AR-GE 250


TOSB OTOMOTİV YAN SANAYİ İHTİSAS ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ

tosb-toplanti
Turkishtime Dergi

OTOMOTİVDE TÜRKİYE’NİN İHRACAT ÜSSÜ:TOSB

Örnek altyapısı ve yönetimiyle TOSB; tam anlamıyla bir ihtisas organize sanayi bölgesi olması, lojistik olarak otomotiv kümelenmesinin merkezinde bulunması, yabancı yatırımcıya bina ve arsa kiralama opsiyonunun sunulması gibi özellikleri bakımından potansiyel yatırımcıya rekabet anlamında doğru bir lokasyon ve kümelenme sunuyor.

TOSB 2 bin 800 dönümlük bir alana kurulu. 90 sanayi parselinden şu an 81’inde üretim yapılıyor. Doluluk oranı yüzde 92’yi bulan bölge; ihracatta 1.7 milyar dolar, ciroda 15 milyar dolar, istihdamda 25 bin kişi rakamlarına ulaşmış durumda. 16 Ar-Ge merkezi ve bir tasarım merkezi bulunan TOSB’da, ayrıca bir inovasyon merkezi ve konuklar için bir de otel bulunuyor. Büyüklük sıralamasında Türkiye’nin ilk 500 ve ikinci 500’üne giren firmalarına ev sahipliği yapan TOSB, meslek lisesi, üniversite gibi eğitim kurumları ve otomotiv sivil toplum kuruluşlarıyla da iş birlikleri içinde.

EMRE ALKİN: Halkbank-Turkishtime dergisi iş birliğiyle gerçekleştirilmekte olan Ortak Akıl Toplantıları’nın 2019 yılındaki ilk buluşmasına hoş geldiniz. Öncelikle, rahatsızlığı nedeniyle aramıza katılamayan Sayın Başkan Ömer Burhanoğlu’na buradan geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Kıymetli vakitlerini ayırıp bu toplantımıza gelen kurucu, yönetici ve üye tüm sanayicilerimize de teşekkürlerimizi sunuyorum. Bu toplantılarda usulen önce ev sahibine söz veriyorum. Sonra, bu toplantılarda yanımızdan hiç ayrılmayan, desteğini hiçbir zaman esirgemeyen ve bu aralar her gün yeni bir güzel haber veren Halkbank’ın kıymetli yöneticilerinden Sayın Hakan Başaran’a söz vereceğim. Daha sonra söz serbest olacak. Sayın Başkanım, buyurun söz sizindir.

DR. MEHMET DUDAROĞLU: Hepiniz hoş geldiniz. Ümit ederim ki, bu toplantıdan Türkiye’de organize sanayi bölgelerinde faaliyet gösteren bütün sanayici firmalarımıza olumlu sonuçlar getirecek çıktılar olur. Öncelikle belirtmek isterim ki, bölgemizde faaliyet gösteren tüm kuruluşlarımız otomotiv tedarikçileri olup, ortak bir kültüre sahiptir; o da TAYSAD (Taşıt Araçları Tedarik Sanayicileri Derneği) kültürü... TAYSAD’daki o dönem yönetici büyüklerimiz, TAYSAD’dan aldıkları güçle inisiyatif ortaya koyarak TOSB’un kurulmasını sağladılar ve bugünlere kadar geldik. Övünerek söylemeliyiz, şu anda yüzde 92 doluluğumuz ve 25 bine yakın çalışanımız var. Yılda yaklaşık 1.7 milyar dolarlık ihracatı olan bir bölgeyiz. Bölgemizde faaliyet gösteren firmalarımıza profil olarak baktığımızda, neredeyse tamamı ihracatçı firmalardır. 18 tane yabancı sermayeli firmanın faaliyet gösterdiği bölgemiz, örnek bir ihtisas organize sanayi bölgesidir. Bu kısa girişle birlikte ev sahibi olarak hepinize tekrar hoş geldiniz diyorum ve sözü sizlere bırakıyorum.

EMRE ALKİN: Sayın Dr. Mehmet Dudaroğlu’nun kıymetli sözleriyle toplantıyı açmış bulunuyoruz. Şimdi Halkbank’ı temsil eden, Anadolu’da da omuz omuza beraber ciddi çalışmalar yaptığımız Sayın Hakan Başaran’a sözü bırakıyorum.

HAKAN BAŞARAN: İş dünyasının değerli temsilcileri, Halkbank-Turkishtime Ortak Akıl Toplantısına öncelikle hoş geldiniz. 2018 yılı içerisinde Turkishtime dergisiyle birlikte buna benzer 11 adet toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantıların 9 adedi de OSB’lerde gerçekleştirildi. Bu yılın ilk buluşmasında, sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duymaktayız. Bildiğiniz üzere 2018 yılı küresel gelişmelerin de ışığında ülkemizde ekonomik konjonktürün değişkenlik gösterdiği bir sene oldu. Bu süreci finans sektörü, reel sektör ve kamu sektörü olarak iş birliği içinde atlatmaya çalıştık. Önemli bir ilerleme de kat ettiğimizi düşünüyorum. Biz Halkbank ailesi olarak ülkemiz sanayisinin çarklarının dönmesi için en uygun koşullarla, en hızlı şekilde firmalarımızın finansman ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. Bizim KOBİ bankası olarak bakış açımız üretimi ve ihracatı desteklemek yönünde, bu yüzden sanayiciye ve ihracatçıya her zaman öncelik verdik, bu sene de en önemli önceliğimiz bu olacak. Ülkemizdeki bütün firmaların taleplerine doğal olarak yetişmek durumundayız ancak, belirttiğim gibi istihdamı destekleyen ve ihracat yapan sektörler başta olmak üzere 2019 yılında ekonomi yönetimiyle birlikte bankacılık sektörü olarak piyasanın yanında yer almaya devam edeceğiz. Sözlerimi bitirmeden önce, 13 bankanın katılımıyla hayata geçirdiğimiz KOBİ Değer kredisinden bahsetmek istiyorum. 40 bin civarı işletmeye toplam 20 milyar TL finansman sağlamayı hedeflemekteyiz. Cirosu 25 milyon TL’nin altında olan firmalarımıza destek sunmayı, bu noktada piyasayı fonlamayı da sürdürmek istiyoruz. Son olarak bu toplantıda ilk kez Halk Leasing Genel Müdürümüz Coşkun ÇABUK da aramıza katılmıştır. Toplantımızın verimli geçmesi dileğiyle sözü sizlere bırakıyorum.

EMRE ALKİN: Bu kıymetli çalışma kapsamında Turkishtime yetkililerinin TOSB yöneticileriyle karşılıklı mutabakatla ortaya çıkarmış oldukları sorunlar var. Bunları üçe bölmek mümkün: Operasyonel, taktik ve stratejik meseleler. Başkanımın dediği gibi sorunlar, çözüm önerileri, avantajlar, dezavantajlar… Birazdan bunları zaten konuşacağız. Bu noktada ben de bir hatırlatma yapmak istiyorum. Mesela TOSB ve kamu-sanayici iş birliği nasıl daha etkin hale getirilebilir? Biz Eskişehir OSB’deyken, sizler gibi yan sanayide olan ve otomotiv işi yapan bir sanayicimiz dedi ki; “Devlet bize görev versin biz en iyisini yaparız”. Yani aslında sanayici devletten sektörel önceliklendirme ve yahut kamu-özel sektör iş birliği ve benzeri konularda öncülük bekliyor. Fakat şu anda herkes el yordamıyla, sadece doğru bildiğini yaparak ilerliyor. O sanayicimiz bu konunun altını çizmişti. Bir de Brexit meselesi var, sizleri çok ilgilendiren. Bu konuyla ilgili fikirlerinizi de merak ediyorum. Bir de gelecekle ilgili fütüristik olmayan, gerçekçi, beklentiler var. Örneğin, insan kaynağı, dijital altyapı ve benzeri sektörler nereye gidiyor? Tüm bunları konuşmak arzusundayız. TOSB’un kendi ekosistemini yaratmış bir ihtisas organize sanayi bölgesi olduğu belli. Bu toplantının bir amacı da aslında burada yaratılan bu değeri anlatmak olmalı. Çünkü buranın öyküsü bilinmeli ve diğer bölgelere de örnek teşkil etmeli. Elbette buranın da birtakım dezavantajları vardır mutlaka. Dolayısıyla o sorunları ve çözüm önerilerini de dinleyeceğiz. Örneğin verimlilikle alakalı üyelerin söyleyeceği konular olacak gibi görünüyor. Keza Ar-Ge konusunda da üyelerimizin değinecekleri noktalar olacaktır. Kıymetli ustalar, kurucularımız burada bizimle beraber. Buyurun efendim söz serbest. Şöyle diyeyim; öncelikli sorunlar, çözüm önerileri. Avantajlar, dezavantajlar. Hatta sonunda da markalaşma konusuna dikkat çekebiliriz. Madem TOSB’da bu kadar güzel bir ekosistem yaratılmış, bunu nasıl markalaştırırız gibi bir soru da var ortada...

AHMET BAYRAKTAR: Öncelikle otomotiv sektörümüzün farklı özelliklerine değinerek konuşmama başlamak istiyorum: Araç üretimlerine parça üreten bizim gibi sanayiciler yüzde 100 kayıt altında olan, ihracat yapan, büyük küresel araç üreticisi müşterilerimizin beklentileri olan standartlara uyum sağlayarak üretim yapmak mecburiyetinde olan bir sanayici topluluğuyuz. Durum böyle olunca, yani araç üreticilerine tam bağımlı bir sektör olduğumuz için zaman zaman sıkıntılarla da karşılaşırız. Büyüklerle çalışmak hiç de kolay değildir, çünkü ticari ve teknik kuralları müşterilerimiz koyarlar, siz de onlara uyarsınız. 90’lı yılların başlarında, ithalattaki korumaların düşürülmeye başlandığı dönemde, müşterilerimizden satış fiyatlarının yoğunlaştığı bir ortamda çok bunalmıştık. Bu dertlerimizi TAYSAD derneğimizde sanayici arkadaşlarla sohbet ederken, “Biz acaba bir araç fabrikası mı kursak? (O dönemde henüz Türkiye de olmayan) Japon, Koreli araç üreticileriyle bir ticari vasıta yapabiliriz” gibi bir fikir ortaya atıldı. TAYSAD’ın Ankara’da, özellikle de bürokraside çok itibarlı kabul görmüş bir yeri vardır. O dönem Sanayi Bakanlığı’nda müsteşar, daire başkanı olan dostlarımız, “İyi fikir ama o işler kolay değil, siz iyisi mi gelin bir organize sanayi kurun. İstanbul’da şehir içinde kalmışsınız, dağınık yerlerdesiniz. Birlikte yapacağınız bu OSB’de daha verimli, daha rekabetçi ve birlikte çalışarak sinerji yaratabileceğiniz imkanlar olabilir. Bizler de size yardımcı olalım” dediler. Dolayısıyla biz de TOSB’u böyle bir ortamda kurmaya karar verdik. OSB’NİN alt yapı inşaat işleri kolay bir iş değildi. Çünkü biz inşaat sektörünü bilmiyor, tanımıyorduk. Otomotiv, yüzde 100 kayıt içinde ve belli disiplinlere alışmış. O gün dört kurucu girişimci üye ve 44 üyenin iştirakiyle böyle bir OSB’nin kurulması için yola çıktık. Dört kurucu üyenin özverileri ve otomotiv sektörümüzün verdiği disiplinle, kendi işlerimizden fedakârlık ederek, hiçbir hakkı huzur almadan bu projeyi geliştirmek üzere yoğun bir mesai harcadık. Tüm bunları yaparken de OSB’nin altyapısının “en iyisi” olmasına gayret ettik. Örneğin bir arsa alırsınız, bir hafriyat yapmaya kalkarsınız, hafriyat dünyanın parasına mal olur. Halbuki biz burada OSB’yi kurarken parsellenmiş, yolları yapılmış, geleceğe yönelik ve minimum hafriyatla, yani sadece temelleri kazarak inşaata başlanabilir, pasta dilimi haline getirilmiş parseller haline dönüştürdük. Sosyal ve ticari alanları belirledik. Mesela OSB’de yağmur yüzey sularını toplayıp, ilk 2,5 sene onları sanayicinin kullanımına verdik. Bu aynı zamanda bir çevre yatırımı olarak gerçekleşti. O suların boşa akıp gitmemesini sağladık. Bugün hala OSB’miz bu sulardan, yüzey sularından yararlanmaktadır.

EMRE ALKİN: Bu süreçte birisine danıştınız mı yoksa bu sizin daha önceden bildiğiniz bir konu muydu?

