 5 bin dolardan çarpın, dev paralar çıkıyor. Düşünün daha satış yok. Bunu sağlayabilecek, bunu kabul edebilecek bir ekosistem lazım, finansçının da bunu bilmesi lazım. Ama biz Türkiye olarak görüp de dokunmadığımız sürece bir şeye inanmıyoruz ya da aklımız ermedikçe inanmıyoruz. 

Son olarak da şu: Uzun vadeli krediler belki sağlanabilir ama bu sefer de devlet desteği olsun istiyorlar. Devlet destek olsun da bürokrasi ikide bir değişiyor, bu da işleri zorlaştırıyor. Bankaların da bir şekilde, “devlet desteği olmasa da bu işi yapar mıyım” demesi lazım. Yine de bu işlere en yakın banka Halkbank, Ziraat Bankası ve Vakıfbank, yani devlet bankaları… Ama gönül ister ki, kredi kullandığımızda bize daha uygun koşullar sağlanabilsin. Benim üç senelik bir çevrimi döndürmem lazım ki, ondan sonra para ödeyebileyim. 

Akman Karakülah: 53 yıllık sanayiciyim. Hala sabah 8:30, akşam 18:00 işimin başındayım. OSTİM’e 1986 yılında girdim. O günden bugüne kadar götürüyoruz. Bir anım var OSTİM’in kuruluşuyla ilgili: Rahmetli Cevat Dündar ve ekibi bir gün sanayiye geldi, biz o zaman yeni sanayideyiz. 

“Biz bir iş yeri kooperatifi kuruyoruz, katılır mısınız?” diye sordular. “Nereye kuruyorsunuz?” dedik, o zaman Yenimahalle var, Demet de yok. “İşte Yenimahalle’nin ötesine”, “Ne kadar ötesine?”, “7-8 kilometre var yol”. Biz de, “Biz Ulus’tan Dışkapı’ya müşteri getiremiyoruz, orada yol yok, otobüs yok, iş yeri yok. Nasıl yapacaksınız bu işi?” dedik. “Yapacağız” dediler. Yıllar sonra bizde OSTİM’e geldik. 25 metrekare bir yerde işe başladık. Bugün 10 bin metrekare civarında kapalı alanda 100’e yakın insanla işimizi sürdürüyoruz. 50’yi geçkin ülkeye ihracat yapıyoruz. Kauçuk yedek parça üretiyoruz. OSTİM’e geldiğimizde sivil toplum örgütleriyle de tanıştık. OSTİM Sanayi ve İş Adamları Derneği’ni (OSİAD) kurduk, sonra OSİAD AŞ’yi kurduk, çok ortaklı bir anonim şirket. Sonra hep beraber Anadolu Organizeyi kurduk. Dolayısıyla oradan Ankara Sanayi Odası’na kauçuğu temsilen gittik. Yaklaşık 10 yıldan uzun süredir orada görev yapıyorum, bu dönem de Ankara Sanayi Odası meclis başkan yardımcılığı görevini yapıyorum. 

OSTİM’in ve değerli başkanımızın da katkısıyla, OSTİM’de kauçuk kümelenmesini kurduk. Yaklaşık 58 civarında üyemiz var. Bu küme öncelikle yurtdışında kauçuk araştırmaya başladı. Nerede kaliteli kauçuk var, nasıl ucuza getirebiliriz diye çok ortaklı bir şirket kurmaya kalktık ama olmadı. Daha sonra atıklarımızı nasıl değerlendiririz diye bir fizibilite yaptık. Kurulduğumuz dönemde ihracat yapan sadece üç firmaydık, bugün 15’i geçti ihracat yapan firmalarımız. Geçen hafta da İtalya ve Avusturya’da firma ziyaretleri yaptık. Buralarda müşteri arıyoruz, gelişmeleri üyelerimize bildiriyoruz. UR-Ge çalışmaları yapıyoruz, ikinci Ur-Ge’mizi 2020’nin ortalarında bitireceğiz. Bu arada OSTİM’in sıkıntısı şu… Ankara’da herhalde 12-13 OSB oldu ama biz hala OSTİM 2’yi kuramadık. Başkanım çok uğraştı. Kuramayınca diğer OSB’lere dağılmaya başladık. İkinci Organize kuruldu, Anadolu kuruldu, Başkent, Hasanoğlan vs. diğerleri kuruldu. Şimdi uzay havacılık ihtisas kuruluyor ve hızlı da gidiyor, çalışmalarını yakından takip ediyorum. Eğer OSTİM 2’yi kurabilseydik, OSTİM’deki büyüyecek sanayicileri OSTİM 2’ye götürecektik ve orada yine birbirleriyle ilişkilerini sürdüreceklerdi. Başkanım var mı hala böyle bir çalışma?

Orhan Aydın: Yıldık. 

Akman Karakülah: Evet yıldık. Bürokrasiden yıldık. Dolayısıyla ömrümüz sanayide metalin, kauçuğun iziyle geçti, hala da geçiyor, hala uğraşıyoruz. Bu ülke bizim, bundan başka gideceğimiz bir ülkemiz yok bizim. Ömrümüzün yettiği kadar, gücümüzün yettiği kadar koşturacağız. İyi ki bankalar var, iyi ki Halkbank var. Çünkü ben şahsen bankayla büyüdüm. Eğer ödeyebileceğin bir kredi alırsan büyüyorsun. Ne aldıysam bankayla aldım. İş yeri aldık bankayla aldık, fabrika kurduk bankayla kurduk. Dolayısıyla bankalar olmazsa olmaz ama tabii bankaların da dönem dönem faizlerinde değişkenlik oluyor, faizler yükselince yatırım yapamıyorsun, düşünce de kredi almak zorlaşıyor. Yani iki taraftan da sıkıntılar oluyor. 

Enerji konusu önemli. Ben fabrikamın üzerine bir güneş enerjisi paneli yaptırmaya karar verdim, danışmanları çağırdım, baktılar, ölçtüler biçtiler, “tamam” dediler. KOSGEB’in de o dönem KOBİGEL diye bir projesi var, güneş enerjisine de destek veriyor. Üniversiteden hocalar geldiler, bizi dinlediler. Sorular sordular, biz de anlattık. 3-4 ay sonra bize “Sıralamaya giremediniz” diye bir bir yazıgeldi. Kim girdi? Bilmiyoruz. Şu an hala öyle bir çalışma da bildiğim kadarıyla yok. 

Türkiye’nin enerji sorunundan kurtuluşunun iki tane alternatifi var. Birisi güneş enerjisi, diğeri rüzgâr enerjisi. İşte buraya kurdu firmanın birisi, başkanım da çok uğraştı. Doğalgaz dönüşümlü santral, o da zarar etti, geri söktü aldı götürdü. Şimdi sıkıntı enerji. Güneş ve rüzgâr enerjisinin mutlaka devlet destekli olması lazım. Yurtdışında görüyoruz, İtalya’da bir şehirden bir şehre geçerken bir dinlenme tesisinde durduk. Park yerlerinin üstünü hep kapatmışlar, güneş enerjisi sistemi koymuşlar, çatıya güneş enerjisi sistemi koymuşlar, merdiven parapedi yapmışlar, parapedlerin üzerine de enerji sistemi kurmuşlar. Enerji sistemi artık olmazsa olmaz çünkü ülke olarak enerjiye çok ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç her geçen gün de katlanarak büyüyor. 

