ARGE 250


Davos 2018'in Ardından Sürdürülebilirlik

Turkishtime Dergi

TAYFUN ZAMAN

Bir Davos Zirvesi’ni daha geride bıraktık. Dünya Ekonomik Forumu’nun güncel raporlarını okumakla ve anlamlandırmakla geçireceğimiz yoğun bir ayın içindeyiz.

Yayımlanan birçok rapor arasında, “Küresel Rekabetçilik Raporu” ve eşiğinde olduğumuz Endüstri 4.0 ışığında “Geleceğin Üretimine Hazırlık Raporu” öne çıkmaktadır. Ancak bu raporları anlamlandırmak için bir ön okumaya ihtiyaç var: “Küresel Risk Raporu”

Gelin gerçekleşme olasılığı ve etkisinin büyüklüğü bakımından ilk beş riske bir göz atalım:

Gerçekleşme olasılığı Olası etkisinin büyüklüğü
Olağanüstü hava olayları Kitle imha silahları
Kitlesel göçler Olağanüstü hava olayları
Büyük doğal felaketler Kuraklığa bağlı krizler
Büyük çaplı terör saldırıları Büyük doğal felaketler
Büyük çaplı veri hırsızlığı İklim değişikliğine uyum sağlayamama

 

Her iki kolonun da hâkim riskinin iklim değişikliğine bağlı olduğunu gözden kaçırmamış olmalısınız. Sürdürülebilirlik konusunda biraz olsun hassasiyetiniz varsa bu sonuçlara şaşırmış da olamazsınız.

Geleceğimizi iş dünyasına emanet ettiğimiz 1992 yılında Rio de Janeiro’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı, 2012 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma (Rio +20) Konferansı, bu büyük etkinliklerin yanında dünyada yapılan binlerce etkinlik, program, yazılan binlerce rapor, şarkıcılardan ülke başkanlarına kadar geniş bir yelpazede birçok sözcünün güçleri yettiğince yüksek sesle ve bıkmadan tekrar ettikleri tehdit sonunda iş dünyasının zihninde de en üst sıralara tırmanmış gibi gözüküyor.

Geleceğimizi emanet ettiğimiz iş dünyasının çevresel sorunlarla mücadeledeki durumu Nietzsche’nin “Karanlığa yeteri kadar baktığında karanlık da sana bakar[1]” sözünü hatırlatıyor. İş dünyasının sadece bizler için değil, kendi varlığını sürdürebilmek için savaşmak durumunda olduğu kirliliğin, kendi kalbine bulaşmasına engel olamadığının kanıtı olan skandalların ardı arkası kesilmiyor.

Gelin görün ki Volkswagen’in 2017[2] raporu bizlerin de gereğinden fazla bağışlayıcı olduğumuzu gösteriyor ama gelin kendimize batırmamız gereken iğneyi başka bir yazıya saklayalım.

Sizi bilmem ama iş etiği dendiğinde benim aklıma ahlak değil sürdürülebilirlikten paydaş haklarının korunmasına, tüm kurumsal sorumlulukların anlaşılması, içselleştirilmesi, yazılı kültür haline getirilmesi, etki analizinin yapılabilmesi, sonuç olarak da yönetilebilmesi geliyor.

Örneğin sürdürülebilirliğe çoğu zaman bir sorumluluk meselesi olarak baktık. Paydaşlarımızın takdirini toplayan, şirket imajımızı parlatan kurumsal sosyal sorumluluk projelerimizi önemsedik ama sürdürülebilirliği bir şirket politikası haline getirmedik.

Çevreye olan katkımızı şirketi kuran dedemizin adını verdiğimiz hatıra ormanlarına diktiğimiz ağaç sayısıyla ifade ettik. Bu çabaların değersiz olduğunu söylemiyorum ancak konu çevre olduğunda küçük düşünmeye hakkımız olmadığı gerçeğinin altını çizmeye çalışıyorum.

“Bizim gibi küçük şirketler kurumsal sosyal sorumluluk projeleri yapar; kurumsal sorumluluk ve sürdürülebilirlik politikaları büyük şirketlerin işidir… Hem bozulan bir şey varsa onlar bozdu, bırakın onlar tamir etsin” …hâkim bakış açısından sıyrılmanın zamanı çoktan geldi geçiyor.

Doğanın korunması ve çevreci üretim, pazarlama, satış ve satış sonrası çözümler, boyut ve bütçe bağımsız olarak hepimizin sorunu ve sorumluluğu.

Dünyanın başka coğrafyalarında yaşanan felaketler bizim coğrafyamızın iklim özellikleri ile örtüşmediği için kendimizi şanslı sanmaktan vazgeçmemiz gerek.

Elbette Akdeniz’de kasırga ile karşılaşmamız mümkün değil. Peki ya kuraklık? Her ülkenin kendi coğrafya ve iklimine göre sorunları var ve bu sorunlar her gün büyüyor, büyüyecek.

Sizlerle, çevre bilinci ve sürdürülebilirliğin bir kurumsal vatandaşlık sorumluluğu olduğunu unutmadan, konunun bir etkin iş yapma biçimi olduğunu, çevre ekonomisinin savaş ekonomisinden farksız bir yıkım demek olduğunu hatırlatacak birkaç veriyi paylaşmak istiyorum.