AHMET BAYRAKTAR: Bizim OSB alt yapısını gerçekleştirmede projelendirmede tüm yapılanları bilmemiz, düşünmemiz mümkün değildi. Ama bizim vizyonumuz en iyisini yapmak, en doğrusunu ve en ekonomiğini yapmak olduğu için danışman şirketlerle, proje şirketleriyle çalıştık. STFA gibi o günlerdeki büyük bir gurubu kontrolör firma olarak belirledik. STFA’daki çok değerli dostlarımız bizlere tecrübelerini aktardılar. Yani biz doğru seçimler yaptık. Bizim işimiz ne istediğimizi doğru söyleyebilmek ve sonuçta da doğru işi yapacak insanlarla çalışmak oldu. Biz de zoru başarmaya çalıştık. Tabii o günlerde bu boyutta bir inşaat işine girmek kolay bir iş değildi. Ama anladığım veya hissettiğim kadarıyla bizim otomotivden gelen disiplinlerimiz, kendi iş tutuşlarımız, iş planlarımız bu işi iyi yapmamıza ve bu günlere gelmemize yol açtı. Sanayicilerin İhtiyaçları hiç bitmez. Elbette her üyenin sanayicinin birçok ihtiyacı vardır. Ben de bugünün koşullarında baktığım zaman bu bölgenin en önemli sorunlarını şöyle sıralayabilirim. Bir kere sanayicinin en önemli ihtiyacı, nitelikli iş gücüdür. Bu aslında Türkiye’nin temel sorunudur. Bu sorun bizim sektörümüzde daha da önemlidir. Çünkü biz global pazara ve otomotiv sektörüne hitap ediyoruz. Yetkinlik, verimlilik, rekabetçilik ancak eğitimli ve nitelikli işgücüyle mümkün olabiliyor. Bir başka sorun da (biz belki bu yönünü hiç hesap etmedik) bulunduğumuz coğrafya… Bölgemiz olan Kocaeli ile Gebze arasında, yerleşim birimlerinin fazla olmadığı bir yer. Dolayısıyla bugün OSB’ye Adapazarı dahil Kocaeli’nden, İstanbul’un Avrupa yakası dahil birçok semtinden insanlar her gün gelip gidiyor. Bu da ciddi bir trafik sorununa yol açıyor. Kurulduğumuz zaman bölgede böyle bir trafik yoktu. Tabii böyle yollar da yoktu, çok yollar ve alt yapı yapıldı. Bu konularda emeği ve desteği olan herkese müteşekkiriz. Ancak tüm bu gelişmeler bölgenin, sanayinin büyümesinin altında kaldı. Otoyol gişelerinden sabahları yarım saatte OSB’nin içine bile giremiyorsunuz. Trafik sorununun dışında bir başka konu da hem nitelikli işgücüne hem kalıcı işgücüne hem de trafik sorununa çare olabilecek uydu kentlerin OSB lere yakın yapılmamış olması. Yani bakınız burada birçok OSB kuruldu. İstanbul’daki birçok iş yerleri, sanayiler, depolar, tesisler buraya geldi. Limanlar yapıldı ama bunun karşılığında bölgede yaşamı özendirici, teşvik edici sosyal yaşamı olan bir uydu kent, yerleşim planları maalesef hayata geçirilmedi. Belki bu da bizim en önemli sorunlarımızdan bir tanesi. Uydu kentler olsaydı, burada yaşam birimleri teşvik edilmiş olsaydı, burada çalışan insanlara daha ucuza ve arzu ettikleri standartlar da yaşam imkânları sunulabilseydi herhalde trafik sorunumuz biraz daha az olurdu ve çok emek verdiğimiz nitelikli insanların gelip burada yaşamasını teşvik etmiş olurduk.

DR. MEHMET DUDAROĞLU: Bu noktada ben de bir şey söylemek istiyorum ilave olarak. Aslında tamamlayıcı bilgi. Mesela metro bağlantımız yok. Metro bağlantısı Plastikçiler OSB’de kaldı. Oradan buraya gelmesi aslında ulaşım açısından çok önemli. Bizim İstanbul tarafına TEM otoyoluna direkt otoyol bağlantımız var. Ama Kocaeli yönüne OSB’den direkt bağlantı olmaması trafiği olumsuz yönde etkileyen etkenlerden bir tanesi. Bir de Kuzey Marmara’ya henüz bir bağlantı yapamadık. Nitelikli işgücüyle ilgili olarak da bölgemizdeki pek çok firmanın mavi yaka ve beyaz yaka norm kadrolarını nitelikli eleman bulunamamasından dolayı dolduramadıklarını özellikle belirtmek istiyorum. Diğer taraftan da “turn over” dediğimiz, işe giriş ve çıkışlar... Yeterli düzeyde nitelikli elemanı istihdam edemediğimiz için çok kısa aralıklarla deneme sürelerinde bu insanların işine son vermek durumunda kalıyoruz. Veya yaptığımız eğitimlerle bunları tutundurmaya çalışsak bile, uzak mesafelerden işyerlerimize taşıdığımız çalışanlarımızı, mesafe ve trafik kaynaklı sorundan ötürü de elimizden kaçırabiliyoruz.

EMRE ALKİN: Üyelerin aralarında birbirlerinin elemanlarını almamak üzere bir anlaşma var mı?

DR. MEHMET DUDAROĞLU: O konuda prensipte bir centilmenlik anlaşması var ama arada sırada uymayanlar olabiliyor.

IGAL ZAKUTO: Şirketler arası komşuluk ilişkimiz var. Dolayısıyla da böyle bir centilmenlik anlaşmamız da var, mümkün olduğu kadar uymaya çalıştığımız. TOSB’un bir insan kaynakları komitesi var. Dolayısıyla birçok şirketin insan kaynakları müdürleri bir arada çalışıyor, birbirlerine danışıyorlar. Fakat bizim asıl handikapımız bölgeye yetişmiş eleman getirememek. Örneğin bizden sonra ikinci bir potansiyel insan kaynakları havuzu olarak Bursa çıkıyor karşımıza. Fakat Bursa’da yaşayan birini, burada sosyal altyapıyı sağlamadığımız zaman, çoluğunu çocuğunu, okulunu bırakıp buraya gelmeye ikna etmek çok kolay olmuyor. Dolayısıyla bu bir handikap yaratıyor.

EMRE ALKIN: Müjdeyi vereyim! Nilüfer OSB’ndeki başkanlar da “Vallahi bizde kimse gelip çalışmıyor” diyor. Orada etraf AVM dolu, her taraf kahve makinesi, tuvaletler tertemiz. Sorun başka yerde anlaşılan. Mesafe de çok önemli elbette, haklısınız o yüzden.

ADNAN NACİ FAYDASIÇOK: Sorunlarımıza ben de bir ekleme yapmak istiyorum. Yüzde 92 doluluğumuz var. Yeni yatırımlar için arsa fiyatları bu nedenle çok yüksek. Buradan arsa almak hayli büyük bütçeler gerektiriyor. Zaten boş arsa da kalmadı. En büyük sorunlarımızdan biri bu. Belki önümüzdeki kısa dönemde yeni bir OSB konusu öneri olarak TOSB içinde konuşulacaktır mutlaka. Bu bilgi birikimini, bu markamızı yeni bir
OSB oluşturmakta kullanabiliriz diye bir çözüm önerisi sunmak istiyorum. Çünkü arsa fiyatlarının yüksekliği ve yeni yatırımlara kucak açamamamız büyük bir sorun.

ŞAMİL ÖZOĞUL: Aslında genel olarak Türkiye’deki bütün OSB’lerde benzer konular konuşuluyor. Nitelikli personel problemi ciddi anlamda ele alınması gereken ortak bir konu. Ben kalıp sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın ikinci nesil yöneticisiyim, ortağıyım. 2018 yılını yüzde 82 ihracat la kapattık. Kalıpçılık sektörü kalıp tipine göre 20 ila 100 dolar/kg arası bir katma değer ifade ediyor. Otomotiv sektöründe de yine katma değer olarak bakarsanız Türkiye ortalamasının çok üzerinde değerlerden konuşuyoruz. Ben kendi firmam bazında değerlendirdiğimde; şu anda nitelikli insan kaynağı eksikliğinden dolayı alamadığımız o kadar çok iş var ki... Biz bırakın üç vardiyayı iki vardiya bile çalışamıyoruz. Yeterince kaliteli iş yapacak insan kaynağına ulaşamadığımız için toplasanız 1,5 vardiyalık bir düzende gündüzle geceyi bile dengeleyemiyoruz. Bu konu hep bir sorun olarak dile getiriliyor ama çözüm olarak ne yapılabilir? Biraz da buna bakmamız lazım. Baktığımızda Sayın Ahmet Bayraktar ailesinin katkısı ve imkânlarıyla bölgede yapılmış bir okulumuz var. Okulun öğretmenleriyle bir araya gelseniz onların da sorunları var. Bizi dinleseniz bizim de sorunlarımız var. Bursa’da bizim bir kalıpçılar birliğimiz var. Oradaki okullarımızla da görüşüyoruz. Türkiye’deki en iyi meslek liseleri Bursa’da bence. Tophane EML olsun, Atatürk EML olsun. İstanbul’da belki bir Haydarpaşa vardır ona denk olan. O okullarla da konuşuyoruz. Diyoruz ki, “Bakın biz sanayici olarak nitelikli insan kaynağı sıkıntısı yaşıyoruz. Şu şu sorunlarımız var”. Onlar da eğitim sistemiyle ilgili kendi sorunlarını anlatıyor. Sistemde değişiklik yapılıyor, sanayiciye soran yok. Okul müdürüne soruyorsun, “Sana soran var mı”? Yok. Peki bu sistem değişikliği neye istinaden yapılıyor? Yukarıdan birileri sistemi değiştiriyor. Biz kalıp sektöründeyiz. Meslek lisesinden mezun olmuş bir çocuğa paralellik ve düzlemsellik arasındaki farkı soruyoruz, buna cevap veremiyor. Bırakın teknik resim okumayı, en temel bilgilere sahip değiller. Mühendislik eğitimi almış insanlara sorun, makine mühendisliği eğitimi almış, onlarda da durum aynı. Talaşlı imalat yapacaksınız, bunun farkını bilememek tartışılacak bir konu değil ama bilmiyorlar maalesef. Bütün OSB’lerdeki yatırımcılar destek oluyor, makine veriyor, ekipman veriyor ölçüm aletleri veriyor... Peki oradaki öğrencileri yetiştirecek olan insanlar nerede eğitiliyor? Eğitimcinin eğitimi dediğimiz sorun. Bir tek Gazi Üniversitesi’nde Kalıp Öğretmenliği bölümü
vardı o da kapatıldı. Şimdi o zaman bu nitelikli eleman sorununu nasıl çözeceksiniz? Tabii işin bir de öbür boyutu var. Sosyo-kültürel anlamda meslek liselerine bakış açısında çok ciddi sorunlar var. Tabela olarak kurulmuş yüzlerce üniversitemiz var. Herkes mühendis olma peşinde koşturuyor. Meslek lisesinde okuyup da meslek insanı olmak arzusunda olan insanlar yok. Operasyonda çalışacak arzu ve azim yok kimsede. Bunu nasıl teşvik ederiz? Çoğu zaman meslek lisesi mezunu olup da eli iş tutan, CNC tezgahında operatif olarak iş yapan bir çalışan, Türkiye şartlarında bir mühendisten bile daha çok maaş alabiliyor ama bunu nasıl anlatacaksınız şimdi. İnsanları o eğitimi almaya motive etmek gerekiyor. Meslek liselerini teşvik edecek neler yapılabilir? Benim şöyle bir önerim var. Gençlerin bu eğitimi almayı istemesi için ortada motive edici bir ödül olması gerekiyor. Meslek lisesi mezunlarına belli bir süre aynı işyerinde çalışmayı şart koşup, bunun karşılığında da kısa dönem askerlik yapma hakkı tanınsa ya da askerlikten muaf olma hakkı tanınsa acaba bu önemli bir motivasyon kaynağı olabilir mi? Çünkü bu sorun Türkiye’de imalat sanayisinde, hatta hizmet sektöründe bile var.

AHMET BAYRAKTAR: İş değiştirme konusu gerçekten çok önemli bir sorun. Bu konu Türkiye’nin temel sorunlarından birisi. Çünkü kredi kartları borçları belli bir süre sonra insanları, kıdemlerini nakde çevirmeye mecbur kılıyor. Bu zaten hükümetimizin de gündeminde olan bir konu. Çalışanlara, ödeyemeyeceklerini bilerek vadeli satışlar yapılıyor, ödenmeyen borçlar daha yüksek faizlerle yeniden yapılandırılıyor. Sonunda da çalışanların borcu işin içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Bizim sektörde, hepimizin fabrikalarında büyük emeklerle, önemli maliyetlerle eğitimler veriliyor. Mesai saatinin önemli bir kısmı eğitime gidiyor. Ama bu kadar emek verdiğiniz insanları, kıdemini nakde çevirme mecburiyeti nedeniyle kaybetmek durumunda kalıyorsunuz. Bu ciddi bir sorun. Bu insanların gerekli veya gereksiz şeylere bu kadar kolayca borçlanabilmesinin önüne geçmek lazım. İkincisi de bu borçların daha ekonomik yoldan ödenebilmesine yönelik mekanizmaların hayata geçirilmesi lazım. Nitekim son dönemde bu konuda bazı adımlar atıldı. Bazı bankalar ve ticari kuruluşlar yüksek faiz uyguluyor, ödeyemeyecek insanlara borç veriyorlar. Onun için bu soruna bir el basmakta gerçekten büyük fayda var. Bu bir ülke meselesidir. Bütün emekler boşa gidiyor. İşverenin de gidiyor çalışanın da gidiyor. Bir kıdem uğruna…

DR. MEHMET DUDAROĞLU: Veya kıdemini nakde dönüştürürken şöyle yapıyor; “Kıdemimi alayım ama ben yine de işime devam edeyim” diyor. Yani kısa vadeli bir borcunu ödeyebilmek için aslında geleceğinden çalıyor. Kısa vadeli olarak borç sorununu şu anda çözüyor ama yine o çarkın içerisine düşüp, bir süre sonra yine borçlanıyor. Biz işverenler ne yapıyoruz? Bizler tabii faizsiz olarak onlara borç veriyoruz, çalışanımızı kaybetmemek için. Ama bu sefer de sorun işverenler olarak bize yük oluyor. Çünkü çalışanların en azından yüzde 20’sine faizsiz olarak borç vermek zorunda kalıyoruz. Bunu bir sosyal hizmet olarak düşünüyoruz ama bu da bize çok ciddi bir yük olarak geri dönmüş oluyor.