Halide Rasim: Öğrencilik yıllarımdan bu yana OSTİM’deyim. 80’li yılların ikinci yarısından itibaren OSTİM’e gelmiş bir aile şirketi, Rasim Makina’nın ikinci kuşak yöneticisi olarak çalışmaya devam ediyorum. Meslek seçimimi de buna göre yapmıştım, makina mühendisliği eğitimi üzerine. Önce farklı şirketlerde görev aldıktan sonra aile şirketine dahil oldum, aynı zamanda uluslararası şirketlere Türkiye’den tedarikçi bulma konusunda danışmanlık hizmeti vermeye devam ettim. Bu süre içinde TUBITAK mentorluk eğitimi, iş güvenliği uzmanlığı ve mesleki uzmanlık eğitimleri tamamladım ve son olarak ODTÜ, EMBA programı dersleri almaya başladım. Bir yandan kendimizi yetiştirmeye çalışırken bir yandan da sanayinin dertlerini kendimize dert edindik. 144 tane üretici firmanın üye olduğu İş ve İnşaat Makinaları Kümelenmesi – İŞİM’in yönetim kurulu başkanlığını yürütüyorum. İş Makinaları Mühendisleri Birliği Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak da 5 yıldır görev yapıyorum. 

İŞİM, OSTİM merkezde başlamış olsa da bugün artık tüm Türkiye’de farklı şehirlerden üyelerimizin olduğu daha ulusal bir kümelenme. Biz “ulusal” bir kümelenme olmayı, 12’nci senesini tamamlayan bir makine kümelenmesi olarak ülkenin makine kümelenmesi olmayı ve Türk iş makinası markasının bütün dünyada aranan bir değer olmasını önemsiyoruz, bütün çalışmalarımızı da bu misyon ve vizyon ile yürütüyoruz. Küme olarak halihazırda tamamlamış olduğumuz üç tane AB projesi var ki, bunlardan bir tanesi COSME projesi. Ticaret Bakanlığı ile yürüttüğümüz Ur-Ge projelerinin ise halihazırda dördüncüsü devam ediyor, üç tanesi tamamlanmış vaziyette. Ölçülebilir ticaret rakamlarında küme üyelerimizin geçmişe dönük ihracat rakamları elimizde mevcut. Özellikle Ur-Ge’ye katılan firmalarda çok net, yüzde 120’nin üzerinde bir gelişme kaydedildi. Hem ihracatta yeni pazarlar bulmada hem de rakamların artışında. Ben burada yüzde 99 KOBİ olmasının, özellikle de bu bölgede bu kadar yatay, derinliği olmayan çok sayıda işletme olmasını avantajdan çok dezavantaj olarak görmeye başlamış durumdayım. Özellikle de 2018’in ikinci yarısında yaşamış olduğumuz ani sarsıntıdan dolayı... Bunu tetikleyen birden fazla konu vardı ama bunlardan bir tanesi de gerçekten derinliğimizin olmamasıydı. İçerideki haksız rekabet önlenemiyor bir türlü.

Emre Alkin: KOBİ bizi bir yere getirse de yeterli ölçeğe ulaşamaması sebebiyle, özellikle dış şoklara karşı maalesef hassas firmalar bunlar.

Halide Rasim: Birden fazla etkisi var. Birincisi burada KOBİ sayısının çok olmasında bir sakınca yok aslında. Ama eğer biz eşdeğer KOBİ’ler yaratabiliyorsak bunda bir sakınca yok. Fakat biz piyasa gözetim ve denetimini çok uygulayabilen bir sanayi yapısında değiliz. Bu arada sanayi sanayi diyoruz da OSTİM’deki sanayi işletmelerinin oranı nedir, onu da sormak istiyorum. Çünkü OSTİM daha çok ticarethane olarak devam ediyor. Sanayiciler biraz OSTİM’in dışına çıktılar. Çünkü burada bulunmanın avantajları vardı, tedarikçiye ulaşmak çok kolaydı. Ancak yatırım maliyetlerimiz, makine yatırımlarımız, personel yatırımlarımız düşüyor olsa da ticarethanelerdeki ranttan dolayı iş yerinin maliyetleri çok yüksek olduğu için bu avantaj dezavantaja dönüşmeye başladı. 

Başka bir dezavantaj da biraz önce bahsettiğimiz o Ahmet Usta’nın yanında çalışan Mehmet Usta’nın, “Bunu ben de yaparım” deyip işini bırakması… Girişimci olmak o kadar kolay olmamalı diye düşünüyorum. Sorarsanız, herkes çok iyi girişimci. Evet işi başından sonuna kadar öğreniyoruz, sadece bandın başında yaptığımız işi değil bütün işi öğreniyoruz ama biraz öğreniyoruz. Bu “biraz”la da girişimci oluyoruz, sonra Mehmet Usta, Ahmet Usta’ya rakip oluyor… Bunu yurtiçinde yaptığınız gibi yurtdışı pazarlarda da yapmaya başladık. Buradaki girişimcilerin kalitesi veya piyasa gözetim ve denetimlerinin doğru yapılması, OSTİM’li sanayicilerin doğru tanımlanması, belki bir verimlilik merkezi ya da üniversitenin desteğiyle yapılacak bir değerleme merkezinin oluşturulması çok önemli. Ki biz bunun için de çalışıyoruz. Girişimcilerin bu merkezler tarafından bir sınıflandırmaya tabi olması gerektiğini düşünüyoruz. OSTİM bunu yapabilir. 

Finansman konusuna gelince… Ülkemizde devlet desteklerinin yetersiz olduğunu düşünmüyorum, doğru şekilde dağıtılmadığını düşünüyorum sadece. Siz batmak üzere olan bir firmaya 50 bin lira vererek, en fazla iki ay daha iş yapmasını ve aslında bölgeye olan borcunu artırmasını sağlarsınız. İki ay daha kalp masajı yaparsınız ama kriz büyür. 

Bir konu daha var; ihracatta birliktelik! Yani küçük küçük her birimizin tedarikçi olduğu bir işletmeye aslında hep beraber gidip ortak bir anlaşma yapmamız gerekiyor. Ortak satış ve satış sonrasını kast ediyorum. Satış sonrasını veremediğimiz bir pazarda makine satmamız bizim ihracatımızı sürdürülebilir kılmıyor. 

Emre Alkin: Ortak bir satış sonrası servis düzeyine geçilmesini kast ediyorsunuz.

Halide Rasim: İhracatta bunun desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Adem Arıcı: Biz Bölge Müdürlüğü olarak bölgedeki firmaların tüm iş ve işlemlerini tek durak ofis mantığıyla çözümleyen, müşteri memnuniyeti odaklı hizmet üreten bir kurumuz. Bu kapsamda OSTİM’deki birçok bankayla çalışıyoruz ama bizim birinci bankamız Halkbank. Bütün operasyonları Halkbank üzerinden yapıyoruz ve ondan dolayı da teşekkür ediyoruz Halkbank’a verdiği desteklerden dolayı. OSTİM’de yaklaşık 6 bin 200 tane işletme bulunmakta. Bunların elektrik tahsilatlarının büyük bir bölümünü de yine Halkbank üzerinden yapıyoruz. Fakat son iki yıldır elektrik tahsilatında zorluklar yaşıyoruz. Ama biz yine de yönetim kurulu olarak firmalarımıza herhangi bir kesinti yaşatmamak için ve zora girmesinler diye olabildiğince bütün şartları zorluyoruz. 

Tabii Bölge Müdürlüğü olarak buradaki firmalara, işlerini kolaylaştırma ve onlara destek olma noktasında hizmet veriyor, onlara verdiğimiz hizmetin kalitesini de sürekli ölçmeye çalışıyoruz. Sonuçlara göre de gerekli olan iyileştirmeleri yaparak ilerliyoruz. Bölgemizde birbirinden nitelikli yedi tane kümelenme faaliyeti devam ediyor, onların her birinin ihracatı geliştirme projeleri var. Bunlara da OSTİM OSB olarak destek oluyoruz. Önceden daha çok destek verebiliyorduk, fakat yapılan faaliyetlerin geri dönüşlerinin süresi 1-1,5 yıla kadar uzadığı için ekonomik desteklerimizi maalesef son dönemlerde daha az verebilir duruma geldik. 

