İlaççılar promosyonla doktorlara gereksiz ilaç mı yazdırıyor? Fiyat tartışmasının asıl sebebi bu mu?
Turkishtime ilaç dosyasını açıyor...
İLAÇCILARIN 5 HATASI
- Promosyon maliyeti
Yerli ilaç şirketleri orijinalinden kopyaladıkları ilaçları, yeni bir molekül bulmuş gibi pazarladılar ve buna bir promosyon maliyeti aktardılar.
- Gereksiz ilaç tüketimi
Yabancı ilaç şirketleri 2000’den sonra geleceği görmek yerine doktordan reçete çıkararak, daha çok satarak günü kurtarma yoluna gittiler. Ama kamu maliyetine verilen hasar büyüdü.
- Hatır gönül ilişkisi
İlaç sektöründe çok fazla iş değiştirme meydana gelir. Yerliden yabancıya, yabancıdan yerliye çok sayıda insan yer değiştirdiği için her giden bir öncekinin hatırını korur.
- Doktorlarla pazarlık
İlaç şirketleri indirimler karşısında kamuya gidip onlarla pazarlık yapmak yerine, sadece kendi ilaçlarını yazdırmak için doktorlara çalışmaya devam ettiler.
- Gelişmiş ekonomilere sırt çevirdiler
Türkiye’deki ilaç şirketlerinin ABD, İsrail ya da Almanya'yı örnek alması ve bu konuda kamuya baskı yapması gerekirdi. Ama bunu hiçbir zaman yapmadılar.
İlaç sektöründe uzun zamandır fiyat tartışması yaşanıyor. Şirketler, Sağlık Bakanlığı’nın ilaç fiyatlarını indirmeyi amaçlayan uygulamalarına isyan ediyor. Devlet ise şirketlerin promosyon yoluyla doktorlara gereksiz reçete yazdırarak sağlık harcamalarına patlatmasına öfkeli.
İlaç sektöründe uzun zamandır fiyat tartışması sürüyor. Bu tartışmanın tarafları ilaç şirketleri, eczacılar ve kamu ekseninde ilerliyor. Tartışmanın nedeni ilaç şirketlerinin eskisi gibi kâr edememesi, aksine zarar etmesi şeklinde özetlenebilir. Peki şirketler neden kâr edemiyor? Bunun üç temel nedeni var. İlki, Mart 2004'te referans fiyat sistemine geçilmesi. Bu uygulama ile ilaç fiyatlarının en düşük olduğu Yunanistan, Portekiz, İtalya, Fransa, İspanya’nın içinde olduğu beş ülke referans alındı ve bu ülkelerden alınan ortalamaya enflasyon üzerinden bir kâr konulmaya başladı. Bu belirlenen fiyatın üzerinden de yüzde 40-45 oranında indirim uygulandı. Oysa bundan önce ilaç şirketleri maliyetlerini çıkarıyor, bunu devlete sunuyor ve bunun üstünden bir kâr talep ediyordu. Bir indirim de söz konusu değildi. İkinci neden ise kurun sabitlenmesi. Devlet 2009 yılında kuru 1,95'te sabitledi, oysa bugün euro 3 TL'ye ulaştı. İthal ettiği hammaddeyi döviz üzerinden alıp, Türkiye'de TL üzerinden satış yapan şirketler için bu uygulama aradaki makasın genişlemesine neden oldu. Üçüncü neden de 2010 yılında geçilen Global Bütçe uygulaması. Bunun da nedeni sağlıkta reform hareketi. Çünkü bu uygulama ile birlikte insanların sağlığa erişimi arttı, doktora gitmeleri sıklaştı ve kutulu ilaçta ciddi bir artış yaşandı. Talep fazla olunca ilaçta da önemli bir büyüme oldu. Kamu da bu açığı kapatmak için global bütçe uygulaması ile tasarrufa gitmeyi seçti ve ek indirimler uyguladı. Kamu tarafı ise Türkiye’nin cari açık sorununda büyük pay sahibi olan ilaçta, bu uygulama ve indirimlerle tasarrufa gittiklerin belirtiyorlar. Bu tartışmanın odağında elbette sorulacak soru şu: Kim haklı?