EMRE ALKİN: Türkiye’de cep telefonu sahibi olmak pahalı, araba sahibi olmak pahalı, ayakkabı almak pahalı, insanca yaşamak pahalı, buzdolabı satın almak pahalı... Çünkü insanların maaşları, ücretleri belli. Tuhaf bir durum var. Devletimizde görev alan bazı kişiler bazı sektörleri korumak düşüncesiyle ilave gümrük vergileri koyarak vatandaşın bütçesini altüst ediyor. Onlara diyorum ki, “Bu yaptığınız ithalattaki tarifeli ve tarife dışı engellerin ekonomik etki analizini yaptınız mı”? Hiçbir cevap gelmiyor. “Biz yapmadan evvel yaptık” diyor. Nasıl yani, anlayamıyorum? Önemli olan yaptıktan sonra yapmanız. Etki analizi uygulama başladıktan sonra yapılır… Dolayısıyla, tenzih ediyorum, ben de devletten gelme bir bürokrat olduğum için... Ben şahsen, çalakalem yapılan işlerin sonucunda hepimiz için hayatın çok ciddi pahalı hale geldiğini, insanca yaşamak için gereken parayı tasarruf etme sıkıntısı çeken insanların da biraz da hakları olan lüks demeyeyim ama konfora kavuşma ihtiyacı içinde aşırı borçlanmış olduklarını düşünüyorum. Bayraktar başkanıma da hak veriyorum elbette. Bunun bir artık sonu gelmeli. Döviz kurlarının hızlı yükselmesinin de sebebi bu, enflasyonun da yükselmesinin sebebi bu. Yani Merkez Bankası piyasaya para vermiyor ama maliye bakanlığı vergileri indiriyor. Ortada bir tutarsızlık var. Madem büyümeyle ilgili bir sıkıntı var o zaman Merkez Bankası da faizleri indirsin… Toplu bir ajanda çalışmıyor kısacası. Yanlış işler oluyor. Ben her sene üniversitemde hayat pahalılığı endeksi yapıyorum. Bizim acaba çalışanlarımız parayı nereye harcıyor? Çalışanlarımızın hayat pahalılığı açıklanan enflasyonun her zaman 7-8 puan üzerinde çıkıyor. Öyle lüks bir şeyler de yapmıyorlar hani. Sinemaya gidiyorlar, yemek yiyorlar, kitap okuyorlar, kendilerine yatırım yapıyorlar, tatile gidiyorlar. Başka da bir şey yaptıkları yok. Bu kısıtlı yaşam, Bayraktar başkanımın bahsettiği gibi trafikte geçen 3,5 4 saat süreden sonra insanca yaşamak için geriye kalan azıcık para da yetmeyince krediye başvuruyorlar. Ondan sonra başlıyor kısır döngü. Bence burada bir tuhaflık var. İnsanlar gerçekten insanca yaşamak için gereken yere ulaşamadığı için ciddi borçlanmış durumda. Devlet de herkes de bunun farkında. Dolayısıyla bunun için de sürekli vergi yapılandırmaları, kredi kartı yapılandırmaları hatta kredi yapılandırmaları yapılıyor. Aslında tüm bu yapılandırmalar da çoğunlukla basiretsiz insanlar için değil hakikaten canı gönülden ödemek isteyen insanlar için yapılıyor. Ödemek istemeyenler yine ödemiyor.

HAKAN BAŞARAN: Başkanımız aslında şunu söylüyor. Biz bankacılık tarafında bunu disipline ettik. Limit kontrol sistemi geldi. Artık her gelene istediği kadar kredi kartı vermiyoruz. Maaşına, gelir durumuna bakılıyor. Gerçekten banka olarak o süreçleri hayli disipline ettik. Ama başkanımızın dediği gibi bu konularda ciddi bir sorun var. Bir regülasyona ihtiyaç olabilir belki de.

MUSTAFA ÖNDER YÜCEL: Ben her şeyden önce böyle nezih bir OSB’de olduğumuz için başta kurucularımıza teşekkür etmek istiyorum. Biz sonradan gelenlerdeniz. Son dört senedir burada yaşıyoruz. Eğitim konusuna değinildi onun için tekrar girmeyeceğim. Sadece iki konuda, biraz daha pratik, günlük yaşamımızdan gideceğim. Bir, bizim sosyal köyümüzde eczane, banka şubesi gibi mekanlara ihtiyacımız var. Orada bir gelişme hala sağlayamadık. Hazır bankacılar da buradayken gündeme getirmek istedim. Banka şubeleri yok. Yandaki OSB’lere gidiyoruz. Eczane için de aynı şekilde. Market de yok bildiğim kadarıyla. Bir tek pastane ve restoran var. Diğer taraftan biz kendimiz de yaşadığımız için biliyorum, özellikle son yağmurda yüksek konumdaki binalarda da su baskınları olduğunu duydum. Altyapımıza ilişkin ciddi bir problem var diye düşünüyorum. Bunlar planlanmadı diye düşünmüyorum. Muhakkak o günkü koşullarda, yani o günün meteorolojik verileri temel alınarak bu hesaplar yapılmıştır ama günümüzde ekstrem koşullar yaşadığımız için sorunun boyutları değişti. Yani yağmurlar yağmur gibi değil, kar kar gibi değil, kuraklık da kuraklık gibi değil. Hep ekstremleri yaşadığımız için biz son 4 sene içerisinde, biraz farklı da nedenlerle 4-5 defa su baskını yaşadık. Üstelik bulunduğumuz yerde bina inşa edilirken yüksek inşa edilmiş olmasına rağmen. En son bir çözüm üretildi, o konuda da teşekkür ediyorum arkadaşlara.

İBRAHİM HATİPOĞLU: Biraz önce konuşulan konuların aslında sonucu olan iki noktaya değinmek istiyorum. Bir tanesi, bu bölgedeki yerleşim problemi. Personel taşımacılığının getirdiği ciddi bir personel servis ücretleri yükü var tüm işletmelerde. Aslında bu rekabet gücünü de etkileyen bir unsur. Personel ve yemek Avrupalı rakiplerimizin çok fazla sahip olmadığı maliyetler. Bunlar burada oldukça üst seviyede hissedilen maliyetlerimizden bir tanesi. Konumumuz esnek çalışma saatlerini de engelliyor. Gerek mavi yakayı gerekse beyaz yakayı servis saatlerine uydurup, öyle bir çalışma ortamı hazırlamaya çalışıyoruz. Öyle olunca da bazı avantajlardan da mahrum kalıyoruz. Ciddi bir trafik, ciddi bir ekonomik yük getiriyor bize. Bu aslında burada bulunmanın önemli dezavantajlarından bir tanesinin sonucu. Bir diğer konu da; burası bir ihtisas organize sanayi bölgesi. Hepimiz aynı sektöre hizmet ediyoruz. Bu durum büyük avantajların yanında önemli bir dezavantaj da getiriyor diye düşünüyorum. Bu da tek sektöre bağlı çalıştığımız zaman, o sektörün çok yoğun çalıştığı dönemlerde, imalat sayılarının çok üst seviyeye çıktığı zamanlarda tüm işletmelerin işleri artıyor. İkinci, üçüncü vardiyaların kurulma ihtiyacı doğuyor. Böyle olunca da aynı anda ciddi bir personel talebi ortaya çıkıyor. Bu bir dezavantaj yaratıyor. Tersi durumda da bu sefer işler yavaşladığı zaman, OSB bir sessizliğe bürünüyor, işçiler ciddi sorun yaşamaya başlıyor. Bu iki konunun da burada bulunmamızdan dolayı ele alınmasını arzu ediyorum.

MEHMET ÖZDEŞLİK: Görülüyor ki, OSB’mizin ciddi, önemli bir sorunu yok ama bazı eksikler var. Bunlardan birisi, İbrahim Bey de bahsetti yemek veriyoruz mesela ama yemeği beğenmeyen bir elemanın gidip de bir büfeden tost alma imkânı yok. Bırakın onu çay içme imkânı da yok. Onları da düşünmemiz lazım. Yani merkezi bir yerde en azından bir büfe açılması gibi… Çalışanlar için bu tür mekanlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında bizler için de bir sosyal alan yok burada. Bir spor salonu olabilir, yüzme havuzu olabilir. Bir lokal olabilir örneğin. Bu olanaklara sahip olmadığımız için hiçbirimiz bura da sosyal olarak vakit geçirmiyoruz. İşimiz bittiği zaman hemen basıp gidiyoruz. Bu da karşılıklı iletişimi azaltıyor. Böyle bir olanağın olması gerekiyor. Bunun dışında genç beyinleri, genç mühendislerin buraya gelmesi için önce eşlerini ikna etmeleri lazım. Eşlerini ikna etmeleri için de Gebze çevresinde küçük çocuklarının gideceği iyi okullar olması lazım. Biz hep üniversite falan diyoruz ama öncelikle burada nitelikli, okul öncesi ve ilkokul, ortaokul gibi olanakları da ön plana çıkartmamız lazım. Hatta burada yeni trendlere uygun kod yazma, robotik eğitimler falan gibi konuları da ön plana çıkartarak, buraları genç aileler için de cazibe merkezi yapmamız lazım.

EMRE ALKİN: Kreş var mı üstadım burada?

DR. MEHMET DUDAROĞLU: Var ama çalıştırılamayan bir kreş maalesef. İstemiş olduğumuz verimliliği bir türlü alamadık. Son olarak da şu anda hizmet veren firmayla kontrat sonlandırıldı, yeni bir firmayla başlanıyor. Oradaki sorun şu; çalışanların çocuklarını buradaki kreşe getirmesi biraz zor oluyor. Demin trafikten bahsettik, insanlar çok uzak yerlerden geliyor. Doğal olarak çocuklarını buraya getirmeleri, akşam buradan götürmeleri başlı başına bir sorun. Onu bir türlü halledemedik. Halledemeyince yakın çevredeki farklı işyerlerindeki çalışanların çocuklarına kreşimizde hizmet verebilme imkanını araştırdık. Ama maalesef istemiş olduğumuz sonucu alamadık. Kısacası, bu kreş konusu düşünce olarak çok iyi, çok güzel ama uzaklık faktörü ve mesailerin farklı saatlerde başlayıp bitmesi gibi nedenlerle beklenilen seviyeye henüz ulaşamadı.

ADNAN NACİ FAYDASIÇOK: Ahmet Bey’in dediği çevrede uydu kentler olmaması en büyük handikap. Biz kendimiz anket yaptık şirkette “Neden anaokuluna çocuklarınızı getirmiyorsunuz” diye. Cevap şu oldu: “Bu uzun yolu ben çekiyorum, çocuğum da çeksin istemiyorum. Evin oradaki bir anaokulu benim için daha iyidir”. Bir numaralı sebep bu.

DR. MEHMET DUDAROĞLU: Evet, çalışanlar çocuklarına da trafik çilesini yaşatmak istemiyor. Bu en önemli handikaplardan bir tanesi.

ADNAN NACİ FAYDASIÇOK: Ve orada biz yönetim olarak, servis ücretlerini karşıladık firmanın. Baştaysa kira almadık, kirasını düşürdük, yeter ki yaşasın, yapsın diye. Ama muvaffak olamadık.

AHMET BAYRAKTAR: TOSB OSB’nin içerisinde rezerve edilmiş imarı olan ticari ve sosyal alanlarımız var. Buralarla ilgili radikal, kalıcı bir şeyler yapamıyoruz. Örneğin bu OSB yönetim binasının altında çok güzel bir restoran yeri var. Benzer konuda komşu OSB’de restoran yaptılar ama uzun vadede çalıştırmadılar. Aynı şekilde Bursa’daki OSB’de de şehir içindeki restoranı bile çalıştıramadılar. Çünkü insanlar belki öğlenleri bu restoranlara gelebiliyorlar ama onun dışında kimse gelmiyor. Bir öğünle bir restoran çalıştırmak kolay değil. Çalışanlar ve potansiyel müşteriler OSBlere uzaktan geldiği için, “Her gün 1-1,5 saatlik yolum var, işim bitti ben hemen gideyim evime” diyor. Dolayısıyla siz burada bir tesis yapsanız da çalıştıramazsınız. Onun için bu bölgelerde yaşamın olacağı yerleşim bölgeleri şart.

MEHMET ÖZDEŞLİK: Sadece kreşin olması da sorunu çözmüyor. Aslında iyi bir ilkokulun da olması gerekiyor. Tabii bu da gelip, uydu kent konusuna dayanıyor. Mesela yakınlarda Umut Kent var, ben gittim gezdim gayet güzel. Hepimiz de orada yaşayabiliriz. Belki de insanlar bilmiyorlar. Oralarda güzel bir okul altyapısı olursa insanlar da gelip yerleşebilir diye düşünüyorum. Bunun dışında, ben başka bir konuya da değinmek istiyorum. 8-12 Ocak’ta ABD’de CES fuarı vardı. Consumer Electronics Show. Bu aslında otomotivin şov yaptığı bir alan ve burada benim gördüğüm, herkes biliyor tabii, teknoloji hızla değişiyor ve bizim bildiğimiz üretim yapan, mekanik işler yapan firmalar da artık elektronikçi olmuş. Orada elektronikçi olarak görünüyorlar. Artık araçların direksiyonu yok. Otoban sürüş tamamen araç konseptini değiştiriyor. Dolayısıyla bizim OSB olarak ciddi bir sorunumuz var. Yeni teknolojilere dönüşüm. Bunun ciddi bir şekilde ele alınması gerekiyor. Daha sonra merakımdan Silikon Vadisi’ne gittim. Orada “Plug and Play” diye bir firmaya gittik. Bu firma start-up’lara destek veren bir kurum. Burada gördüğüm yerlerin hiçbirisinde devlet yok. Devlet şunu verdi, bunu verdi gibi bir şey yok. Ekosistem kendi kendini besliyor ve yürütüyor. Plug and Play’den kısaca bahsetmek istiyorum. Bu firmanın sahibi Mr. Sait diye İranlı bir girişimci. Amerika’da okurken İran devrimi olunca ailesi buna “aman dönme, biz oraya geleceğiz” diyor ve Türkiye üzerinden oraya kaçıyorlar. Amerika’ya İran halıları götürüp satıyorlar. Kazandıkları paralarla da orada binalar yapıp, kiraya vermeye başlıyorlar. Google ilk kurulduğu dönemde bu aileye geliyor, o dönem 30 kişilik bir ekipler, “Bizim paramız yok, bize yer verin” diyor. Bunlar da orayı Google’a üç yıllığına belli bir kira karşılığında veriyor. Tabii Google hızla ilerliyor ve hisselerini satıyor, para kazanıyor vs. Mr. Sait bu olaydan sonra bu start-up’lara dayalı sistemi kuruyor. Yaratıcı bir fikri olan ona geliyor, o da hemen onlara bir yer veriyor, 25 binle 250 bin dolar arasında bir çek kesiyor. Ama başıboş da bırakmıyor onları. Mentörleri var, akseleratörleri (hızlandırıcı) var, onlar aracılığıyla destekliyor, yönlendiriyor.