Bölgemizde Ar-Ge’ye yönelik çalışan pek çok firma bulunuyor. Bölgemizde iki teknoparkımız var, bir tanesi ODTÜ’nün, bir tanesi de kendimizin, yedi farklı üniversitenin ortak olduğu OSTİM’in teknoparkı. Özellikle üretime dayalı teknopark olması nedeniyle bizim kurmuş olduğumuz OSTİM Teknopark, oldukça ilgi görüyor. Üretimin olması, atölyelerle birlikte Ar-Ge ofislerinin de aynı bölgede olması ve seri üretime imkân vermesinden dolayı buradaki atölye ve Ar-Ge ofislerine talep çok fazla. Öte yandan, OSTİM OSB artık şehrin içinde kalan bir bölge oldu. Bundan dolayı 14-15 yıl önce OSTİM’in çevresini, fiziki imkânlarını ve görüntüsünü değiştirecek bir proje çalışması başlattık. Bu proje için yaklaşık 10 yıl boyunca büyük uğraşlar verdik. Değişim ve dönüşüm çalışmalarına başlamış durumdayız. İmar barışı her ne kadar çalışmalarımıza biraz zarar verse de bu dönüşümü daha da hızlandıracağız. 

Tabii bizim hayalimiz şu: OSTİM’de teknoloji odaklı firmaların, daha büyük üretim yapanların, katma değeri daha yüksek üretim yapanların, Ar-Ge ile üretim yapanların burada kalmasını istiyoruz. Onun dışında, yine bölgemizde sanayicilerimizin aramış oldukları nitelikli elemanları bulan ve onları buluşturan, İŞKUR’la koordineli çalışan bir OSTİM İstihdam Ofisi merkezimiz bulunuyor. Bu merkezimiz, iş arayanlar ile eleman arayanları buluşturuyor ve bölgemizdeki firmaların ortak insan kaynakları departmanı gibi çalışıyor. Bunun yanı sıra yine bölgemizdeki OSTİM Teknik Üniversitemizden beklentilerimiz çok yüksek. Bu projemize çok inanıyoruz ve buradaki sanayicilerimizin nitelikli eleman ihtiyacını karşılayacağından şüphemiz yok. Fakat biz daha önceden bu OSTİM Teknik Üniversitemize model olan bir çalışma başlatmıştık. Gazi Üniversitesi’yle yürütmüş olduğumuz üç sömestr uygulamalı bir meslek yüksek okulumuz var. Ara eleman değil de aranan elemanların yetiştirildiği bir okul burası. Her yıl 500-600 mezun veriyor ve mezunların tamamı buradaki firmalarda işe yerleştiriliyor. Özellikle mühendis ve usta arasındaki aranan eleman ihtiyacının karşılanmasına yönelik örnek bir çalışma olan bu uygulamamızın, diğer bölgelere taşınacak başarılı bir model olduğunu düşünüyorum.

Yaşar Özelge: Ben olaya biraz değişik bakmak istiyorum. 1975 senesinde şirketimi kurdum, bankalarla ilk temasım da o zaman oldu. İki tane özel bankayla çalışıyorduk, bir gün Halkbank müdürü ziyaretimize geldi, “bizimle de çalışın” diye davet etti, biz de gittik. Şubeyi tanımlıyorum; bir grup orta yaşın üzerinde çalışan insanlar var, kollarında şu eski kolluklardan takılı. Orada bir memur var, o imzalıyor yetkiliye, yetkili imzalıyor şefe, şef imzalıyor müdüre… Beş tane imza var. Dedim ki müdüre, “Sayın müdürüm burada çalışılmaz ki, bu beş imza yarım saat, bir saatimizi alır ama özel bankada bunu biz çok daha hızlı yapıyoruz. Onun için siz sistemi değiştirin”. Neyse ki sistem Pamukbank’ın Halkbank’a katılımıyla değişti. Sayın Hüseyin Aydın Bey de oraya çok büyük bir ivme getirdi ve o zaman biz de çalıştık. 

Ben bir kooperatifin başkan yardımcısıydım, 155 adet 1000 metrekare büyüklüğünde imalathaneler yaptık. O süreçte Halkbank bize istihkaka dayalı 20 trilyon lira kredi verdi. O işi bitirdik, çok da güzel oldu, teşekkür ettik Halkbank’a, çünkü böyle bir işi yapabildik. İkincisi, daha eskiye göre söylüyorum, sanayide olup da Halkbank’ta işi olmayan kimse yoktur. Herkesin Halkbank’a bir yolu düşer. Çünkü kredi alacaktır, envanterini verir, parasını alır, bilmem ne yapar, çok güzel diyaloglar olur. Onun için teşekkür ederiz size.

Ahmet Mithat Ertuğ: 55 yıllık imalatçıyım. 40 yıldır da OSTİM’deyim, bu sene 40’ıncı yılım doluyor. Yani OSTİM’in tarihi eserlerinden biriyim(!) Biz buraya 1979’da geldik, o zamanlar 10 firmaydık OSTİM’de. Bugün OSTİM, kurumlarıyla beraber çok büyük bir OSB oldu, iletişimden ulaşıma kadar değer kazandı. Firmam üç sektörde devam ediyor; enerji, savunma ve sivil havacılık üzerine. Sivil havacılıkta, Boeing’de yaklaşık 350 parça, Airbus’ta 375 parçamız bulunuyor. Savunmada da Atak olsun Hürkuş olsun onların uçuş kontrol sistemlerini üretiyoruz. Yine savunmada zırhlı araçların ateşleme sistemlerini üretiyoruz. Enerjide pano tip ölçü aletlerinden yüksek gerilimli emniyet teçhizatlarına kadar üretim yapıyoruz. 190 tane personelimiz var, bunlardan 30’u mühendis. Şu anda Ar-Ge merkezi olma çabalarımız var. Mümkün olduğu kadar kulvardan kopmamaya çalışıyoruz. 

Esasında bizim kümelenmemizdeki en önemli sacayaklarından biri kamu. Kamu olmazsa bunların bir kısmını yürütmemiz mümkün değil. Tabii her şeyin önünde para, finans. Birileri bizden züğürt, biz onlardan züğürdüz onun için hiçbir şey yapamıyoruz. Yurtdışındaki muhataplarımız karşılarında garantör firma görmek istiyor, biz de burada KOBİ’lerimizi on misli büyütmek istedik. Fakat bu amacımıza ulaşamadık. Bilhassa bu HAB bölgesindeki OSB’de… Amacımız hem TAİ’nin arkasında kuvvetli bir alt yüklenicilik göstermekti hem de KOBİ’yi on misli büyütmekti. Çünkü karşı tarafın sizi kuvvetli görmesi gerekiyordu. Bunları ısrarla anlatmaya çalıştık. Dedik ki, “On misli KOBİ deyince on misli istihdam sağlanacak, on misli istihdam da on misli katma değerdir”. Altyapı parası olarak 400 milyon liraya ihtiyaç vardı o dönem, “400 milyon lirayı iki senede katma değer vergisinden amorti edeceksiniz” dedik ama anlatamadık bunu kimseye. 