Kamu ekonomik dengeyi korumak istiyor
Tartışmanın muhatabı olan Sağlık Bakanlığı yetkilileri ilaç fiyatlarını düşürme konusunda sistematik bir yaklaşımları bulunmadığını, sektörde yaşanan gelişmelerin bunu gerektirdiğini belirtiyorlar. 2003 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı ve 2006 yılında yapılan Sosyal Güvenlik Reformu ile beraber ilaç piyasasını etkileyecek ve ilaca erişimi kolaylaştıracak birçok gelişme oldu. Bu gelişmeler başlıca 2004 yılında referans fiyat uygulamasına geçilmesi, 2005 yılında pilot illerde 2010 yılında ise tüm illerde Aile Hekimliği Sistemine geçilmesi oldu. Bu gelişmeler sektörde bir arz ve talep dengesizliği yarattı. Karar ve Tebliğ hükümleri doğrultusunda yapılan işlemlerde ilaç fiyatlarında belirli zamanlarda artış belirli zamanlarda düşüşler yapılıyor. Bakanlığın yapmış olduğu fiyatlandırma ile ilacın Perakende Satış Fiyatı (PSF) belirleniyor. Bundan sonra da SGK tarafından bu fiyata, zorunlu kamu kurum iskontosu uygulanarak ilacın Kamu Fiyatı (KF) yani ilaç için SGK’nın ödediği fiyat belirleniyor. 2009 yılında ve en son Kasım 2011 tarihinde yüzde 7,5-8,5 oranında olmak üzere, SGK tarafından zorunlu kamu kurum iskontolarında (KKİ) artışa gidildi.
Sektörde kayıp yüzde 40
Bilim İlaç CEO'su Erhan Baş için içerisinde bulunduğumuz yıllar Türkiye ilaç sektörü için çok zor ve aynı zamanda sektörün yeniden şekillenmesinde kritik dönemler. Özellikle regülasyonlardaki değişiklikler, resmi otoritenin ilaç harcamalarını azaltmak amacıyla bütçe kısıtlama uygulamasına geçmesi, ilaç fiyatlarının son üç yıl içerisinde yaklaşık yüzde 40-45 oranında azaltılması, sektördeki 300‘den fazla şirket için zor bir ortam yaratıyor. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası Genel Sekreteri Turgut Tokgöz de süreçten oldukça şikayetçi. Tokgöz tabloyu şu şekilde özetliyor: "Baştan yüzde 40 kaybımız var. İlaç fiyatları euro kuruna endeksli. Nisan 2009'dan bu yana güncellenmedi. Kur 1.95 alınıyor ama şu anda 2.86'larda. Uygulama zarar ettiriyor. Referans fiyatın yüzde 60'ı da SGK'ya iskonto olarak gidiyor. Son 4 yılda ilaç endüstrisi, kurdan dolayı kamuya 7 milyar lira aktarmış oldu. Kur gittikçe, zararımız katlanıyor” diyor.
Orjinaller kurun güncellenmesini istiyor
Orjinal ilaç üreticilerinin de en büyük sıkıntısı kurun güncellenmemesinden kaynaklanıyor. Bu noktada Novartis Ülke Başkanı Güldem Berkman, “Global bütçe uygulaması hepimizin son derece heyecanla beklediği bir uygulamaydı, ne var ki öngörülemeyen fiyat kesintileri ile gelinen noktada sektör ciddi bir darboğazın içinde. Diğer yandan, bizim gibi ciddi Ar-Ge yatırımları yapan şirketler için mevcut kurun güncellenmesi ihtiyacı mevcut. Şu an gerek ruhsatlarda yaşanan gecikmeler, gerekse kur farkının karşılanmaması nedeniyle kanser, kalp, solunum gibi önemli alanlarda hastalarımızı sağlıklarına kavuşturmaya yardımcı olacak ilaçlar Türkiye’de sunulamıyor” diyor.