EMRE ALKİN: Teknopark kelimesinden imtina ediyorum. TTO benzeri, girişimcilerin, melek girişimcilik de yapabilecekleri, tecrübeyi öne çıkaran, en azından pilot projeler koyup, belki 4-5 tanesi tutarsa çok yüksek katma değer elde edilecek bir ekosistemin burada da kurulması gereğine dikkat çekiyorsunuz sanırım?

MEHMET ÖZDEŞLİK: Melek yatırımcılıktan ziyade bunlar bu konuyu bir iş olarak yapıyorlar.

EMRE ALKİN: Haklısınız. Burada da bu tür yenilikçi insanlara, buluş yapanlara veya sizin sektörünüze katkıda bulunacak çarpıcı, sıra dışı, marifetli işler yapabilecek girişimcilere bir start-up verilmesi lazım. TOSB’un bunlara kucak açması lazım ki, buraya gelsin bu kişiler diyorsunuz.

MEHMET ÖZDEŞLİK: Silikon Vadisi’nde neden böyle şeyler yapılıyor? Mesela Facebook neden oraya gidiyor? Çünkü böyle bir destek sistemi var. Ama bu devlet desteği değil. Tamamen özel sektör desteği ve konuya “business” olarak bakılıyor. Yatırımcılar start-up’ları destekliyor belli bir bedel karşılığı yüzde 10-15 ortak oluyorlar, şirketi çok daha değerli hale getirdikten sonra da satıp çıkıyor ve başka start-up veya çekirdek’e yatırım yapıyor. “Bu işlerde fire veren var mı” diye sordum, çok az olduğunu söylediler. Demek ki, çok iyi seçiyorlar ve takip ediyorlar. Bunun dışında Chicago’ya gittik ve en çok etkilendiğim yer de m-Hub oldu. m-Hub 50 tane işadamının kurmuş olduğu girişimcilere ve start-up’lara destek sistemi. Aşağı yukarı 14 bin metrekarelik bir kapalı alan. Buraya firmalar, üniversiteli gençler, hatta çocuklar geliyor, “Benim şöyle bir fikrim var” diyor. Onlar da uygun bulduklarına değişik kategorilerde birer yer ve masa veriyor. Her masa için aylık 340 dolar da alıyorlar. Yani aslında bağışlarla yürüyen bir yer değil burası, kendi kendini finanse eden bir sistem işliyor. Orada 3D printer var, CNC tezgahı var, marangozluk var, imalat yapmak için her türlü imkan var. Ayrıca 50 tane de mentör ve danışman bulunuyor. Onların da belli bir ücreti var. Sıkıştığınız veya kendi alnınız dışındaki alanlarda danışman havuzundan destek alıp, 3D printerda veya CNC makinalarda hayalinizdeki ürünü bitmiş ürün haline getirebiliyorsunuz, yazılım desteği alabiliyorsunuz. Bu girişimlerden başarılı olanlar zamanla büyük yatırımcıların ilgisini çekiyor. Ciddi sermaye desteği alarak işlerini hızla büyütebiliyorlar. Bizim de girişim evimizi m-Hub tipi olanaklarla donatıp, inovatif ürünlerin daha profesyonelce filizlenmesine olanak sağlayabiliriz diye düşünüyorum.

EMRE ALKİN: Bunlar tabii “kan ve gözyaşıyla” elde edilmiş ciddi deneyimler. Artık şirketlerin içerisinde bu girişimleri yapacak yeni bir departman açmak yerine şirket içi kıskançlıklardan uzak duran özerk bir ekosistem tarifinden bahsediyoruz. Şirket dışında, OSB benzeri yapılar içinde bağımsız bir alanda deneyimleme yoluyla hayata geçirilen projelerin çok daha büyük katma değer sağladığı keşfedilmiş. Çünkü birçok profesyonel deneysel girişimlerden adeta nefret ediyor. “Bana yeni tecrübeler yaşatma, benim karşıma sürprizlerle gelme” diyen bir kesim var. Zaten dünyanın hiçbir yerinde toplumun geneli yeni bir tecrübeye, bir sürprize hazırlıklı değil. Oysa bu sürprizlerden güzellik de yaratılıyor, değer de üretiliyor. Nitekim bahsettiğiniz bu uygulamalar en azından iş dünyasını sürprizlere hazırlıklı hale getiriyor.

SELAHATTİN GÜLBEYAZ: Ben bu bölgeye ilk gelenlerdenim. Yolumuz asfalt değildi. Oralardan buraya geldik. Bence çok güzel bir noktadayız. Burası güzel bir OSB. Arkadaşların söylediklerinin hepsine katılıyorum. Ama benim bir kez daha dikkat çekmek istediğim sorun ulaşım konusu. Bizim işçimiz 1.5 saatlik bir yolculuğun ardından servisten indiğinde dengesiz halde iniyor zaten. Belki bir yarım saat de o servis güzergahına gelinceye kadar zaman harcıyor. Bence buranın en büyük sorunu ulaşım sorunu. Bu adam işbaşına geldiğinde çalışamıyor, verimli olamıyor. Benim vurgulamak istediğim nokta bu. TEM üzerinden batıya doğru giden bir metro hattı bu sorunu çözecektir diye düşünüyorum. Burayı bir cazibe merkezi haline getirebilmek lazım.

EMRE ALKİN: Epeyce insan kaynakları konuştuk bir de Brexit meselesi var. Burası ihracatçı bir OSB olduğu için Brexit’i de konuşmakta fayda var diye düşünüyorum.

IGAL ZAKUTO: Brexit’le ilgili geçen hafta yaşadığımız bir konuyu dile getirmek istiyorum. Bu işin nasıl yönetileceğine dair şu anda bütün dünyada soru işaretleri var malum. Parlamentoda potansiyel anlaşmayı geçiremedikleri zaman, bizlere son bir haftadır, eminim sizlere de olmuştur, tüm otomotiv üreticilerinden ve “Tier 1” müşterilerimizden “önlemlerinizi aldınız mı” diye mektuplar yağmaya başladı. Şu anda artık kırmızı alarma geçiyoruz, 29 Mart belki de “No deal” olarak geçilecek. Tabii bu iş 2016’dan beri konuşulan bir konu. İki ay kala sadece mail atıp üzerlerindeki sorumlulukları ‘’biz söylemiştik diyerek’’ başka tarafa yüklemiş oldular.

EMRE ALKİN: Avrupa Birliği ülkelerinden mi geliyor bu mailler.

IGAL ZAKUTO: Evet.

EMRE ALKİN: Onlar kendi dertlerine yanıyorlar da ondan. Yönetimleri bozuldu şu an.

IGAL ZAKUTO: Kesinlikle. Bütün üreticiler şu anda o panikte. 29 Mart “No deal” olursa siz hazır mısınız diye tedarikçi olarak bizlere mail atıyorlar.

AHMET BAYRAKTAR: Brexit sonuçları itibarıyla belirsizliğini korusa da Türkiye açısından bazı fırsatlar da getiriyor. Türkiye’deki Toyota imalatçısı olan birçok firma aynı zamanda Toyota İngiltere’ye de parça üretiyor. Bundan dolayı Toyota bu konuyu çok yakın takip ediyor ve üyelerine de özellikle parça üretenleri de üretmeyenleri de bu konuda bilgilendiriyor. Fırsat nedir diye bakarsak... Örneğin bize Alman araç üreticisinden bir ihracat projesi geldi. Geçtiğimiz yaz İngiltere’deki bir imalatçıdaki işlerini bize transfer ettiler. Şimdi başka bir proje daha var, onu da transfer etme çalışmaları yapıyorlar. Çünkü sürecin sonucundan onlar da tam emin değil, Almanlar özellikle. Ne olacağını bilmiyorlar. Dolayısıyla Türkiye’ye de orada üretilen bazı işleri getirme fırsatı çıkabiliyor.

ADNAN NACİ FAYDASIÇOK: Biz de bu yılbaşı mamullerimizi orada satmak için İngiltere’ye ofis ve depo açtık. Açmadan önce ne olacak bu Brexit, nasıl etkileyecek diye baktık. İngiltere Brexit’e girmezse ekonomisi 2030 yılında yüzde 3 küçülüyormuş. Brexit’e girerse yüzde 7 küçülecek. Ancak her halukarda İngiliz ekonomisi sonuçta bizden büyük ve öyle bir yere gidiyor ki, daha çok ithalatçı oluyor. Öyle ki bizim mamullerin oradaki muadili olan üretim tesisleri kapanıyor, ithal etmeye başlıyorlar. O yüzden biz gözü kapalı girdik. 300-400 bin poundluk bir yatırım. Kısmetse ilk arkadaşımızı haftaya göndereceğiz.

EMRE ALKİN: Avrupa Komisyonu’nda birçok konuya maalesef üyelerin salt çoğunluğu değil oy birliğiyle karar veriliyor. Ancak İngiltere de hâlihazırda üye olduğu için tuhaf bir durum oluştu. AB karar mekanizmalarında şu an bir kilitlenme söz konusu. Bu böyle devam edecek. Bir taraftan Fransa’da sarı yeleklilerin eylemleri Hollanda’ya sıçramış durumda. İtalya’daki durumu zaten görüyorsunuz. İspanya kendini toparlamaya çalışıyor. Tüm bunlara rağmen son IMF raporunda İngiltere’nin yine 1.6 büyüyeceğine dair bir öngörü var. Bu iyi tabii, iyiye işaret. Fakat AB’ye ihracat yapan kıymetli üyeler için söylüyorum, ortak karar mekanizmalarında ciddi bir tuhaflık ortaya çıktı. İngilizler AB içinde varla yok arasında. Yani şimdi hem varlar hem yoklar. Hiç olmayacakları, ileride olmayacaklarını düşündükleri AB’nin karar mekanizmasında kilit bir konumdalar. Aslında süreç kilitlendi. Bundan avantaj da çıkarmak mümkün dezavantaj da... İhraç pazarlarımız açısından İngiltere çok önemli gözüküyor, özellikle bu sektör anlamında. Ankara’daki yetkililer, “tercihli ticaret” anlaşması üzerinde çalıştıklarını söylemişti bana. Yani mecburen, nemelazım diye... Çünkü tercihli ticaret anlaşması yapıp, en azından ara geçişi sağlayacağız. Benden bilgi bu kadar. Arz ettim. Üzerimde kalmasın.

ADNAN NACİ FAYDASIÇOK: Eğer anlaşma sağlansaydı İngiltere’nin minimum 37 milyar euroluk bir tazminat ödemesi söz konusuydu. Ancak şu anda ortada bir anlaşma olmadığı için İngilizler bu tazminatı ödemekten kurtulabilir. Zaten İngilizlerin anlaşmaya yanaşmamasının da tazminatın bir tür arkasından dolanma hareketleri olduğu söyleniyor. İngilizlerin orada mutlaka bir hesabı vardır.

EMRE ALKİN: Konu İrlanda meselesine sıkıştı orada biliyorsunuz. Anlaşmanın parlamentoda reddedilmesini ben ilk önce Theresa May’e karşı bir tavır zannettim fakat ertesi gün May’in güvenoyu alması bende Brexit anlaşmasının bu haline itiraz edildiği intibaı uyandırdı. Fakat tüm bu olanlar İngiltere’yi bir erken seçime götürüyormuş gibi gözüküyor. Onu da bir köşeye yazsanız iyi olur. İngilizler sever böyle şeyleri. Bizdeki gibi matematiksel koltuk hesapları pek olmadığı için büyük ihtimalle bir erken seçim olacak gibi gözüküyor.

ÖMER ILTAN BİLGİN: İyi mi yaptık kötü mü yaptık bilmiyorum, bizim İngiltere’de müşterilerimiz var, şu konuşuldu bu konuşuldu, derken biz Birmingham civarında 5 bin metrekarelik bir fabrika açtık. Orada çalışmaya başladık. İsteyen arkadaşlara yardımcı oluruz. Varsa getirin, beraber yapalım orada. Haberiniz olsun yani. Tabii ki Brexit’ten sonra dışarı mal veremeyeceğiz, sadece İngiltere’de satabileceğiz.

EMRE ALKİN: Brexit meselesini de bu şeklide kapadık gibi geliyor. Üretim süreçleri, verimlilik, markalaşma hatta istiyorsanız ihracatla alakalı bir vizyon varsa sizlerden onları da dinlemek faydalı olacaktır.

MURAT ÖZKAN: Biz 2010 yılından beri TOSB içinde faaliyet gösteren bir mühendislik şirketiyiz. Aslında hizmet satışıyla uğraşıyoruz ve son iki senedir müşteri çeşitliliğini artırmak ve ihracata daha fazla yer vermek için bir çabamız var. Fark ettiğimiz çok ilginç bir nokta var; bizler mal satmadığımız, mal ihraç etmediğimiz için belki de daha fazla marka olmaya ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü uluslararası iş geliştirmede, özellikle hizmet satıyorsanız, muhataplarınızın size güvenmeleri gerekiyor. Projelerin çoğu bir senenin üzerinde projeler, bazen 2-2,5 senelik projeler de oluyor. Bu işe, bu yola girdikten sonra da bırakmayı hiç kimse istemiyor. Yolun sonuna kadar başarılı bir şekilde götürmek istiyor. Dolayısıyla bizim bir kontratımız en az 6 aylık bir görüşme ve karşılıklı konuşma sonrasında oluşuyor. Bu süreyi nasıl kısaltabiliriz? Otomotiv konusunda Alman mühendisliği dünyaca ünlü. Onların mühendislik şirketleri birer marka. Müşterilerle aynı kontratları konuşurken şunu fark ediyoruz. Aslında Alman mühendisliği tek başına mühendislik ihraç etmiyor. Onlar da imalatçılarıyla hem OEM’lerle hem yan sanayiyle bir bütün olarak bir markalar. Bizlerin de marka olabileceği ve tanınırlığımızın çok yüksek olduğu alanlar var otomotivin içinde. Örneğin; toplu taşıma araçları, otobüsler, minibüsler, bunların elektrikli versiyonları. Bu konuda çok büyük fırsat görüyoruz. Bunu bu kadar rahat söylememin sebebi, 2018 yılı içinde bizim için çok önemli iki tane kontrat imzaladık. Bir tanesi İngiltere’den, bir tanesi de Uzakdoğu’dan bir müşteri. Aşağı yukarı aynı hizmeti, aynı projeyi her ikisine de sunduk. Fakat bizimle çalışmalarının her ikisi açısından da farklı sebepleri vardı. Aynı konuda benzer bir kontratı farklı sebeplerden imzalamak aslında bizim gücümüzü gösteriyor. Müşteri, teknoloji transferi, mühendislik ve olmayan yan sanayi parkını ya da ekosistemini oluşturmak için bizden destek istiyor. Uzakdoğu’dan daha pahalı ama daha yakın bir ülkeden daha uygun koşullarda nasıl alabilirim, bunun peşinde müşteri. Bizler her iki kontratta da şunu hissettik. Her iki müşteriye de sadece domestik kompetansımızı satmadık; içinde bulunduğumuz ekosistemdeki networkümüzü de sattık onlara.