Emre Alkin: Efendim malum-u aliniz, sanayi 4.0’dan bahsetti sayın başkan. Bunun arkasından biliyorsunuz sanayi 5.0 geliyor. Sanayi 5.0’ı anlatayım; tamamen çoklu bulut sistemleri ve kendinden otomasyonlu fabrikalardan bahsediyoruz. Yani artık aslında mavi yakalıların hiç çalışmadığı, hatta beyaz yakalıların pek çok fonksiyonunun da yapay zeka tarafından yerine getirildiği, bu yüzden meslek lisesine falan ihtiyaç duyulmayacağı yeni bir dönem söz konusu. OSTİM var olacak biz bunu biliyoruz ama OSTİM tabii ki teknolojinin en son olanakları ve mümkünse de 5G’nin sayesinde otomasyonu en iyi derecede kullanan bir şekilde var olacak. Şimdi bunlarla alakalı bir vizyon turu yapacağız. Yani ne olacak? Ne bekliyorsunuz? Bu dönüşümü gerçekleştirmeye hazır mıyız? KOBİ ölçütünde olmak bir kurtarıcı mıdır? Çünkü devasa bir firmanın kendini dönüştürmesi o kadar kolay değil. Örnek vereyim; Bursa’da, Adana’da sanayiciler binlerce insan çalışıyor diye övünüyor, ben de diyorum ki, “Siz bir yanlışlık içerisindesiniz büyük ihtimalle.” Çünkü artık binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar ancak Çin’de, Endonezya’da falan var. Onlar da lastik ayakkabı falan üretiyorlar… Böyle bir şey mümkün değil. Dolayısıyla insan kaynağının farklı bir yere doğru gitmesi lazım. 

Begüm Şahin: OECD’nin 2016 Türkiye’nin Bölgesel Rekabetinin Değerlendirmesi Raporu’ndan alıntı yapacağım. Tabii bu OSTİM özelinde değil ama Ankara özelinde. Ankara bölgesi yüzde 2,7’lik oranla yüksek teknoloji üretimi ve bilgi yoğun hizmetler sektöründeki istihdamı birinci sırada götürüyor. AB ortalaması da ilginç bir paya sahip; yüzde 3,4. O yüzden çok iddialı bir noktadayız ama Türkiye’nin genel ortalaması yüzde 0,72. URAK 2018 raporunda da yenilikçilik alt endeksi ki 12 değişkenden oluşuyor, bunlar patent tescil sayısı, marka tescil, faydalı model, endüstriyel tasarım tescil, Ar-Ge merkezi sayısı, teknopark, teknokent sayısı, ön kuluçka, kuluçka merkezi, tasarım merkezi, yüksek teknoloji ürün ihracatı, bilimsel yayın sayısı ve bilimsel yayınlara yapılan atıf sayısı. Burada da yine Ankara 2017 yılından beri ikinci sırada yer alıyor, birinci sırada İstanbul var. Bu noktada Ankara’nın küçümsenmeyecek bir potansiyeli olduğunu görmekteyiz.

Bizim kendi teknopark firmalarımız imalat sektörüne yoğunlaşmış durumda ama belki sektörel bazlı teknoparklar ortaya koymak bir sonraki hedef olabilir. Mevcut yapımızda belki böyle bölümlemeler olabilir. İkinci bir husus da bizim üniversite olarak firmaların Ar-Ge merkezine dönüşme konusunda vereceğimiz destekler. Sayın Rektörümüz de bu konuya önem veriyor. Bunun nedeni de bir firmanın tabi uygun kriterlerdeki herhangi bir TGB’ye taşınma durumu olmadan Ar-Ge merkezine dönüşmesi ve 5746 sayılı kanunun avantajlarından faydalanması. Yani 4691’le kıyaslayınca benzer avantajlar. Bu da mevcut yapısını korumak isteyen firmaların dönüştürülmesi projesi aslında. Biz bu konuda da destek vereceğiz.

Emre Alkin: Veli Murat Bey’e sözü vermeden önce Türkiye’nin internetteki geniş bant hızını size söylüyorum. Madem sanayi 4.0’a geçiş yapacağız, 2018 rakamı Singapur 153 Mbps, Almanya 48 Mbps, Suudi Arabistan 19 Mbps, Türkiye 16 Mbps haberiniz olsun. Yani 4.5’te falan değil 3’ten halliceyiz. Dolayısıyla sanayi 4.0’a geçeceğiz ama 2 sene evvel yan yana olduğumuz İtalya şimdi bizim iki katımıza çıkmış, 31 Mbps. Yine kötü ama bu tabii ortalama rakam. Şimdi ne diyeceksiniz? 5G’ye ulaşmak için 5 milyon kilometre fiber optik kabloya ihtiyaç olan memleketimizde Stockholm’ün 1/7’si kadar, 350 bin kilometre fiber optik kablomuz var ve biz sanayi 4.0’a geçiş yapacağız. 

Veli Murat Çelik: İbn-i Sina’nın geçenlerde bir lafını duydum, sürekli kafamda dönüp duruyor. Diyor ki, “Bilim ve sanat kendine değer vermeyen toplumları terk eder”. Çok doğru bir laf, bizim Türkiye’deki durumumuza bakınca, bana çok da acı gelen bir laf. Eğer yaptığınız şey bilim ve sanatsa ve bunun bir huzur, takdir karşılığı ve ek olarak parasal değeri yoksa, çünkü sadece para yetmez insana, onun bir huzur vermesi lazım ve takdir görmesi lazım, bu kişiler gider. Mühendis gözüyle bakınca gidiyorlar. Türkiye’nin en iyileri gidiyor. Bu noktada düşüncemi, genel çerçevede söyleyeceğim şey ifade edecek. Teknolojiyi üç seviyeye bölüyorlar: Alt seviye, orta seviye, üst seviye. İleri teknolojinin içinde bir haberleşme var, iki tıp var ama böyle cihazlar değil genetik içerikli tıp var, bir de uzay var bildiğim kadarıyla. İleri teknoloji gelir anlamında, gelişmiş ülkelerinin toplam gelirinin yüzde 15 kadarını oluşturuyor. Büyük para orta seviye teknoloji sayesinde üretiliyor. Alt seviye teknoloji ise karın doyurmak gibi işler ve hizmetler olabilir, hiçbir zaman terk edemezsiniz ama oradan da bir ülkeyi öteye götüremezsiniz. Fakat orta seviyedeki teknoloji bir ülkeyi kalkındırıp döndürürken onun da şartı üst seviye teknolojide payınız var mı? Oradan bir şey üretip aşağıya vermezseniz orta seviye teknolojiyi hep başkaları yapıyor ya da başkaları size getiriyor. 

Şimdi belki biraz erken olacak ama dünyada fiber kurmaya çalışıyoruz, çok önemli, çünkü fiber taşıyor datayı. Ama belki de fibere gerek kalmayacak. Benim bir öngörüm var. İlk fırlattığımız uydular jeosenkron uydulardı. Dünya etrafında sürekli bölgemize bakarak bizimle beraber dönüyordu, bölgeseldi yani. Sonra birkaç tane daha attık, “dünyayı kapsadık” dedik. Şimdiyse uydular yavaş yavaş aşağıya iniyor. Belki de atmosferin olduğu, uçakların çıkmadığı, hemen yukarıda iklimsiz bölgede, adına uydu, uçak ya da hava aracı diyelim, binlerce atılacak ve o binlerce cihaz bir nevi bizim baz istasyonlarımız olacak. 

Emre Alkin: Çok alçak yörünge uydusu yani.