Önce Amerika ve Asya’daki çevre felaketleri

Ekim 2012’deki Sandy Kasırgası, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin doğu kıyısını değil aynı zamanda maliyesini de vurdu. Yılın en büyük felaketinin ekonomik zararı 50 milyar dolar iken kuraklığın maliyeti 20 milyar doları bulmuştur.[3]

Asian Development Bank’ in okyanusun diğer kıyısıyla ilgili haberleri de bir o kadar iç karartıcı... Çevre felaketi sebepli kayıpların Uzak Doğu ülkelerine olan zararının senede 19 milyar doları bulduğu ifade ediliyor.

Su baskını ve toprak kaymalarının 2010 yılında sadece Çin ekonomisine verdiği zarar 18 milyar dolarken, 2011 de yaşanan su baskınlarının Tayland ekonomisine faturası 45 milyar dolar oldu.

Bu zararlarda önemli rol oynayan etkenlerden biri de demografi.

Asya-Pasifik bölgesi dünyanın mega şehirler bakımından en zengin bölgesi. Çin ve Hindistan’ın dünya nüfusunun üçte birine sahip olduğunu da hatırlarsak, Asian Development Bank’ in raporundaki, Asya’da yaşayanların çevre felaketlerinden etkilenme riskinin Amerika veya Avrupa’da yaşayanlardan 25 kat daha fazla olduğu öngörüsünün gerçeğe ne kadar yakın olduğunu anlayabiliriz.

Çözüm: Çevre felaketine iş adamı gözüyle bakmak ve yatırım yapmak. Çevre felaketlerinin önlenmesi için yapılan her $1 yatırım karşılığında $4’lık zarar önlenebiliyor. Yani çevre sorumluluğu iyi bir yatırım.

Bu konuda daha fazla kaynak için:

The Economist, Counting the cost of calamities

Accuweather, Top 5 Most Expensive Disasters

The Atlantic, The Growing Cost of Natural Disasters

IMF, Natural Disasters Hitting More People, Becoming More Costly

Avrupa kasırgalar bakımından daha şanslı, doğaya verdiğimiz zararın etkilerini şimdilik sertleşen kış şartları ile yaşıyorlar. Ama yaşanan etkilerin aşırı dramatik olmaması kimseyi daha az sorumlu kılmadığı gibi kimseyi ekonomik olarak da daha az etkilemiyor. Etkinin biçimi ve maliyetin vadesi değişiyor o kadar...

Üyelerimizden PriceWaterhouse Coopers tarafından yapılan araştırmanın sonuçları bu yüzyılın sonuna kadar beklenen ısı artışının 6°C olduğunu ve bunu önlemek için 2050 yılına kadar her sene karbon salınımının %5,1 kadar düşürülmesi gerektiğini söylüyor.

Oysa bundan 20 sene önce Rio’da ortaya konan iradenin, 2000 senesinden bugüne karbon salınımını %0,8’e kadar düşürebildiğini de hatırlarsak bu cephede ne kadar başarısız olduğumuzu açıkça görmüş oluruz. Bir diğer deyişle bunsan sonraki 35 yıl bugüne kadarki gayretimizin sekiz katı bir gayret göstermek zorundayız.

Bir küçük not: Türkiye’nin de içinde olduğu Yükselen ekonomilerin (E7 – Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika, Rusya, Endonezya, Türkiye) karbon salınımındaki artışa olan katkısı %7,4[4]

Sermayeye Ulaşım

Kurumsal yönetim veya iş etiği ilkelerine uyum, bir şirket için uluslararası sermayeye ulaşmada önemli bir araçtır dedik durduk... Bu alandan da birkaç veri paylaşmak istiyorum:

European Forum for Sustainable Investment (Eurosif) düzenli olarak SRI raporu (Socially Responsible Investment) yayımlamaya başladı.

Yatırım değerleme kriterleri arasında sosyal ve çevresel etki analizini de barındıran Avrupa kaynaklı kurumsal yatırımcılara ait varlık portföyü 2009 yılından bugüne %137 artarak €2.3 trilyona ulaştı. Aynı dönem içinde kimi sektörleri tamamen portföy dışı bırakan fonların sayısı %119 arttı. Aynı rapordan bir diğer çarpıcı veri ise Avrupa emeklilik fonlarının SRI yatırımlarına olan ilgisinin son beş yılda %92’den %94 çıkmış olması olmuştur.[5]

Bir sonraki yazımda, etik yönetiminin diğer önemli bileşenleri olan enerji verimliliği, yolsuzlukla mücadele, fırsat eşitliği ve ücret dengesizliğinin şirketlere ve ekonomiye olan maliyetleri ile ilgili verileri paylaşacak ve hatırlatmaya çalışacağım:

ETİK VE DOĞAYA SAYGI SADECE BİR SORUMLULUK DEĞİL VERİMLİ İŞ YÖNETME BİÇİMİDİR.

[1] "wer mit ungeheuern kämpft, mag zusehn, dass er nicht dabei zum ungeheuer wird. und wenn du lange in einen abgrund blickst, blickt der abgrund auch in dich hinein."

[2] Volkwagen Interim Report 2017 January-March

[3] 2013 Afet Raporu “Dünya ve Türkiye” Prof. Dr. Şükrü Ersoy Yıldız Teknik Üniversitesi, Doğa Bilimleri Araştırma Merkezi

[4] Doğrudan Yabancı Yatırımlar, Ekonomik Büyüme ve Karbondioksit Emisyonu İlişkisi: Brics ve Mimt Ülkeleri Üzerinde Ekonometrik Bir Uygulama, Tayfun Yılmaz, Feyyaz Zeren, Yaşar Koyun, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi , Yüksek lisans tezi

[5] Socially Responsible Investment Report 2016, How Socially Responsible Investing Made a Difference in 2016, Triodos Research, March 2017