Nereden nereye 2: Nereye….
Bir önceki yazımda ticaret bloklarını ve ne kadar önemli olduklarını incelemiştik. Şimdi bir de ters taraftan bakalım. Parag Khanna, Küresel Medeniyetin geleceğini mercek altına yatırdığı Connectography adlı kitabında dünyada birbirine bağlanmışlığın ters yönde hareket ettiğini söylüyor ve bunu devolution olarak adlandırıyor. Bu İngilizce kelimeyi tek bir kelimeyle ifade etmek isteyince sözlükte devretme, terk, intikal gibi terimleri görüyorsunuz. Tek kelimeyle ifade kaygısını bir kenara bırakınca devolution, “gücün, merkezi ortoriteden daha küçük birimlere doğru kayması” anlamını taşıyor. Khanna bunu şu cümleyle özetliyor: “…. imparatorluklardan uluslara, milletlerden eyaletlere ve eyaletlerden şehirlere doğru, toprakların giderek daha fazla (ve daha küçük) otorite birimlerine bölünmesi.” Giderek büyük kitlesel noktalardan daha küçük hub noktalara doğru bir “bağlantılılık”. Örnek olarak da ABD’nin İngiltere’den ayrılarak doğuşunu, Sovyetler Birliği’nin çöküşünü veriyor. Khanna’nın söylediklerine Brexit’i ekleyin. Khanna bu hareketlerin 1945’de 50 üyeye sahip Birleşmiş Milletler’in günümüzde 200’e yakın yakın üyeye sahip olmasını teşvik ettiğini söylüyor.
Khanna ağırlıklı olarak daha bir somut bakış açısıyla siyasi bölünmeler üzerine yoğunlaşıyor. Ancak bu işin bir de soyut tarafı var. Benim üzerinde durmak istediğim şey coğrafi sınırlardan çok aynı sınırlar içinde olsa bile küçük merkezlerin kendilerini hub noktası yapacak bireysel güçleri.
Küreselleşmenin çöküşü üzerine son zamanlarda çıkan kitapları da düşündüğünüzde, aslında çöken şeyin ne olduğunun doğru tanımlanması gerektiği ortaya çıkıyor. Herkesin küreselleşmeden anladığı şey farklı. Elbette ki artık küresel olayların etkilerine daha fazla maruz kalıyoruz. Bir başka ülkede olan bir şey bizi hemen ve daha hızlı bir şekilde etkileyebiliyor. Bu anlamıyla küreselleşme çökmedi. Ancak Avrupa Birliği’nin adı birlik olmasına rağmen ne kadar “bir” olduğunu düşünebilirsiniz? Sanırım bugün dünyada başarının anahtarı connectedness (bağlantılılık) seviyenizi arttırıp bireysel rekabet avantajlarınızı önemli bir bağlantı noktası olma yolunda kullanabilir olmanızdır. Avrupa Birliği gibi gruplaşmalarının eskiye kıyasla sağladığı faydanın işlevi değişmeye başladı. Bireysel ülkelerin Birlik içinde olmalarının, tıpkı Yunanistan’ın Akdeniz krizinde kullandığı gibi bir kaldıraç gücü var ama bireysel güç olmadan Yunanistan birşey yapamıyor.
Elbette bağlantılılık konusunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Son günlerde yaşadığımız Azerbaycan-Ermenistan savaşını dikkate alın. Ermenistanın en büyük hatası bağlantılılık konusunda oldu. Bireysel gücü olmayan Ermenistanın NATO’ya yanaşması, Rusya ile olan bağlantısını zayıflatınca, Azerbaycan rekabet avantajı elde ederek işgal altındaki bölgeleri geri alma şansını elde etti. Eski bir Sinatra şarkısı olan “Love and Marriage”de olduğu gibi, tıpkı aşk ve evliliğin beraberce yürümesi gibi bağlantılılık ve bireysel gücün de birlikteliği çok önemli bir rekabet avantajı sağlıyor.
O halde Türkiye’nin için gelecekte hem dış politika hem de ekonomi anlamında yapması gereken iki şey var. Birincisi kendisini hub noktası yapacak rekabetçi pozisyonlarını geliştirmek. İkincisi de dünya ile bağlantılılık sağlamak. Jeopolitik açıdan bakalım. Milli gemi projesi, SİHA’lar gibi atılımlar hub noktası olma yolunda önemli adımlar. Bu ve benzeri adımların atılması gerekiyor. Ekonomik olarak güçlenebileceğimiz adımların atılması gerekiyor. Ancak bağlantılılık konusunda üzerimize daha fazla iş düşüyor. Doğu Akdeniz meselesinde bireysel aktörlerle bağlantısızlığımız yol almamızın önünde engel oluşturuyor. Komşularla ilişkilerin geliştirilmesi gerekiyor. Artık komşu kavramı da önemini kaybetmeye başladı aslında. Akdeniz krizinde gördük. Karşımıza Mısır, Libya gibi ülkeler çıkmaya başladı. Artık her ülkenin komşuluk meselesine bakışı farklı olmalı diye düşünüyorum. Sınırlarımızı paylaştığımız birinci kuşak komşular, ama sınırlar ötesinde ikinci ve hatta üçüncü kuşak komşular da önem kazanıyor. Hatta Akdeniz krizinde gördüğümüz gibi bazen daha da önemli oluyor. Galiba meseleye bu çerçeveden bakmak gerekiyor.
Ekonomi, uluslararası ticaret, küreselleşme, dış politika gibi pek çok kavramın artık iç içe geçmesi nedeniyle artık dünya meselelerini değerlendirirken multidisipliner bir bakış gerekiyor sanırım. O yüzden bu yazıyı yazarken kendimi biraz dış politika, jeopolitika gibi konulara dokunurken buldum. Alanım dışında konuşmak hiç sevmediğim bir şey. Mümkün olduğunca ahkam kesmemeye çalıştım. Buna rağmen, hala konunun uzmanlarının hoşgörüsüne sığınıyorum.
Prof. Dr. A. Ercan Gegez
Altınbaş Üniversitesi
İşletme Fakültesi Dekanı