Veli Murat Çelik: Evet, Ultra-low Orbit Satellite dedikleri uydular Iridium’la başladı 90’lı yıllarda, firma battı, satıldı, şu oldu bu oldu, aşağı doğru gidiyor geliyor. Mesela bizim OSTİM’de bir balon projesi var, ilginçtir çok vizyoner bir proje bu. İlk başta ben de “Balonla ne işimiz var?” diyordum ya da “Balon gerçekten her işi çözer mi?” diyordum ama gerçekten çok vizyoner bir proje. Baktığınızda basit gibi duruyor. Facebook bugün “balonlarla dünyaya internet basarım” diyor. Ellon Musk, Space-X’le uzaya mı gidiyor? Yarın ne yapacak bu adam bilmiyoruz. Belki de bizim Türkiye’de 50-100 bin tane baz istasyonu oldu ama baz istasyonunun arkasına eğer fiber çekmezseniz, elinizdeki telefonda görüntüde 4G de olur 5G de olur, ancak gerçekte hızınız çok düşük. Dolayısıyla bugün fiberi yaygınlaştıracağız ama yarın bir sonraki adımda bu roketleri planlamamız, bu konuda hazırlıklı olmamız lazım. Yoksa başkasının yapay zekasının kölesi oluruz bu memlekette. 

Emre Alkin: Çok güzel şeyler söylediniz. Ben de çeşitli ülkelerdeki 1 milyon kişiye düşen araştırmacı sayılarıyla ilgili bir bilgi paylaşayım sizinle; İsrail 8250 kişi, Güney Kore 7113, Japonya 5210, Almanya 5 bine yakın, İtalya 2131, Türkiye 1216. 

Gülnaz Karaosmanoğlu: Herhalde 4-5 yıl oldu, endüstri 4.0 ve gelecek kurgularının, yeni teknolojilerin anlatılmaya başlandığı… Adeta üzerimize bomba gibi yağıyor o gelecek fotoğrafları. Fakat geleceğe nasıl gideceğimizle ilgili somut bir bilgi yok. Bizim de en büyük derdimiz, bütün bu fütürist fotoğrafların içinde geleceği okuyamamak, yol haritası çizememek. Çünkü sektör öngörüsü hiçbir yerde yok. Yani bir DPT vardı; iyi kötü sektörlerin analizini yapan, gelecek okumasını yapan, yol haritasını çizen bir mekanizmaydı. Ki, onu bile beğenmiyorduk. Şimdi ise geleceğin okunamadığı bir yerdeyiz. Hiç kimse okuyamıyor çünkü oyunun kurallarının çok değiştiği bir dönemdeyiz. Yani bu böyle yıllar içinde teknolojinin gelişimi falan değil, oyunun ters döndüğü bir durum. O yüzden mesela ofisim özelinde, kümeler özelinde önümüze koyduğumuz ödevler var. Çok basit aslında, biz iyi makinecileriz, talaşlı imalatçılarız. Soru şu: Talaşlı imalatın önümüzdeki 5-10 yıl içindeki geleceği 3D printerlar karşısında nedir?.. Fakat talaşlı imalatın geleceğini okuyan bir üst akıl bulamıyoruz. Yani ortak aklın yanı sıra bir üst akla da ihtiyacımız var. Dolayısıyla bu üst akla, bu kaynağa ulaşamadan bizim o vizyonu çizmemiz mümkün değil. Biz büyük ana sanayinin de arka bahçesiyiz, onların doğal yatırımcıları ve destekçileriyiz. Bir sürü yatırım var, bu bizim hem entelektüel anlamda hem de yatırım anlamında gücümüz. Bunları altımızdan çektiğiniz anda hep birlikte boşluğa düşecekmişiz gibi geliyor, imalat kalabalığımıza baktığımda.

Emre Alkin: Yine doğru veriye hâkim olma hem de bu veriyi doğru şekilde işlemekten bahsediyoruz.

Gülnaz Karaosmanoğlu: Ben üye firmama OSTİM yönetimi olarak, “Bak bu makinalara bu yatırımı yaptın, hatta 5 yıllık borçlanmalara girdin ama sen bu makinayı bitirdiğinde artık senin karşına sadece bir firma değil teknoloji rekabeti çıkabilir” diyebilmek istiyorum ama bunun yerini bulamıyorum, devletin hiçbir yerinde bulamıyorum. Dünyanın bir yerlerine baktığımda da paralı raporlarla bulabiliyorum. Zaten o raporlara ulaşabilmek ayrı bir şey, satın almak da ayrı bir şey. Bunun altını çizmek istiyorum, gelecek okuması yapan akıllara ihtiyacımız var, bilgiye ihtiyacımız var. Bunun haricinde konuştuğumuz her şey eski oyunun kuralları içinde kalıyor ama birileri başka yerde başka bir oyun kuruyor. Bambaşka bir teknoloji bu, sıradan bir teknoloji gelişimi gibi görünmüyor. Bu sanayi bölgesi sınırları içinde, otomasyona geçerek, birbiriyle konuşan, kaynaklarını birlikte kullanan bir ekosistem oluşturabilirsek hem bizim için hem de Türkiye için enteresan bir durum olabilir. Bunu da bir fırsat olarak görüyorum. Ama mutlaka teknolojinin gittiği yere, özellikle de güçlü olduğumuz makine ve talaşlı imalata ilişkin bir gelecek okuması yapabilmemiz lazım.

Kemal Önder Kefoğlu: OSTİM’in yapısı küçük ve orta ölçekli şirketlerden oluşuyor. Hatta bir sürü ticari işletme de var diyoruz. Burası genellikle ara mal üreten bir sanayi bölgesi, nihai mallar üreten bir yer değil OSTİM. Asıl parayı kazanan da nihai malı üreten şirketler. Nihai mal üreticileri ara mal üretenleri fiyat düşürmeleri için sıkboğaz ediyor. Öyle olunca da bu ara mal üretenler ortadan kalkmak zorunda kalıyor. Ondan sonra nihai mal üretenler nasıl üretecekler onu bilemiyorum ama nihai mal üretmek önemli bir şey. Nihai mal üretmek için ne lazım KOBİ’lere? Dedik ki, KOBİ’ler inovasyonun, yeniliğin doğduğu yer. Büyük firmalar gittikçe hantallaşır. Burada Ar-Ge merkezlerinden bahsedildi, Ar-Ge merkezi doğru bir yaklaşım ama yalnız Ar-Ge merkezi üzerine gitmemiz bence doğru bir şey değil. HP çok büyük bir firma ama biliyor musunuz, HP’de hiçbir Ar-Ge ekibi beş kişiden fazla olamaz. Çünkü beş kişiden fazla olduğunda o iş bitmiyor. Dolayısıyla küçük firmaların Ar-Ge’sinin de çok büyük önemi var, illa Ar-Ge merkezi Ar-Ge merkezi diye bir şeyin peşine takılıp gitmemiz çok doğru değil. 

Burada firmaların önündeki bariyer nedir diye soruyoruz… Türkiye’de sıhhatli bir sermaye birikimi yok. Bunu neyle takviye edebiliriz? Gelişmiş ülkeler bunu venture capital (risk sermayesi) ile hallediyor, bankalarla değil. Evet bankaların standartları çok sıkı ama gelişmiş ülkelerde finans kuruluşları bir kumar parası ayırıyor. Venture capital demek kumar parası demek. 10 tane firmaya başlangıç sermayesini veriyor, o firmalara yüzde 30-40 ortak oluyor ama kendisi yönetimde değil. Beş yıl sonra bakıyor, bu firmalardan kaçı battı kaçı çıktı? Yedisi battı, üçü çıktı, tamam diyor. Beş yıl sonra o çıkan üç tanesinin borsadaki değeri ne oldu? Hisseleri satarsak ne olur? Şu kadar kardayız. Satıyor hisselerini borsada. Evet diyor şimdi ne yapıyoruz, kırmızı dokuza mı bastıracağız yoksa siyah bilmem neye mi bastıracağız? Yani rulet masasında olduğu gibi. Elde ettiği o kârı yeniden başka küçük firmalara yatırmaya başlıyor. Gelişme böyle oluyor. Yani büyük bir firmada çalışan üç kişinin akıllarına bir fikir geliyor, ayrılıp küçük bir şirket kuruyorlar. Bu şirketin yaşayabilmesi için onu yaşatabilecek mekanizmaların kurulmuş olması gerekiyor. O küçük şirket büyüyünce ondan da ayrılan üç kişi, beş kişiyle bir sürü yeni şirketler doğuyor. Microsoft’a bakın, Microsoft bir bankadan kredi alacağı zaman “Senin hangi makine ve teçhizatın var?” diye sorsalardı, dediğiniz gibi, “Benim şu kadar bin insanım var” diyecekti. 