EMRE ALKİN: Yani “Türkler bu işin kompetanıdır, tecrübelisidir, ekosistemleri vardır, buradan almak mantıklıdır” mı diyelim?

MURAT ÖZKAN: Evet. Yani yan sanayiyle olan ilişkileri kuvvetlidir, dolayısıyla biz kolay iletişiriz, kolay satın alma yapabiliriz, en azından yanılmayız bu konuda. Uzakdoğu’daki müşterimiz diyor ki, “Sizler daha önce yaptığınız işlerdeki tedarikçilerle bizi de tanıştırın. Onları bizim ülkemizde yatırım yapmaya teşvik edin”. İngiltere’deki müşterimiz de der ki, “Biz maliyet azaltma programları yürütüyoruz. Bu maliyet azaltma programlarına sizin yan sanayinizi de davet edelim”. Hexagon Studio’nun TOSB içinde bulunmasının belki de en önemli faydası bizlere bu oldu. Bizim markalaşma sürecimize de çok büyük katkıda bulundu. Sadece TOSB içindeki de değil, tüm ekosistemdeki partnerlarımızın diyeyim. Onlarla beraber çalışmanın da büyük faydasını görüyoruz. Ayrıca şu toplantının başından beri sizlerin dile getirdiği konuların birçoğu bizim için de geçerli. Mesela personel konusu. Biz çok beyaz yaka ağırlıklı bir iş yapıyoruz. Yüzde 90’ın üzerinde. Bunun yüzde 90’ı da mühendis. Eğitilmiş, kalifiye personeli üniversitelerle beraber büyük oranda staj programlarından temin ediyoruz. Yalnız bu personel transferi konusunda maalesef biz çok kötü bir konumdayız. Bizim personelimiz çoğunlukla müşterimize veya potansiyel müşterimize gidiyor. Bizim müşteriyle yaptığımız projenin yöneticisi arkadaşları transfer ediyorlar ve biz bir şey yapamıyoruz. Ancak son iki yıldır dış pazarlara yönelmemiz bu sorunu aşmamıza zemin hazırladı. Artık neredeyse bütün müşterilerimiz yurtdışı müşteriler haline geldi. Yakında toplam ciromuzun yüzde 70’in üzerinde bir bölümü yurt dışı müşteri kaynaklı olacak. O müşteriler personel transfer etmiyorlar doğal olarak, tam tersine buradaki işimize faydası oluyor.

NESLİHAN KÜÇÜKOĞLU DEMİRTAŞ: Şirketlerimizde ikinci kuşağı temsil ediyorum. 2003 yılından itibaren yüzde 70 ihracat oranı yakaladığımız aile şirketimizde görev yapmaktayım. Bizim şirketimizin ana faaliyet konusu (core-business) otomotivde menteşe imalatı ve mekanizmalı ürünler. Bu konuda bir marka olduğumuzu biliyoruz. Temelleri 40 yıl önce atılmış bu ürün gamlarımızda, markalaştık ve global platformda bilinirliğimizi artırdık. Bütün rakiplerimizi analiz edebileceğimiz ortak platformlarda markamızı görmek bizi gururlandırıyor. Bu noktaya ulaşırken 2011 yılında Ar-Ge merkezi olmamızın ciddi katkısı oldu, özellikle otomotivde Alman müşterimiz ürettiğimiz parçaların kendi Ar-Ge’miz tarafından tasarlanıyor olmasından dolayı ihracat hacmimizi artırdılar. İhracatta böyle bir noktayı yakalamış olmakla beraber, rekabet avantajı da elde etmek ve ihracat hacmimizi artırmak amacıyla rakiplerimizden Slovenya’da bir firmayı 2018 yılında satın aldık. Bu da bize bir artı değer kazandırdı. Biz ikinci kuşak olarak babamızla çok fazla çalışma fırsatı bulamadık ama ihracatın önemini erken kavradık. Bu konudan dolayı da otomotiv sektörü ihracatta lider bir sektör. Biz de burada kendi payımıza düşeni yaptığımız için mutluyuz. Tüm bu global gelişmeleri yaşarken üretim tesisimizin Türkiye’nin en mükemmel Organize Sanayisi olan TOSB’un içinde bulunmasından dolayı çok mutluyuz. Nilüfer OSB’de ve Adapazarı’nda 2. OSB’de bir tesisimiz var. Ama şunu söyleyebilirim ki, buradaki tesisimiz en oturmuş alt yapısı olan üretim noktamız. Birçok konu değerli TOSB yönetimi tarafından zamanında ve hızlı aksiyonlarla çözümleniyor. Tüm güzelliklerine rağmen, bölgemizin en büyük sorunu trafik. TOSB çevresinde, cazibe alanları kurulursa nitelikli beyaz yakayı buraya çekmemiz çok daha rahat olur ve daha rekabetçi oluruz. Avrupa yakasında TOSB gibi bir OSB bildiğim kadarıyla yok, ama üretim alanlarına yakın AVM, site yerleşimleri ve sosyal rekreasyon alanları çok daha fazla. Bu nedenle bu yönde çalışmalar olması OSB’mizin trafik sorununu çözeceği gibi, İstanbul-Ankara arası TEM yolunda da ciddi trafik azalması sağlayacaktır. Bununla birlikte genel olarak Türkiye’ de üretim tesisi arsa maliyetleri çok yüksek. Genişlemek, hacmini büyütmek isteyen üreticiler teknolojiye mi yoksa arsaya mı yatırım yapacak? Bu konuda da üreticiye uygun maliyetli üretim alanı tahsisi yapılıp, yurtiçi üretimin ve ihracatın desteklenmesi gerekiyor.

EMRE ALKİN: İşinizin, bir yüzdeye bölseniz ne kadarı tasarım ne kadarı fabrikasyon ne kadarı satış, pazarlama, lojistiktir sizce? En çok önem verdiğiniz parça hangisi?

NESLİHAN KÜÇÜKOĞLU DEMİRTAŞ: Menteşe ve mekanizmalı parçalar grubu için, tasarım yaklaşık yüzde 40 diyebilirim. Çünkü kalıbını da kendimiz tasarlıyor ve üretiyoruz. Aynı zamanda yeni çıkan teknolojilere adaptasyonu da kendimiz yapıyoruz. Bu konuyla ilgili üniversitelerle çok fazla irtibatta bulunsak da maalesef çok destek alamıyoruz. Bu da üzerinde çalışılması gereken önemli bir konu. Ar-Ge merkezimiz var ama doktoralı, konunun uzmanlarını sanayide, yani Ar-Ge merkezimizde bizimle çalışmaya ikna etme konusunda ciddi sıkıntılarımız var. Üretim katma değerli ürünlerde işimizin daha küçük kısımda kaldı. Teknoloji çok geliştiği için yeni teknolojiyle üretim yapma yoluna gidiyoruz aksi halde rekabet etmemiz mümkün değil Üretime yüzde 20 dersek, yüzde 40 markalaşma diyebilirim. Özellikle son yıllarda pazar araştırmaları ve hedef pazarlara ulaşma ve markalaşma, işimizin önemli bir kısmı ve buna önem veriyoruz.

EMRE ALKİN: Lojistikte bir sıkıntı yok mu?

NESLİHAN KÜÇÜKOĞLU DEMİRTAŞ: Lojistikteki sıkıntı, maliyetlerimizin çok yüksek olması.

AHMET BAYRAKTAR: Onun için Slovenya’da fabrika aldılar, şimdi orada beyanname açmadan direkt gönderiyorlar. Burada bir beyanname açmanın bile bir bedeli var. Her beyanname bir bedel. Lojistik mesafe dışında beyanname bedeli İhracatta bizim için dezavantaj, ek maliyet.

ADNAN NACİ FAYDASIÇOK: Birkaç konu var değinmek istediğim lojistikle ilgili. Bizler biliyorsunuz aynı zamanda TAYSAD’da da yönetimdeyiz. TAYSAD’da yaptığımız güzel bir lojistik uygulaması var. Orada özellikle Avrupa’ya yapılan ihracatta, elleçleme dahil, nakliye dahil bazı teşvikler aldık devletten. Şu anda ticaret bakanlığıyla görüşüyoruz, elleçleme teşviki normalde verilmiyor ama yüzde 1 de olsa 1,5 de olsa bir destek üzerinde ısrar ediyoruz. En kısa zamanda sonuçlandıracağız. Özellikle Kemal Bey’in ısrarlı çalışmaları var bu konuda. Burada değinmek istediğim bir başka konu ise yetkili yükümlü statüsü. Biz Türkiye’de uygulamaya girdiğinden beri yetkili yükümlü statüsünü alan ilk firmalardan biriyiz. Bizim bütün kantarlarımız gümrükçe de onaylı ve gümrük ile elektronik olarak enteg re. Dolayısıyla ihracat için tarttığımız bir malzeme, gümrükte tekrar kantara girmiyor. Ayrıca YYS sayesinde ihraç edilen malzemeler, ikinci bir işleme tabi tutulmadan ve gümrükte bekletilmeden geçebiliyor. Bu da hem işgücü hem de maliyet avantajı sağlıyor bizlere. Değinmek istediğim bir diğer konu ise Turquality. Ticaret Bakanlığı Turquality marka destek programına dahil olduk. Biz aslında imalat sanayinin bir girdisi olan ara mal satıyoruz. Otomotivcilerin ihtiyacı olan vasıflı ve parlak çelik çubuklar üretiyoruz. Ara malı üretip de bir diğer deyişle konusu B2B (business to business) olup da Marka Desteği alan ilk firmalardan biriyiz. “B2B business’ta marka da olur muymuş” diye bir kanı vardı. Onun olduğunu bugün kanıtlamış durumdayız. Ankara’yı ikna etmek için çok uğraştık. Tedarikçisi olarak Bosch’a, Valeo’ya, ZF’ye, Mahle’ye ürün verebiliyorsak, marka olduğumuz için verebiliyoruz. Marka olamazsanız, sürdürülebilir kalite ve gelişmeniz yoksa zaten giremiyorsunuz bile uluslararası otomotiv tedarikçilerine. Devletin bu konuda artık çok güzel teşvikleri var. Özellikle dijitalleşme olsun, yönetim danışmanlığı konusu olsun, birçok teşviklerden yararlanıyoruz. Bir de başkanımız bugün burada değil, onun üzerin de bizzat çalıştığı önemli bir konu var. Biliyorsunuz Türkiye’nin Otomotivi Ortak Girişim Gurubu (TOGG) kuruldu ve kısmetse ülke olarak ilk yerli elektrikli aracımızı üreteceğiz. Biz TOSB’un kapılarını TOGG’a açmak istiyoruz. Bölgemizde otomotivin çeşitli aksamlarını üreten birçok üretici var. 16 Ar-Ge merkezimiz, bir de tasarım merkezimiz var. İçerisinde start-up’ların yetiştiği inovasyon merkezimiz ve otomotive yönelik birçok testlerin yapılabildiği test merkezimiz var. Biz Türkiye’nin ilk ve tek otomotiv ihtisas organize sanayi bölgesi olarak, yerli otomotive önemli bir ekosistem oluşturduğumuzu düşünüyoruz. Özellikle TOSB’a ait binalarımızı da TOGG’un mühendislik ekiplerine tahsis etmek istiyoruz ki, buradan bir sinerji çıksın.

