“Karmaşık bir tanım: sanat piyasası!” Ressam Alp Tamer Ulukılıç anlatıyor...
Ressam Alp Tamer Ulukılıç, "Orta sınıf sanat tüketicisinin yapıtı duvarına asıp, Doğulu göz zevki ile seyretmesi ona toplum içinde ayrıcalıklı bir statü mü kazandırır yoksa o da yapıta vermiş olduğu parayı, kış uykusuna mı yatırmış olur?" diye soruyor...
Çalışmalarına İstanbul’daki atölyesinde devam eden Alp Tamer Ulukılıç, sanat eğitimini 1975/1983 yılları arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü Devrim Erbil Atölyesi'nde tamamladı. Yapıtları Kültür Bakanlığı, İzmir Devlet ve Heykel Müzesi ile British Petroleum Brüksel binasında, ayrıca yurtiçi ve yurtdışında özel koleksiyonlarda yer alıyor.
Şu anda sizi meşgul eden, çözmeye çalıştığınız bir sorundan bahseder misiniz?
40 yıldır pentür ile uğraşan/boğuşan, özgün bir plastik dil kurma/kurgulamaya çabalayan bir desen sever olarak bunca zaman sonra öğrendiğim şey: İnsanoğlu, bilim ve çağdaş teknoloji ikilisinin peşine takılıp yaşam standardını geliştirdikçe, bir yandan da kültür dağarcığına, yani insanlığın ortak literatürüne yeni sözcükler bahşediyor (bkz: felsefi,sosyolojik, sanatsal sözlük.) Bu hızlı teknolojik gelişmenin elbette sanatın diline de yansıması kaçınılmaz. Yaptığımız şey (sanatsal eylem denilen büyü!) bir tuval yüzeyini boyamaktan çok, o yüzey üzerinde tinselliğimize yaslanıp, oradan kendimize ait bir duyguyu, bir bakışı toplumsal bilince, olaki bir kurgu, bir hikaye olarak sunmak olduğuna göre, olması istenen arzulanan şey, öznelliğin prizmasında kırılan kendine has o ince, zayıf ışığı, işte yukarıda bahsettiğim bütün o disiplinleri içeren, hızla kabararak akan o ortak kültür mihrinin debisine yansıtabilmek; kendi ürettiğimiz plastik dilin (öykülerin elbet) o nehre karışan renkli bir su damlası olması için çabalamak olmalıdır. İlkin bellekte başlayan resmetme serüveni elbette bitimsiz ve ürettiğimiz işler aracılığı ile bizler bu dünyadan çekip gittikten sonra da gene resmettiklerimiz, yazıp çizdiklerimiz hikaye ettiklerimiz yani geride bıraktığımız edebi ya da görsel-plastik dil bir şekilde yoluna devam edecektir. İşte bu nedenledir ki, gece-gündüz emek verip tuval yüzeyine nakşettiğimiz renkli kurgu hikayelerin, asılmış oldukları değil duvarlar, binalar yıkıldıktan sonra bile gelecek kuşaklara selam durması yani kalıcı olmasıdır sanatçı temennisi.
En çok neyin resmini yapmak isterdiniz?
Yıllar önce yazdıkları, aklımın bir köşesine bir dua gibi sızmış, beni olabildiğince sarsmış İranlı çağdaş ozan Furuğ'un, "Rüzgar bizi alıp götürecek" şiirinde, beni sarsan "bir an ve ondan sonra hiç" dizelerini, resmedemeyeceğimi bile bile, o dizelerin çoklu anlamı ile yıllarca boğuşmak isterdim.
Nasıl hatırlanmak istersiniz?
Yüzyıllardır insan figürü resmetmenin yasak olduğu bir coğrafyada birgün işgüzarın biri "merhumu nasıl bilirdiniz?" diye sorduğunda, koronun en azından "iyi figür resmederdi!" diye seslenmesini beklerim. Çünkü antik çağdan bir ses kulağımıza şöyle fısıldar: “HAYAT KISA, SANAT UZUN!”
İllüstrasyon ile resmi nasıl ayırt ederiz?
İllüstrasyon, geçmişten günümüze matbaaların hızına yetişebilmek için, deseni güçlü sanatçılar tarafından kısa sürede kotarılan, çoğu kağıt üzerine bazıları da çinko, linolyum ya da taş baskı tekniği ile hazırlanmış kitap vb. resimleri olarak tanımlanabilir. Amacı, kapak resimleri dahil kitapların içeriğini görsel açıdan albenili hale getirip zenginleştirmek, okurun hayal gücünü harekete geçirmek, okuru anlatılan gerçek ya da hayali hikayenin atmosferine dahil edebilmektir. İllüstrasyon pratik desendir ve zaman içinde, özellikle de 7. sanat diye adlandırılan sinemanın (hareketli görüntü) sanat sahnesine çıkışıyla resimli roman ( R.R) denilen bir diğer sanat formuna evrilmiş ve 8. sanat olarak onore edilmiştir.