Hindistan’a bakın, Hindistan stratejik bir karar aldı, dedi ki en ucuz yatırım nedir? Bende adamdan bol bir şey yok, 1 milyara yakın nüfusu var, bunların önüne birer tane ekran koymak en ucuz yatırım. Koyarım dedi, yazılım geliştiririm, ben 10 yıl sonra yazılımdan 50 milyar dolar ciro yapacağım dedi. Bizim bunlardan ders almamız lazım diye düşünüyorum. Şimdi gelelim iş almaya. Eğer OSTİM’deki firmalar, KOBİ’lerimiz kamudan iş alamıyorsa bunu nasıl çözeceğiz? Biraz önce söylediğim, ABD’deki kanunun 11. kısmı diyor ki, “Kamu bir yıl içinde vereceği ihalelerin en az yüzde 23’ünü KOBİ’lere vermek mecburiyetindedir”. En az yüzde 23’ünü ben Aselsan’a vereyim, sen Aselsan’a taşeronluk yap değil, ana yüklenici olarak verme mecburiyeti var. Bu yüzde 23’ün içinde bakın neler var: Yüzde 5 dezavantajlı küçük şirketlere, yüzde 5 kadın girişimcilerin sahibi olduğu küçük işletmelere, yüzde 3 geri kalmış bölgelerdeki küçük işletmelere, yüzde 3 de gazilere ait küçük işletmelere verilmek zorunda. Kamu kuruluşları bu kurallara riayet etmedikleri takdirde ceza alıyorlar. Çünkü diyor ABD, benim ekonomim böyle büyüyebilir ancak, bunları korumamız lazım diyor. 

Ahmet Mithat Ertuğ: Endüstri 4.0, sayısallaşma, yapay zekâ vs. Aslında bunlar Türkiye’de talebe göre zaten kullanılan teknolojiler. Endüstri 4.0 diyoruz ama hangi sektörde endüstri 4.0? Önce onu düşünmek lazım. Endüstri 4.0’ın getirecekleri ve götürecekleri nedir? Eğer çok seri bir imalatınız varsa rekabet için endüstri 4.0 kaçınılmaz bir şey. Seri imalatla uğraşan, otomobilcilerden tutun beyaz eşyacılardan çıkın bunların hepsi zaten anlık, saniyelik irdeliyorlar üretim süreçlerini. Bunlar halihazırda var olan şeyler ama nedense 4-5 senedir bunlar öne çıkarıldı.

Emre Alkin: Kaçınılmaz olan şeyler, oraya doğru gidiyoruz. Ben de şöyle bir ek yapayım: 1970’li yıllarda yapılan bir araştırma, fabrikasyon faaliyetinin fiyat içindeki payını yüzde 26 civarında gösteriyor, Yüzde 24-26 arası. Bugün itibarıyla fabrikasyon faaliyetinin fiyat içindeki payı yüzde 11’e düşmüş durumda. Fabrikasyondan önce ve sonra yapılan işlemin fiyata korkunç katkısı var. Sayıyorum; Ar-Ge, tasarım, marka, teknolojik altyapı, insan kaynağının eğitimi, fiziki altyapının yeterliliği vesaire… Bunun üzerine, fabrikasyon sonrası hizmetler; satış, tahsilat, pazarlama, reklam, lojistik, fuar… Yani firmanın varlığını kanıtladığı an fiyata da değer kattığı ortada. Geçenlerde iki kişi bana kendi ağzıyla yakalandı. Bir tanesi ayakkabı sektörünü temsil ediyor, “Hocam sen ne diyorsun? Televizyonda bize yükleniyorsun, 10 euronun altında Almanya’ya ayakkabı bile ihraç ediyoruz biz” dedi. “Bununla nasıl övünüyorsun anlamadım ki” dedim. 10 euronun altında ayakkabı ihraç edip övünen ancak Türkler olabilir. İkincisi tekstil ve hammaddeleri sektörünü temsil eden saygıdeğer başkan televizyonda dedi ki, “Hammaddenin fiyatı düştü diye bizim de fiyatımız düştü”. O da kendi ağzıyla yakalandı. Yani demek hammaddenin üzerine hiçbir şey koymadan satıyor bunlar. Katma değer üretmiyorlar. Elbette siz farklısınız, burası çok farklı bir yer. 

Çok tuhaf gelişmeler var. Örneğin Nike şöyle bir gelecek öngörüyor: Diyor ki, “Artık ayakkabı üretmeyeceğim, herkes evine üç boyutlu yazıcı alacak, benim internet sitemden istediği ayakkabının dosyasını indirecek, üzerine kendi isminin yazıldığı spor ayakkabıyı o yazıcıda basacak. Yani aslında üretmek değil tasarlamak bundan sonra çok daha önemli hale gelecek. Tasarlamak için de çok iyi bir eğitim lazım. Ama maalesef ülkemizde eğitim kurumlarının konuşlanmasına, açılan liselerin tipine, tarzına falan baktığınızda biz buraların yanında bile değiliz. Hiç değiliz. Bir beton santralinde bile çalışamayacak gençleri üretiyoruz ama tek yaptığımız inşaat. Meselenin özü bu. Bu arada en iyi beyinleri de yurtdışına kaptırıyoruz. Burada sağlık ocağından çıkan Aziz Hoca, ancak yurtdışında bulduğu olanaklarla Nobel Ödülü’ne ulaşabiliyor. Demek ki bizde bir eksiklik var, yani bunu kabul etmek zorundayız. 

Üstadımım hatırlattığı, İbn-i Sina’nın dediği gibi, bilim ve sanata ve benzer faaliyetlere önem vermezsek bizi terk ediyor, terk ettiği de ortada zaten. Dolayısıyla benim buradan anladığım kadarıyla aslında hepimizin derdi ortak. Teknolojik altyapıdaki durumumuz, eğitim konusundaki durumumuz ortada. Geleceği yakalamak konusunda bize net bir vizyon da ortaya konulabilmiş değil. Bugün baktığımız zaman kritik karar alıcılar da sizlerin yaptığı bu güzel işleri görecek durumda değiller, feci meşguller çünkü. Günlük meselelerle çok meşgul olduğunuz zaman kısa vadeli çözümler üretiyorsunuz, kısa vadeli çözümler de uzun vadeli dertler çıkarıyor ortaya. Kamu korkunç genişlemiş, dünyanın her yerinde resesyondan çıkış amacıyla kamu da genişleyince, kamuyu doyurmak hükümetlerin birinci vazifesi haline gelmiş. Dolayısıyla sizden vergi toplamaktan başka çareleri yok, yakaladığından da topluyor. Tek çare Merkez Bankası faizi düşürür mü? Niye? Çünkü maliye politikasıyla sizlere katkı yapacak durumları yok. Biz bu akşam Fed’in faiz indirimini, yarın öğlen itibarıyla da Merkez Bankası’nın faiz indiriminden bahsedeceğiz, çünkü başka enstrüman yok. Konu bu. 