DR. MEHMET DUDAROĞLU: Bu konu henüz çok yeni olduğu için anons edilmedi. Eğer başarabilirsek onların o 2 bin kişilik çalışılacak mühendislik birimini biz burada ağırlamak istiyoruz. Tabii bu bir süreç. Eğer öyle olursa buranın marka değerini de çok fazla ileriye doğru taşıyacağız aslında. Naci Bey’in anlatmış olduğu konu buydu. Ben de tamamlamış olayım. Bu arada sözü almışken, müsaade ederseniz, şimdi “süreçler” konusu nasıl gündeme geldi bilmiyorum ama bu konuya iki boyutta bakmak lazım. Birincisi şirketlerin kendi süreçleri ve verimlilik çalışmaları, diğeri ise organize sanayi bölge yönetimlerinin iş süreçleri ve verimlilik çalışmaları. Her şirketin kendi özelinde olan imalat süreçleri ve buna bağlı olarak verimliliği artırma çalışmaları mutlaka vardır. Şirketler kendi çalışmalarıyla ilgili çok fazla bilgi paylaşımını zaten yapmazlar. TOSB yönetimi olarak kendi yönetim tarzımız, hizmet süreçlerimiz ve bu süreçlerin iyileştirilmesi için düşünmemiz ve üzerinde çalışmamız lazım. OSB yönetimleri hizmet veren kurumlardır. Çünkü hizmet veriyoruz biz bütün üyelere. Ben inanıyorum ki, biz imalatçılar kendi süreçlerimizde ideali yakalayamıyorsak, OSB’leri de verdikleri hizmetler kapsamındaki süreçleri gözden geçirip, çok daha verimli olabilmenin yolunu açmaları gerekiyor. Yani sadece TOSB’dan bahsetmiyorum, bütün Türkiye’nin OSB’lerinde böyle bir problemin olduğuna inanıyorum. Şu anda imalat sektöründe ekipman verimliliği maalesef yüzde 50 bandının altında seyrediyor. Bu benim 15-20 firmadan yaptığım araştırmadan hareketle vardığım bir sonuç elbette. Bunların arasında otomotiv ve makine imalatçıları da var. Bu pilot çalışma geneli yansıtmaz diye düşünülebilir, eğer kapsamlı bir araştırma yapılır ise imalat sektörümüzün çok verimsiz çalıştığı ortaya çıkar. Hal böyle olunca üretim maliyetleri çok yukarıya tırmanıyor, kar marjları çok düşüyor. Tabii burada insan verimliliği de işin içerisine doğal olarak giriyor. Dolayısıyla, kaynaklar düzgün ve etkin kullanılamadığı için, gereksiz yatırımlar yapılması söz konusu olabiliyor, bu durum kaynak israfını da beraberinde getiriyor. Onun dışında markalaşma konusu var. Burada gerçekten çok sayıda markalaşmış firmalarımız var. Zaten bütün OSB’lerin bir marka stratejisi ve bir yol haritası olmalı. Ben TOSB’un bu konuda çok ciddi şansı olduğuna inanıyorum. Çünkü kendisini kanıtlamış çok ciddi firmalarımız ve çok yoğun ihracat yapan firmalarımız olması nedeniyle burası zaten bir markalar şehri. Bu markalar şehrini çok iyi tanıtacak olan da TOSB. Hep birlikte ve iyi bir marka stratejisiyle TOSB’u, otomotivin iyi bir kümelenme modeli olarak dünyaya tanıtabiliriz. Bu alanda yapacak çok işimiz var. İhracat konusuna da hızlı bir şekilde değineyim. Evet, biz ihracatta hepimiz harikalar yaratan kurumlarız ama Türkiye’nin şu anda geçmekte olduğu süreç nedeniyle özellikle iç piyasada ciddi bir daralma olduğu için firmalarımızın pek çoğu kapasitelerini dışarıya aktarmış durumda. Firma ismi vermeden kendi firmamızdan bahsedeyim. Biz son 30 yıldır ihracat yapan bir kuruluşuz. Ciromuzun yüzde 80’e yüzde 20 bandı hep ihracat lehinde çalışırdı. Yüzde 20’lik o daralmadan dolayı şu anda yüzde 95 ihracat, yüzde 5 iç piyasaya çalışıyoruz. Daha çok AB ülkelerine ihracat yaptığımız için Avrupa kültürünü biliyoruz artık. Ancak yeni pazarlara da açılmamız gerekir. 15 sene önce stratejik bir kararla ABD’ye de açılmayı düşündük ve başardık. ABD deki ticari araçların parça modellerini üretim gamımıza aldık, yıllar içerisinde ABD pazarında kendimizi kabul ettirdik. Ekonomik daralmanın yaşandığı bu tür zamanlarda stratejik satış ve pazarlama çok önemlidir. Avrupa’da bir daralma söz konusu olduğunda yeni pazarlara Avrupa’nın modelleriyle giremeyiz. Stratejik olarak girmeyi düşündüğümüz ülke veya ülkeler için yoğun ve uzun soluklu çalışmalar yapmalıyız. Otomotivin gelişen bölgelerine doğru mutlaka gidebilmemiz gerekiyor. Mesela Çin. Bizim TAYSAD üyesi olan firmalarımızın bir kısmının Çin’de yatırımları var. İşgücünün ucuz olması, cazip teşvikler veya AB ülke markalı ana sanayi tarafından davet edilmesi nedeniyle otomotiv tedarikçi firmalarımız Çin’de yatırım yapmaktalar. Dolayısıyla bu firmalarımız, Çin’de davet edildikleri ana sanayiye mal satmakta, diğer yatırımcı firmalar ise Çin’den ihracat yapmaktalar. Çin’in kendi iç pazarı çok büyük ve iç pazarına hizmet verebilmek için iş modelleri geliştirmeliyiz. Konuyu bu kadarla toparlamış olayım. Yani yeni stratejiler, yeni pazarlar çok çok önemli. Para bulma konusuna gelince. Bankacılara sesleniyorum, siz sadece KOBİ’leri düşünmeyin, bölgemizde ağırlıklı olarak büyük firmalar faaliyet gösteriyor. Bizler ihracatçı kuruluşlarız, döviz kredi riski taşıyan firmalarız. Yeni ihracat pazarları buluyoruz, kapasitemizi artırmamız gerekiyor, yatırım yapmamız gerekiyor. Ancak döviz kurundaki artış bilançolarımızdaki kambiyo giderlerimizi yukarılara fırlatmış durumda. Faaliyet karlarımız yeterli olsa dahi kambiyo giderlerinin yüksekliği nedeniyle zararla kapanan bilançolara sahip firmalar konumundayız. İşletme kredisine, ihracat prefinansman kredisine yoğun olarak ihtiyaç duyulan bu dönemde, ihtiyaç sahibi firmalara, “aman sizin bilançonuz bozuldu, biz sizden uzak duracağız” falan denmemesi gereken bir dönemdeyiz. İçinde bulunduğumuz dönemde çeşitli fırsatlar olduğu için büyümek isteyen firmalar, yatırım kredisine ihtiyaç duyuyor. Ancak bunlar kredi faizleri çok yüksek olduğu için yatırımdan vazgeçiyor. İhracatı artırmak istiyorsanız prefinansman kredisine, ihracat kredisine ihtiyacınız var. Eximbank, “yüzde 2’yle 1,5’la bir başka bankadan aldığınız teminat mektubunu getirin bana, ben size kredi vereyim” diyor. Ama şimdilerde teminat mektubu bulabilmek gerçekten zorlaştı. Limitiniz olsa dahi bankalar teminat mektubunu bile bilanço yapılarının bozulmasından dolayı vermekten imtina ediyorlar. Yani paraya ulaşabilmek giderek zorlaştı. Sanayicilerimizin yetersiz sermaye yapılarını zaten biliyorsunuz. Yetersiz sermaye yapısı nedeniyle hangi firmaya giderseniz gidin, örnek vermek gerekirse, hiçbir firma kıdem karşılıklarını ayırmaz, çünkü para yok. Dolayısıyla oraya ayrılacak para kullanılır. O nedenle sermaye yetersizliği içerisinde olan sanayicinin önündeki bu duvarı, engelleri çok hızlı bir şekilde aşağı indirmemiz gerekiyor.

EMRE ALKİN: Halk Leasing ne diyor diye sormak istiyorum ben de. Madem sanayici kapasite artırmak istiyor, makineler alınacak vs. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Aklınızda neler var?

COŞKUN ÇABUK: Leasing bir finansman hadisesi. Bankacılığın ikamesi değil, tamamlayıcı. Tam olarak “banka dışı finansman” olarak geçiyor. Tabii ülkenin tasarruflarının yavaş arttığı bir ortamda, bankacılık dışı finansmanın da önemi çok yüksek. Banka dışı finansman Avrupa’da, ABD’de yüzde 30-40’larda, bizde yüzde 1-2’lerde. Bunun artırılması gerekiyor. Bunu artırdığımızda, merdiven altı borçlanma gibi sorunların da önüne geçilecektir diye düşünüyorum. 2018 zor bir yıl oldu. Biz şu anda konsantremizi OSB’le re yoğunlaştırdık. Yani, OSB’lere yönelik bir üretim ve istihdam destek protokolü hazırladık. Bir iyi niyet protokolüyle kaynaklarımızı OSB’lerdeki firmalarımıza önceliklendirelim, onlara kullandıralım ve böylece kaynaklar direkt üretime yansısın diye… Bizim bir kamu bankası olarak, kamu leasing şirketi olarak üstlendiğimiz kamusal bir görevimiz var. Bu protokolle sanayicilerimize çeşitli avantajlar sunuyoruz. Yaklaşık 200-300’ün üzerinde OSB’yle görüştük. OSB’lerle, İOSB’lerle, özellikle savunma sanayisi, otomotiv sanayi tesisleriyle... Bu sektörler Türkiye ekonomisi için çok önemli. Bunlara destek olmak için çeşitli avantajlar sunduk. Leasing’in en büyük avantajı ne derseniz, benim gördüğüm en büyük avantajı, KDV avantajı. Elbette finansal avantajları var, istihdam yaratma gibi daha birçok avantajları var. Ancak şu konu da çok önemli. Örneğin bir KOBİ yurtdışından bir mal çektiğinde ithalat işlemlerini yaparken hata yapabilir, gümrük işlemlerini yaparken pek mükemmel yapamayabilir. Bu hataların maliyeti çok yüksektir. Ama leasing şirketlerinde personel daha ihtisaslaşmış ve sizin adınıza bunu yapıyor. Mülkiyet kendisinde olduğu için tüm işlemlerin operasyonel yükünü kendi üzerine alıyor.

HAKAN BAŞARAN: Sizin de bildiğiniz gibi, ağırlıklı olarak Ticari ve Kurumsal Şubelerimiz olmak üzere buradaki birçok firma ile zaten çalışmaktayız. Buradaki kasıt Bankamızdaki segment ayrımlarıdır. Örneğin 40 milyon TL ciroya kadar olan firmaları biz yönetiyoruz, bunun üstündeki cirolara ise Kurumsal ya da Ticari segment şubeler hizmet vermektedir. Ama tabi ki sonuç olarak bütün firmalara, ayırt etmeksizin hizmet etmek görevimiz. OSB yönetimleriyle de ilişkilerimiz var, onlara katılıyoruz, keşke yatırım talebi daha fazla olsa. Örnek vermek gerekirse ben geçtiğimiz 4 sene boyunca Anadolu Yakası’nda Bölge Koordinatörü olarak görev yaptım. Keşke çok daha fazla fabrika ve yatırım talebi olsaydı da biz de yardımcı olsaydık. Size son dönemde yeni çıkan bir paketten bahsetmek istiyorum, sadece iki bankanın, Ziraat Bankası ve bizim öncü olduğumuz bir kredi paketi; KOSGEB yerli makine. KOSGEB veri tabanına kayıtlı üye firmalara, ağırlıklı olarak yerli makinelerin satışına yönelik bu paket, 1 milyon TL’ye kadar olan kredili makine alımlarının 300 bin TL faizini devlet ödemekte. Ancak, zor bir süreçten geçtiğimiz dönemde çıkarılan bu pakete beklediğimiz talep gelmedi. Yeni dönemde buna ilişkin talebin de yeniden canlanacağını öngörüyoruz. Bu bizi çok mutlu edecek, çünkü bankacılar olarak bizi en çok firmaların yatırım taleplerini karşılamak mutlu eder. Tüketmek için önce üretmek, üretim için de önce yatırım yapmak gereklidir. Bununla bağlantılı olarak yaklaşık 2 ay önce faizleri yüzde 22 bandına indirdik. Elimizden geldiğince firmaların verimliliğine, projeksiyonlarına ve sürekliliğine bakarak neredeyse fon maliyetine kadar fiyatlama yaptığımız oluyor. Bunu geleceğe umutla baktığımız ve siz Türk Sanayicilerine güvendiğimiz için yapıyoruz.

MUSTAFA ÖNDER YÜCEL: Ben biraz Ar-Ge konusuna girmek istiyorum. Geçmiş dönemde bunu TÜBİTAK bir şeklide yapmaya çalıştı ama ihtisas bölgesi olması nedeniyle Ar-Ge çalışmalarını bu bölgede farklı bir şekilde uygulayabileceğimizi düşünüyorum. Yani ortak Ar-Ge platformları... Muhakkak her firmanın kendine özel Ar-Ge’leri var ve spesifik çalışmalar yapıyor ama bazı durumlarda da bir sinerjiyle, ortak Ar-Ge’ler de yapmak mümkün. Eğer ortak bir Ar-Ge platformu yaratabilirsek buradan büyük bir sinerji çıkartabiliriz diye düşünüyorum. Bu aynı zamanda proses süreçlerinin düzenlenmesi, üretim verimliliği anlamında da. Örneğin biz kalıp çeliği temin ediyoruz, kalıp çeliği ısıl işlemi ve ona ilişkin ilave hizmetlerimiz var. Kalıp verimliliği yükseldikçe doğal olarak sizin de üretim verimliliğiniz artacak. Tabii bu konunun sadece bizimle ilintili olan tarafı. Muhakkak başka projeler de çıkacaktır diye düşünüyorum.

ÖMER ILTAN BİLGİN: Ben de biraz Ar-Ge konusunda konuşmak istiyorum. Bizim Ar-Ge yapışlarımızda şöyle bir problem çıkıyor: Adam heyecanla bir şey yapıyor, mesela ses geçirmesine bakacak, ama burada yok, ne yapıyor, Almanya’ya gönderiyor. Tabii oradan üç ay sonra geliyor. Dünyanın da parası. Bu arada biz de işten soğumuş oluyoruz. Daha evvel OTAM zamanında biz bunu TAYSAD olarak yaptık ama 5-6 sene geçti galiba. Bizim sanayimizdeki test araçları nedir? Neye ihtiyacımız var? Burada, elimizde ne var? Öyle bir sayım yaptık. Burada iki test merkezi var, sanırım biri elektrikle ilgili, öbürü de OTAM’dan TOSB’a devrolan bir tesis. Şimdi benim teklifim, buradaki bütün Ar-Ge merkezleri kayıt altına alınsın; sanayiciler ne testi yapıyor ne yapmak istiyor, kendisinde hangi aletler var? Belki birçoğumuzda aynı aletten birkaç tane var, o da ayrı hikâye. Bu sayım yapılırsa hem mevcuda bakılmış hem de ihtiyaçlar öğrenilmiş olacak. Elde edilen verilere göre de bir program yapılıp, test merkezi geliştirilirse bizim Ar-Ge’miz daha rahat olur.

