Kur Riski Yönetimi ve Hedging Yöntemlerinin Önemi

Bülent GÖRER
Yeminli Mali Müşavir
Döviz, ülkeler arası ödemelerde kullanılabilecek para, çek, poliçe gibi bir ödeme aracıdır (www.tdk.gov.tr). Döviz kuru (Exchange Rate) bir ülkenin kendi para biriminin başka bir ülke para biriminden karşılığını ifade eder. Ülkelerin kur politikasını her ülkenin Merkez Bankası belirler. Bu kur politikalarına göre, sabit kur rejimi veya dalgalı kur rejimi vardır, bazı ülkeler ise her iki rejimin karmasını uygulamaktadır.
Ülkelerin Merkez Bankalarının uluslararası piyasalarda işlem yaptığı, kolay alıp sattığı, ve ülke piyasasında kolayca alınıp satılan paraya ise rezerv para (hard currency) denmektedir. Dünyada hakim rezerv para Amerikan Dolarıdır (USD). Çünkü, dünya ticaret hacminin yaklaşık % 65’i Amerikan Dolarıyla işlem görmektedir. Dünya ticaret hacminin (hizmetler hariç) yaklaşık 17 Trilyon USD olduğun düşünüldüğünde yüklü miktarda USD’nin dünya pazarına hakim olduğu açıktır. Bu nedenle herkes USD’yi takip etmekte olup, dünya döviz piyasaları USD’ye endeksli para birimlerinden oluşmaktadır. Örneğin, Avrupa para birimi olan EUR’nun TL karşılığı döviz borsalarında ve piyasalarında esasen yoktur. EUR/TL kurunu belirlemek için USD/TL kuru ile USD/EUR kurunu çarpmak gerekmektedir.
Kur rejimi açısından, Dalgalı kur rejimi (Floating Exchange Rate Regime) uygulayan ülkelerde döviz kuru sürekli değişiklik gösterdiğinden, döviz ile işlem yapmak mecburiyetinde olan şirketler için döviz kuru riski söz konusu olur. Bu nedenle döviz riskine maruz kalan şirketlerin, özellikle yüksek değişiklik dönemlerinde döviz kurundaki oynaklıktan etkilenmeleri kaçınılmaz olur. Dolayısıyla, ortada döviz kur riski var demektir.
Şirketlerin döviz kur riski, temel olarak, döviz cinsinden nakit girişlerin, döviz cinsinden nakit çıkışlardan az olması halinde ortaya çıkar. Bu riskin oluşması halinde şirketlerin finansal yapılarını koruyabilmesi ve minimum hasarla kurtulabilmesi için ve bu döviz kurundaki oynaklık karşısında firmaların ayakta kalabilmesi için tedbir alması gerekmektedir. Bu tedbirleri alırken ise hem kendi finansal yapılarını iyi analiz etmeleri hem de kurdaki değişime karşı piyasadaki mevcut finansal enstrümanlardan kendilerine uygun olanı seçmeleri gerekir. Doğru ürünü tanımak, ürünü de doğru yapıya uygulamak başarının sırrıdır.
Öncekille işletmelerin;
1- Finansal olarak bilanço ve gelir tablosu kalemlerinin para birimi cinsinden ayrıştırılması gereklidir;
Bu çalışmayı yaptıktan sonra, varlık ve yükümlülüklerinin para birimi dengesine göre döviz alım ya da satımı ya da arbitrajı için strateji geliştirmeleri söz konusu olabilir.
2- Gelir Tablosunu oluşturan kalemlerden özellikle satış ve faaliyet giderlerinin para birimi cinsinden ayrıştırlması gereklidir;
3- Nakit akış tablolarında Türk Lirası (TL) ya da Yabancı Para (YP) birimi cinsinden her hareketin takibi gereklidir. Nakit giriş ve çıkışlar arasında döviz lehine bir durum söz konusu ise hangi tarihte nasıl bir enstrümana ihtiyaç olunduğu ortaya çıkacıktır.
Tüm bu işlemler ile aslında temelde işletmeler için sıralanan üç temel risk için kuvvetli datalar elde edilmiş olur. Bu üç temel risk;
- İşlem riski
- Muhasebe riski
- Ekonomik risk
Nakit akış tablosu analizi ile, işlem riskini işletmeler yönetibilirler. Bilanço analizi ile muhasebe riskini tespit edebilir, gelir tablosu analizi ile ekonomik riski tahmin edebilirler. İşletmelerin bu riskleri tespit ederek döviz kurundaki değişimlere karşı, kaynakların zararını minimuma indirmeleri finansal yönetim açısından değer kazanmaktadır.
İşletmelerin genel finansal yapılarına baktığımız zaman, İstanbul Sanayi Odası’nın Mayıs 2017 de yayınlanan 1000 Büyük Sanayi Kuruluşunun Sermaye Maliyeti hakkındaki Tematik Raporuna göre, Türkiye’nin ilk 1000 büyük sanayi kuruluşunun bilanço yapısında % 41 yabancı kaynak % 59 öz kaynak sözkonusudur.