GlaxoSmithKline MEA Başkanı Yiğit Gürçay da aynı soruna vurgu yapıyor. “İlaca erişim güçlendikçe ve talep arttıkça, kamu yönetimi bu talebi karşılayacak kaynakları bulmakta zorlanmaya başladı. 2010'dan bu yana uygulanan Global Bütçe ve buna bağlı olarak ilaç fiyatlarında indirime odaklanılması sıkıntı yaratıyor. Sadece ilaç fiyatlarını indirerek bütçe yönetimi yapıldığı zaman sektörümüzün sürdürülebilirliği ciddi bir risk altına giriyor.”
Devlet gerçekten suçlu mu?
Sektörün yakından tanıdığı, uzun yıllar ilaç şirketlerinde görev yapan, doktor ve sağlık yönetim danışmanı Ozan Batıgün’e göre kesinlikle hayır. Olayın arka planında başka gerçekler var. Batıgün'e göre kamu kendi açısından haklı. Çünkü Türkiye’de cari açığı büyüten üç neden var. Bunlardan biri teknoloji ithalatı, ikincisi Türkiye’deki üretimin ithalata dayanması, üçüncü neden de ilaç sektörü. Bu nedenle devlet cari açığı düşürmek adına haklı olarak bazı tasarruflara gidiyor. İthalatı azaltmaya çalışıyor. Fakat burada başka bir sorun doğuyor. Yerli ilaç şirketleri de etken maddeyi yurtdışından ithal ediyor. Devletin gözüyle baktığımızda tablo çok net. Ama burada temel büyük bir hata var. Türkiye’deki yerli ilaç şirketleri markalı ürün çalışıyorlar. Örneğin, Pfizer ilacı piyasaya veriyor. Bu ilacın patent süresi dolduğunda bunu Sanovel’e, Ali Raif’e veriyor. Yerli şirketler burada sanki yeni bir molekül bulmuş, ürettikleri yeni bir ürünmüş gibi bu ilacı pazarlıyorlar ve buna bir promosyon maliyeti aktarıyorlar. Promosyon kalemi, bu, maliyet kalemi içerisinde ciddi bir oranı temsil ediyor. Ama aslında şirketlerin burada yaptıkları tek şey var olan bir ilacı kopya etmek. Devlet de haliyle bunu fark etti ve yerli şirketlerin bunu maliyet olarak gösterip kendine ekstra bir bütçe çıkartmasını engellemek istedi. Referans fiyat uygulamasına geçerek bunu bir anlamda kontrol altına aldı. Şirketler aslında bu gereksiz maliyeti yeni molekül bulmak için harcasalar hem sektör hem de kendileri için daha kârlı olacak.
Yabancılar günü kurtarmaya çalışıyor
Yabacılar açısından bakıldığında ise 2001’de döviz fiyatlarının artması ile birlikte ilaç fiyatlarında ciddi bir artış oldu. Devlet baktı ki ilaç fiyatlarındaki yükselmeyi bir tarafta antibiyotikçiler, diğer tarafta solunum sistemi ve onkoloji ilaçları getiriyor. Bu ilaçlar yabancı yani orijinal şirketlere ait. Bunun üzerine devlet “ben en düşük ilaç fiyatını Türkiye’ye getireceğim” dedi. Fakat bu süreçte yabancı ilaç şirketleri çok satmaya başladılar. 2000’den 2007’ye kadar çok fazla yeni molekül bulundu ve çok pahalı moleküller geliştirildi. Bunların maliyeti aylık 2 bin TL’den ile 70 bin euro’ya kadar değişebiliyor. Yıllık maliyeti 700-800 bin euro olan hastalıklar var. Yabancı ilaç şirketleri de 2000’den sonra geleceği görmek yerine doktordan reçete çıkararak daha çok satarak günü kurtarma yoluna gittiler. Daha çok sattıkça, daha çok kâr ettikçe, çalışanlar, doktorlar daha çok kazandıkça daha mutluydular ama kamu maliyetine verilen hasar daha büyük olmaya başladı. Çünkü Türkiye'de ilaç tüketim maliyeti 20 milyar dolara ulaştı ve bu ilaçların yüzde 45'i açılmadan çöpe atılıyordu. Kamuda bunun üzerine alarma geçti ve hastaneleri tek çatı altında topladı. Artık bağkur, emekli sandığı, ssk yok, genel sağlık sigortası var.