DR. MEHMET DUDAROĞLU: O yapıldı, çok yeni yapıldı. Bizim şu andaki test merkezini yani OTAM’ı devretmiş olduğumuz BİAS firması, bu konuyla ilgili bütün firmaları dolaşıp ihtiyaç tespitini daha yeni yaptı ve bize de bir sunum yaptı bir hafta kadar önce. O konuyla ilgili çalışma devam ediyor. O konuda haklısınız çünkü bu kadar çok bilgi var, yetkinlik var. Bu yetkinlikler bir yerlerde kaybolmasın, o ortak yetkinlikleri kullanabilelim diye zaten yapılan bir işti.

ÖMER ILTAN BİLGİN: Çok güzel. Bir başka konu da belki henüz erken ama çok hoşuma gittiği için anlatıyorum. DES’te biz Boğaziçi Üniversitesi’yle beraber bir teknopark kurduk. Çok da güzel bir yer oluyor. Buradaki üniversiteyle böyle bir girişim için çok mu erken veya GOSB’da var diye gerek yok mu? Bir teknopark organize edilse. Bilemiyorum belki zaman içerisinde…

EMRE ALKİN: Müjdeli bir haber vereyim Turkishtime’ın her sene yayımladığı “Ar-Ge 250” diye bir raporu var. Filiz Hanım biraz bilgi verirseniz…

FİLİZ ÖZKAN: “Türkiye Ar-Ge 250”yi biz 2013 yılından beri hazırlıyoruz. Bu çalışmalarda çok önemli iki datayı kullanıyoruz. Bunlardan bir tanesinde TİM’in ihracat sıralamasında ilk 1000’e giren firmaların Ar-Ge verilerinden hareket ediyoruz. Diğerinde ise borsaya açık firmaların Kamuyu Aydınlatma Platformu’nda yer verdikleri kar zarar tablolarında bulunan Ar-Ge datalarını birleştiriyor ve her yıl bir Türkiye Ar-Ge 250 sıralaması yapıyoruz. Gerçekten çok meşakkatli bir araştırma. Türkiye Ar-Ge 250 araştırmasında, firmaların ArGe harcamalarının dışında, bir sonraki yılda planladıkları Ar-Ge harcamaları, Ar-Ge’deki istihdam sayıları, patent sayıları, tasarım konusunda aldıkları tesciller gibi çok önemli dataları da derliyor ve bir rapor haline getiriyoruz. Türkiye Ar-Ge 250 araştırması, ülkemizin Ar-Ge faaliyetlerinin bir karnesi niteliğinde.

ŞAMİL ÖZOĞUL: Ömer başkanın ifade ettiği gibi, envanter çıkarılmıştı, belki yeniden güncellendi ama hep test analiz cihazları üzerine odaklı bir şeydi bu. Yurtdışında çoğu OSB’de, özellik le İOSB’lerde sadece test analiz cihazlarıyla ilgili değil, OSB bünyesinde faaliyet gösteren firmaların ara sıra da olsa ihtiyaç duydukları, yani senede birkaç yüz saat ihtiyaç duydukları imalat makinelerini de kapsayan ortak kullanım merkezleri kuruluyor. Buradaki amaç da yine kümelenme mantığıyla bir araya gelmiş olan firmaların ilk yatırım maliyetlerini, işletme maliyetlerini düşürmek. Hele ki Türkiye şartlarında nitelik li personel eksikliğinden bahsediyoruz, o türlü makineleri kullanacak olan personelin ortakla şa istihdam edilmesi ve üyelerin de belli bir düzen içerisinde bundan hizmet almaları, hepimizin rekabet gücünü artıracak bir çalışma olabilir. Bunu da TOSB’da yapabilme imkânımız var. Yani bu test ve analiz cihazlarından çoğu üye de faydalanamıyor. Haberi olmayan üyeler de var. Bir yandan onu da değerlendirmek lazım. Elimizdeki imkânlardan belki çoğu üyenin haberi bile yok. Bir diğer konu bu verimlilik üzerine, Mehmet Bey de söyledi, yüzde 50 civarında. Biz son 10 yıldır “Manufacturing Data Collection” denilen dijital sistemlerle makine verimliliklerini ölçmeye çalışıyoruz. İnsandan bağımsız, dijital olarak makine verimliliklerini ölçüyoruz. Yurtdışında ortalama bir kalıpçı bir makinenin amortisman hesabını yaparken, senelik 6 bin saat üzerinden, 300 gün x 20 saat diyor çıkıyor işin içinden. Yani bu kadar net ve bütün hesaplamasını da bunun üzerine yapıyor. Türkiye’de en ileri çalışan kalıp firmasında bile CNC takım tezgâhlarının verimliliği yüzde 70’leri bulmuyor. Yani senelik 4 bin4 bin 200 saat civarında. Bu en üst seviye. Yüksek verimlilikte çalışmaya mecbursunuz ve bu da farklı bir şekilde karşınıza çıkıyor. Fabrikalardaki otomasyon sistemi, dijitalleşme, robotların kullanılması, bunlara aslında farklı sebeplerden ihtiyaç duyuyorsunuz. Ya insanınız yoktur o işleri yaptırmaya, dolayısıyla insansız çalışma sistemleri kurgulamak durumundasınız. Ya da insan çok pahalı olduğu için verimliliğinizi artırmak amacıyla bu tür sistemleri kullanıp maliyetlerinizi düşürmek zorundasınızdır. Kuzey ülkelerindeki kalıpçılardan teklif aldığınız zaman size hesap yaparken iki farklı maliyet çıkıyor. Bir insanlı çalışma maliyeti, bir insansız çalışma maliyeti. İnsanlı çalışan CNC tezgâhının saat ücretini 80 eurodan hesaplıyor, gece vardiyasında insansız çalışan tezgâhın saat ücretini 20 eurodan hesap ediyor. Toplam olarak baktığımızda bu adam senede 6 bin saat çalıştırabiliyor o tezgâhı ve sonuçta sizden daha rekabetçi fiyatlarla teklif verebiliyor. Oysa burada verimliliği artırmadan makine yatırımı yapılıyor, ondan son ra da finansman aranıyor. Hâlbuki kendi içinize döndüğünüzde öncelikli olarak ele almanız gereken konu verimlilikleri artırmak olmalı. İnsan kaynağı da buna göre yapılanmak durumunda. Bir şey daha ekleyeceğim, yine kalıpçılık sektörü özelinde. İhracat ihracat diyoruz, işte kalıpçılık sektörü yüzde 70’e varan oranda ihracat yapıyor. Ana müşteri otomotiv. Dünya genelinde de Türkiye’de de böyle. Türk kalıpçısının da ihracatı yüzde 70 oranında otomotive. Özellikle de AB ülkelerine. Bizim kalıp üretimindeki maliyetin ortalama yüzde 35’i takım çeliğidir. Türkiye’de nitelikli takım çeliği üretimi yok. Kalıp üretmek için çelik ithal etmek zorundayız. Ama Türkiye’de hiç üretilmeyen nitelikli takım çeliğine biz yüzde 25 ilave gümrük vergisi ödüyoruz. Kalıp çeliğine uygulanan ek vergi, kalıp maliyetinde yüzde 8 net artışa tekabül ediyor. Bir anda daha hiçbir şey yapmadan 1-0 mağlup başlıyorsunuz mücadeleye. Ondan sonra finansman bulsanız ne olacak bulmasanız ne olacak?

SELAHATTİN GÜLBEYAZ: Verimsizlik söylediğinden daha kötü, iyimser davrandın. Çünkü tezgah tek başına çalışmıyor ki, verimli adam da lazım. Takım kullanma, program yapma… Onun başı benden daha çok dertte. Yani çok dehşetli bir verimsizlik var. Bir de ayrıca bizler tezgâhları tam çalıştıramıyoruz. Örneğin biz 1,5 vardiya çalışıyoruz. Yani amortismanları dediğin gibi koymak mümkün değil. Dolayısıyla nereye gidiyoruz? Şu anda bizdeki maliyetler Duesseldorf’taki bir fabrikayla aynı. Artık yapamaz duruma geldik. Utandığımızdan fiyatları indiriyoruz. Çekoslovakya zaten ucuz bizden, Duesseldorf gece çalışıyor, insan yok. Elektrik de harcamıyor, karanlık, kapalı fabrika.

EMRE ALKİN: Boya sektörüyle de böyle bir toplantı yapıyorduk, orada da aynı şeyi söylediler. Boyanın hammaddesi solvent. Fakat solventten kaçak yakıt yapılıyormuş diye onun üzerine konan ÖTV sebebiyle boyayı tam olarak ithal ettiğinizde üretmekten ucuza geliyormuş.

AHMET BAYRAKTAR: Efendim biz kümelenme olarak güzel bir OSB’yi kurmuşuz, bir ara ya gelmişiz. Aynı sektöre büyük oranda hepimiz iş yapıyoruz. Global bazda birbirimizi tanıyoruz ama son yapılan konuşmalara geldiğimiz zaman en önemli sorunumuz ortaya çıkıyor. Birbirimi zi çok iyi tanımıyoruz, birbirimizden istifade etmiyoruz, iyi iletişim kurmuyoruz. Birbirimizden öğrenmiyoruz. Ben onu anlıyorum. Yani bu OSB’de bir kümelenme olmasına rağmen birbirimizden istifade edemiyoruz. Çünkü gerçekten birçoğumuzda farklı farklı yetkinlikler var. Şimdi kalıp konusunu konuşuyoruz, evet biz Çin’e kalıp da ihraç edebiliyoruz. Kendi tasarımımız ve yüksek katma değer ile üretilen kalıpları Çin'e ihraç ediyoruz. Herkes Çin’den getirirken biz Çin’e yılda 600-800 bin euroluk kalıp gönderiyoruz. Tabii kime? Kendi firmamıza. Yani orada bir başkasına satmıyoruz. Çünkü yaptığımız aynı kalıbın bir benzerini daha ucuza mal ederek rekabetçi olabiliyoruz. Onun için birbirimizden gerçekten öğrenebileceğimiz, kendimizi geliştirebileceğimiz, verimliliklerimizi artırabileceğimiz, süreçlerimizi daha iyi hale getirebileceğimiz çok iyi imkânlar var. Aslında belki OSB’nin görevlerinden biri de bu iş birliğini, dayanışmayı farklı bir platforma taşıyabilmesidir bence.

MEHMET ÖZDEŞLİK: Somut bir öneride bulunmak istiyorum. Hakikaten bu masada oturanların bile çoğu birbirimizin fabrikasına hiç girmedi. Yönetimde olan arkadaşlar da dahil olmak üzere genelde komşumuzun ne yaptığımızı bilmiyoruz. Dolayısıyla birbirimizi daha iyi tanımamız lazım ve gelen giden misafirlerimize tanıtmamız lazım. Markalaşmaya geleceğim daha... Eğer TOSB marka olacaksa, evet binalar güzel, yollarımız güzel, Almanya’dan, yurtdışından gelen misafirlerimiz de çok beğeniyorlar, burada kimler ne yapıyor diye soruyorlar. Ben isterim ki, TOSB’un merkezinde küçük bir fuar alanımız olsun. Herkes ürününü koysun veya ışıklı tanıtım panolarımız olsun. Çok güzel şık bir yer olsun. Merak edenleri getirip gezdirelim. İlgi duydukları ürün olursa o firmamız ile irtibat kurmalarını sağlayalım. Hem devlet kademesinden gelenler oluyor hem yurtdışından heyetler geliyor ama OSB’mizde daha neler yapılıyor anlatamıyoruz, çay içiyorlar “ne güzel OSB” diyorlar ve gidiyorlar. Neticede burada neler yapıldığını maalesef çok fazla bilmiyoruz, anlatabilsek TOSB’un marka olmasına çok daha fazla katkımız olur. Önerdiğim mini fuar ortamı için katılımcı firmalardan ufak bir ücret de alınabilir, böylece kendi kendini de finanse edebilir. Çok da faydası olur diye düşünüyorum. Bunun dışında ortak Ar-Ge konusu gerçekten çok önemli. Ama tecrübelerimiz bize gösterdi ki, direk müşterisi olmayan ArGe’nin gelişmesi yavaş oluyor. Şu anda Türkiye’nin sıkıntısı bu. Ar-Ge’ler destekleniyor ama müşteri ve zaman baskısı yok, sen kendi kendine potansiyel müşteriler veya gelecekteki bir ürün için bir şey düşüneceksin. Müşterisi olmayan bir ürünün Ar-Ge’si de olmaz. Hedefi olmayan bir ürüne ArGe yapılmaz. Ar-Ge desteklerinin yeni ürün yanında müşteri ihtiyaçlarının çözümüne yönelik projelere de verilmesi lazım. Üretimin temeli olan makine imalat sektöründe de gelişim şart. Firma yöneticilerinden rica ediyorum, Türkiye’deki girişimcilere, gençlere, makine üretimine değer versinler. Bilgi ve deneyimleriyle destek olsunlar. Burada yapılabilecek makinaları gidip yurtdışından almasınlar. TOSB bu konuda da örnek olmalı.