İstanbul Sanayi Odasının İSO 500 için hazırladığı 2018 yılı Mayıs raporuna göre, yabancı kaynak oranı % 62,9 olarak gerçekleşmiştir.
Yabancı kaynak içindeki mali borç rakamı bir önceki yıla göre % 17 oranında artmıştır;
Yabancı kaynak içindeki kısa vadeli yabancı kaynak ise 2017 yılında % 41,9’a yükselmiştir. Bu demektir ki, 2017 yılında ve devamında kısa vadeli borç baskısı işletmeler üzerinde artmıştır.
Kuvvetle muhtemelen, data mevcut değil ama, bu borçlanma döviz para birimleri cinsindendir. Buna göre, mali yapıyı kuvvetlendirmek değilse, döviz kurundaki değişimlere karşı tedbir almak işletmeler açısından kaçınılmazdır.
Özel sektörün döviz net açık borcunun Dolar cinsinden karşılığının 213 Milyar USD civarında olduğunu biliyoruz. Buna paralel genel ekonomik kırılganlıklara baktığımızda ise bu endekslerin 2001 krizi dönemindeki değerleri bile aştığını görüyoruz.
Bu kırılganlıkların olduğunu bilerek, yabancı kaynak rasyolarının da yüksek olduğunu düşünürsek işletmeler döviz kurundaki dalgalanmaya karşı tedbirler almaları gerekmez mi ? Peki bu tedbirler yukarıdaki analizlerin üzerine, işletmelerin yapabileceği neler var ve hangi enstrümanları kullanmaları gerekli diye baktığımızda ise;
- türev ürünler ve
- hedging(finansal koruma)
yöntemleri akla gelmektedir.
İşletmeler açısından öncelikle finansal kırılganlıklara karşı, finansal tedbirler almaları, finansal risklerini yönetmeleri beklenmektedir. Buna göre işletmeler;
1-Döviz Kuru Artışı Riski
2-Faiz Oranındaki Dalgalanma Riski
3-Likidite Riski
yönetimi açısından tedbirler almalıdırlar. Bu tedbirleri alırken aşağıdaki enstrümanları kullanmaları gereklidir;
- Forward işlemler
- Futures (vadeli işlemler)
- Opsiyonlar
- Swap işlemler
Küreselleşen dünyada, riskler de küreselleşiyor buna uygun türev ürünlerine duyulan gereksinimde artıyor.
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu (BDDK) verilerine göre, Türk Bankacılık Sektörünün Eylül 2017 itibarıyla gerçekleştirdiği türev ürün alım ve satım tutarı hacmi 2,5 Trilyon TL hacmine ulaşmış olup bu rakam yıl sonu tahminlerine göre Türkiye’nin 2017 yılı Gayri Safi Yurt İçi Hasılası (GSYH) olan 3 Trilyon TL’nin % 83’üne denk gelmektedir.
Yapılan türev işlemlerin türlerinin dağılımına baktığımızda ise büyük çoğunluğunun swap (ana para) işlemlerinden oluştuğu görülmekle birlikte, tüm bu ürünlerin kullanımındaki öncelikli amacın TL’nin döviz kuru karşısındaki değer kaybına karşı pozisyon alınmak olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Genel olarak uluslararası gelişmiş piyasalarda dahi döviz kuru hareketleri ciddi bir risk unsuru olarak değerlendirilirken; ülkemizde bu risk unsurunun dikkate alınmakta ancak, tedbir almakta çok hevesli olmamakta olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre, işleme dayalı, forward ve opsiyonların genel olarak yapılmadığı ve kur artışı kaynaklı zararların nedenselliğinin tam olarak kavranamadığı ve hedging tekniklerinin geliştirilemediği verilerle sabittir. Ülkemizde TL faizlerin göreli olarak yüksek olması, türev ürünlerin yeterince tanınmaması, ‘hedging’ in pahalı olduğu gibi önyargılar, vb sebepler ile kur riski yönetimine yeterince önem verilmemiştir. 2001, 2008, 2013 ve içinde bulunduğumuz 2017 yılı gibi yüksek oranlı kur artışları firmaları batma noktasına getirmiştir. Döviz kurundaki artışın ehemmiyeti özellikle son dönemdeki kur artışı sebebiyle de iyice belirginleşmiştir.
Sadece ülkemizde değil, yurtdışında da benzer eğilimler mevcuttur; Bartram, Brown and Minton tarafından 16 ülke üzerinde 1.150 imalatçı firma üzerinde yapılan ampirik çalışma kur hareketlerini fiyata yansıtma ve operasyonel hedging işlemlerinden her birinin % 10-15 aralığında, finansal hedging işleminin ise % 40 oranında kur riski yönetiminde, bu riskden korunma sağladığını göstermiştir.
Kur riski yönetimi yapılırken, döviz kurundaki artışın yanısıra azalışın da risk unsuru olduğu unutulmamalıdır. Hem ihracatçı hem ithalatçılar için her iki yönlü dalgalanma da çok önem arzetmektedir. Şirket ortakları ve yöneticiler tarafından her iki yöndeki hareket için de kendi işletleri için mikro korunma yöntemleri ve stratejiler geliştirilmelidir.