Öğrencilik dönemi dahil, uzun yıllar illüstratif işler (karikatür, R.R, kitap resimleri) üretmiş biri olarak şu saptamayı rahatlıkla yapabilirim: İllüstrasyon zaman içinde akademik desene evrilebilir, oysa akademik desen kolay kolay illüstratif desene evrilemez. Ayrıca biliyoruz ki, biraz daha küçümsenerek piyasa işi olarak bakılan illüstrasyon bugün sanat tarihinde adları kalıcı olmuş nice sanatçının geçmişte kullanmış olduğu bir çizgi dili, yöntemidir. Bu sanatçıların içinde karikatür, R.R çizenler olmuştur. ( Bkz: H.Daumier , Da Vinci, Picasso, Andy Warhol, David Sale vs.) Ayrıca iyi illüstrasyonun bugün özellikle Batıda müzayedelerde bir sanat olarak değerini bulduğunu, koleksiyonerler tarafından satın alındığını biliyoruz.(Bkz: Enki Bilal, Manara, Herge, Moebius...) Bunun anlamı şu olsa gerek: sanat tarihinde kalıcılık, sanatçının önerdiği yeni bir estetik dil ile geçmiş, bugün ve gelecek arasında bir geçiş köprüsü kurup, o dilin o köprüde bir kilit taşı olabilmesi ile mümkündür ancak. Bunu başarmış illüstratörleri çağdaş sanat üreticileri olarak kabullenir isek, iyi resim ile iyi illüstrasyonu ayırt etmesek de olur. İllüstrasyonda bir sanat dalıdır (Bkz: A.Beardsley, Mucha...)
İnsanlar neden resim alır? Resim alarak ne kazanırlar?
Bu soruya soruyla karşılık vermek kaçınılmaz. Para dediğimiz takas nesnesi, adeta bildiğini okuyan, bazılarına göre iyicil bir melek bazılarına göre kötücül bir şeytan olup, canlı bir organizma misali sürekli hareket halinde olup kah ihtiyaç kah kar (artı değer) denilen kelimenin gölgesi olarak toplumun (ki o da bir başka canlı organizma) kılcal damarlarına, gizli kasalarına sızan, hele ki günümüzde, eskisi gibi pek ortalarda gözükmeden fare deliği misali bankamatiklerde barınan (elbet en sonunda o da fildişi kulesini buldu!) doğada her üç halde de (katı, sıvı, gaz) bulunan, temel içgüdülerin doyrulmasına aracılık eden bir nesne sonuçta. "Gaz" hali en alttakiler içindir, temel içgüdülerin nispeten doyurulmasına yarar. Orta sınıf için "sıvı" haldedir, temel içgüdülerin doyurulmasından öte ufak birikimlere de neden olur. (bkz: damlaya damlaya...) Sermaye sınıfı için "katı”, külçe haliyle çok daha fazlasını ifade eder. Bu sınıf parayı, hareketsiz haldeyken bile, kış uykusunda hiç beslenmeden doğuran ayılar misali durduk yere çoğaltabilir. Ekonomi tarihinde ilginç bir buluştur: BORSA! Artı değerin büyük ilüzyonu. İşte bu ilüzyondur ki 19.y.y' dan itibaren "sanat" sözcüğünün sonuna "piyasa" sözcüğünü eklemiştir. Karmaşık bir tanım: sanat piyasası! Zihinsel bir süreç olan sanatın girdiği karanlık çıkmaz sokak... Benim için buraya kadar bir sorun yok ama arz- talep kuralı, artı değer kavramının soğuk gerçekliği vs, orta sınıfın küçük birikimleri ile "neden sanat yapıtı alınır?"sorusu (Bkz: 5N,1K) bir araya gelince, peşi sıra onlarca küçük soru ortaya çıkar ve her biri oldukça can yakıcıdır! Sanat yapıtının ne anlama geldiği, bu tür bir ürüne hangi evrensel kriterler üzerinden değer atfedileceği, dahası bu karmaşık duruma kim ve kimlerin çözüm üretip karar vereceği, görsel beğeninin bu tür bir karar verici klanın tekelinde olup olmadığı (Bkz: şüphecilik), bu klanın, rönesansını yaşamamış bir coğrafyada, evrensel estetik adına karar verip veremeyeceği (!), velev ki söz hakkı verilmedi ama zorla alındı bu durumda da bu klanın, sanat yapıtı biriktirmek isteyen tüketiciye hangi tür ve özellikte (tuval üzeri figür/peyzaj/natürmort/soyut kompozisyon/video art/güncel sanat/çağdaş sanat/ılımlı islami küfi komp. vs.) sanat nesneleri almaları konusunda danışmanlık hizmetini hangi amaç ve yöntemle (gönüllü sanat misyonerliği, zorunluluk, hobi vs.) hangi estetik adına (batı sanat felsefesi, doğu göz zevki?) yapacakları... Ve elbette sonuçta Küçük Asyalı sanatçının bir yapıtına klanın önerisi ile bir şekilde ikna olmuş olan orta sınıf sanat tüketicisi o yapıtı duvarına asıp, onu doğulu göz zevki ile her seyredişinde bu dayatılmış estetik enjeksiyon ona toplum içinde ayrıcalıklı bir statü mü kazandırır yoksa o da yapıta vermiş olduğu parayı, sermaye sınıfı örneğindeki gibi "kış uykusu" na mı yatırmış olur? Sonuçta tüm bu sorular anlamsız ayetler gibi anlamlandırılarak bir şekilde çoğaltılabilir. İyi de "sanat" bu sürecin kim bilir neresinde?