IGAL ZAKUTO: Ben de pazarla ilgili bir noktaya vurgu yapmak istiyorum. Otomotivde, ana sanayi bizi nerede istiyorsa oraya gitme gibi bir mecburiyet var. Bir şekilde müşteri sizi taşıyor belli yerlere. Biz de son zamanlarda çalıştığımız müşterilerimizin talebi ve yönlendirmesiyle Slovakya’da üretim yapan bir rakibimizi satın aldık. Müşteriye yakın lokasyonda üretim yapmak, ‘’Avrupalı kimliği‘’ almak, Orta ve Doğu Avrupa’nın Türkiye’ye görece ucuz işçilikleri, lojistik maliyetlerin düşmesi hep avantajları... Bir de Ahmet Bey’in söylediği gibi beyanname açmadan ihracat yapabilme avantajları var. Tüm bunlar bizleri biraz o tarafa doğru yönlendiriyor. Ancak, yurt dışı yatırımları konusunda başka bir örnek daha vermek istiyorum. Geçtiğimiz yıllarda, özellikle Avrupalı otomobil şirketlerinden, İran’da yatırım yapmamıza yönelik talep geldi. İranlı birtakım sanayicilerle bir araya geldik. Onlar bizi, biz onları ziyaret ettik. Kafa uydu, kimya uydu... Biz de neredeyse artık anlaşmayı imzalıyorduk. Son dakikada birtakım sebeplerle gerçekleşmedi... Bugün-belki de şanslıymışız diyoruz çünkü, İran’a yönelik özellikle ABD yaptırımları tekrar gündemde, “audit” formlarında sık sık karşılaştığımız soru: İran’la iş yapıyor musunuz? Eğer İran’la iş yapıyorsanız satış sigortası ve ürün sorumluluk sigortası yaptıramıyorsunuz. Dolayısıyla yeni pazarlar ararken böyle risklerin olduğunu da göz önüne almak, uzun vadeli sonuçları iyi analiz etmek gerekiyor.

ADNAN NACİ FAYDASIÇOK: Dünya genelinde ülkelere baktığınızda en büyük ticaret hep komşularla yapılıyor. Bir defa bizim komşularla ilişkilerimizi çok iyi tutmamız gerekiyor. Çevremizdeki bu savaşlar elbet bir gün bitecek. Buna da yatırım yapmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Hakan Bey çok güzel KOBİ desteklerinden bahsetti. Ben bu ayrımcılığa da biraz muhalefet ediyorum. Şöyle ki; KOBİ veya öbürüne de BOBİ dersek, KOBİ veya BOBİ, her ikisi de taş üstüne taş koymaya çalışıyor. Tüm sanayiciler KOBİ statüsünde olsun biz de desteklerden faydalanalım. Çünkü ülkeye kazandırılan doların rengi aynı. Biz de ihracat yapıyoruz onlar da yapıyor. Biz de yatırım yapıyoruz, insan çalıştırıyoruz. O ayrım inanın üzüyor beni. İşte talep olmamış, Hakan Bey’in sözünü ettiği krediye. Üstelik devlet faizini karşıladığı halde! Oysa bizim elimizde yatırım programımız var ama hiçbir maddi destek yok bununla ilgili. Yani o da yatırım bu da yatırım. Sanayicileri komple KOBİ yapalım, herkes KOBİ olsun aynı desteklerden sanayiciler de yararlansın. İnşaata destek, enerjiye destek, hep sektörlere destek var ülkemizde ama asıl desteğin sanayiciye yapılması lazım. Eğer Türkiye 10-20 sene önce bu destekleri sanayiye yapsaydı belki şimdi çok daha farklı ortamlarda olacaktık.

HAKAN BAŞARAN: Bu KOBİ Değer Kredisi Halkbank’ın veya başka bir bankanın dizayn ettiği bir kredi değil. 36 ay vadeli, 6 ay ödemesiz dönemli, azami 25 milyon TL ciro kriteri olan ve aynı zamanda ihracatçı ve imalatçı firmaların 1 milyon TL’ ye kadar, diğer ticaret dediğimiz sektörlerin 500 bin TL'ye kadar limitinin olduğu, bir sorunu en kısa yoldan çözmek amaçlı, firmalar için can suyu diyebileceğimiz bir kredi. Ben KOBİ segmentini yönetmekteyim demek ki KOBİ’ler büyümüş. KOBİ Değer kredisi için bir ciro kriteri konmuş, fakat bunu aşan taleplerde de siz güzide firmalarımızın yanındayız. Ben buraya gelmeden önce bir çalışma yaptım, firmaların limitlerini ve risklerini kontrol ettim, genelde limit boşlukları var, firmaların kullanılabilecekleri limitleri mevcut. Teminat mektubu kaleminde ise bu sene en çok büyüyen banka biziz. Taleplerinizi çok dikkatlice değerlendiriyoruz ve size gerçekten çok önem veriyoruz. Biz banka olarak elimizden gelen desteği kendi gücümüz ve kaynaklarımız doğrultusunda tüm sektörlere, özellikle sanayicilere ve ihracatçılara vermek istiyoruz. Bundan önce de olduğu gibi bundan sonra da yanınızdayız.

İBRAHIM HATİPOĞLU: Ben çok uzak bir OSB’de de iş yapan bir firmadayım. Şanlıurfa’da. Biz aslında otomotive sarf malzemesi üreten bir firmayız. Aşındırıcı ürünler, yapışkanlı bantlar ve iş güvenliği, kişisel koruyucular üzerine. Urfa’da da iş güvenliği için eldivenler üretiyoruz. Biraz önce bahsettiğiniz o korumalar sayesinde biz orada bir üretim şansı yakaladık. Bazen böyle, bozuk saat günde iki kere doğruyu gösterir mantığıyla, bizim işimize üretim anlamında katkı sağladı bu. TOSB’a dönecek olursam; biz 10 yıldır burada birlikteyiz. Buranın nasıl yönetildiğini, ne kadar mükemmel bir yönetim sistemine sahip olduğuna şahit oluyorum. Bu tecrübelerin aslında Anadolu’da yeni kurulan, gelişmekte olan OSB’lere de aktarılması konusunda çalışma yapılmasının çok faydalı olacağına inanıyorum. Hatta İgal Bey’le de konuştuk. Bizim bir yönetim kurulu toplantısını Urfa’daki OSB’de yapalım, onları da işin içine katalım diye. Hani kardeş okullar var, kardeş şehirler var… Kardeş OSB’ler de aslında geliştirilebilir bir proje. Çünkü orası gerçekten sanayi kültürüne ulaşmamış bir yer. Anadolu’nun birçok noktasında olduğu gibi Urfa da kendine mahsus bir yer. Orada sanayicilik nasıl yapılır, OSB’lerin problemleri nasıl çözülür? Her şey devletten beklenir durumda. Dolayısıyla biraz buralarda böyle bir misyon da yüklenebiliriz. Anadolu’nun değişik yerlerindeki OSB’lerin de sorunlarının çözümü için bir çalışma yapılabilir diye ilave etmek istedim.

DR. MEHMET DUDAROĞLU: Aslında çok güzel bir toplantı oldu. İyi bir beyin fırtınası şeklinde geçti. İhtiyaçlarımızı dile getirmeye çalıştık, sorunlarımızı konuştuk. Ben yine iki tane soruna değinip hemen hızlı bir şekilde bitirmek istiyorum. TAYSAD derneğimizin merkezi de burada, yan tarafta. Onların bir ERP komitesi var. Otomotiv sektörünün yani bizlerin özellikle ERP yazılım sistemlerini bünyemize mutlaka katmamız gerekiyor. Bunu uygulamamız gerekiyor. Neden? Kaynakları daha düzgün kullanabilmek için. Malzeme planlamasını, kaynak planlamasını düzgün yapalım diye. 80 tane üye firma o komitenin içerisinde. Bana gelen bilgilere göre, ki bizlerin de yaşadıkları da onu gösteriyor, Uluslararası ERP firmaları Türkiye’yi kesinlikle sömürüyor. Çünkü bir ERP sistemini oturtabilmeniz için 7-8 tane modül var. Her bir modüle 40 bin50 bin euro para ödüyorsunuz. Modülün kurulumu için en az 70 bin 100 bin euro ödüyorsunuz. Ondan sonra bakım masrafı falan... Şimdi bu olay yerli ve milli olmadığı sürece biz ne yaparsak yapalım yıllık karlarımızı bu adamların kucaklarına kendi elimizle veriyoruz. En büyük sıkıntılardan bir tanesi bu. Bir başka konu da dijitalleşme konusu. Endüstri 4.0’dan bahsediyoruz. Peki dijitalleşmeyle ilgili hizmeti kimden alıyoruz? Yine yabancı firmalardan alıyoruz. Yine çok ciddi paralar ödüyoruz. Yani Türkiye’nin önünde bu fırsatları, dijitalleşme fırsatlarını görüyoruz ama bedeli o kadar ağır ki, bunu yerli ve milli bir şekilde çözemezsek, yabancıların elinde oyuncak ve onlara devamlı para akıtan kurumlar halinde olacağız. Ben bunları gündeme getirip, bunlarla çok ciddi bir mücadele edilmesini ve maliyetin bu kadar önemli olduğu, ürünün satışının bu kadar zor olduğu bir dönemde, gereksiz yere bu yabancı firmalara ihtiyacımız olan bu yazılım sistemleri için bu kadar yüksek paraların ödenmesinin bizim için doğru olmadığına inanıyorum. Bu toplantıyı tertip ettiğiniz için sizlere ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum. Çok verimli bir toplantı oldu. Kendi adıma da çok şeyler öğrendim. Hepinize saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum.

EMRE ALKİN: Zaten son derece başarılı ve bu nedenle de ihracatçı bir bölge olan TOSB’un bundan sonraki süreçte de gelişimini artan bir ivmeyle sürdüreceği çok net görülüyor. Ümit ederim, TOSB özelinde sanayimize ilişkin sorunların saptanması ve çözümüne yönelik önerilerin tartışılmasında bir katkımız olmuştur. Toplantımıza gösterdiğiniz ilgi için sizlere çok teşekkür ediyorum.

TOSB OTOMOTİV YAN SANAYİ İHTİSAS ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİ’Nİ GELECEĞE TAŞIYACAK 10 PARAMETRE

Trafik sorunu ve metro ihtiyacı

TOSB, bulunduğu coğrafya itibarıyla ciddi bir trafik sorunu yaşıyor. Otoyol gişelerinden TOSB’un içine girmek bile sabahları yarım saat sürüyor. Bu da hem zaman hem de çalışan kaybına yol açıyor. Çare, metro bağlantılarının bölgeye kadar uzatılmasında yatıyor.

TOSB içi iletişim artmalı

Bölgedeki bütün sanayiciler aynı sektöre iş yapıyor oldukları halde birbirleriyle olan iletişimleri çok güçlü değil. Bu da birbirlerinden istifade etmelerini engelleyebiliyor. Oysa birbirlerinden öğrenebilecekleri, verimliliklerini artırabilecekleri, güçlerini birleştirebilecekleri çok fazla imkân var. Bu sorunun aşılmasına zemin hazırlayacak mekanizmalar oluşturulmalı.

Ar-Ge kapasiteleri birleştirilmeli

Otomotiv sektörünün geleceği Ar-Ge’de yatıyor. Nitekim TOSB’da faaliyet gösteren birçok firmada farklı ya da benzer Ar-Ge olanakları var. Ancak bunlar birbirinden kopuk olarak çalışıyor. Bölgedeki bütün Ar-Ge merkezlerini kapsayan geniş kapsamlı bir güç birliğine gidilirse Ar-Ge’de sıçrama yaşanacak.

Nitelikli personel sorunu can yakıyor

TOSB’da bazı firmalar, nitelikli insan kaynağı eksikliğinden dolayı istedikleri her işi alamıyor. Meslek liselerinin hem sayıca azlığı hem de niteliklerinin düşüklüğü sanayi için giderek daha büyük bir sorun haline gelmiş durumda. Meslek liselerinin sayı ve kalitelerinin artırılması artık acil bir ihtiyaç.

TOSB dünyaya tanıtılmalı

TOSB kendisini kanıtlamış çok önemli ve çok yoğun ihracat yapan firmalara sahip olması nedeniyle zaten bir markalar şehri. Bu markalar şehrini çok iyi tanıtacak olan da TOSB’un bizzat kendisi. Hep birlikte ve iyi bir marka stratejisiyle TOSB, otomotivin iyi bir kümelenme modeli olarak dünyaya tanıtılmalı.

Dış ticaret maliyetleri düşürülmeli

Otomotiv sanayicisi ihracat yapmak için ithalat yapmak zorunda kalabiliyor. Ancak her iki süreçte de maliyetleri yükselten kalemler var. Türkiye’de üretilmeyen ürünlerin ithalatında dahi yüzde 25 gümrük vergisi ödeniyor. İhracatta ise her bir beyannamenin bir bedeli var. Tüm bunlar uluslararası rekabet ortamında iş yapan sanayiciyi zorluyor.

Orta ve büyük ölçekli firmaların finansman ihtiyacı

Yalnızca KOBİ’lerin değil, büyük firmaların da finansman ihtiyacı her geçen gün artıyor. İçinde bulunduğumuz dönemde çeşitli fırsatlar olduğu için büyümek isteyen firmalar, yatırım kredisine ihtiyaç duyuyor. İhracat artırılmak isteniyorsa otomotiv sanayicisi prefinansman kredisi, ihracat kredisi gibi olanaklarla desteklenmeli.

İmalat sektöründe ekipman verimliliği artırılmalı

İmalat sektöründe ekipman verimliliği yüzde 50 bandının altında. Buna otomotiv ve makine imalatçıları da dahil. Hal böyle olunca üretim maliyetleri çok yukarıya tırmanıyor. OSB yönetimlerinin hizmetlerindeki süreçleri gözden geçirip, sanayicilere daha verimli olabilmenin yolunu açmaları gerekiyor.

Dijitalleşme ve artan maliyetler

Dijitalleşme ile birlikte yeni ve çok yüksek bir maliyet kalemi ortaya çıktı. Dijitalleşmeyle ilgili hizmetler genellikle yabancı firmalardan alınıyor. Bu da hem pahalıya geliyor hem de ülke döviz kaybı yaşıyor. İlgili program ve süreçlerin yerlileştirilmesi bu açıdan büyük önem taşıyor.

Yerli otomobile kapılar açık

Yerli otomobil üretiminde TOSB da görev almak istiyor. TOSB, Türkiye’nin ilk ve tek otomotiv ihtisas organize sanayi bölgesi olarak, yerli otomotive önemli bir ekosistem oluşturduğu için Türkiye’nin Otomotivi Ortak Girişim Gurubu’nun (TOGG) 2 bin kişilik mühendislik birimini TOSB binalarında ağırlamak istiyor.

TOSB TOPLANTISI PDF