Bu çok doğru bir yaklaşımdı. Kendi idaresindeki çalışanları ve kurumları böylece kontrol altına aldı.
İlaç şirketleri hata yaptı
Bu gelişmelerden sonra devlet, ilaç fiyatlarını yüzde 34 oranında indirdi. Bunun üzerine yabancı şirketler kamuya gidip pazarlık yapmak yerine doktorlara gidip bizim ilaçlarımızı düşürmek istiyorlar, siz daha çok reçete yazın ki bu ilaçlara insanların ihtiyaçları olsun dediler ve tekrar doktora çalıştılar.
2010 yılında devlet iskontolara ek yüzde 14 indirim getireceğini söyledi. Sektördeki bütün dernekler toplandılar, bir ay boyunca görüştüler. Bu görüşmelerin sonunda masadan kalkılan sonuç yüzde 13 oldu. Yani sektörün tüm kredibilitesi yüzde 1 oldu. Bu durumda yabancı şirketlerin ne yapmaları gerekirdi? Yabancı şirketler yıllarca doktorlara reçete yazdırmak yerine Türkiye’deki sağlık sistemini ABD, İsrail ya da Almanya gibi olması gerektiğini önermeleri gerekirdi. Ama bunu hiçbir zaman yapmadılar. Yerli şirketler ile sanayinin arasındaki ilişkiyi görüp, bunu aynı şekilde devam ettirme yolunu seçtiler. Bunun temelindeki sorun da ilaç sektöründe çok fazla iş değiştirmelerin olmasıdır. Yerliden yabancıya, yabancıdan yerliye çok fazla insan yer değiştirdiği için her giden bir öncekinin hatrını korur.
Yerlilerin büyük gafı
Yerli sanayi de bu süreçte çok büyük bir gaf yaptı. ABD'nin İsrail'in uyguladığı sistem olursa kârlılığının düşeceğini düşündü. Çünkü hiç kimse devletin bir anda yüzde 40’lara varan bir indirim uygulayacağını tahmin etmedi. Devlet bunu getirince yıllarca zorladıkları fiyat düşmeme sisteminin kat kat altına inmiş durumda kaldılar. Eğer yerli sanayide orijinal ilaçları markalı bir ilaç gibi çalışıp doktoralara götürmek yerine bu sisteme geçseydi doktor ve eczacıya harcayacağı promosyon faaliyetini başka alanlara yatırmış olacaktı. Bu durumda eczacı ve doktorlara para harcamadığı zaman satış ekiplerine de ihtiyaç olmayacaktı. Dünyada satış temsilcilerinin yüzde 4’ü, ilaçların ise yüzde 45’i ABD’de bulunuyor. Sistem doğru olunca kârlılık da artıyor. İlaç şirketlerinin özellikle yerlilerin kârlılıkları tabiî ki azaldı. Tüm maliyetler çıkınca şirketlerin kârlılıkları yüzde 55-60’larda iken şimdi yüzde 15’lere düştü. Yabancıların da buradaki kârı, yurtdışına Ar-Ge’ye gönderdiklerini düşünürseniz onların da durumunun zor olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu sonucu kendileri yarattılar.