Begüm Şahin: Böyle fütürist yaklaşımlar ve devrimci teknolojiler konuşulunca ben de araya girmek istedim. VR-AR LAB çalışması için Global Future Designs and Solutions (GFDS) firması ile işbirliğine başladık. 3D printerdan bahsediyoruz, biz de üniversitemizdeki LAB içinde AutoCAD çizimlerin uygulamalı olarak eğitimini vereceğiz. Bu da şu anda Ankara’da tek, İstanbul’da ise Koç Üniversitesi geçen mayıs ayında böyle bir LAB açtı.

Veli Murat Çelik: Fiber yok olmayacak çünkü aslında telsiz yok olmadı ama milimetre dalgayla haberleşmeye gidiyor dünya. Talaşlı imalat yok olmayacak ama öyle bir malzeme çıkaracaklar ki bir döşeyeceksin, uçakta da, uzayda da, suyun altında da çalışacak. Malzeme bir anda talaşlı imalatın büyük katma değerini alır götürür, talaşlı imalat sonsuza kadar gider, fiber sonsuza kadar gider. 2G hala çalışıyor. Demeye çalıştığım, ileri teknolojiyi hedeflemezsek orta seviye teknolojiden para kazanma şansımız yok ama bunları terk edelim de diyemem. Çünkü birileri de buğday ekip yetiştirmek zorunda, yoksa hepimiz aç kalırız 

Kemal Önder Kefoğlu: Son olarak iki konuya daha değinmek istiyorum. Bence OSTİM’deki firmaların ihtisaslaşması lazım. Yani ihtisaslaşma ve kalitenin artırılması çok önemli. Firma çok küçük bir firma olabilir ama bir konuda ihtisas sahibiyse, o firma dünyanın her yerinde satış yapabilir. Bir de devletin özel firmalarla rekabete girmesi meselesi var. Devlet nerelerde rekabete giriyor derseniz, örneğin bankalarda giriyor. Siz krediye müracaat ediyorsunuz, alamıyorsunuz. Çünkü devlet, “Benim şu kadar ihtiyacım var, ben şu kadar daha faiz veririm” diyor. Bankadan kredi alırken bile devlet sizinle rekabet ediyor. Sizin üretmeye çalıştığınız şeyi “ben üretiyorum” diyen devlet şirketleri var, onlar da sizle rekabet ediyor. Bu özellikle savunma sanayisinde böyle. Bunlardan kurtulmamız lazım. 

Emre Alkin: Sayın başkanım, tüm bu konuşulanlardan 10 tane madde çıktı, okuyayım size: Finans-risk yönetimi, üniversite ve kamuyla ilişkiler, iletişim ve teknolojik altyapı, yer problemi, altyapının yenilenmesi, KOBİ-ölçek-dinamizm, insan kaynağının eğitimi, yerli ve milli tedarik konusunda devletin ikna edilmesi, ortak satış-satın alma-satış sonrası hizmet operasyonu bir de bankalarla finans müesseseleriyle teminat konusunda yeni bir yaklaşıma gerek duyulduğu söylendi. Buyurun, son söz sizin.

Orhan Aydın: Geleceği okumak üzerinde çok duruldu. Demek ki geleceği tasarlayanlar var ki biz onu okumaya çalışıyoruz. Yani geleceği okumak demek arkadan gitmek demek. Geleceği tasarlayan kim? Mesela endüstri 4.0’ı tasarlayan kim? Ben şimdi endüstri 4.0’a karşı ne yapacağımı sürekli düşünüyorum. Endüstri 4.0’ı tasarlayan ne düşünüyor? Biz hep karşı tarafın ne yaptığının değil ne yapmamız gerektiği üzerine kafa yoruyoruz ve sürekli reaktif şeyler üzerinde çaba sarf etmek zorunda kalıyoruz.

Geçen gün savunma sanayi üzerine çok güzel bir konuşma vardı. Benim söyleyemediğim bir cümleyi söylüyordu arkadaş. Diyor ki, “Gelişmiş ülkelerin gelişme süreci şöyle: Bilim, yani temel bilimler, önce bunu okudu insanlar. Buradan teknolojiyi ürettiler, oradan da sanayileştiler”. Şimdi bizim gelişmemiz böyle değil, bilim üretemiyoruz, üretemeyince de bizim sistemimiz farklı çalışıyor. Sanayileşebiliyoruz ama “adam bunu yapmış biz de yapalım” şeklinde. Yani taklitten başladık. Aslında bu çok kötü bir şey de değil, birçok ülkede böyle başladı; Çin, Japonya vesaire… Bunun bir ileri aşamasında ise bunun nasıl yapıldığına dair teknolojiyi keşfetmeye çalışıyoruz, tabii ki hepsini tespit edemiyoruz, bilemediğimiz yerler oluyor. Buna “tersten kuyu kazma" diyorlar, yani kuyuyu yukarıdan aşağıya doğru kazmamız gerekirken, alttan yukarıya doğru kazma gibi bir ters gidişat yaşanıyor. Çünkü bu bilim dediğimiz şeyi biz ülkece üretemiyoruz. Bilimi üniversite üretir, ekosistem üretir, akıl üretir, yetişmiş insan üretir. Yani bilim insanları üretir. Gelecek okumasını yapacak olan insanlar da aslında bu bilimi üretecek adamlar. Onlar bize söyleyecek, yaptıkları bilimsel araştırmaların sonucunda, sen bu teknolojileri, şu şeyleri çıkarabilirsin diye önüne koyacak.

Bir de biz adeta sömürge kültürüyle geliyoruz. Yıkılmışız, ezilmişiz, istila edilmişiz, onun için bütün kamu alımlarımızın politikası tamamen satın almaya dayalı. Yenilik, teknoloji, üretim hiçbirisinin gündeminde yok. Halbuki bu kamu politikalarının, satın alma politikalarının bizim teknolojimizi geliştirecek bir talep mekanizması içermesi lazım.

Bizim stratejik planlarda bunların kısmen çözümlerini yazıyorlar ama o da hayata geçmiyor, sadece kitap olarak kalıyor. TÜBİTAK 2002 yılında Türkiye’de yazılmış en nitelikli dokümanı yazmış, Vizyon 2023. Bir tane okuyan bürokrat görmedim. Bence Türkiye’de yazılmış en nitelikli stratejik belge, bizim söylediklerimizin tamamı burada var. Okumuyor, uygulamıyor, yapmıyor, kitap olarak orada duruyor. Oturup yenisini yazıyor, aklına geliyor 2023 diyor, ihracat 500 milyar olacak diyor, tamam da bunu söylemekle de olmuyor. Bu işin arka planını toparlamazsanız, altyapıları yapmazsanız, onları da birbiriyle konuşturmazsanız bu iş olmaz ki… Bir de bizim mekanizmalarımız birbiriyle uyum içinde çalışmıyor. Bunun yaptığı başka, diğerinin yaptığı başka, bu diğerininkini bozuyor. Böyle birbirini tamamlayarak, üst üste taş koyarak gidemiyoruz, yıkarak gidiyoruz ve sonuç bu çıkıyor ama ümitsiz olmamamız lazım.

Sorunları, kurumlar arası ilişkilerimiz iyi olursa, birlik olursak çözebiliriz. Ki biz bunun yolunu böyle bulabildik. Yani diyoruz ki, tek başına çözemezsin, gel bir araya gelelim, bazı işleri beraber daha iyi yapabiliriz. İşte o kümeleri biz bunun için güçlendirmeye çalışıyoruz. Sonra o kümelerimizle, kamunun düzgün işlemeyen yerlerine gidiyoruz, “Bak bunu böyle yaparsan daha iyi olur” demeye çalışıyoruz. Bir şekilde gücümüzün ve aklımızın yettiği kadar. Bilim insanlarına gidiyoruz, “Kardeşim biraz oturduğunuz masalardan inin, gelin bizim dükkâna, halimizi sorun, derdimizi öğrenin. Bizim ihtiyaçlarımıza çözüm bulun” demeye çalışıyoruz. Durum bundan ibarettir.

OSTİM OSB’Yİ GELECEĞE TAŞIYACAK 10 PARAMETRE

Kamu satın alımlarında yerli firmalara öncelik verilmeli 

Bütün kamu alımlarımızın politikası sadece satın almaya dayalı. Yenilik, teknoloji, yerli üretim gibi kıstaslar kamu kurumlarının gündeminde yok. Halbuki kamunun satın alma politikalarının  yerli teknolojiyi geliştirecek bir talep mekanizması içermesi lazım. Kamu alımlarının, mümkün olduğu sürece yerli üreticilerden yapılması için yasal düzenlemeler yapılmalı. 

Kümelenmeler yurt çapında teşvik edilmeli

OSTİM, 50 yıl önce tasarlanmış bir sanayi bölgesi olduğu için bulunduğu coğrafyanın sıkıntılarını yaşıyor. Bölge, şehrin içinde kaldı ve genişleme alanı bulunmuyor. Ancak OSTİM son 10 yılda hayata geçirdiği planlı küme çalışmalarıyla birlikte etkileşim alanını coğrafyasının dışına taşıdı. OSTİM’deki yedi kümelenmenin üyeleri, ihracata yönelik yeni pazarlar bulmada ve rakamlarda çok ciddi ilerlemeler kaydetti. Bu da kümelenmelerin önemini gösteriyor.

KOBİ’lerin değeri bilinmeli 

Tüm ülkelerin kalkınmasında KOBİ’lerin yeri yadsınamaz. Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde KOBİ’lere yapılacak destekleri zorunlu tutan yasalar var. Büyük firmalar gittikçe hantallaşıp, süreçler çok uzadığı için inovasyon çalışmaları dünya genelinde küçük firmalardan çıkıyor. Dolayısıyla bütün ülkeler küçük firmaları korumak istiyor. Türkiye’de de kamunun KOBİ’lere yönelik destek ve satın alımları zorunlu hale getirilmeli.  

Finansman koşulları iyileştirilmeli

Ülkemizin içinden geçmekte olduğu bu zor dönemde finansmana ulaşım hayli zorlaşmış durumda. Likidite sıkıntısı had safhada. Varlıklar düştü, giderler arttı, böyle olunca da borçları çevirebilmek ve finansman yükünden kurtulmak zorlaştı. Böyle bir dönemde, üreten, ihracat yapan, istihdam yaratan sanayicinin kredi ve risk sermayesi gibi diğer finansman enstrümanlarıyla desteklenmesi kritik bir önem taşıyor. 

Enerjide çözüm güneş ve rüzgarda

Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri de enerji. Ülke olarak enerjiye olan ihtiyacımız her geçen gün de katlanarak büyüyor. Bu topraklarda yeteri kadar petrol olmadığına göre enerji sorunundan kurtuluşun iki tane somut alternatifi bulunuyor. Birisi güneş enerjisi, diğeri ise rüzgâr enerjisi. Güneş ve rüzgâr enerjisine ilişkin yatırımların, tüm dünyada olduğu gibi devletin destek ve teşviklerine ihtiyacı var. 

TÜBİTAK, KOSGEB gibi kuruluşlar daha kapsayıcı olmalı

Türkiye’de sanayinin desteklenmesi görevini üstlenen TÜBİTAK, KOSGEB gibi kurumlar, sanayicinin beklentilerini tam olarak karşılayamıyor. Taraflar arasındaki iletişim sorunları bile desteklere engel olabiliyor. Bu tür resmi ya da yarı resmi kurumların sanayiciye olan yaklaşımlarının daha sağlıklı olabilmesi için gerekli önlemlerin alınması gerekiyor. 

Ortak aklın yanı sıra bir üst akla da ihtiyaç var

Endüstri 4.0, yapay zeka gibi yeni teknolojilerin ve gelecek kurgularının bolca dillendirildiği günümüzde, sanayicinin ortak aklın yanı sıra bir üst akla da ihtiyacı var. Geleceğin nasıl şekilleneceği ve o noktaya nasıl gidileceğiyle ilgili somut bir bilgi yok. Sanayici, bütün bu fütürist öngörüler içinde geleceği okuyamama ve bir yol haritası çizememe sorunuyla karşı karşıya. Oysa doğru yatırımlar ancak doğru öngörülerle yapılabilir.

Bürokrasi daha kolaylaştırıcı olmalı

Ülke ekonomisinin büyümesi ve istihdamın artması için sanayinin gelişip güçlenmesi son derece önemli. Küresel pazarlardaki rekabet ortamında gelişmiş ülkelerin şirketleri karşısında zaten birçok sorunla boğuşan sanayici, diğer yandan ülke içindeki işlerini yürütürken bürokratik engellerle karşılaşabiliyor. Bürokrasinin bu anlamda yatırımları kolaylaştırıcı bir işlev üstlenmesi gerekiyor. 

Beyin göçünü durduracak önlemler alınmalı

İbni Sina, “Bilim ve sanat kendine değer vermeyen toplumları terk eder” diyor. Ülkemiz şu anda benzer bir süreci yaşıyor. Bilim ya da sanatla uğraşan insanların, çabalarının maddi karşılığını almalarının yanı sıra takdir görmeleri ve huzur bulmaları da lazım. Aksi takdirde bu insanlar ülkelerini terk ediyor. Çünkü gelişmiş ülkelerin kapıları bu insanlara sonuna kadar açık. Türkiye son yıllarda en iyilerini kaybediyor.

Bilişim şirketlerinde ana sermaye insan

Bilişim şirketlerinin yaklaşık yüzde 80 oranla en büyük maliyet kaynağı ve varlıkları insan. Kira, enerji vb. gider kalemleri, geriye kalan küçük maliyetleri oluşturuyor. Çünkü bu şirketlerde yüksek lisans, doktora sahibi insanlar çalışıyor. Kapsamlı bir yazılımın hazırlanması ise en az 2-3 yıl sürüyor. Bu süre boyunca sıfır satış geliri olan bilişim sektörünün finansman ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için bankaların bu sektöre olan yaklaşımlarını güncellemeleri gerekiyor. 

Ortak Akıl Toplantısı’na; Orhan Aydın (OSTİM OSB YKB), Emre Alkin (Turkishtime Toplantı Moderatörü), Coşkun Gökçe (Halkbank Ank. 3. Böl. Koor.), Sıtkı Öztuna (OSTİM OSB YKB Yrd.), Abdullah Çörtü (OSTİM Yatırım GM), Adem Arıcı (OSTİM OSB Böl. Md.), Ahmet Mithat Ertuğ (OSTİM OSB YKÜ - Ertuğlar Sanayi Kurucu Ortağı), Akman Karakülah (OSTİM Kauçuk Teknolojileri Kümelenmesi YKB), Dr. Begüm Şahin (OSTİM Teknik Üniversitesi Girişimcilik ve Liderlik Mer. Md.), Gülnaz Karaosmanoğlu (OSTİM Vakfı Md.), Halide Rasim (Rasim Makine İş Geliştirme Md. / İŞİM YKB), Kemal Önder Kefoğlu (İnovasis Elektronik GM), Mehmet Alkan (Alkan Makina Sanayi GM), Nihat Güçlü (Eptim Elektrik YKB), Ömer Serdar Marasalı (OSTİM Vakfı Finans Dir.), Veli Murat Çelik (Extunda İletişim / HTK YK Üyesi), Yaşar Özelge (Atisan Sanayi Sitesi Bşk.) ve Filiz Özkan (Turkishtime YKB) katıldı.